“Salgınla Mücadelede, Ölümleri Engellemede Aşı Çok Önemli Yer Tutacak”
Lokman Hekim Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı öğretim üyesi ve Halk Sağlığı Uzmanları Derneği Yönetim Kurulu üyesi Prof. Dr. Sarp Üner ile toplumda yükselen koronavirüs aşısı karşıtlığını konuştuk. Üner, bu karşıtlığın risk altında olmadığını düşünme, aşının güvensiz olduğunu düşünme ve dini-felsefi gerekçelere dayandığını belirtirken, salgınla mücadelede aşının önemini vurguluyor.
Özellikle gelişmiş ülkelerde aşı karşıtı komplo teorilerinin yayılmasıyla çocuklarına aşı yaptırmayan ailelerin sayısında artış görülmeye başlanmıştı. Kısacası, dünya genelinde aşılanma düzeyinin hala istenen seviyede olduğunu söyleyebilir miyiz?
Aşılar günümüzde enfeksiyon hastalıklarının ve komplikasyonlarının önlenmesinde en etkili yöntemlerinin başında gelmektedir. Yüksek bağışıklama oranlarıyla özellikle yüksek ve orta gelirli ülkelerde aşı ile önlenebilir hastalıkların sıklıklarında çok büyük düşüşler sağlanmıştır.
Aşıyla önlenebilir hastalıklara karşı verilen başarılı mücadele sonunda bazı tehlikeli hastalıkların ciddi oranda yaşamımızdan silinmesi toplumun hafızasında bu hastalıkların büyük risklerinin giderek silikleşmesine, bunun sonucunda da risk-fayda hesaplamalarında aşıların risklerinin daha büyük endişe kaynağı haline gelmesine neden olduğu görülmektedir.
Dünyada 1990’lı yıllardan itibaren ‘aşı reddi’ kavramı ortaya çıkmıştır. Aşı reddi vakalarının son yıllarda hızla artması ve tehlikeli boyutlara ulaşması üzerine; DSÖ 2019’da çözüme kavuşturmayı planladığı 10 küresel sağlık sorunun başında “aşı karşıtlığı”na yer vermiştir.
Bu arada iki farklı kavramı birbirinden ayırmak gereklidir. Aşı tereddüdü aşıyı kabullenmekte gecikme veya aşıya ulaşılmış olmasına rağmen reddetme durumu olup bir ya da daha fazla aşı için söz konusudur. Aşı reddi ise tüm aşıları reddetme iradesi ile yaptırmama durumudur.
Türkiye’de de aşı tartışması bir süredir gündemde yer alıyor. Konuya ilişkin birbirinden farklı görüşler sık sık karşımıza çıkarken uzmanların aşıların uygulanması konusunda verdiği mücadele de devam ediyor. Peki, aşı tartışmasında son veriler ne söylüyor?
Dünya Sağlık Örgütü kayıtlarına göre 8 Aralık itibari ile 52’si klinik 162’si preklinik safhada 214 aşı çalışması halen devam etmekte. Klinik fazdaki aşı adaylarından 13’ü Faz 3 çalışmasını sürdürmekte. Henüz onaylanan bir aşı yok ancak bazı ülkeler bazı aşıların kullanımı için ön onay verdiler. Bunlardan en son ve belki en bilineni bir mRNA aşısı olan BioNTech/Pfizer aşısının Birleşik Krallıkta Faz 3 çalışmalarının tamamlanmasından sonra uygulama iznini almış olması. Bunların yanı sıra CanSino aşısı Çin’de, Gamaleya Sputnik V aşısı Rusya’da, Sinopharm aşısı Çin ve Birleşik Arap Emirliklerin’de ve bize gelmesi en muhtemel aşı olan Sinovac aşısı Çin’de Faz 3 çalışmaları tamamlanmadan önce kullanım için onaylanmıştır.
İngiltere’de bir grup gösterici salgın için geliştirilen aşıların zararlı olduğunu savunarak aşı karşıtı gösteriler yapıyor. Türkiye’de de durum pek parlak değil. Son yıllarda tüm dünyada aşıya olan güvensizliğin nedeni nedir sizce?
Aşıların doğrudan hastalıklardan koruyucu etkilerinin yanında, toplumda yüksek bağışıklama seviyeleri sayesinde aşılanmamış bireylerin de hastalıklardan korunmasını sağlayan dolaylı etkisi yani “kitlesel bağışıklama” etkisi, aşı reddi ile mücadelenin önemini artırmaktadır. Aşı karşıtlığı, aşı kapsayıcılığının ve toplumsal bağışıklığın önünde bir engeldir. Aşılarla elde edilen başarıların artmasına paralel olarak aşılara bağlı gerçek ya da algılanan yan etkilerle ilgili endişelerde de artış görülmektedir. Bu endişeler sıklıkla aşıların reddine de yol açabilmektedir.
