Açıklamalar Yeterli Değil, Somut Adım Şart
Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi'nden çıkma kararı uluslararası hukuka dair bir dizi önemli soruyu gündeme getiriyor; bu soruların uluslararası camia, bilhassa Avrupa Konseyi üye ve organları tarafından hakkıyla ele alınması gerekli. Söz konusu karar, sadece Türkiye değil diğer Avrupa ülkeleri için de tehlikeli bir emsal oluşturuyor.
20 Mart 2021 ve izleyen günlerde binlerce kadın sokağa dökülerek, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir gece yarısı kararıyla Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nden (İstanbul Sözleşmesi) ‘çekilmesini’ protesto etti. Kadınlar bir kez daha polisin ölçüsüz tepkisi ile karşılaştı. Buna rağmen kadın hakları örgütleri, LGBTİ+ topluluğu ve insan hakları örgütleri, kararın geri çekilmesi için eylem yapmaya devam etti. Öte yandan, bir dizi baro ve başka kurumlar, cumhurbaşkanının kararının ‘anayasaya aykırı’ olduğu iddiasıyla Danıştay’a başvurdu.
Sözleşmeden çekilme kararı, gerçek koruma politikaları veya düzgün işleyen bir yargı sisteminin yokluğunda, uzun süredir ağır aile içi şiddet, diğer şiddet biçimleri ve kadın cinayetleriyle karşı karşıya olan Türkiye’deki kadınlar ve genç kızlar için son darbe oldu. Bu karar sonucunda birçok şiddet faili cezasız kaldı.
İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı, Türkiye’nin son on yıllardaki en kötü noktasında bulunan zayıf insan hakları sicilinin yalnızca bir boyutu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hükümetin sözde ‘İnsan Hakları Eylem Planı’nı açıkladığı 2 Mart 2021 tarihinden sonra yaşanan gelişmeler dahi durumun vahametini açıkça ortaya koymaya yetiyor. 18 Mart 2021’de Yargıtay cumhuriyet başsavcısı Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) kapatılması istemiyle Anayasa Mahkemesi’nde dava açtı. 17 Mart 2021’de önde gelen insan hakları savunucusu, HDP milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun milletvekilliği düşürüldü. Dört gün sonra Gergerlioğlu polis tarafından TBMM’de gözaltına alındı. 19 Mart 2021’de İnsan Hakları Derneği (İHD) Eşbaşkanı Öztürk Türkdoğan gözaltına alındı. İki isim de daha sonra serbest bırakıldı. Cumhurbaşkanının Sözleşme’den çekilme kararı işte bu olayların hemen üstüne geldi. Bütün bu gelişmeler, ülkede insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne riayetin her geçen gün hızla azaldığını apaçık ortaya koyuyor.
Cumhurbaşkanının kararına tepki olarak uluslararası camia bir dizi açıklama yayımladı: Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği’nin açıklamaları buna örnek verilebilir. Tüm bu kurumlar kaygı, çekince ve hayal kırıklıklarını dile getirip Türkiye’nin (yani cumhurbaşkanının) kararı gözden geçirmesini istedi. Ancak söz konusu kurumlar veya İstanbul Sözleşmesi’ne taraf olan devletler, bu kararın ‘hukuki sonuçları’ konusunda herhangi bir değerlendirmede bulunmadı.
Bu nedenle Türkiye’de, uluslararası camianın konuya daha yoğun ilgi göstermesine dönük çağrılar giderek artıyor. Buradaki talep net: ‘Uluslararası ve bölgesel kurumlar, insan hakları mekanizmaları ve ülkeler, Türkiye’ye yönelik politikalarını köklü biçimde gözden geçirmeli ve bu tür kararlar karşısında daha sert bir tavır geliştirmeli.’
Cumhurbaşkanının kararı, gerek İstanbul Sözleşmesi’ne taraf devletler gerek İstanbul Sözleşmesi’ni hazırlayıp kabul eden bölgesel kurum olan Avrupa Konseyi tarafından hakkıyla ele alınması gereken bir dizi son derece önemli uluslararası hukuk meselesini gündeme getiriyor.
Ele alınıp tartışılması gereken ilk başlıklar şu şekilde ifade edilebilir:
1- Devletlerin uluslararası insan hakları anlaşmalarından çekilmesi hangi kurallara tabidir? İstanbul Sözleşmesi’ne taraf devletler ve özellikle de Avrupa Konseyi organları neden Türkiye Cumhurbaşkanlığı’ndan gelen bildirime resmi bir cevap vermelidir?
