“Dayanıklı Kentleri İnşa Edecek Kurumsal ve Finansal Yapı Mevcut Değil!”
Yereliz Derneği’nin hazırladığı Dayanıklı Kentler Rehberi’ni, dayanıklı kent olmanın gerekliliklerini ve Türkiye’de mevcut durumu dernek ekibinden Elif Avcı ile konuştuk. Türkiye’de 1999 depremi sonrası kentsel dirençliliğin artmasına ve ilgili mevzuatın bulunmasına karşın, afet ve kriz dönemlerinde kurumsal ve finansal dayanıklılığın olmadığını belirten Avcı’ya göre, eksiklere rağmen Türkiye’de sivil toplumun liderliğinde yürütülen kentsel dayanıklılık modeli mevcut.
İklim krizinin artan etkileri sonucu aşırı hava olayları ve Türkiye gibi depremselliği yüksek bir ülkede, “dayanıklı” kentlerin oluşturulmasının gereği konusunda karar alıcılar (merkezi ve yerel düzeyde) ne düzeyde farkındalığa sahip?
Kentsel dayanıklılık her ne kadar yekpare bir terim gibi kullanılsa da çok farklı boyutları olabilen bir kavram. Öncelikle şu soruları cevaplamak gerekiyor: Neye dayanıklılık? Hangi alanlarda dayanıklılık? Ve tabi, dayanıklılık kimi kapsıyor? Bulunduğumuz durumda, iklim değişikliğine ve depreme kentsel dayanıklılığımızın yetersiz olduğunu kabul etmek gerekiyor. Ancak hem yerel hem ulusal düzeyde karar alıcıların bu konuya gittikçe artan düzeyde önem verdiğini gözlemiyorum.
Dayanıklı Kent Tüm Toplum Gruplarını Eşit Derecede Kapsar!
Her ne kadar Türkiye, Paris İklim Anlaşması’nı hala onaylamamış olsa da bu anlaşmanın getirdiği bazı ilke ve hedefleri uygulamaya koyuyor. Örneğin belediyelerin Sıfır Atık Daire Başkanlığı ve İklim Değişikliği Daire Başkanlığı kurmalarına yönelik genelge ile pek çok şehirde gözlemediğimiz, kentleri depreme hazırlamak için belediye ve merkezi yönetim iş birlikleri umut verici. Yerel yönetimler ise zaten uzun zamandır bu alanlarda kentleri dayanıklı hale getirmek için çalışmalar yürütüyordu.
Örneğin İzmir’de art arda gerçekleşen deprem ve sel felaketlerinde verdiğimiz kayıpların 1990’lar oranla oldukça düşük ölçüde olması farkındalıktan da öte eylem aşamasına geçmiş karar alıcıların var olduğunu gösteriyor. Ne yazık ki, bu politik irade bizi ne depreme ne iklim değişikliğine ne de diğer afet ve krizlere hazır hale getiren bir seviyede değil.
Diğer boyutlara, kentsel dayanıklılığın hangi alanlarda kurulduğuna bakarsak karar alıcıların çabaları sevindirici ama yetersiz. Farkındalık düzeyinin, devlet kurumlarının her seviyesine sirayet etmediğini görüyoruz. Dayanıklı kentleri inşa etmek için gerekli mevzuat düzenlemeleri yapılmış olsa da afet ve kriz durumlarında planlanmış stratejilerin uygulamaya konması için gerekli kurumsal ve finansal dayanıklılık mevcut değil. Bir konu başlığına ayrılan bütçe, karar alıcıların farkındalığı ile kurumların eyleme geçmesi arasındaki en önemli köprü ya da aşama olduğu için aslında karar alıcıların farkındalığının da bir göstergesi. Başka bir deyişle, dayanıklı kent vurgusu söylem düzeyinden eylem düzeyine geçmediği, gerekli bütçe ayrılmadığı müddetçe karar alıcılar farkındalığını sorgulamak gerekiyor.
