“Kendine Yol Arayan Genç Kadınları Müslüman Feministlerle Buluşturmak İstedim”
Çektiği “Hem Müslüman Hem Feminist” belgeselini ve yankılarını konuştuğumuz Nebiye Arı, belgeseli özellikle kendine yol arayan genç kadınlar için çektiğini ve toplumsal cinsiyet bağlamında aradıkları cevaplar için onları Müslüman feministlerle buluşturmak istediğini söylüyor.
Nebiye Arı’nın yönetmenliğini üstlendiği Konca Kuriş ile başlattığı ve ona ithaf ettiği “Hem Müslüman Hem Feminist” belgeseli geçtiğimiz cumartesi günü ilk gösterimini yaptı. Pandemi koşulları nedeniyle online olarak yaptığı belgeselin galasına katılım yüksekti. Farklı şehirlerden anlatıcı kadınların olduğu belgesel, Müslüman feministlerin Türkiye’deki yolculuğunu anlatıyor.
“Hem Müslüman Hem Feminist” belgeselinin çıkış öyküsünü anlatır mısınız? Belgeseli çekme fikri nasıl hâsıl oldu?
Hikâyeyi seviyorum, insan hikâyelerini dinlemeyi seviyorum. Ve o hikâyeleri başkaları ile paylaşmayı seviyorum. O hikâyelere kulak kabartmaya çalışıyorum. Ama bir yandan bu benim de hikâyem sayılabilir. Çünkü 2013 ve 2014 yılları arasında KŞKMİ’inin çağrıcılığını yapmıştım ve oradan devam eden kendimize feminist ve Müslüman feminist dediğimiz bir grup arkadaşla çalışmaya başlamıştık. İlk başlarda kendimize feminist demiyorduk özenle bunu reddediyorduk. Çünkü bizim mahallede “feminist” etiket olarak görülüyordu ve bu etiketten kurtulmak gerekiyordu. Bir süre sonra yaptığımız eylemler ile yaptığımız işlerle, konuşmalarla ne istersek isteyelim bizi feminist olarak gösteriyorlardı. Ve bu hakaret olarak kullanılıyordu. Biz onu bir övgü ve onur nişanesi olarak kabul etmeye karar verdik. Çünkü hepimizin hikâyesi aynı değil. Kendimiz de Müslüman olduğumuz için o literatür içinden de bir arama yapıyorduk. Geleneksel İslam ve fıtrat dedikleri şeylerle çelişiyorduk. Fıtratınızla diye başlayan hiçbir şey bize uymuyordu. Bu geleneksel erkek İslami yorumları bizim fıtratımıza uymuyor dedik o zaman. Oradan çıkan bir hikâye var… Ben kendimi bu belgeselin dışında tuttum açıkçası. Gazetecinin meselelere daha mesafeli durmasına inandığım için hikâyemi koymayı tercih etmedim. Müslüman kadınların feministleşmesi, feminizmi keşfedip onunla ilgili bir şeyler yapmaya başlamasını, bu kişilerin ortak yola çıkmasının hikâyesini yapmak istedim. Yavaş gazetecilik çok zor bu dönemde. Açıkçası sıcak gündem tabi ağırlıklı oluyor. Başka bağımsız yerlerden yapmaya çalıştım. Project Zoom tam olarak bu fonu açtı. Dört ayda belgesele döküp yapmak zor bir şey. İnsanların evine gidip bu şartlarda çekim yapmak zorlayıcı oldu bizim için. Böyle bir yolculuk oldu benim için…
Yolculuk dediniz az önce. Tam olarak bıraktığınız yerden almak istiyorum. Bu “Hem Müslüman Hem Feminist” belgeseli bir yanıyla da yol belgeseli gibi… Farklı şehirlerden kadınlarla görüştünüz, yol deneyimlerini de dinlemek isteriz.
İstanbul’dan başladık çekimlere. Pandemi bizi biraz etkiledi. Farklı şehirleri daha öncesinden yapıp İstanbul çekimlerini sona bırakmaktı niyetimiz… Tarihsel olarak çizdiğimiz planlama öyleydi. İşler istediğimiz gibi gitmeyince neredeyse on günümüz otellerde geçti. İnsanlarla buluşarak hikâyeleri dinleyerek geçti. Mersin’de GBT’ye uğradık. Ankara’da GBT’ye uğradık Diyarbakır’da uğramayı bekliyorduk 🙂 Belgesellerde anlattığım hikâyelerin konuşmacılarının bir kısmı benim arkadaşlarım. Uzun süredir görmediğim arkadaşlarımı görmüş oldum. Bir nebze de olsa bilmediğim hikâyeleri dinlemiş oldum. Mersin’de Konca Kuriş’in teyzesiyle konuşmuş oldum. Çok değerli bir görüşmeydi. Hasta olmasına rağmen bizi kabul etti. Biz de çok tedbirliydik, yaklaşmadık, çifter maske taktık. Tüm yol boyunca görüştüğümüz kişiler için korkuyorduk açıkçası.
