“Devlet, Anayasa’nın 17. ve 56. Maddesindeki Ödevini Yerine Getirmiyor”
Türkiye’de yapılan madencilik faaliyetlerinin Anayasa ihlali olduğunu savunan Çevre Avukatı Arif Ali Cangı, “Devlet, Türkiye’nin her yerinde madencilik arama ve işletme ruhsatları vererek Anayasa’nın 17. ve 56. Maddesi'ndeki ödevini yerine getirmiyor. Anayasa ihlal ediliyor. Madenciler de bu suça ortak oluyorlar. Çünkü madencilik faaliyetleri karşısında koruma yasaları çok aşındırıldı. Diğer yandan konuyla ilgili kurullar da bağımsız ya da özerk değil. Dolayısıyla siyasi iktidarın emri altında çalışan komisyonlardan koruma kararları çıkmıyor” diyor.
“Tüm Yönleriyle Türkiye’nin Maden Gerçeği” başlıklı maden dosyamızın yedinci bölümünde, çevre hareketinin kıymetli aktivistlerinden biri olan “Çevre Avukatı Arif Ali Cangı” ile Türkiye’nin yasalara rağmen nasıl bir maden sahasına dönüştüğünü, altın madenciliğinin miladı olan Bergama’yı, çevre hareketlerinin önemini ve ekoloji mücadelesinin demokrasiye katkılarını konuştuk. Cangı, son olarak da nasıl bir maden yasası tasavvur ettiğini bizlerle paylaştı.
“Altın Madenciliği Türkiye’ye, Ovacık Altın Madeni ile Girdi”
Türkiye’de maden arama faaliyetlerinin doğaya ve insan yaşamına verdiği zararlar biliniyor. Özellikle Kaz Dağları’ndaki yıkıcı tahribat geniş çaplı bir itiraza sebep oldu. Mevcut ‘Maden Yasası’ bu tahribatlara nasıl alan açıyor?
Bu iş 1990’lı yılların başından itibaren Bergama’da başladı. Altın madenciliği Türkiye’ye, Ovacık Altın Madeni ile girdi. Önce taşımız toprağımız altınmış diye sevinen Bergamalılar, işin gerçeğini öğrenince, eşine çok ender rastlanır bir yaşamı savunma hareketini yarattılar. Bilimsel çalışmaları, hukuksal girişimleri, sivil itaatsizliğin en güzel örneğini sergiledi. Çoğunluğu kadınlardan oluşan etkili toplumsal bir direnişle, 1990’lı yıllara iz bıraktılar. Bugün Türkiye’nin neresinde olursa olsun, bir çevre sorunu ve ona karşı mücadele varsa, Bergama hareketinin izlerini taşımaktadır. Bergama hareketine yönelik dezenformasyon ve psikolojik hareket örneklerinin aynısı zaman zaman diğer hareketler için de gündeme geliyor. Alman Vakıfları yalanı bunun en çok kullanılanı. Bergama hareketinin “her yer Bergama, hepimiz Bergamalıyız” sloganı, “kirli altın madenciliğini Bergama’da önleyemezsek, ülkenin her tarafına yayılacak” anlamına geliyordu.
“Madencilik, Dokunulmazlığı Olan Bir Faaliyete Dönüştü”
Bergama hareketinin önemli yanı, etkili bir toplumsal hareket olmasıydı. Bir diğer yanı da alınan yargı kararlarının, AİHM kararlarıyla çevre hukukuna kazandırdıklarıydı. Bu kazanımların önüne geçmek için uluslararası maden şirketlerinin hazırladığı metinler kanun haline getirilerek, Maden Kanunu ile madenciliğin yarattığı kirlilik ve yıkımı önleyen yasalarda ciddi değişikler yapıldı. Madencilik adeta dokunulmazlığı olan bir faaliyete dönüştü.
Söz konusu olan madencilik olduğu zaman; temiz suya erişim hakkı, mülkiyet hakkı, ormanların korunmasına dair anayasal güvenceler, kültürel ve doğal varlıkların korunmasına ilişkin yasal düzenlemeler, imar ve planlama zorunlulukları yok sayıldı. Yerel yönetimlerin ruhsatlandırma ve denetleme hakları ortadan kaldırıldı.