Son olarak, kentsel dayanıklılığın kimler için tasarlandığını da tartışmak gerekiyor. Yerel ve ulusal düzeydeki karar alıcılar, seçim ile pozisyonlarına gelen kişiler oldukları için, aslında fiziksel olduğu kadar toplumsal bir konu da olan kentsel dayanıklılığın tüm toplum gruplarını eşit derecede kapsamasını önemsemeli. Ne yazık ki kapsayıcılık konusu kentsel dayanıklılığın en az önemsenen boyutu. Dezavantajlı grupların kriz ve felaketlerden çok daha olumsuz etkileneceği gerçeğine dair hem karar alıcıların hem uygulayıcıların farkındalık düzeyi artırılması gerekiyor.
Sivil Toplum Önderliğinde Yürütülen Kentsel Dayanıklılık Modeli
Türkiye’de küresel örneklerle kıyaslanınca kentlerin dayanıklılığı ne durumda?
Türkiye’de kentleşme hem küresel ortalamanın hem de bölgesel ortalamanın üstünde. Bu durum genellikle Türkiye’nin ileri gelişmişlik düzeyine sahip ülkeler ve kentler ile kıyaslanmasıyla sonuçlanıyor. Bu şekilde düşündüğümüzde, ne yazık ki kentsel dayanıklılık konusunda yeterli seviyede olmadığımızı ve bu konuya atfedilen önemin de yeterli seviyede olmadığını gözlemliyoruz. Bir deprem ülkesi olmasına rağmen Türkiye, Japonya veya Şili gibi ülkelerle kıyaslandığında altyapıların ve mimari yapıların fiziksel dayanıklılığı, bunları düzenleyen regülasyonlar ve uygulamalar konusunda yetersiz durumda. Ancak 1999 depreminden öğrendiğimiz dersler, başta sivil toplum kuruluşları olmak üzere pek çok mekanizma ile kentsel dirençliliği arttırmış durumda.
Türkiye’deki kentler gündem belirleyen kentler olmak yerine gündemi ve iyi uygulama örneklerini takip eden kentler halindeler.
1999 depremi sonrasında kurulan STK ve diğer örgütlenmeler hala yerel ve ulusal düzeyde karar alıcıları kentsel dayanıklılığa önem verme konusunda masaya oturtmaya çalışan başat aktörler. Yani diğer küresel kentlerle kıyaslandığında, sivil toplum önderliğinde yürütülen bir kentsel dayanıklılık modelinden bahsetmek mümkün. İklim krizi ve beraberinde getirdiği diğer afet türlerine karşı dayanıklılığı arttırmak için gösterilen çabaları da bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor. Ne var ki bu sivil çabalar henüz tam etkisini göstermiş değil ve Türkiye’deki kentler gündem belirleyen kentler olmak yerine gündemi ve iyi uygulama örneklerini takip eden kentler halindeler.
Yurttaşlar yaşadıkları kentlerin dayanıklı olması için ne yapabilirler? Bu konuda STK’lar nasıl bir rol üstlenebilir?
Daha önce bahsettiğim gibi, kentsel dayanıklılık tartışmaları Türkiye’de sivil toplumun zihinsel ve çeviklik olarak kamudan çok daha ileride olduğu bir alan. Öncelikle bu potansiyelin farkında olmak ve bunu değerlendirmek gerekiyor. Yardım kuruluşları, arama kurtarma kuruluşları ve yerel ekoloji hareketleri bu ülkede en çok güvenilen sivil toplum alanları desek yanlış olmaz. Bu alanlarda çalışan sivil toplum kuruluşları ve hak savunucularının bu güvenin farkında olması ve yöneticilerle masaya oturmak için bir avantaj olarak görmesi gerekiyor çünkü güvenilir sivil toplum kuruluşlarıyla çalışmak, yöneticiler için de halkın güvenini kazanmak demek.
