İyi Hikayeleri Harika Hikayelerden Ne Ayırıyor?
Bir hikayeyi anlatırken, neden onu paylaşmak istediğin, dikkati nasıl çekeceğin ve insanların önem vermesini nasıl sağlayacağın etkili oluyor. Çok iyi bir hikaye, duyguları, motivasyonları, insanları anlamaktan geçiyor.
Bu aralar tiyatroyla ancak ekran aracılığıyla buluşabiliyoruz. Daha önce sahnede oynanmış oyunların kayıtları bir süredir paylaşılıyordu. Son aylarda Moda Sahnesi ve DasDas gibi platformlar sahneden canlı oyunlar da yayınlamaya başladı. Çevrimiçi platformlarda izlediğimiz oyunlar farklı deneyimler sunuyor. Bazıları interaktif kurgulanmışken bazıları teknolojiden daha fazla yararlanıyor. Gördüğümüz oyunların sahnede oynanmak için yazılmış olanları olduğu gibi, son dönemin şartları göz önüne alınarak yazılanlar da var. Farklı biçimlerin denenmesi, tiyatronun dönüşümü üzerine tartışmaları da açıyor. Örneğin, kameranın sağladığı imkanları kullanan oyunlar tiyatro mu yoksa sinemaya mı yaklaşıyor?
Bütün bu dönemsel karmaşa devam ederken, daha önce de dijital teknolojileri sahnede kullanan oyunların yapıldığını düşünürsek, uzun vadede seyirci için bir oyunu etkileyici kılan ve içine çeken unsurlar neler? Kamera ve ses kullanımı, görsel efektler seyircinin deneyimini etkiliyor. Geçtiğimiz yılın en ilgi gören oyunlarından Dünyada Karşılaşmış Gibi, aynı anda iki ayrı sahneden başlıyordu. Seyirci, bulunduğu yere göre, bir videoyla da başlayabiliyordu, canlı performansla da. Bu iki grubun deneyimleri de böylece farklılaştı. Bir oyun, seyirciyi ne kadar içine katabiliyor? Bunun için ne gerekiyor?
Ashley Fell isimli bir iletişimci yaşadığımız dönemi ‘the great screen age’, büyük ekran çağı olarak adlandırıyor. Dikkat aralığımızın kısaldığı, günümüzü ekranlar ve cihazlarla geçirdiğimiz zamanlar. Herhangi bir bilgi, görselleştirilmiş olduğunda daha rahat algılandığı gibi, anlamlandırılan bilgi, ilham veren, yalnız zihinle değil kalple de hissettiğimiz konuşmalar izleyiciye daha kolay ulaşıyor. Hikayeler de tam bu anlattığı şeyleri yapıyor, öncelikle, olayları birbirine bağlıyor. Bir diğer iletişimci Jon Westenberg, hikaye anlatımının insanların bulduğu en önemli teknoloji olduğunu söylüyor.
2015 yılında gösterime giren The Encounter oyunu, teknolojinin ve hikaye anlatıcılığının birleştiği çok iyi ve çok başarılı bir örnek. Complicite Tiyatro’nun kurucusu ve sanat direktörü Simon McBurney’nin yazdığı ve oynadığı The Encounter, yani karşılaşma, geçtiğimiz Mayıs’ta çevrimiçi olarak da seyirciyle buluştu. Tek kişilik bu oyun, çok az dekorla, izleyiciyi Amazon Ormanları’nda gezdiriyor.
Bunu başarmasında kullandığı yenilikçi işitsel teknoloji önemli bir rol oynuyor. Farklı zamanları iç içe geçiren, mekanla ilişkimizi seslerin yardımıyla değiştiren, farklı karakterleri izliyor hissi yaratırken izleyiciyi içine çeken oyun, atmosferiyle sarıp sarmalıyor.
The Encounter, Brezilya’nın Javari Vadisi’nde National Geographic fotoğrafçısı Loren McIntyre’ın 1969’da yaşadıklarını konu alıyor. McIntyre, Mayoruna kabilesiyle iletişime girmek istiyor. Kabileyle karşılaştıktan sonra onlarla beraber yağmur ormanının derinliklerine ulaşıyor, hatta o döneme kadar bilinmeyen, Amazon nehrinin kaynağını buluyor. Sonrasında dönüş yolunu kaybediyor ve onu bırakan pilotun kendisini tekrar bulamayacağından korkmaya başlıyor. Kabileyle geçirdiği iki ay, birbirlerinin dilini konuşmadan anlaşmanın yollarını buluyorlar. Topraklarına girenlerden korunmak için kaçmaya uğraşan kabileyle, anlattığına göre başka bir dille iletişim kuruyorlar. Tüm sahip olduklarını yok edip zamanın başına, medeniyetin topraklarına girdiği zamanın öncesine dönmek isteyen kabilenin içerisinde kalan fotoğrafçı, bir gün kendini nehirden aşağı bırakarak oradan çıkabiliyor. Yaşadıklarını yıllar sonra Petru Popescu’ya anlatıyor. Popescu, Amazon Beaming isimli kitabını 1991 yılında yazıyor.
Oyun da, bu kitap üzerine kurulu. McBurney, sahnelemeden önce detaylı araştırmalar ve görüşmeler yapıyor. 2016’da yayınlanan Josh Ferri röportajında, nörologlarla bilinç, kelimeleri kullanmadan iletişim, çevrecilerle Amazon havzasında neler olduğu, yerli hakları çalışan organizasyonlarla dünyanın her yerinde kabilelere uygulanan şiddet, fizikçilerle zamanın doğası ve yazarlarla hikaye anlatıcılığı ve kurgu üzerine konuştuğunu aktarıyor. En çok Amazon havzasının derinliklerinde yaşayan Marajai’nin Mayoruna, Xingu’nun Yawalapiti kabilelerle görüşmelerinin ilham verici olduğunu söylüyor.