Aşı tereddütleri, sürekli izleme gerektiren karmaşık ve hızla değişen küresel bir sorundur. Aşı tereddüttü nedeniyle aşılamalarındaki küçük düşüşler bile aşılanamamışlar göz önüne alındığında daha büyük halk sağlığı sorunlarına ve ekonomik olumsuzluklara neden olabilir.
Literatüre bakıldığında aşı reddinin altında yatan farklı nedenler olduğu görülmektedir. Çok temel olarak aşı reddinin sebeplerini üç ana grup altında toplamak mümkündür: bunlardan ilki aşıların güvenliğinden endişe edenlerdir. Günümüzde koronavirüs aşısına karşı ortaya çıkan tereddüt daha çok bu gruba girmektedir. İkinci grubu risk altında olmadığını düşünenler oluşturmaktadır. Son grup ise dini, felsefi veya komplo teorisi temelli gerekçelerle itiraz edenlerdir. Bu grubun öne sürdüklerinin hiçbir bilimsel dayanağı yoktur.
Normal hayatımıza dönme umutlarımız bilim insanlarının koronavirüse karşı etkili olacak bir aşı geliştirmesine bağlıydı. Sonunda aşı bulundu, kısa sürede geliştirilen bu aşı ne kadar güvenilir? HASUDER olarak yeni koronavirüs aşısını nasıl değerlendirirsiniz?
Geliştirme çabaları süren ve aday tüm aşılar için benzer şeyleri söylemek mümkün. Faz 3 çalışmaları tamamlandıktan, bilimsel olarak değerlendirip etkili ve güvenli olduğu ortaya konduktan sonra bu aşılara güvenilebilir. Salgınla mücadelede, hasta ve ölümleri engellemede aşı çok önemli bir yer tutacak. Sağlık Bakanlığı kullanılacak aşılarla Faz 3 çalışması ile elde edilecek bilgileri bağımsız bilim kurumlarının ve bilim insanlarının değerlendirmelerine açmalıdır. Bu kurum ve kişilerin raporlarını da başta TTB olmak üzere meslek örgütleri ve uzmanlık dernekleri ile işbirliği içinde toplumu bilgilendirmek için kullanmalıdır. Bu sayede toplumda aşıya karşı tereddüt azalır ve güven sağlanabilir. Hangi aşı sorusu akla gelince yukarıda sayılan şartları yerine getirmiş ve ulaşılabilen hangi aşı varsa o mutlaka yaptırılmalı.
Toplumda koronavirüs aşısı karşıtlığı artarak devam ediyor. Tüm bu yaşananlar Covid-19’un kontrol altına alınması çabalarına sekte vurur mu?
Covid-19’da toplumsal bağışıklığın sağlanması için toplumun 2/3’ünün bağışık hale gelmesi gerekiyor. Aşının koruyuculuğu %90 olsa bu 50 milyondan fazla insanın aşılanması anlamına gelmekte. Aşı kararı ilk bakışta bireysel bir karar gözükmekle beraber diğer kişileri de etkileyen toplumsal bir karardır. Aşı reddi kararının ilk etkisi aşılama oranlarının düşmesi ve buna bağlı olarak hastalıkların yayılmasını kolaylaştırmasıdır. Salgın mücadelesinde şu anda elimizdeki en önemli silahlardan biri olan aşının yaptırılmasında ortaya çıkacak sorunlar açıkçası salgını kontrol altına alma çabalarına karşı çok önemli bir engel oluşturur.
Sağlık Bakanlığı başta olmak üzere kamu kurum ve kuruluşları, aşılama ile ilgili eğitimler ve bilinçlendirme kampanyaları düzenlese, toplumu aşının ne olduğu, nasıl üretildiği, ne işe yaradığının ile ilgili ön bilgilendirme yapılması halinde farklı bir anlayış çıkabilir mi ortaya?
İnsanların kendilerini daha bilgili ve farkındalıklarını artmış olarak tanımlaması aşılarla ilgili güven sorularının başını çekmektedir. Bunun yanı sıra dini ve felsefi etkin kişilerin yönlendirmeleri ise çözülmesi zor karşılıklı diyaloga ihtiyaç duyulan bir problem olarak görülmektedir.
Aşı redcileri homojen bir grup değildir ve aşı kararsızlığının birçok belirleyicisi vardır. Sosyo-kültürel, çevresel, ekonomik veya politik faktörlerden kaynaklanan nedenler arasında toplum liderlerinin tutumu, aşı karşıtı lobilerin çalışmaları, mevcut yasalar, din, kültür, cinsiyet, ekonomik durum gibi sosyo-demografik özellikler ve ilaç endüstrisinin nasıl algılandığı gibi nedenler sayılabilir. Bunun yanı sıra aşının kişisel algılanmasından, sosyal ortamlardan gelen etkiler de önemlidir. Kişisel ya da aile ve yaşanılan toplum üyelerinin aşı deneyimleri, sağlık ile ilgili inanç ve tutumlar, bireyin aşı ile ilgili bilgi ve farkındalık düzeyi, önceki deneyimlerden sağlık sistemi ve hizmet sağlayıcılarına duyulan güven ve kişisel deneyimler de aşı tereddüdünü etkiler. Aşı tereddüttü belirleyicileri arasında doğrudan aşı veya aşılama ile ilgili olanlardır. Yeni bir aşının olması, aşının uygulama şekli, aşı ve ekipmanının güvenilirliği, bunların tedarik kaynağı gibi nedenler de aşı tereddütünde belirleyici olurlar.