Yurttaşlar, bulabildikleri her sivil ve katılımcı mekanizmadan faydalanarak tercihlerini karar alıcılara iletmeli, hatırlatmalı ve üzerlerinde baskı oluşturmalı.
İkinci olarak, örgütlenme, savunuculuk ve katılımcı mekanizmaları hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak ve bunları uygulamaya geçirmek gerekiyor. Seçim döneminde oy aracılığıyla tercihlerini belli ederek, sonraki 4-5 yılda tüm seçimleri karar alıcılara bırakan (yani katılımcı olmayan) model, başarısız bir model. Yurttaşlar, bulabildikleri her sivil ve katılımcı mekanizmadan faydalanarak tercihlerini karar alıcılara iletmeli, hatırlatmalı ve üzerlerinde baskı oluşturmalı.
Kentsel dayanıklılık da bu çerçevede değerlendirilmesi gereken bir savunuculuk alanı. Yerel yönetimlerin ilgili birimleri ile merkezi yönetimin yerel temsilcilikleri, sivil toplumun sürekli iletişim halinde olması gereken yerler. Kent konseyleri bu noktada önemli mekanizmalar. Son olarak, yurttaşlar ve sivil toplum kuruluşlarının devlet kurumlarının olmadığı alanlarda da örgütlenmesi, işbirliği yapması ve stratejik planlamalar oluşturması gerekiyor. Kamu kurumları ile işbirliği yaparak kurulan dayanıklı kentler şu an herkes için en ideal senaryo ancak gün geçtikçe artan deprem riski ve ilerleyen iklim krizi düşünüldüğünde bu senaryoyu hayata geçirmek için oyalanacak zamanımızın olmadığını bilerek hızlıca harekete geçmek gerekiyor.
Dayanıklı Kentler Rehberi…
Yereliz Derneği’nin yürüttüğü Dayanıklı ve Kapsayıcı Kentler için Kaynak Üretimi Projesi kapsamında, Heinrich Böll Stiftung Türkiye Ofisi’nin desteğiyle hazırlanan ve Ece Durmaz tarafından kaleme alınan “Dayanıklı Kentler Rehberi”, belediyelerin dayanıklı kentler oluşturma ve Dayanıklı Kent Eylem Planı hazırlık sürecinde yol gösterici bir kaynak olması hedefiyle hazırlandı.
Rehberde, “Doğa olayları veya insan kaynaklı tehlikeler kendi başlarına bir afet ya da risk değildir ama zarar verme potansiyeline sahip olaylardır. Bu tür olaylar belirleyici politikalar, eylemler, uzmanlar ve yerel paydaşların aktif katılımıyla ele alınabilecek insani ve kentsel savunmasızlığın bir sonucu olarak afet haline gelir. Dayanıklı bir kent ve toplum ise afetlere hazırlıklı olarak gerektiğinde kendini yeniden inşa edebilir.” ifadeleriyle çalışmanın ana fikri özetleniyor.
Kentsel dayanıklılığın çok farklı boyutları olduğunun gösterildiği rehberde, afet riskinin azaltılması, afet riskini azaltmaya yönelik planları belirlemek, değerlendirmek ve geliştirmek için sistematik, çok yönlü ve pro-aktif bir yaklaşım gerektirdiği vurgulanıyor. Yerel yönetimler, dayanıklı kentler oluşturmak için eylem planı hazırlamak ve uygulamak üzere Dayanıklılık Oluşturma Döngüsü’ndeki 5 adım sıralanıyor:
- Dayanıklı Kente Giriş: Organizasyon Yapısı ve Hazırlık
- Kentin Risk Analizi ve Savunmasız Alanlar
- Dayanıklı Bir Kent için Eylem Planı Oluşturmak
- Eylem Planının Finanse Edilmesi ve Uygulanması
- Dayanıklılık Eylem Planının İzlenmesi ve Değerlendirilmesi
Dayanıklı Kentler Rehberi’ne buradan ulaşabilirsiniz.
Bizi Takip Edin