Ekoloji Savunucuları Haklar ve Araştırmalar Derneği’nde Buluştu
Ekoloji alanında savunuculuk yapan farklı illerden avukatlar bir araya gelerek Haklar ve Araştırmalar Derneği’ni kurdu. Cem Altıparmak’la derneğin odaklanacağı çalışmaları konuştuk.
Haklar ve Araştırmalar Derneği isimli bir dernek kurdunuz. Nasıl ve neden bir araya geldiniz?
Aslında çok uzun zamandır bir aradayız. On yılları aşan ortak bir çalışma deneyimimiz var. Türkiye’nin gündeminde yer almış, almaya devam eden birçok davada avukat olarak yer aldık ya da davacılara hukuki destek sunduk. Baroların çevre ve kent hukuku komisyonlarında birlikte çalıştık. İnsan hakları ve insancıl hukuk alanlarında çalıştık. Savunuculuk ağlarında yer aldık. O yüzden zaten birlikteydik, ancak bu kez kurumsal bir kimlik altında, daha tanımlı çalışmalar yapmak amacıyla bir araya geldik.
Derneğin amacı nedir? Hangi ihtiyaca binaen ortaya çıktı? Ne gibi çalışmalar yapmayı planlıyorsunuz?
Böyle bir ihtiyaç tam da bizim de içinde bulunduğumuz savunuculuk ağlarındaki yıpranma riskini deneyimlememiz sebebiyle oldu. Ülkemizde doğa ve insan hakları mücadelesi, konuya duyarlılık gösteren sınırlı sayıdaki hukukçunun, akademisyenin ve sivil toplum kuruluşunun çabasıyla yürütülmesine karşın, bu sürecin sürdürülebilir savunuculuk ağlarına dönüşemediğini görmekteyiz. Hak ihlallerine karşı mücadele, ihlalinin ortaya çıkmasıyla bir araya gelen, davalar açan ve yıllar süren dava süreçlerinde yorgun düşen, dava odaklı ve çoğunlukla yürüttükleri davaların durumunu paylaşan kapalı haberleşme gruplarına dönüşme riskiyle karşı karşıya.
Biz, dernek çatısı altında yapacağımız çalışmalarla bu savunuculuk ağlarını tahkim etmeye, kapasitelerini güçlendirmelerine destek olmaya, ihtiyaç duydukları bilgi ve deneyimi elde etmede aracı olmaya gayret edeceğiz. İklim krizine karşı önleyici bir hukuk sisteminin oluşturulması için izleme ve raporlandırmalar yapacağız ve savunuculuk ağlarının yargısal faaliyetlerde etkili olmaları için katkı sunacağız.
Bu çalışmalarımızda bize katkı sunmak isteyenler için bir ihtiyaç analizi anketi hazırladık. Oldukça kısa. Çalışmalarımızla İlgilenenler doldururlarsa çok mutlu oluruz.
Çevre haklarının geliştirilmesine nasıl bir katkısı olacak derneğinizin?
Çevre ve ekoloji alanında yaşanan gelişmeler, ülkemizde çevre ihlallerine yönelik mücadeleyi, savunuculuk araç ve yöntemlerini, bu zamana kadar birikmiş hukuki mücadele deneyimlerini, doğa hakkı ve felsefesiyle zenginleştirilmiş bütüncül bir bakış açısıyla bir araya getirecek ve bu deneyimi, hem hukuki desteğe ihtiyaç duyan ihlal mağdurlarıyla, hem de ekoloji mücadelesi içinde yer almak isteyip de doğa ve çevre hukukunun farklı disiplinlerine ilişkin uzmanlık bilgisinden ve pratikten mahrum hukukçularla paylaşacak bir savunuculuk ağına olan ihtiyacı ortaya çıkarıyor.
Dernek çatısı altında ilk çalışmamız olan “İklim Krizine Karşı Önleyici Hukuk Ağı” oluşturmak için yapacağımız çalışmalar, bu ihtiyacın giderilmesine yönelik mütevazı adımları hep birlikte atabilmeyi amaçlıyor.
