AKUT Başkanı Şalcı: “Türkiye’de Afet Kültürü Yerleşmeli; Tüm Aktörler Ortak Çalışmalı!”
Meclis Deprem Araştırma Komisyonu’na davet edilen az sayıdaki STK’dan biri olan Arama Kurtarma Derneği (AKUT), uzman olduğu arama kurtarma ve afet öncesi eğitim- bilinçlendirme konularında pek çok öneriyi Komisyona iletti. Depremle mücadelede milli seferberlik ilan edilmesi ve toplumda afet kültürünün yerleşmesi gerektiğini kaydeden Şalcı’ya göre, afetlere hazırlıklı olmak için devlet, yerel yönetim, sivil toplum ve yurttaş olarak ortak ve planlı çalışmamız gerekiyor.
Türkiye’nin ilk gönüllü arama kurtarma derneği olan ve 1999 yılında kamu yararına dernek statüsü elde eden AKUT, o tarihten bu yana Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında bulunan Arama Kurtarma Danışma Kurulu INSARAG’ın da üyesi. 2020 yılında ise Avrupa Komisyonu altında faaliyet gösteren Avrupa Sivil Koruma Mekanizması bünyesindeki Avrupa Sivil Koruma Havuzu ECPP (European Civil Protection Pool)’a Türkiye’den giren ilk arama-kurtarma ekibi oldu. AKUT, yılda ortalama 2 bin oturumla, 100 bin kişiye ulaşarak “Temel Afet Bilinçlendirme” ve “Deprem Bilinçlendirme” seminerleri veriyor.
AKUT Başkanı Recep Şalcı ile deneyimleri çerçevesinde Deprem Araştırma Komisyonu’na ilettikleri önerileri konuştuk.
1999 depremi ve ardından yaşanan depremlerden sonra hem karar alıcıların hem yurttaşların gerekli önlemleri aldığına katılıyor musunuz?
1999 depremi özellikle afetler konusunda Türkiye’de bir milat kabul edildi. İlk birkaç yıl ciddi çalışmalar yapıldı ama zamanla büyük bir deprem olmadığından bu süreç yavaş ilerledi. Son beş yıla dek bu konuda sadece arama kurtarma ekibinin kurulması amaçtı. Afetlere hazırlık konusunda doğru yapılanma dirençli toplum konusunda maalesef hızlı adımlar atılmadı. İmar barışı ile hasarlı yapıların varlığı devam etti. Çeşitli yönetmelikler çıktı, tek olumlu davranış buydu.
Depreme karşı en etkili yöntem binaların sağlam olması. Kentsel dönüşüm çok büyük bir ekonomik maliyet getiriyor, bu nedenle somut olarak adımlar yavaş atılabiliyor. Deprem önlemleri kapsamında diğer etkili yol sizin kurumsal yapınızın sağlamlığı.
Son 2-3 yıla dek planlı ve düzgün bir yapılanma yoktu. Ancak son 2-3 yılda afetlere hazırlık konusunda sadece arama kurtarma ile bu işin çözülemeyeceği anlaşıldı ve yerel yönetim ve STK’ların dahil olduğu planlamalar yapılmaya başlandı. Türkiye’de şehir şehir planlar yapılmaya ve uygulanmaya başladı. “Şu an ne durumdayız?” sorusunun cevabı: yeni yeni bu alanda çalışmalar başladı.
“AKUT Uzmanlığını Toplumu Afetlere Karşı Bilinçlendirmede Kullanıyor”
Afet Müdahale planlarından mı bahsediyorsunuz?
Afet Müdahale Planları epeydir var. Bahsettiğim şu; afetlere şehir il risk azaltma planları, yapıların, ilin ülkenin afetselliğinin tespiti, afet nedenlerin tespit edilmesi buna yönelik adımların atılması. Son 3 yıla dek “afet olunca ne yaparız?” mantığına geçildi ve buna yönelik çalımalar hızlandı. Türkiye’de kamu binalarının, yolların sağlamlaştırılması çalışmalarının büyük bölümü bitti. Ama insanların yaşadığı yerleşkelerde maalesef çalışmaların çok azı yapıldı. Kentsel dönüşüm planlaması sürüyor.