Görüşmelerinde konuşmacılardan öğrendiğiniz ya da zihninden itiraz ettiğiniz şeyler oldu mu?
Öğrendiğim şeyler tabi ki oldu. “İslami Feminizm” ya da “Müslüman Feministler” deyince sanki tek tip bir anlayış ya da tek bir yol varmış gibi bir algı var. Toplamda on iki kadınla görüştüm. En az yedi kadının uzun uzun hikâyelerini dinledim ve hepsinin olaylara yaklaşımının farklı olduğunu gördüm. Aynı örgütte bile olsalar bile meseleye bakış açıları farklılaşıyordu. Hem de evet mesela itiraz etmek istediğim tartışmak istediğim şeyler oldu ama belgeselde dinleyici olduğum için müdahale etmedim ya da konuşmadım. Kadınlar hikâyeyi nasıl anlatmak istiyorlarsa öyle anlattılar. Mesela eski kuşak yani doksanlar dönemindeki Müslüman kadınlar feministlerle çatışmacı bir gelenekten geliyorlar. Ama yeni kuşak eskileri eleştirip feministlere daha yakın bir tutum içindeydiler. Bildiğim hikâyeleri belgeseli izleyenler de fark edecekler. Ortak hikâyeler anlattılar ama o farklılıkları da görmezden gelmedim.
Twitter’dan daha tanıtımlarını yaparken büyük bir tepki ile karşılaştınız. Onun üzerine konuşmak ister misiniz?
Ben troll saldırısı diyorum. Örgütlenip gelmişler gibi. O saldırılar olduğu zaman Diyarbakır’daydım. Çoğunluğu hakaret içerikli saldırılardı. Çok spamladılar, mesajlar açılmadı. Ama şöyle bir katkısı da oldu; ben hesabın spamlandığını söyleyince bir sürü insan da desteğe geldi. Belgeselin yaygınlaşmasına vesile oldular. Yapmak istedikleri şeyin tam tersini yapmış oldular. Emniyeti etiketleyen vardı. “Koşun belgesel çekiyorlar?” mı diyecekler? Kadınlar fikrini söylüyor orada. Fikre bu kadar düşmanlar… Ama bir katılımcının söylediği gibi kendi konforlarını kaybetmekten aşırı korkuyorlar onun için de özellikle erkek merkezli saldırıların bundan kaynaklı olduğunu düşünüyorum. “Zaten aileyi bozuyorlar, ailemizi dağıtıyorlar, Bu Müslüman feministler batıdan fon alıyorlar”. Yani yerelde herhangi bir kuruma başvursak bize destek verecekler miydi? Türkiye’de işlerin nasıl yürüdüğünü de biliyorum. Fon aldığım kuruluş yaptığım işin içeriğine, o işi nasıl yaptığıma karışmıyorsa fikri olarak müdahale etmiyorsa sorun görmüyorum.
Neden bu kadar tepki peki? Herhangi bir belgeselden İslami Feminizmleri anlatan bu belgeseli ayıran şey ne?
Geleneksel İslamda peygamberin vefatından beri erkek eliyle oluşturulmuş bir merkez var. Ve bu merkezde sadece erkekleri gözeten bir kurallar bütünü var. Berrin Sönmez’in bir sözü var belgeselde. “Evet Allah kadınlar haklar verdi ama hocalar gasp etti.” diyor.
Müslüman kadınların birçoğu erkeklerin getirdiği kurallara din demiyor. “Dinin erkek yorumu” diyor.