Bu kapsamda kuracağımız hukuki iletişim ağları, gerçekleştireceğimiz eğitimler ve deneyim aktarımı çalışmaları, oluşturacağımız çalışma grupları, yayınlayacağımız raporlar, içinde yer alacağımız ulusal ve uluslararası hukuki dayanışma ağları aracılığıyla, toplumun hukuka ulaşma, hukuku geliştirme kabiliyet ve yeteneğine, hep birlikte mütevazi bir katkı sunacağımıza inanıyoruz.
Geçmiş 40 yıllık süreçte özellikle enerji, maden ve inşaat sektörlerini canlandırmak için çevre mevzuatına yapılan orantısız müdahaleler, çok sayıda kişinin mağdur olmasına ve bu ihtilafların mağduru kesimlerin çevresel bozulmayı engellemeye yönelik beklenti ve taleplerinin artmasına ve şiddetlenmesine yol açtı.
Ülkemizde çevre ihlallerine yönelik ekoloji mücadelesini, doğa ve çevre savunuculuğunu, toplumun bu alana ilgisini nasıl görüyorsunuz?
Dünyamızın ciddi bir iklim krizi ile karşı karşıya olduğu, yadsınamaz bir gerçeklik olarak önümüzde duruyor. Çevre ve doğa hakkı ihlalleri, bizlerin de içinde yer aldığı tüm ekosistem için bir varoluş mücadelesinin yaşanmasına neden oluyor.
Bu krizin ülkemizdeki yansımalarının çok daha şiddetli ve yıkıcı sonuçları olduğu da inkâr edilemez bir başka gerçeklik. Türkiye’de yaşanan ihlâlle karşı gelişen toplumsal mücadelenin, aslında 40 yıla yaklaşan bir mazisi var. O dönemden bu yana halen farklı davalara konu olan nükleer santral karşıtı mücadele, Yatağan Kemerköy Yeniköy termik santrallerine karşı açılan davalar, siyanürlü altın arama ve işletme faaliyetlerine karşı Bergama öncülüğünde başlayan davalar, yaşanan ihlallerin aynı zamanda uluslararası insan hakları sözleşmeleriyle korunan, insanların sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını tehdit etmesi ve AİHM’in bu gibi davalara yönelik olarak vermiş olduğu Türkiye aleyhindeki hak ihlâli kararları, basın ve kamuoyunda yankı buldu ve Türkiye’de çevre ihlâllerine karşı mücadelenin gelişimine katkı sağladı. Bu mücadele pratiği, tüm eksiklik ve ihtiyaçlarına rağmen gelecek açısından umutlu olmamızı sağlıyor.
Türkiye’de yasalar çevreyi korumak için yeterli değil mi? Neden çevre ile ilgili davalar bu kadar çekişmeli geçiyor?
Ülkemizdeki çevre koruma mevzuatına baktığımızda -ki bu mevzuata uluslararası çevre koruma sözleşmeleri de dahildir- hayli geniş bir kapsamı olduğunu görmekteyiz. Bu haliyle mevzuat bize çevre koruma mücadelesi için temel hukuki dayanağı sağlıyor gözüküyor. Ne var ki yaşanan ekolojik krizin önlenmesi için kritik öneme sahip olan ulusal çevre koruma mevzuatına yapılan müdahaleler, koruma-kullanma dengesinin orantısız bir şekilde doğanın aleyhinde bozulmasına yol açtı.
Geçmiş 40 yıllık süreçte özellikle enerji, maden ve inşaat sektörlerini canlandırmak için çevre mevzuatına yapılan orantısız müdahaleler, çok sayıda kişinin mağdur olmasına ve bu ihtilafların mağduru kesimlerin çevresel bozulmayı engellemeye yönelik beklenti ve taleplerinin artmasına ve şiddetlenmesine yol açtı. Davaların bu derece yoğunlaşmasının ve bir var olma mücadelesine dönüşmesinin altında da bu yatıyor.