Şunu net söylemek lazım; depreme karşı en etkili yöntem binaların sağlam olması. Kentsel dönüşüm çok büyük bir ekonomik maliyet getiriyor, bu nedenle somut olarak adımlar yavaş atılabiliyor. Deprem önlemleri kapsamında diğer etkili yol sizin kurumsal yapınızın sağlamlığı.
Biz AKUT olarak 2012’ye dek hep afetlere müdahale eden bir dernek olarak bulunduk. Ancak bizim aynı zamanda toplumu afetlere karşı bilinçlendiren bir STK olmamız da gerekiyor. Bu anlayışla çalışmaları hızlandırdık. AKUT, bu alanda sivil toplumun öncülerinden, AKUT’un marka gücü çok yüksek. Bizim bu güçle afetler konusunda bilinçlendirme, afetlere hazırlık ve devleti yönlendirmede rol üstlenmemiz ve aktif olmamız gerekiyordu. 2017 sonrası devletle rekabet etmek yerine, ki zaten devletle rekabet edemezsiniz, bu alandaki yetkili kurumlardan AFAD gibi kurumlarla temasa geçtik ve bunu bir uzlaşı zemini yaratarak onlarla “nasıl iş birliği yaparız?” noktasından hareket ettik. AFAD’la ilişkilerimizi toparladıktan sonra biz de tecrübelerimizi paylaşamaya başladık. AFAD da bu konuda çok güzel bir iş birliği yaptı.
Biz en iyiyiz, en büyüğüz mantığından çıkıp, biz kendimizi nasıl geliştirebiliriz” durumuna geçtik. Ayrıca, “bu alanda en büyük olmakla bir şey kazanmayız” dedik. Devlete bu konuda rakip değil paydaş olmaya başladık.
Yani AKUT yaklaşımını mı değiştirdi?
Evet, “biz en iyiyiz, en büyüğüz mantığından çıkıp, biz kendimizi nasıl geliştirebiliriz” durumuna geçtik. Ayrıca, “bu alanda en büyük olmakla bir şey kazanmayız” dedik. Devlete bu konuda rakip değil paydaş olmaya başladık.
STK’ların görevi devletin eksik kaldığı noktaları tamamlamak. Oysa Türkiye’de STK’lar maalesef biraz kendi alanında en iyi olmaya öncelik veriyor; bu da STK’ların etkisinin küçük kalmasına sebep oluyor. En iyi olmaktan ziyade en etkin olmak önemli. Bu süreçte özellikle biz yurtdışındaki çalışmalara öncelik verdik. 2020 başında AB’nin (Avrupa Birliği) akredite ekibi olduk ve şunu gördük: biz kendimizi Türkiye’de çok övüyoruz ama aslında AB standartlarında çok gerideyiz. Bu alanda AKUT olarak en önde olmamıza rağmen, STK’ların kurumsal kapasitesi açısından gerideyiz.
Türkiye’de uluslararası düzeyde tek akredite olan STK AKUT mu?
Ulusal düzeyde ilk biz olduk. Kamu adına AFAD ve STK olarak AKUT öncü. Bizden sonra 4 ekip daha akredite oldu ancak onlar henüz başlangıç seviyesinde. Akreditasyon şu açıdan çok önemli: afetlerde insanlar iyi niyetli olarak yardım etmeye çalışıyorlar. Oysa iyi niyetle yapılan her şey ey iyi değil. O alanda yetkin olmanız lazım. Yetkinlik için, belli standartlara göre sizin uluslararası düzeyde akredite olmanız lazım. AFAD’la yaptığımız işbirliği ile biz STK’lar olarak bu işe standart getirmeye çalıştık. Biz hep standartların olması için çaba gösteriyoruz. Bu alanda kendimizi çok geliştirdik.
Yapısal Sorunların Depremle Mücadelede Yarattığı Zaafiyet
Avrupa’da yürüttüğünüz akreditasyon sürecinde AKUT’ta hangi eksikleri gördünüz?
Türkiye’de sivil toplum lider odaklı yönetiliyor. Bir lider ve yanında 10 kişi var. Lider ne kadar sürüklerse STK o kadar başarılı oluyor. Lider biraz yorulur ya da değişirse yapı tamamen çöküyor. Biz deneyimlerimizden bunu gördük. Bundan sonraki süreçte lider odaklı değil kurumsal odaklı çalışmaya odaklandık: görev tanımının çok net olması ve herkesin yetkilerinin sınırlı olması için çalışmaya başladık.