Artık her türlü izin ve ruhsat merkezi iktidar ile onun ildeki temsilcisi valilik tarafından veriliyor. Yerel yönetimlerin su havzasında olan madenleri bile denetleme yetkileri yok. Madenciliği önceleyen yasal düzenlemelerle artık, ormanlar, meralar, su havzaları, sit alanları, geçimlik topraklar artık korumasız. Kazdağları’nın büyük bölümünün ruhsatlandırılmış olması her gün bir yerlere sondajlar vurulması, dağların madencilerin istilasına uğraması, Bergama’dan başlayan siyasi ve hukuki sürecin sonucu.
“Madenciler Bu Suça Ortak Oluyor”
Anayasa’nın 56. Maddesine rağmen maden şirketlerinin maden arama faaliyetleri sırasında doğaya ve yaşama verdiği zarar açık bir Anayasa ihlali olmuyor mu?
Anayasa’nın 56. ve 17. Maddesi’ni birlikte değerlendirmekte yarar var.
Anayasa’nın 56. Maddesi’nde, “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir” hükmü yer alıyor.
Anayasa’nın 56. Maddesi’nin gerekçesinde, vatandaşın korunmuş çevre şartlarında, beden ve ruh sağlığı içinde yaşamını sürdürmesini sağlamanın Devletin ödevi olduğu, Devletin hem kirlenmenin önlemesi hem de tabii çevrenin korunması ve geliştirilmesi için gereken tedbirleri alması gerektiği belirtilmiştir.
Anayasa’nın 17. Maddesi ise yaşama hakkını, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkını güvence altına alınıyor. Yaşamın sonunu getireceği artık herkesçe kabul edilen küresel iklim krizi ve yaşanan Covid-19 salgını, sağlıklı ve dengeli bir çevre olmadan yaşamın olacağını artık herkesin görmesi lazım. Dolayısıyla yaşama hakkının ön koşulu, temiz hava, temiz suya, temiz gıdaya ulaşabilme hakkı, yani sağlıklı çevrede yaşama hakkıdır.
“Anayasa İhlal Ediliyor”
Konumuz madencilik olunca, bir başka konuya dikkat çekmek istiyorum. Covid-19 virüsünün insana, yaban hayatından geçtiği bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Yaban hayatına yani doğal ortamlara müdahalenin en yıkıcı olanı madencilik. Devlet her yerde madencilik arama ve işletme ruhsat ve izinleri vererek Anayasa’nın 56. Maddesi’ndeki ödevini yerine getirmiyor. Çevresini korumak için mücadele edenlere olmadık davalar açılarak, vatandaşın hakları ihlal edildiği gibi anayasal görevini yerine getirmesi engelleniyor. Anayasa’nın 17. ve 56. Maddesi’nin yok sayılarak, Anayasa ihlal ediliyor. Madenciler de bu suça ortak oluyorlar.
“ÇED’den Muafiyet Olması, Ruhsat Alana Her Yolu Açıyor”
Maden arama faaliyetlerine başlayabilmesi için maden ruhsatı almak yeterli mi? Doğaya böylesine zarar veren bir faaliyete nasıl müsaade ediliyor? Maden şirketleri bu ruhsatı almak için hangi süreçlerden geçiyor?
Daha önce Maden Tetkik Arama Genel Müdürlüğü (MTA) tarafından tespiti yapılan maden sahaları, artık Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü tarafından ihaleye çıkartılıyor. İhaleyi alan şirkete, arama ve işletme ruhsatı ve izni veriliyor. Çevre Kanununun 10. Maddesindeki “Petrol, jeotermal kaynaklar ve maden arama faaliyetleri, ÇED kapsam dışıdır” düzenlemesi, Anayasa Mahkemesi’nin 8.7.2009 tarih ve 27282 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan kararı ile iptal edilmişti. Mahkeme kararı önemli değerlendirmeler içeriyordu.
“ÇED ile Korunmaya Çalışılan Temel Unsur, Çevre ve İçerisindeki Varlıklardır”
Yasa’nın değiştirilen 10. Maddesinde belirtilen, ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi’ (ÇED), aynı Yasa’nın değiştirilen 2. Maddesi’ne göre gerçekleştirilmesi planlanan projelerin çevreye olabilecek, olumlu ve olumsuz etkilerinin belirlenmesinde, olumsuz yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemlerin, seçilen yer ile teknoloji alternatiflerinin belirlenerek değerlendirilmesinde ve projelerin uygulanmasının izlenmesi ve kontrolünde sürdürülecek çalışmaları ifade eder.