Geçtiğimiz ve içinde bulunduğumuz yılın gündelik, siyasal, ekonomik koşullarını belirleyen salgın ortamının, ekolojik geleceğimize dair kaygıları da gündelik yaşamın merkezi haline getirdiği aşikar. Dünya ekonomilerini ve ülke yönetimlerini etkileyen salgın, küresel ekonomik krize eşlik eden küresel siyasal krizleri de derinleştirdi.
Ekoloji hukuku bakış açısıyla 2020’de yaşanılan doğa tahribatlarını ekoloji çevre mücadelelerini nasıl değerlendirirsiniz?
Yatırım ve işletme maliyetlerini şirketler lehine düşürecek düzenlemeler yapılmasına rağmen, bu düzenlemelerin kârlılığı arttırmaya yetmediğine yönelik sektörel şikayetler, şirketlerin üretimden kaynaklı çevresel ve sosyal yükümlülüklerinin azaltılmasına ve/veya belirsiz bir süre için askıya alınmasına yol açacak düzenlemelere kapı araladı.
Özellikle hava kirliliği, kuraklık, iklim değişikliği sorunlarına yol açan işletmelerin yükümlülüklerini askıya alan, görünmez kılan düzenlemeler, 2019 sonu ve 2020‘de daha etkili bir biçimde yürürlüğe girdi. Bu yükümlülükler, yaşam hakkı, dengeli ve sağlıklı bir çevrede yaşama, mülkiyet hakkı gibi temel hak ve özgürlükleri ilgilendiriyor olsa da şirketlere kolaylık sağlamak adına, yürütme organı tarafından çıkartılan düzenlemelerle bu yükümlülüklerin etkisizleştirilmesi sağlandı.
Derneğimizce, bu konuları da içeren ancak daha geniş bir perspektifle hazırlanan, “Ekolojik, Ekonomik ve Siyasal Krizler Eşliğinde 2020’de Yaşanan Hukuki Dönüşüm Raporu” bir terslik olmaz ise en geç Mart ayı başında yayınlanmış olacak. Raporumuz yayınlandığında belki bu konuları daha detaylı bir şekilde konuşabiliriz.
Kaz Dağları’nda altın madeni projesine karşı 288 gün nöbet tutan çevrecilere ‘toplum düzenini, genel ahlakı, genel sağlığı, çevreyi ve ekonomik düzeni bozmak’ suçlamasıyla, 57 bin 240 lira idari para cezası kesildi. Çevrecilerin yaşadığı bu olayı siz bir hukukçu olarak nasıl değerlendirirsiniz?
Mayıs 2020’de gündeme gelen bu idari para cezalarının gerekçesini, bildiğiniz üzere, koronavirüs önlemlerine aykırı davranış iddiası oluşturmaktaydı. Bu gerekçenin ve cezalandırma yönteminin, daha sonraki günlerde, Türkiye’nin pek çok yerinde benzer nitelikli pek çok toplumsal protestonun engellenmesi için, yoğun olarak kullanıldığına şahit olduk.
Geçtiğimiz ve içinde bulunduğumuz yılın gündelik, siyasal, ekonomik koşullarını belirleyen salgın ortamının, ekolojik geleceğimize dair kaygıları da gündelik yaşamın merkezi haline getirdiği aşikar. Dünya ekonomilerini ve ülke yönetimlerini etkileyen salgın, küresel ekonomik krize eşlik eden küresel siyasal krizleri de derinleştirdi. Salgın koşulları, temel haklar ve özgürlükler alanında olduğu kadar sosyal haklar alanında da önemli kısıtlamaları gündeme getirdi. Türkiye’de bu kısıtlamaların idari kararlarla hayata geçiriliyor olması, özgürlüklerin ve hakların ancak kanunla ve kanunda belirtildiği yöntemlerle sınırlanabileceğine dair Anayasal kuralların rahatlıkla ihlal edilebildiği gerçeğini gözler önüne serdi. Sorduğunuz soruya konu olan idari para cezası, Anayasa ile düzenlenmiş ve ancak kanunlarla kısıtlanabilen bir hak olan demokratik protesto hakkının, salgın bahanesiyle ve idari işlemlerle engellenmesi demek. Bu da bize hukuk devleti ilkesindeki aşınmayı işaret ediyor.
Bizi Takip Edin