STK’larda lider ne derse herkes onu yapmaya çalışıyor. Bu istediğimiz bir yapı değil. Türkiye’de STK’lar sadece sahada çalışan bir ekip görünüyor; biz görselliğe önem veriyoruz. Oysa arka planda, kurumsal düzeyde, sürdürülebilir finans oluşturacak çok ciddi bir ekibe ihtiyaç var. Biz bunu oluşturmaya gayret ettik. Önce eleştirildi ancak bu yapı oturmaya başladıktan sonra hızlı yol almaya başladık. Bu standart ve kurumsal yapı oluşunca, kuruma güven artıyor. STK’larda olması gereken yapı bu.
AKUT da bu yapıyı oturtana dek bu sancıyı yaşandı. Nasuh Mahruki AKUT’ta çok başarılı ve popüler idi. Ama başkan değişiminden sonra biri sürü yorum yapıldı: “AKUT bitti mi?” gibi. Başkan olarak ben ön plana çıkmayı sevmiyorum. Biz kurum olarak AKUT’un ön planda olmasını istiyoruz. Özellikle son 1 yılda kurum gerçekten lider ya da kişi düzeyinde değil yapıda-kurumsal düzeyde başarılı olmaya başlayınca gönüllülerin de motivasyonu artıyor.
Türkiye’de sivil toplumun bir sıkıntısı da bu, sivil topluma emek veren gönüllüklerin ihtiyaçlarını karşılamak gerekiyor. Gönüllülerin ihtiyacı finansal değil, onların görünür olması emeklerinin övülmesi gerekiyor. Bunu yapınca gönüllüler daha motive çalışmaya başlıyorlar. Özellikle afetler konusunda çalışan STK’lar bunu yapmalı. Sadece kamera önünde görünen değil, kameranın arkasında binlerce insan çok ciddi emek veriyor. Sadece STK’larda değil tüm kurumlarda liderler önemli fakat kurumsallık en temel şart.
Biz AKUT olarak AB düzeyinde akreditasyon sürecinde bunu gördük. Biz çok iyi kurtarama yaptığımızı düşünürken akredite sürecinde çok zorlandık. Çünkü 15 kişilik bir ekip önde çalışırken, bunun arkasında 30 kişilik bir ekip daha olması gerekiyor. Sistemin kurulması hem prosedür hem görev tanımlarının net olması, uzun vadede başarıyı getiriyor. Biz Akut’ta bunu başardık.
Afetlere hazırlık sürecinde çok hızlı gidiliyor ama bunun sürdürülebilir olması gerekiyor. Sadece birilerinin inisiyatifiyle yürümez, toplumun da baskısı ile bunun devam etmesi gerekiyor.
Genel olarak Türkiye’de deprem öncesine değil, ağırlıklı olarak afet sonrası kurtarma çalışmalarına ağırlık verildiği ve alanda başarılı olunduğu tespitlerine katılır mısınız?
Deprem sonrasındaki müdahalede dünyanın en iyi ekiplerinden birisiyiz hem sivil tolum hem devlet olarak. Ama son 2-3 yıldır, tüm planlar deprem öncesine göre yapılmaya başlandı. Önce afetselliğin tespit edilmesi gerekiyor. Depremden çok bahsediyorum ama ama küresel ısınma ile seller, kuraklık, salgın gibi çok ciddi problemleri deneyimliyoruz.
Burada AFAD şunu yaptı: önce afetselliği belirlemeye sonra afet haritalarını oluşturmaya başladı. Ardından da bu bölgelerde iyileştirmelere başladı. Bu yol haritasını sürdürürsek bu sorunların 10 yılda % 60’ını çözebiliriz. Afetlere hazırlık sürecinde çok çok hızlı gidiliyor ama bunun sürdürülebilir olması gerekiyor. Sadece birilerinin inisiyatifi yürümez, toplumun da baskısı ile bunun devam etmesi gerekiyor. Mevzuatta yerel yönetimler, yetkili olmalarına rağmen biraz geri planda duruyorlar. Heyelan gelecek bölgeye yerel yönetimler yapı iznine hayır demeli. Birilerin orada kötü olması, çarpık yapılara hayır demesi gerekiyor.