Günümüzde çevrenin kirlendikten veya bozulduktan sonra eski hale getirilmesinin çok külfetli olması, hatta kimi durumlarda olanaksız bulunması nedeniyle, kirlenen çevreyi temizleme veya bozulan çevreyi onarma yerine, olumsuz etkileri baştan önlemenin yöntemleri aranmaktadır. ÇED, kalkınma ve ekonomik gelişme için yapılacak yatırım ve faaliyetlerin, doğayı tahrip etmeden ve çevreyi kirletmeden gerçekleştirilmesinde kullanılan yöntemlerden birisidir. ÇED ile korunmaya çalışılan temel unsur, çevre ve bu çevre içerisindeki varlıklardır.
ÇED kapsamı dışında tutulan arama faaliyetlerinin, biyolojik çeşitlilik üzerinde ya da doğada değişiklikler meydana getirebileceği, bu değişikliklerin uzun dönemli etkilerinin olabileceği, bu nedenle çevre için riskler taşıdığı açıktır. Bu açıdan kural kapsamındaki arama faaliyetinde, mevcut risklerin ortadan kaldırılabilmesi ve önlenebilmesi için ÇED’in öngörülmesi, Anayasa’nın 56. Maddesi’nde Devlete verilen çevrenin korunması yükümlülüğünün bir gereğidir.
Kuralla, petrol, jeotermal kaynaklar ve maden arama faaliyetlerinin çevresel etki değerlendirilmesi kapsamı dışında tutulması Anayasa’nın 56. maddesine aykırıdır. Kuralın iptali gerekir.
“ÇED’den Muafiyet Olması, Ruhsat Alana Her Yolu Açıyor”
Anayasa Mahkemesi’nin bu kararına rağmen Maden Kanunun 17. Maddesi’ne son fıkra olarak; “jeolojik haritalama, jeofizik etüd, sismik, karot, kırıntı ve numune alma ile bunlara yönelik sathi hazırlık işlemleri içeren faaliyetler için çevresel etki değerlendirmesi kararı aranmaz” düzenlemesi getirilmiştir.
Bunların dışındaki maden, petrol ve jeotermal kaynak arama projeleri de ÇED Yönetmeliği’nin EK-2’de Seçme-Eleme Kriterleri Uygulanacak Projeler listesinde yer alıyor, yani ÇED gerekli değildir kararı veriliyor. ÇED’den muafiyet olması, ruhsat alana her yolu açıyor.
“Pek Çok Maden İşletme Faaliyeti Kanuna Karşı Hileyle ÇED’den Kaçırılıyor”
ÇED raporları ne kadar yeterli?
Maden arama faaliyetlerine ya ÇED’den muaf ya da ÇED gerekli değil kararları ile başlanabiliyor. Üstelik yine Maden Kanunun 17. Madedesi’ndeki “Arama döneminde teknolojik araştırma, geliştirme, pilot çalışmalar ve pazar araştırmaları yapmak üzere arama faaliyet raporu ile birlikte müracaat eden ruhsat sahibine, arama ruhsat döneminde arama faaliyetleri yapılırken zorunlu olarak çıkan madenden numune alınmasına ve sevk edilmesine izin verilebilir” düzenlemesi ile ÇED’den muafiyetle işletme dahi yapılabiliyor.
İşletme faaliyetleri de ÇED yönetmeliği Ek-1 ve Ek-2’ye göre, 25 hektardan az arazi yüzeyinde (kazı ve döküm alanı dahil) planlanan açık işletmeler için ÇED gerekli değildir kararı verilebiliyor ve çoğunlukla da veriliyor.
ÇED’den kurtulmak için çoğunlukla projeler, 25 hektardan az araziler için projelendiriliyor, orada iş bitince yeniden 25 hektardan az projelendirilme yapılıyor. Bu şekilde pek çok maden işletme faaliyeti kanuna karşı hileyle ÇED’den kaçırılıyor.
“Parasını Veren Olumlu Karar Çıkacak ÇED Raporunu Düzenletiyor”
ÇED’e tabi projelerde de ÇED raporları güvence sağlamıyor. Raporların çoğu kes-yapıştır raporlar şeklinde düzenleniyor, gerçek anlamda sahada bilimsel çalışma yapılmıyor, taahhütler soyut biçimde düzenleniyor.
Bu raporlarını düzenleyen gerçek ve tüzel kişilerin ücretlerini proje sahibinden doğrudan almaları bir başka güvensizlik halini oluşturuyor. Zira olumsuz rapor düzenleyen kişi ve firmaya hiçbir proje sahibi para vermez. Yani parasını veren olumlu karar çıkacak ÇED raporunu düzenletiyor. Bu raporlarına dayanılarak verilen ÇED olumlu kararlarının yürütmesinin durdurulması ve iptal kararları da uygulanmıyor.