İstanbul Sözleşmesi’nin 80. Maddesi’ne göre, taraf devletler Avrupa Konseyi Genel Sekreterliği’ne bildirimde bulunarak Sözleşme’den ‘çekilebilir’. Madde ayrıca üç aylık bir geçiş süreci öngörür; çekilme, ancak bildirimin alınmasından üç ay sonra geçerlilik kazanır. Cumhurbaşkanlığı, Avrupa Konseyi Genel Sekreterliği’ne 22 Mart 2021’de bildirimde bulunmuştur. Sözleşmenin 81. Maddesi uyarınca, Genel Sekreter bu durumu diğer devletlere bildirmekle yükümlüdür. Buradaki amaç, taraf devletlerin tepki vermesi için imkan yaratmaktır. İstanbul Sözleşmesi, “ilgili ülkenin geçerli biçimde Sözleşme’den çekilmesi için yurtiçinde izlemesi gereken prosedür”e dair spesifik kurallar konusunda sessizdir; bu da, bu bağlamda anlaşmalar hukuku ve insan hakları hukuku ilkelerinin uygulanmasını gerekli kılar.
İnsan hakları sözleşmelerinden çekilme ve bu çekilme sürecini yöneten ilkeler, son dönemde uluslararası camia tarafından tartışılan bir konudur. Amerika Kıtası İnsan Hakları Mahkemesi’nin Venezuela’nın Amerika Kıtası İnsan Hakları Sözleşmesi’nden çekilmesine ilişkin Aralık 2020 tarihli tavsiye görüşünde ortaya koyduğu kriterler (İspanyolca görüş burada, İngilizce tartışmalar ise buradadır) bu konuya dair oldukça faydalı bir kılavuz teşkil eder. Mahkeme, ilgili kuruluşun çıkarlarının söz konusu olduğu durumlarda, kuruluşun organlarının, üyelerinin ve anlaşmaya taraf devletlerin, bir ülkenin çekilme kararının geçerliliğine dair görüş ve varsa itirazlarını paylaşmaları gerektiğini belirtmektedir.
Avrupa Konseyi Genel Sekreteri, ayrıca Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetle Mücadelede Uzmanlar Grubu (GREVIO), Taraflar Komitesi ve taraf devletler, Sözleşmenin uygulanmasında hayati bir role sahiptir. AB’nin bu süreçteki rolü de önemlidir. Bunun nedeni sadece konunun, AB’nin Türkiye ile ilişkisinin temelini oluşturan asli unsur olan Türkiye’nin insan hakları siciliyle ilgili olması değil, AB’nin sözleşmeyi onaylama süreci içinde bulunmasıdır. Türkiye cumhurbaşkanının sözleşmeden çekilme girişimi ve aldığı kararın hukuki sonuçları, bu aktörlerin değerlendirip ele alması gereken bir meseledir.
İstanbul Sözleşmesi, kadınların ve genç kızların korunması için altın standart teşkil ettiği görülen, yaşamsal bir araçtır. Sözleşmenin açıklayıcı raporu, doğrudan “Avrupa Konseyi’nin temel değerlerine” atıfta bulunur ve Sözleşmenin söz konusu değerleri geliştirmek için ileriye dönük bir adım teşkil ettiğini belirtir. Sözleşmenin giriş bölümünde, Sözleşmenin amacı “kadına yönelik şiddetin ve aile içi şiddetin olmadığı bir Avrupa yaratmak” olarak ifade edilir. Oysa Türkiye cumhurbaşkanının aldığı karar bu temel değerlere aykırıdır ve Avrupa Konseyi’nin şiddetin olmadığı bir Avrupa yaratma hedefine zarar vermektedir; dolayısıyla da, bir kurum olarak Avrupa Konseyi’nin çıkarlarına aykırıdır.