Bu alanda da devlet çok planlı çalışıyor, projelerde artık planlamadan çıkıp uygulamaya geçildi. Mecliste yapılan deprem üzerine bir araştırma komisyonu sürüyor. Biz de Komisyon çalışmalarına katıldık, görüşlerimizi ilettik. Fay yasası çalışmaları yapılıyor. Binaların depreme dayanıklılığının kontrol edilmesi için İçişleri Bakanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından tüm kentlere talimat gönderildi. Amaç dışı ve kötü yapılaşma varsa, iyileştirilmesi için çalışmalar başladı.
Bütün bunları ben şuradan biliyorum; Afet ve Acil Durum Danışma Kurulu içindeyim. Önceden sadece kamu kurumlarında bu kararlar alınırken, artık STK ve akademiden de bizler kurulun içindeyiz. Bu kurulda çok ciddi tartışmalar oluyor. Önerileri uygulamaya başladılar. Bu da Türkiye için sevindirici bir durum
Yerel Yönetim ve AKUT İş Birliği
Bu kurul dışında AKUT, karar alıcılara önerilerini iletiyor mu? Savunuculuk boyutunda ne yapıyorsunuz?
Bu konuda çok etkin değildik. Son 1 yıldır bu kurumsallaşma çabalarımız sayesinde bu eksikliği gördük. Sadece birilerini kurtararak kahraman olmazsınız, ki biz kahraman olmayı sevmiyoruz. Marka gücümüzü olumlu kullanmaya gayret ediyoruz. Bu kapsamda yerel yönetimlere bu ihtiyacı anlattık ve çok sık toplantılar yaptık. Yerel yönetimlere, önce eksikleri gösterdik, bölgenizde bu eksikler var dedik. Birçok belediye ile beraber çalışmalar yürütüyoruz. Yerel yönetimlerin Acil Durum Eylem Planlarını gözden geçirdik, eksikleri gösterdik.
İlk başta yerel yönetimlerin yaklaşımı “size destek olalım ve ekip kuralım” şeklinde idi. Biz ise onlara zor olanı önerdik: “sizin asli göreviniz olan o bölgenin afetselliğini ortandan kaldırmak” dedik. Çok açık bir şekilde şunu da söyledik: “eğer bu kararları uygularsanız, belki bir dönem sonra seçilmeyeceksiniz ama uzun vadede hem vicdanen hem hukuken rahat edeceksiniz” dedik. Şu an 12’den fazla belediye ile çalışmalara başladık. Birçok belediye ile de protokol aşamasındayız. İl Risk Azaltma Planlama sürecinde belediyenin katılması için çok uğraştık. Bakanlık seviyesinde görüşmelere başladık. Yerel yönetimler ne kadar depreme karşı mücadelenin farkında olursa o kadar başarılı olacağız çünkü bölgeyi en iyi bilen yerel idareler. Yani somut olarak biz bu uygulamalara başladık.
Türkiye’de aynı işi yapan STK’lar, dayanışma yerine biraz rekabet ortamına giriyorlar. Çünkü gönüllük ilkesi ile çalışan STK’lar, sürdürülebilir yapıları olmadığından, ne kadar görünür olurlarsa o kadar kaynak elde ediyorlar.
Diğer STK’larla iş birliği yapıyor musunuz?
Türkiye’de aynı işi yapan STK’lar, üzülerek söylüyorum, dayanışma yerine biraz rekabet ortamına giriyorlar. Çünkü gönüllük ilkesi ile çalışan STK’lar, sürdürülebilir yapıları olmadığından, ne kadar görünür olurlarsa o kadar kaynak elde ediyorlar. Çok üzücü ama afetlerde çok iyi çalıştığımız diğer STK’lar, bir kazazede enkazdan çıkarılırken birbirimizi itekleyerek bir anda kameralara hangimizin daha çok görüneceği gibi çirkin bir görüntü veriyoruz. Biz bu görüntüyü vermemek için son İzmir depreminde enkazdan çıktık, bunun bir parçası olmak istemedik. Enkazlarda canlı çıkarılırken AKUT’u göremezsiniz. Bu hassasiyetin etik boyutu var: biz enkazdan çıkarılırken kameralarda görünmemesi için önlem alıyoruz, bazen battaniye çekiyoruz. Bu nedenle medyatik olmamakla eleştirildik ama bizim doğrumuz bu.
