“Dünyanın Neresinde Olursa Olsun Bir Hayvan Acı Çekiyorsa Bizdeki Hissi Aynı”
Hayvanları Koruma Kurtarma ve Yaşatma Derneği yani kısa adıyla HAYKURDER'in kurucu başkanı ve ilk dönem yönetim kurulu başkanı Erman Paçalı, hayvanların yaşam hakkı, HAYKURDER, mevcut Hayvan Hakları Yasası ve hayvanlara yönelen şiddet vakalarında artış üzerine sorularımızı yanıtladı. Hayvanların ihtiyaç duyduğu her yerde var olmaya ve çözüm üretmeye çalıştıklarını belirten Paçalı, "Hemen yanı başımızda eziyet gören bir hayvan olduğunda hissettiğimiz şey ne ise binlerce kilometre ötemizde bir hayvan acı çektiğinde hissettiğimiz duygu da aynı." diyor.
HAYKURDER hakkında bilgi verir misiniz?
HAYKURDER’ in kısa tarihinden bahsedecek olursak derneğimiz 20.06.2018 tarihinde İstanbul merkezli olarak kuruldu ve bu tarihten beri 2.5 yıllık kısa tarihinde Türkiye’de sahipli, sahipsiz ayrımı gözetmeksizin tüm hayvanların yaşam hakkının korunması, yaşam koşullarının onarılması, iyileştirilmesi, haklarının geliştirilmesi adına hem hak temelli hem hizmet temelli faaliyetler yürüttü. Değişik zamanlarda özellikle afet ve kriz anlarında özel sorunlara etkili çözümler geliştirmesiyle dikkat çekti. Aslında Türkiye’de bu alanda faaliyette olan birçok sivil toplum kuruluşu var. Bunların bir kısmı hak temelli çalışmalar üzerine faaliyet yürütüyor. Bir kısmı sadece saha faaliyetlerinde hizmet üreten, hizmet temelli faaliyetler için kurulmuş oluşumlar, bir kısmı sadece konsept kuruluşlar yani sadece yük hayvanlarına, sadece engelli ve felçli hayvanlara, sadece deney hayvanlarına, sadece yaban hayata gibi belli alanlara yönelmiş oluşumlar. Biz burada yola çıkarken bu alanda faaliyet gösteren yüzlerce sivil toplum kuruluşunun var olduğunu bilerek, bir fark yaratabilmek gayesi ile ve alandaki bir boşluğu doldurmak amacıyla kolları sıvadık.
Nedir bu boşluk?
İzmir depreminde olduğu gibi özel zamanlar, özel sorunlar, özel ihtiyaç anlarında üretebildiğimiz yaratıcı çözümler ile bu alana katkı sağlamayı hedefledik. Türkiye’nin her yerinde bu alanda faaliyet yürüten STK’ların duyduğu ihtiyaç anında onların varlığına güç katacak bir destek, işlerini kolaylaştıracak bir dokunuştu temel çıkış noktamız. Bununla beraber tabi çok doğal olarak hak ve hizmet temelli çalışmalara katılmıyoruz diyebilme lüksümüz de yok ve o alanlarda da çalışmalar yapıyoruz.
HAYKURDER hangi illerde, hangi çalışmaları yürütüyor?
HAYKURDER merkezi itibari ile İstanbul ağırlıklı olmak üzere Türkiye’nin her yerinde faaliyet gerçekleştiriyor. Aynı zamanda uluslararası sahada da ihtiyaç dahilinde çalışmalara katılıyor veya destek veriyor. Kendimizi belli bir coğrafyada kısıtlayamadık. Hayvanların bize ihtiyaç duyduğu her yerde gücümüz yettiğince var olmaya ve çözüm üretmeye gayret ediyoruz. Dünyanın neresinde olursa olsun bir hayvan acı çekiyorsa bunun bizdeki hissi yansıması hep aynı oluyor. Hemen yanı başımızda eziyet gören bir hayvan olduğunda hissettiğimiz şey ne ise binlerce kilometre ötemizde bir hayvan acı çektiğinde hissettiğimiz duygu da aynı. Bu sebeple bir başka şehirde ya da başka bir coğrafyada bir hayvan acı çekiyorsa buna kayıtsız kalamıyoruz. Neticeye ulaşabildiğimiz oluyor, başaramadığımız da oluyor. Ancak en azından hiçbir şey yapmamaktansa bir şeyleri değiştirmek için çaba harcamayı yeğliyoruz.
Ülke genelinde veya ülke dışında ne tür faaliyetlerde bulundunuz? Bahsettiğiniz özel dönem ve sorunlar ile özel çözümler konusunu biraz açabilir miyiz?