Dahası, anlaşmalar hukukunun üç önemli ilkesi bulunur: 1) hür onay, 2) iyi niyet ve 3) pacta sunt servanda (ahde vefa). Amerika Kıtası Mahkemesi’ne göre, bir anlaşmaya taraf olan devletler ve ilgili organlar, bu tür çekilme kararlarında, iyi niyet boyutunu değerlendirmeye almalıdır. Bu tür bir değerlendirme yaparken dikkate almaları gereken bir dizi önemli faktör bulunur. Örneğin, eğer ilgili ülkede vahim ve sistematik insan hakları ihlalleri varsa, ülkedeki demokratik kurumlar yıpranmışsa ve “demokratik düzende bariz, anormal veya anayasaya aykırı bir değişim veya kopuş yaşanıyorsa”, söz konusu kararın ardında iyi niyet olup olmadığı ciddi bir şekilde sorgulanmalıdır (paragraf 72).
Ayrıca, çekilme kararının çoğulcu ve kamuya açık bir tartışma sonucu alınması ve süreç boyunca temsili demokrasi ilkelerine riayet edilmesi de gereklidir. Bu tartışma, çekilmenin gerçekleşmesi durumunda hakları en çok etkilenecek kesimleri kesinlikle içermelidir. Son olarak, ilgili ülkenin uluslararası anlaşmalardan çekilmeye dair anayasal hükümlerine de uyulmalıdır. Pek çok ülkede bu tür bir adım, yürütmenin kararıyla değil ancak yasama organının tasarrufuyla atılabilir ve bu kurala riayet edilmesi de elzemdir.
2- İnsan hakları hukuku temelli bir uluslararası hukuk perspektifinden baktığımızda, cumhurbaşkanının bu kararı ilk elde nasıl analiz edilebilir? Başka bir deyişle, bu karar, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi noktasında geçerli bir yol olarak görülebilir mi?
İlk soruya cevaben dile getirilen ilkeler uyarınca, cumhurbaşkanının İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının geçerliliğine dair ciddi soru işaretleri olduğunu ifade etmek mümkündür. Kararın anayasa hukuku açısından detaylı bir analizi Başak Çalı’nın yeni yazısında yapılmıştır; ayrıca barolar ve Anayasa Hukuku Araştırmaları Derneği gibi kurumlar nezdinde çeşitli akademisyen ve hukukçular da aynı yönde hukuki analizler kaleme almıştır. Bu yazılarda haklı olarak, İstanbul Sözleşmesi’nin onayının, Türkiye Anayasası’nın 90. Maddesi uyarınca (24 Kasım 2011 tarihli, 6251 sayılı Kanun) yasama organı TBMM’nin tasarrufuyla gerçekleştiği ifade edilmektedir. Bunun sonucunda sözleşme artık ülke hukukunun bir parçası haline geldiği için, ancak ve ancak yine TBMM’nin tasarrufuyla geri çekilebilir. Dolayısıyla, Türkiye Anayasası uyarınca, cumhurbaşkanı ülkeyi İstanbul Sözleşmesi’nden çıkarma yetkisine sahip değildir; bu da temelde cumhurbaşkanının kararını anayasaya aykırı ve dolayısıyla ‘hükümsüz’ kılar. Çalı, Viyana Anlaşmalar Hukuku Sözleşmesi Madde 46 (1) uyarınca çekilme kararının “ülke hukukunda temel öneme sahip bir kuralı açıkça ihlal etmemesi” gerektiği için, kıyas yaparak, cumhurbaşkanının bu hükümsüz ediminin ülkenin İstanbul Sözleşmesi’nden ‘çekilmesi noktasında geçerli bir karar’ olmadığını savunur.
Üstüne üstlük, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun gibi hükümet yetkililerinin yaptığı açıklamalar da çekilme kararının altında, iktidardaki partilerin taraflı politik tutumunun yattığını ortaya koymaktadır. Hükümet yetkilileri, kararı meşrulaştırmak için LGBTİ+ topluluğuna yönelik ayrımcı ve homofobik görüşler dile getirdiler ve sözleşmenin toplumun dini ve kültürel değerlerine (aslında sadece kendi yandaşlarının ‘değer’lerine) aykırı olduğu iddiasında bulundular. Karar alınmadan önce ne çoğulcu, demokratik ve açık bir kamusal tartışma yürütüldü, ne de karardan en çok etkilenecek kesimlerin görüşleri dikkate alındı. Türkiye’nin insan hakları sicili şu zamana kadarki en ciddi gerilemelerden birini yaşarken, TBMM ve yargı da dahil olmak üzere demokratik kurumlar hükümet tarafından felç ediliyor; bu da ortada iyi niyet olduğunu düşünmeyi zorlaştırıyor. Bu ve benzeri unsurlar, Avrupa Konseyi üyeleri, organları, ayrıca sözleşmeye üye devletler ve organlarının, cumhurbaşkanının kararının geçerliliğine itiraz etmesi için yeterli dayanak olmalıdır.