McBurney’nin oyunuyla, izleyici, mantığa sığmayabilecek şeyleri, karşısında görmediği anları yaşıyor. Kitabın isminde de geçen beaming kelimesi, McIntyre’ın Mayoruna kabilesinin lideriyle kurduğu iletişimin, başka bir dil, bir çeşit sinyalle, zihinsel telepatiyle gerçekleştiğini anlatıyor. Zamanın başlangıcına giden, teknolojiden uzak bu kabileyle ve yaşanan yolculukla, son teknolojilerin kullanıldığı, bir o kadar da sade bir oyunla karşılaşıyoruz.
Oyunun başardığı daha önemli bir şey var, o da hikaye anlatımı. İki saat takip ettiğimiz bu performans, bu çok sesli hikaye, insanı kelime kelime içine çekiyor. Birçok duyguyla, farklı gerçeklikleri mümkün kılıyor. Oyunun içinde olmamızı sağlayan sesler, ekran başında da olsak etkiyi hafifletmiyor, fakat oyunun içine bizi çeken, McBurney’nin hikaye anlatımının gücü.
Bu konuda esin kaynağı, Spalding Gray’in 1987 yapımı Swimming to Cambodia, Kamboçya’ya yüzerken isimli işi. Youtube üzerinden kısa bir videosunu izleyince, McBurney’nin hipnotik olarak ifade ettiği anlatıcılık karşımıza çıkıyor. Gray, Killing Fields filminin oyuncularından. Kamboçya’da geçirdiği dönemi aslında bir monologla anlatıyor.
Peki bir hikayeyi güçlü yapan nedir? Yazar Mark Whitaker, öyküleştirmeyi zengin kılan unsurların, dinleyicinin önemsediği karakterler oluşturmak, çevrenin nasıl olduğu ve karakter üzerine etkisi ve kimin sesiyle anlatıldığı olduğunu söylüyor. Bu oyunda pek çok ses duyuyoruz, anlatıcının zihninde geçenler bizi ona yaklaştırıyor. Kabilenin ne yapmaya çalıştığını anladığımızda onları önemsemeye başlıyoruz. McBurney’nin metni yeniden kurgulaması, canlandırması, tonlamaları, hızlanarak ve yavaşlayarak aktardığı kısımlar, anlatma ritmi, detaylandırması, bu iyi hikayeyi harika bir hikayeye, bizi içine çeken bir hikayeye dönüştürüyor.
Bir sosyal psikolog ve Stanford Üniversitesi hocası Jennifer Aaker, hikayelerin paylaşılan salt bilgilere göre 22 kat daha etkili olduğunu ifade ediyor. Bir hikaye, olayları birbirine bağlama şekliyle dinleyiciyi ikna edebiliyor, harekete geçirebiliyor. Save The Children yardım kurumunun kampanyasında bir çocuğun hikayesini dinleyen katılımcılar, yoksullukla ilgili bilgilerin paylaşıldığı tanıtımı izleyenlere kıyasla iki kat daha fazla yardım yapıyorlar.
Bir hikayeyi anlatırken, neden onu paylaşmak istediğin, dikkati nasıl çekeceğin ve insanların önem vermesini nasıl sağlayacağın etkili oluyor. Çok iyi bir hikaye, duyguları, motivasyonları, insanları anlamaktan geçiyor. Bu hikayeler, dilden, kültürden de ayrı bir boyut kazanıyor ve evrensel nitelik taşıyor. Pixar yönetmeni Pete Docter, ‘Bir hikaye anlatırken yapmaya çalıştığın şey, hayatında seni belirli bir şekilde hissetirmiş olan bir olayı anlatmak. Ulaşmaya çalıştığın, izleyicinin de aynı duyguyu hissetmesi,’ diyor. Yani yine, kendini iyi anlamak ve farkındalık geliştirmek, hikaye anlatımının çok iyi bir hale gelmesinin kökünde yer alıyor.
Hikaye anlatımının kurallarını Kurt Vonnegut listelemişti. Okuyucunun destekleyeceği bir karakter anlatmak bunlar arasında. Tutkuyla anlattığın bir hikayede, karakterin yolculuğuna eşlik ettiğin, duygularına karşılık gelen hikayeler, içine çekiyor. Hikaye biçimlerini anlatırken de, bir başyapıt olarak değerlendirdiği Hamlet’i çözümleyen Vonnegut, başarısının, doğruları söylemesinde yattığını söylüyor. ‘Hayat hakkında neyin iyi neyin kötü haber olduğunu anlayacak kadar çok şey bilmiyoruz. Biliyor gibi yapıyoruz.’
Hikaye anlatıcı Lani Peterson’a göre, hikayelerin ilgi çekme, etkileme, öğretme, ilham verme gücü var. Leo Widrich, bir hikayeyi dinlerken, anlatılanları dinlerken, olayları deneyimlediğimizde kullanacağımız beyin kısımlarının da harekete geçtiğini söylüyor.
Zengin detayları olan, metafor kullanan, karakteri iyi ifade eden bir hikaye dinleyince kendimizi onun durumunda hayal ediyoruz. Hikayelerle anlam oluşturuyoruz. Yeni bakış açıları kazanıyoruz ve dünyayı daha iyi anlıyoruz. Başkalarının dünyayı nasıl algıladığını görüyoruz. Birbirimizin hikayelerini dinledikçe, birden fazla hikayenin olduğunu görerek o anlamda gerçeğe yaklaşıyoruz.
Kapak görseli: Luisa Rivera
Bizi Takip Edin