Diğer STK’ların da zamanla bu noktaya geleceğini düşünüyorum. Bu bir süreç. Türkiye’de STK’lar çok genç. Rekabet yerine dayanışma kısmını öne çıkarmamız lazım. Bu başladı diyebilirim. Arama kurtarma ile ilgili STK’ler ile toplantılar yapıyoruz. Bununla ilgili görüşmelerde bulunuyoruz. AKUT olarak onların kapasitelerini yükseltmek için diğer STK’lara hem mentorlük hem eğitim veriyoruz. Bizim standartlarımız ve prosedürlerimiz var, bunun avantajlarından onların da faydalanmasını istiyoruz. BM ve AB standartlarında hep beraber iş yapalım istiyoruz. Son 1 yıldır ilginç şekilde bunu öğrenmeye başladık ancak henüz öğrendik diyemem. Umarım böyle gider. Sadece arama kurtarma alanında değil, diğer alanlarda da STK’lar ne kadar dirsek teması içinde olurlarsa, o kadar güçlü olacak ve politikaların oluşmasında söz sahibi olacaklar. Bireysel olarak cılız sesler yerine, birlikte ve farklılığımızı da koruyarak koordineli çalışırsak, o zaman eksiklerimizin tamamlanması çok daha kolay olacak.
Afetlerin Siyaset Üstü Politikalarla Yönetilmesi Gerekiyor!
Meclis Araştırma Komisyonu’na davet edilen ve görüşlerini ileten az sayıdaki STK’dan birisiniz: Komisyon’da hangi konuları dile getirdiniz? Ne önerdiniz?
Komisyon’da beklediğimizden daha büyük ilgi gördük. Vekiller gerçekten işin nasıl yapılabileceği konusunda biraz çalışmışlar. Biz sadece uzman olduğumuz alanda, arama kurtarma ve afet öncesi eğitim ve bilinçlendirmede konusunda önerilerde bulunduk.
Komisyonda ilk söylediğimiz şey şu idi: ‘bir ülkenin arama kurtarma ekibi ne kadar güçlü ise afet öncesi hazırlıklarının kadar eksiktir.’ Bu sözümüz şaşkınlık yarattı. Çünkü ‘bizim en başta arama kurtarma öncelikli politikadan vazgeçmemiz gerekir’ dedik. Biz, arama kurtarma alanında uzman bir STK olarak, siyasilerden güçlenmemizi talep etmedik. Komisyon’da birçok önerimizi dile getirdik:
“Bir ülkenin arama kurtarma ekibi ne kadar güçlü ise afet öncesi hazırlıkları o kadar eksiktir!”
- Türkiye’de afetselliğin net olarak belirlenmesi gerekiyor.
- Herkesin yetkin olduğu alanda afetlere müdahale etmesi gerekiyor. “Afet turisti” dediğimiz kişiler her şeyi yapabileceklerini sanıyor. Oysa herkesin müdahale alanı sınırlı olmalı.
- Özellikle bazı bölgelerde can kayıplarının yanında ekonomik kayıplar, Elâzığ ve Van depreminde olduğu gibi çok fazla hayvan ölümleri de olabiliyor. Mesela hayvanların kaldığı yerlerin de standartlarının belirlenmesi gerekiyor.
- Afetlere hazırlık konusunda ilkokuldan itibaren eğitimlerin müfredata konması, tehlikeleri göstererek özellikle bu eğitimleri veren herkesin belli bir standartta sahip olması gerekiyor. Bazı STK’lar anılarını anlatıp birkaç foto ile deprem bilinçlendirme semineri veriyor. Deprem bilinçlendirme seminerlerini eğitimciler vermeli.
- Deprem gibi afet durumlarında engelliler üzerinde daha çok çalışılması gerekiyor. İzmir’de engelli bir yurttaşımız, deprem sonrası gelen sudan kaçamadığı için vefat etti. AKUT’un Eskişehir Üniversitesi ile ortak çalışmalar vardı, bunun gibi çalışmaların geliştirilmesi gerektiğini ifade ettik.