2009/7 sayılı genelgeyle mahkemece yürütmesi durdurulan ya da iptal edilen ÇED’lerin sözüm ona eksikliklerini giderecek yeni ÇED raporları hazırlanıyor. Halkın katılımı olmadan İnceleme Değerlendirme Kurulu incelemesiyle ÇED olumlu kararı veriliyor, süreç hızlı işletiliyor. Mahkeme kararının uygulanması için zorunlu azami süre olan 30 günde tamamlanarak, hukuka aykırı işletmenin kesintisiz çalışması sağlanıyor.
Ormanlara, doğa koruma ve önemli doğa alanlarına nasıl maden ruhsatı verilebiliyor? Yasalarla koruma alanı kapsamında değil mi?
Söz konusu olan madencilik olunca, bütün koruma yasaları etkisiz hale getirilmiş durumda. Maden Kanunun ‘Madencilik Faaliyetlerinde İzinler’ başlıklı 7. Maddesi’nde bu konuda ayrıntılı düzenlemeler var.
Örneğin; Devlet ormanları içinde yapılacak maden arama ve işletme faaliyetleri ile bu faaliyetler için zorunlu ve ruhsat süresine bağlı olarak yapılan geçici tesislere Orman Kanunu hükümlerine göre izin verilir. İmar planı bulunmayan alanlarda yapılan veya yapılacak olan madencilik faaliyetleri ile bu faaliyetlere bağlı geçici tesisler ve bunların müştemilatı için imar planı yapılmaz. Maden arama faaliyetleri, bu kanunda sayılanlar dışında herhangi bir izne tabi değildir. Madencilik faaliyetleri, İzin Yönetmeliğinde duyarlı alanlar hep “madencilik faaliyetlerine izin verilir” yazar.
“Maden İşletmelerinin Ruhsatı Ancak 3 Yılın Sonunda İptal Edilebiliyor”
Mevcut maden yasasına göre madencilik faaliyetleri yürüten şirketlerin yükümlülükleri nelerdir?
Şirketlere yüklenen yükümlülüklerin yaptırımı para cezası ile sınırlı. Ruhsatın iptali son derece zor. Örneğin, ÇED olmadan ya da ÇED izinlerine aykırı hareket eden maden işletmelerinin ruhsatı ancak 3 yılın sonunda iptal edilebiliyor.
Kaz Dağları’nda, milyonlarca yılda oluşmuş doğal varlıklarımız ve binlerce yıllık kadim kültürümüz madencilik ruhsatlarının faaliyete geçmesiyle yok olacaktır. 5403 sayılı ‘Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nu arazi kullanım planlarının hazırlanması konusunda gerekli hükümleri içerdiği halde neden bir ilerleme kaydedilemiyor?
Çünkü madencilik faaliyetleri karşısında koruma yasaları çok aşındırıldı. Diğer yandan konuyla ilgili kurullar da bağımsız ya da özerk değil. Dolayısıyla siyasi iktidarın emri altında çalışan komisyonlardan koruma kararları çıkmıyor.
Mecliste görüşülen Enerji Piyasası ve Madencilik Kanunu‘yla ilgili değişiklik öngören torba yasaya karşı, yaşam savunucularından, çevre örgütlerinden ve toplumun büyük bir kesiminden sesler yükseldi. ‘Doğanın ölüm fermanı’ denilen bu torba yasa mecliste kabul edildi. Konuyla ilgili değerlendirmeleriniz ne yönde?
‘Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’ 25 Kasım’da mecliste kabul edildi. 2 Aralık tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdi. Ekoloji hareketlerinin ve kamuoyunun tepkisi sayesinde maden kanununda yapılacak önemli değişiklikler yapılamadı, yapılan değişiklikler daha çok ruhsat sahiplerinin parasal yükümlülüklerine ilişkin ve ruhsatların devrini kolaylaştıran değişikliklerdir. Var olan Maden Kanunundaki düzenlemeler, doğanın ve yaşam alanlarının feda edilmesine yetiyor da artıyor bile.
“Ekoloji Mücadelesi, Demokrasi Mücadelesine de Çok Şey Katacak”
90’lı yılların başında Bergama-Ovacık’ta başlayan altın madenciliği önemli bir ekolojik sorun haline geldi ve bu soruna karşı örgütlenen toplumsal hareketlerin simgesi oldu. Kazdağları’nda verilen mücadele ile de Türkiye genelinde bir ses getirdi. Bilmeyen okurlarımız için çevre ve yaşam savunucularının ‘altına hücum’a karşı verdiği diğer mücadeleleri sıralayabilir misiniz?