Bunu dedikten sonra zaten onların lehine olan şeylere saldırı olarak görüyorlar. Kadınların haklarını alması onlar için tehlikeli geliyor. Ve güçlerinin kaybedeceklerini düşünüyorlar. “Kadınlar çalışmasın” diyorlar. Neden kadınlar çalışmasın? Çünkü kadının maddi bir gücü olunca onun da söz hakkı oluyor evin içinde. Kadın üniversiteye gitmesin, camiye gitmesin, başkalarıyla konuşmasın, evden çıkmasın, Cuma’ya gitmesin… Ama şimdi dijitalleşen bir dünyadan bahsediyoruz. Eskiden sadece hocanın dediği doğruydu, kitaplara erişim azdı. Şimdi bir Google’a girince birçok bilgiye erişebiliyorsun. En azından kadınlar farklı alternatifler olduğunu biliyorlar, en azından dünyadaki diğer deneyimleri görüyorlar. Eski kaynakları araştırıp onların alternatif yorumları olduğunu ve onların saklanıp diğerlerinin ön plana çıkarıldığını görüyorlar. Erkeklerin o bilgi gücü de ellerinden alınmış oluyor. Bu kadar güç kaybına uğrayan erkek doğal olarak saldırgan oluyor.
Aslında aileyi dağıtan da erkek güç merakı ve o gücü kaybetmemek için yapabilecekleri… Genellikle aileyi dağıtan erkeğin yaptıkları… Baskı, zulüm, taciz, tecavüz, öldürmeye kadar gidiyor.
Aile dağılmasın diye öldürmeyi tercih ediyor, bu nasıl aile? Düşünün kadının olmadığı, kadının söz hakkının olmadığı bir aile… Yok işte “boşanmalar artıyor” diye söyleniyor. Neden artıyor? Kadınlar gücü kazandı. “O zaman kadınların o gücü kazanmasını engelleyelim, aile dağılmasın” diyorlar. Ama kadın neden boşanmak istiyor, erkeğin iktidarının kadına neler yaşattığını sorgulayan yok. Bir de dini de kullanarak bir şekilde meşrulaştırmışlar ve normal olanı da o görüyorlar. Kadınlar da buna itiraz ediyorlar. Bu itirazlar çoğaldıkça da erkeklerin endişeleri artıyor. Tabi ki her erkekten bahsetmiyorum. İktidar sahibi, bu gücü seven, zulüm sahibi erkeklerden bahsediyorum. Belgeseldeki kadınların söylediği gibi, “Bunlar dinsiz imansız, bir şey bilmiyorlar” deyip öteleyebiliyorlardı. Ben senin dilinden konuşmuyoruz diyordu. Onun dilinden argümanlarla onlara itiraz edince o zaman onun zihninde başka bir şeye tekabül ediyor. Onun terminolojisi içerisinde cevap veriyorsun. Müslüman kadınlar feministliğini ilan ettikçe kendi çocuklarının eşlerinin bu değişime ayak uyduracaklarını, bu değişimi isteyeceklerini görüyorlar. -kendileri de biliyor ne yaşattıklarını.- buna karşı daha da öfkeleniyorlar.
Belgeselden ne murad ediyorsun, ne amaçlıyorsun?
Müslüman feministlerin hikâyeleri çok dar alanda, kendi duyurabildikleri küçük kitlede kalıyor. Hem dindarların hem sekülerlerin çok kabul etmedikleri bir kesim oluyor Müslüman feministler. Merkez medyada konuşulması çok güç şeyler. Zaten farklı fikirlerin yer alması çok zor. Müslüman feministlerin kendilerini nasıl ifade ettikleri, kendilerine nasıl bir yol çizdikleri, kiminle ve nasıl mücadele ettikleri ve bunları hangi araçlarla yaptıklarını anlatmak, göstermek istedim. Bu belgeselin hedefinde genç kadınlar var. Ve bu genç kadınlar televizyon hocalarıyla yetinmiyorlar, tatmin olmuyorlar ve kafa karışıklarına cevap arıyorlar. Toplumsal cinsiyet bağlamında aradıkları cevapları Müslüman feministlerle buluşturmak istedim. Çünkü genç kadınların kendilerine yeni bir yol bulabilmek için farklı yorumları da duymaya ihtiyaçları var. Belgeselin de bu ihtiyaca cevap olduğunu düşünüyorum.
İnsanlar izleyince “hem Müslüman hem feminist olunur mu?” sorusunun cevabını alacaklar mı?
Kadınlar olunup olunmayacağını kendileri anlatıyor. Etkinliğe kayıt yapanlar yaptıkları başvuru formuna bile hem Müslüman hem feminist olunur mu diye yazıyorlardı. “Yardımcı olur musunuz? Kaynak verir misiniz?” diyenler oluyor. Bu meseleyi tekrar tekrar tartışmış olması açısından da kıymetli buluyorum.
Bizi Takip Edin