Sağlık çalışanlarının, aşı uygulanacak bireyler ile iyi bir iletişim kurmasının ve güven sağlamasının, aşı konusundaki tereddütleri gidermede en etkili yollardan biri olduğunu gösterilmiştir. Sizin de belirttiğiniz gibi kamu kurum ve kuruluşları, sivil toplum kuruluşları, meslek örgütleri, uzmanlık dernekleri, toplum liderleri ve medya topluma aşının ne olduğu, nasıl üretildiği, ne işe yaradığı ile ilgili “doğru bilgilendirme” çalışmalarında yer almalıdır.
Toplumdaki bu aşı karşıtlığı nasıl önlenecek?
Aşı tereddüttü zaman, yer ve aşılara göre değişen karmaşık ve hızla değişen bir küresel sorun olduğundan ve tüm aşı tereddüt nedenlerine yönelik tek bir müdahale stratejisi yoktur. Literatür tüm aşı reddedenler/kararsızlar için tek bir doğru çözüm olmadığını bize göstermekte, özellikle hedefin özelliklerine ve/ aşıya yönelik tutumlarına göre uyarlanmış iletişim stratejilerinin daha etkili olabileceğini önermektedir.
Sağlık okuryazarlığının desteklenerek birey ve topluma yönelik daha etkili araçlar ile iletişim ve eğitimi yapılandırılmalıdır.
Topluma dönük davranış değişikliğini hedefleyen yeni iletişim stratejileri geliştirilerek, medya ve iletişim kanallarına yönelik yürütülecek çalışmalarda güncel bilgi iletişim alanındaki gelişmelerden yararlanılmalıdır. Sosyal medyanın etkin kullanımı sağlanmalıdır.
Sağlık hizmet sunanların iletişim becerileri dahil teknik olamayan becerilerinin geliştirilmesi için yararlanabilecekleri eğitimler düzenlenmeli, etkili iletişim stratejileri kullanarak açık, kolay kabul edilebilir bilgiler sağlayarak aşı endişelerini en iyi şekilde giderebilecek şekilde iletişim ve danışmanlık sağlayabilmesi için desteklenmelidir. Olağan durumlar için geliştirilmiş iletişim süreçleri ve stratejileri bu gibi güç durumlar için yetersiz kalabilir. Bu gibi karmaşık durumlarla baş edebilmeye yönelik daha fazla eğitime ve destek sağlanmalıdır.
Virüs, tüm dünyada hız kesmeden yayılmaya devam ediyor. Türkiye’de aşıya dair yasal bir düzenleme mevcut mu? Koronavirüs aşısının zorunlu kılınması durumunda toplumda nasıl bir tepki yaratır?
Literatürde aşı reddinin çözümü için temelde iki farklı yol izlenebileceği önerilmektedir: yasa ile aşıyı zorunlu hale getirme; proaktif ve iknaya dayalı bilgilendirme/iletişim politikaları ile halkın aşılamaya karşı güvenini pekiştirmek ve desteğini almaktır. Aşının zorunlu olması ya da olmaması aşı reddi üzerinde net etki yapmamaktadır. Toplumun aşılanma yüzdesi ile devlet politikaları arasında net bir ilişki yoktur. Gönüllü aşılama politikası izleyen devletlerin aşılanma oranları, zorunlu aşılama politikası izleyen devletlerden geride değildir.
Türkiye’de durum biraz karışık. Aşılar zorunlu(ymuş gibi) uygulanmakla birlikte aşı redlerine karşı hukuki bir düzenleme mevcut değildir. Ülkemizde aşı ile ilgili düzenlemelerden en önemlisi 1593 sayılı 1930 yılında yürürlüğe giren Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’dur. Bu yasada çiçek aşısı için zorunluluğu içeren bir düzenleme yapıldığı görülmektedir. Ancak 2016 yılında Anayasa Mahkemesi mevcut mevzuatta aşılamanın zorunlu olmasını sağlayan bir madde olmadığına hükmetmiştir. Mevzuatta mevcut bu karışıklığı ve eksikliğin bir an önce giderilmesi elzemdir.
Toplum sağlığını etkileyen bir duruma ait kararın kime ait olduğu önemli bir tartışma konusudur. Aşılar devlet tarafından zorunlu olarak yaptırılıp yaptırılmaması halen cevabını bulmamış sorulardan birisidir.
Bizi Takip Edin