- Afet anı ve sonrasının değil afet öncesine ilişkin düzenlemelerin kanunla zorunlu hale getirilmesi, bu işin vatandaşın inisiyatifine bırakılmaması konusunda önerilerinde bulunduk.
- Uluslararası akreditasyon sürecinin Türkiye’de de oluşturulması ve bunun sadece devlet ve sivil toplumun birada oluşturacağı ortak bir kurulu tarafından yapılması gerektiğini ifade ettik.
- Üzülerek söylüyorum, Türkiye’de siyaset hala bazı şeylerin üzerinde, oysa afetin siyaset üstü politikalarla yönetilmesi gerekiyor. Küçük hesapların üzerinde değil, deprem ve diğer afet durumlarında daha somut çalışmaların yapılması gerektiğini ifade ettik.
- Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın çalışmalarına diğer STK’ların da destek vermesi, Mimarlar Odası, İnşaat Odası gibi kurumların bilgilerinden faydalanılması gerektiğinden bahsettik.
- Afetlerden sonra toplanma bölgelerinin belirlenmesi ve altyapılarının hazırlanması gerektiği konusunda önerimiz çok ilgi gördü. Afet sonrası toplanma alanlarında, su ve tuvalet kabini gibi yapıların olması gerekiyor.
- Türkiye’de artık afet kültünün artık yerleşmesi gerektiğini söyledik. Önemli olanın, afetin öncesinde yapılacak çalışmalar olduğunu ve muhakkak afet sonrasında profesyonel kişiler tarafından psikososyal desteklerin daha etkin şekilde verilmesi gerektiğini ifade ettik. İyi niyetli STK’ların bir şey yapmaya çalışması da olumlu ancak bu tür çalışmaların daha profesyonel olması gerekiyor.
- STK’ların ve gönüllülerin geliştirilmesi için yönetmeliklerde değişiklik olması, özelikle kamu ve özel sektör çalışanlarının afetlerde çalışması için kolaylıklar sağlanması için önerileri bulunduk.
Vekiller önerilerimizi dikkatle dinlediler, umarım hayata geçirilir.
İstanbul gibi büyük kentlerde pandemi ve ekonomik kısıtlarda depreme hazır olmak ne ölçüde mümkün? Yurttaşlar ne yapabilirler?
Kamu binaların yüzde 96’sı güçlendirildi, çok az kısmı kaldı. Yine de % 4 az bir rakam değil. Depreme özellikle büyük kentlerde nerede yakalanacağımız belli değil. Öncelikle bir milli seferlik haline getirilmesi gereken bir süreç. Ne devlet tek başına bunu yapabilir ne yerel idareler ne de vatandaş. Hiçbir aktör bunu tek başına yapamaz. Bu üç unsurun birbirine güvenmesi çok önemli. Kentsel dönüşüm rantsal dönüşüme dönüşmemeli. Kentsel dönüşüm çok hızlı ilerlese bile, yapıları çok ciddi denetleyecek mekanizmalar olmalı. İstanbul Yunanistan’dan daha büyük, mevcut bütçeler İstanbul depremine hazırlık için yetersiz kalacak. Ancak bu bizi ümitsizliğe sevk etmemeli. Biz, tüm süreci adım adım planlamalı, iş birliği yapmalıyız.
Bu noktada vatandaşlar da şunları yapmalı:
- Yurttaşların sorumlulukları ve yetkileri var: karar alıcıların faaliyetlerini takip etmeleri ve görüşlerini, önerilerini iletmeli, siyasiler üzerinden baskı uygulamalı.
- Ev alırken ya da kiralarken evin sadece manzarasına değil aynı zamanda binanın zemin etüdüne de bakmalılar. Bina deprem yönetmeliğine göre yapılmış mı? Bunu araştırmalılar. Bu önlemlerin yanında kamu-yerel yönetim-STK arasında iyi bir planlama ile yıllar süren bir çalışma yapılmalı ve süreci bu şekilde sonuca ulaştırmak gerekiyor.
İstanbul’da iseniz işiniz gerçekten çok zor. Eviniz, işyeriniz, kamu kurumlarının hepsinin sağlam olması gerekiyor. Şu an bundan emin olamayız çünkü 2003 öncesinde yapılan binaların nasıl yapıldığını bilmiyoruz. Dolayısıyla 2003 öncesi yapılan binaların tümü tehlikeli binalar. Bunların yenilenmesi de kısa sürede ekonomik olarak mümkün değil. Bu binaların 5 yıl içinde %20’sinin yenilenmesi planlanıyor ki bu bile çok iyi rakam. Umarım başarırız.