3- Kararın geçerliliğine dair soru işaretleri bir yana, Türkiye’nin kadınlara ve LGBTİ+ bireyler de dahil diğer dezavantajlı gruplara yönelik halihazırdaki insan hakları yükümlülükleri nelerdir?
Uluslararası anlaşmalardan geçerli şekilde çekilme halinde dahi, ilgili devletin yükümlülüklerinin tamamen ortadan kalkması söz konusu olamaz.
Birincisi, ilgili ülke geçiş süreci boyunca sözleşme hükümlerine tabidir. Sözleşme’nin 80. Maddesi’nde 3 aylık bir geçiş süreci öngörüldüğü için, Türkiye’nin çekilme kararının geçerli olduğunu varsaysak dahi, sözleşme 3 ay boyunca ülke için bağlayıcı olmayı sürdürecektir.
İkincisi, Türkiye, sözleşmeyi onayladığı tarihten çekilmenin devreye girdiği tarihe kadar geçen süre boyunca sözleşmenin uygulanmasından sorumludur. Başka bir deyişle, çekilme kararı geriye dönük olarak işletilemez.
Üçüncüsü, Türkiye, sözleşmenin geçerli olduğu süre boyunca sözleşme izleme organlarının uyum konusunda aldığı kararlara uygulamak zorundadır.
Dördüncüsü, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme devletin diğer sözleşmelerdeki yükümlülükleri üzerinde herhangi bir etki yaratmaz; dolayısıyla Türkiye’nin diğer insan hakları sözleşmelerinden kaynaklanan yükümlülükleri bakidir. Bu da, Türkiye’nin diğer sözleşmeler uyarınca, kadınlara, genç kızlara, LGBTİ+ bireylere ve diğer kesimlere koruma sunmak, onlara yönelik şiddet ve ayrımcılığı engellemek ve toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak mecburiyetinde olduğu anlamına gelir.
Beşincisi, devlet için, teamül hukuku normları, uluslararası hukukun genel ilkelerinden doğan normlar ve jus cogens (emredici hukuk) hâlâ bağlayıcıdır. Kadınların, genç kızların ve başka bireylerin şiddetten korunması, hukukun bu alanlarıyla doğrudan ilişkilidir; bu nedenle ilgili normlar pek çok açıdan Türkiye açısından bağlayıcıdır.
4- Açıklamalar yeterli değil:
Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi, yalnızca Türkiye değil diğer Avrupa devletleri için de tehlikeli bir emsal oluşturma riski taşımaktadır. Benzer sözleşmelerden, mesela AİHM’den çekilme çağrısı yapan, kâh güçlü kâh zayıf sesler duyuluyor. Eğer şimdi net bir uluslararası tepki sergilenmezse, insan haklarının evrensel düzeyde korunması fikri özellikle Avrupa’da ciddi zorluklarla karşılaşabilir, bu da ileride varoluşsal sorunlara yol açabilir.
Bilhassa AB zirvesinin devam ettiği ve AB devlet liderlerinden çok cılız seslerin çıktığı şu günlerde, konunun vahametinin altını bir kez daha çizmek şarttır. Türkiye’nin bir insan hakları sözleşmesinden çekilmesinin -sadece Türkiye toplumunda değil Avrupa’da ve daha geniş bir alanda- neden olabileceği alt üst oluşa dikkat çekmek elzemdir. Avrupa Konseyi ülkeleri ve organları, İstanbul Sözleşmesi taraf devletleri ve organları, ayrıca AB, cumhurbaşkanının bu kararına yönelik resmi bir tutum almalı ve bu kararın geçerliliğini uluslararası hukuk standartları nezdinde test etmelidir. Ayrıca PACE, bu kararın doğurduğu soru işaretlerini ele alması ve Avrupa Konseyi insan hakları sözleşmelerinden devletlerin çekilmesi durumunda geçerli olacak ilke, kural, istisna ve prosedürleri belirlemesi için Venedik Komisyonu’nu davet edebilir; bu da benzer durumlarla karşı karşıya kalan üye ve kurumlar için bir kılavuz sağlayacaktır.
Bizi Takip Edin