- Bergama Çevre Hareketi, çevre örgütlenmesinin simgesi oldu.
- Ege Bölgesindeki altın madenlerine ve diğer doğaya yapılan saldırılara karşı çalışan Ege Çevre ve Kültür Platformu / EGEÇEP
- İzmir’in su havzasındaki altın madenine karşı Efemçukuru için Elele Hareketi
- Madra Dağının tepesindeki TÜMAD Altın Madenine karşı Burhaniye Çevre Platformu / BURÇEP
- Bergama’da Bergama Çevre Platformu
- Dikili Çevre Platformu / DİKÇEP
- Kazdağları Kardeşliği
- Kazdağlarını Koruma Platformu
- Çanakkale Çevre Platformu
- Artvin Çevre Platformu
- Erzincan İliç’te örgütlü olmasa da tek başına Sedat Cezayirlioğlu bir örgüt gibi çalışıyor.
- Madenin kapasitesini artırması karşısında Kemaliye Çevre Platformu doğdu.
- Fatsa’da altın madenine karşı Fatsa Ünye Doğa Koruma Platformu.
- Kütahya Murat Dağı’ndaki altın madenciliği girişime karşı Murat Dağı Çevre Koruma Platformu / MURATÇEVKOP
- Sivas Kangal-Bakırtepe Altın Madenine karşı Bakırtepe Çevre Platformu
Emirdağ’ın dağlarındaki altın madeni arama faaliyetlerine karşı ve Kapadokya’da yeni başlayan altın madeni arama faaliyetlerine karşı hareketler oluşuyor.
Kısacası ülkenin her yerinde altın madeni arama ve işletme faaliyeti var, her yerde de onlara karşı halk hareketleri oluşuyor. Kanunlarla sağlıklı çevrede yaşama hakkı güvencesi zayıflamış olsa da yaşamın korunmasının güvencesi bu hareketler olacak. Ekoloji mücadelesi, demokrasi mücadelesine de çok şey katacak.
“Soma ve Ermenek Maden İşçileri, Direnerek Haklarını Alacaklar”
Söz verildiği halde Somalı ve Ermenekli madenciler neden yıllardır tazminatlarını alamıyor? Madencilerin hak arama mücadelesini nasıl yorumluyorsunuz?
Metalik madencilik bir yandan doğayı tahrip edip, çevre sağlığını bozarken, diğer yandan çalışanları için büyük risk taşımaktadır. Bunun başında da kömür madenciliği geliyor. Her an göçük ve gaz tehlikesi ile çalışan maden çalışanları, öldükleri zaman gündeme geliyorlar ne yazık ki. Soma ve Ermenek maden işçileri bu günlerde ölmeden gündem olmayı başardılar, direnerek haklarını alacaklar, onları selamlıyorum.
Dünyada madencilik faaliyetlerini iyi denetleyen bir mekanizma var mı? Türkiye ile kıyaslarsak, alınması gereken önlemleri özetlemeniz mümkün mü?
Dünyada madencilik faaliyetlerinin denetlenmediği ülkeler bizim gibi çevre koruma güvencesi olmayan ülkeler, sağlıklı çevrede yaşama hakkının güvencede, hukuk güvenliğinin olduğu ülkelerde bizdeki gibi denetimsiz madenciliğe kesinlikle izin verilmiyor. Ama o ülkelerden bizim gibi ülkelere maden şirketleri gelip denetimsiz madencilik yapıyorlar, doğamızı ve yaşam alanımızı tahrip ediyorlar, ne yazık ki o ülkelerin yurttaşlarından bu konuda tepki yükselmiyor. Oysa çevre kirliliği sınır tanımaz.
Son olarak, doğa koruma alanlarından önemli doğa alanlarına, tarım alanlarından meralara, ekolojik, kültürel ve ekonomik değere sahip alanları, madencilik uygulamalarına kapatmak için nasıl bir kanuna ihtiyacımız var?
“Korunması gereken doğal ve kültürel varlıkların olduğu yerlerde, ekolojik hassas bölgelerde, su havzalarında, ormanlık alanlarda, meralarda, doğa koruma alanlarında, önemli doğal alanlarda, tarım alanlarında, meralarda madencilik yasaktır”
Bizi Takip Edin