Bu konuda genelde Japonya örnek gösterilir ancak benim idol ülkem Şili. Şili’de 1969 yılındaki depremde 300 bin insan hayatını kaybetti. Sonra Şili, kentsel dönüşümü çok iyi uyguladı. 2012’deki 9.1 şiddetindeki depremde sadece 8 kişi hayatını kaybetti. Muhteşem bir başarı hikayesi. Biz de inanırsak ve birbirimize güvenip, planlama ile çalışmayı başlatırsak, başaracağımıza inanıyorum. Bu sürecin komple bir planlama ile yapılması ve bütün olarak ele alınması gerekiyor.
Afet öncesi hazırlık yapıp, binaların sağlamlaştırılması gerekiyor. Temel çözüm bu.
Son birkaç yılda Türkiye’de “olumlu gelişmeler var” dediniz; ancak 2020’de tüm dünyada depremde oluşan 180 civarındaki can kaybının 160’tan fazlası Türkiye’de oldu. Biz neden hala çok can kaybı veriyoruz?
Bu çok üzücü tabii. Türkiye İstanbul depremine odaklanmışken, biz 2018’den beri İzmir için hazırlık yapıyorduk. Dünya riskli kentler sıralamasında İstanbul 75. sırada, İzmir ise 25. sırada. Hala İzmir’de büyük bir depremini bekliyoruz. İzmir afetsellik konusunda çok riskli bir kent. Kötü yapılaşması çok fazla. Zemin etüdü yapılmadan yapılaşma yüksek olduğu için yeni bir depremde yine aynı şeyler olacak. Şu an bununla ilgili bir çalışma yapılıyor ancak bunun ekonomik maliyeti yüksek.
Türkiye artık depremlerde insan kaybetmemeli. Biz 2 günde İzmir’e gittik, herkesi kurtardık diye övünemeyiz. Bu büyüklükte depremlerde binalarımız yıkılmamalı. Binaları güçlendirirsek AKUT’a da ihtiyaç kalmayacak. Biz şu an dünyadaki en iyi arama kurtarmanın Türkiye’de olması ile tecrübemizle övünüyoruz. Tecrübe dediğimiz şey bu kayıplarla kazanıldı. Oysa biz tecrübesiz olalım, bize ihtiyaç olmasın, binalarımız sağlam olsun diyoruz. Artık biz buna bir dur diyebilmemiz gerekiyor. Bunun için afet öncesi hazırlık yapıp, binaların sağlamlaştırılması gerekiyor. Temel çözüm bu.
“Egoları Kenara Koyup, Ortak Çalışma Kültürünü Kazanmalıyız!”
Sivil topluma ve yurttaşlara bir mesajınız var mı?
Özelikle STK’lar olarak son dönemde düştüğümüz bir hata var: her işi yapalım, burası da popüler oldu yaklaşımı. Bu doğru değil. Biz STK’lar olarak uzman olduğumuz alanlarda çalışmalıyız. O uzman olduğumuz alanda en üst standartlarda çalışmalıyız. Gerekiyorsa, politikaların oluşmasında etki etmeliyiz. STK’ların ana amacı bu olmalı. Ama Türkiye’de bazı STK’lar ya AB projeleri yapmak ya da popüler olup bağış elde etme mantığına girdi. Bu yaklaşımdan çıkıp sivil toplum olarak, güçlü kurumlar olma hedefimiz olmalı. Tüm STK’ların ana hedefi bu olmalı. Bunu yaparken de benzer işi yapanların rekabet halinde değil dayanışma içinde çalışması gerekiyor ki biz bu afetlerle başa çıkalım.
Afetlere hazırlık olmamız için devlet, yerel yönetim, STK’lar ve vatandaş ortak çalışmamız gerekiyor. Eğer bu ortak çalışmayı başarırsak her şeyin üstesinden geleceğiz. Hiç zor değil bunu başarmamız; yeter ki egoları kenara koyup, ortak çalışma kültürünü kazanmak.
Bizi Takip Edin