Elbette. Hepsini anlatmak mümkün değil elbette ancak birkaç örnek verebiliriz. Misal Türkiye’den Çin’de her yıl gerçekleştirilen Yulin Festivali için Çin devletine “Yulin’i durdurun” çağrısını resmi olarak ileten ilk oluşumuz. Bunu her yıl yineleyerek oradaki hayvanseverlere destek oluyoruz. Pandemi sürecinde sokak hayvanlarının beslenmesinde aksamalar yaşanmaması adına genelgelerin çıkartılması süreçlerinde aktif rol üstlendik. Yine pandemi süreci başında canlı hayvan giriş çıkış yasağı nedeniyle yurtdışında evcil hayvanlarıyla mahsur kalan yüzün üzerinde vatandaşımızın ülkeye dönüş süreçlerinde etkin rolümüz oldu. Lübnan patlaması sonrası oradaki STK’lar ile dayanışmamız oldu. Hatay yangınında, İzmir depreminde çalışmalarımız oldu. Hatay’da bölge STK’larına destek vermeye çalıştık ancak İzmir depreminde bizzat sahadaydık. Çok kıymetli neticeler elde ettik. Geçtiğimiz yıl Ankara Elmadağ’da uzun süre kara ulaşımının durması nedeni ile dağlık alanda mahsur kalan yüzlerce köpeğin THK ile hava destekli beslemesi sürecinin hem fikir babası hem koordinatörü olduk. Özetle STK’lar, bağımsız aktivistler, kurumlar, Bakanlıklar, Cumhurbaşkanlığı, sokağının hayvanseveri olanlar, bu alanın dışında çalışma yapan sivil oluşumlar, medya, AKOM, Valilikler, Kaymakamlıklar bir bütün olarak birbirine teması olan ya da olması gereken her unsurla tam koordinasyon içinde hareket etmeye gayret ederek bir çok başarılı işe imza attık.
Yaşanan İzmir depreminde aktif çalışmalar yürüttünüz, bu çalışmalardan söz edebilir misiniz?
İzmir depremi bizim ve hayvan hakları alanında çalışma yürüten diğer bütün STK’ların bu ölçekte karşılaştıkları ilk afetti sanıyorum. Bu süreçte hem birçok eksiğimizi görmüş tespit etmiş olduk hem de aslında büyük ölçekli afetlere nasıl hazırlanmamız gerektiğini de tecrübe etmiş olduk. Yine de depremin ilk anından itibaren sanırım böyle bir afete hayvanlar açısından en hazırlıklı sivil oluşum bizdik. İlk andan itibaren kolları sıvadık ve çalışmalara başladık. Öncelikle derneğimizin çağrı numarasını doğrudan İzmir Depremi Hayvan Acillerine tahsis ettik. Bunu duyurduk. İzmir genelinde nerede, hangi adreste, hangi dairede kaç hayvan vardı, kurtarılması gereken kaç hayvan var bunu tespit etmekle başladık işe. Kamu kuruluşları bu yönde bir çalışma yürütmedi ne yazık ki. Ve tüm afetlerde olduğu gibi öncelik her zaman insanların yaşam hakkının korunması olduğundan hayvanlar biraz da geri plana atıldı. Evlerde, hasarlı binalarda, enkazlarda yüzlerce hayvan bulunduğuna dair hayvan sahiplerinden ihbarlar aldık. Sadece 4 günde 2 binden fazla çağrı karşıladık. Bununla ilgili bir veri tabanı oluşturduk ve sürekli güncel tuttuk. Bu verileri hem sahada görev yapan bölgedeki gönüllüler ile hem kamu kurumları ile paylaştık. Rıza Bey Apartmanı’nda yaşamını yitiren Süheyla Erdönmez’in hikayesi de çağrı merkezimize gelen bir ihbarla duyuldu. İzmir’deki gönüllüler ile çalıştık. Sibel Altun bu sürecin en önemli kahramanlarındandır. Motosiklet Kulüpleri ile İzmir Veteriner Hekimler Odası ile bölgedeki veterinerler ile AFAD ile kamu kurumları ile tam koordinasyon içinde yüzlerce hayvanın kurtarılmasına aracı olduk. Bundan da büyük bir mutluluk duyuyoruz.
Hayvana şiddet, işkence ve tecavüz neden bu kadar arttı?
Hayvana yönelik şiddet ve tecavüz vakaları eskiden beri vardı. Eskiden internet kullanımının olmadığı dönemlerde bu insanlık dışı durumlar gün yüzüne çıkmıyordu. Günümüzde ise sosyal medyaya ve basına da yansıması ile sadece görünür, fark edilir oldu. Yani artmadı sadece görünür oldu. Hayvana yönelik şiddet eski tarihlerden bu yana insanoğlunun kendisini hayvandan üstün görmesi, sahip olduğu zekayı ve fiziksel gücü hayvanın doğuştan kazandığı yaşam hakkını elinden alarak kendi hizmetinde kullanmaya hakkı olduğuna inanması ile ortaya çıktı.
Hayvana şiddet, tecavüz ve cinayetlerle ilgili hukuki yaptırımlar ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Türk hukuk sisteminde hayvana yönelik yasalar ve mevzuatlarda öncelikle hayvanların sahipli ve sahipsiz olarak ayrılmış olduğunu görüyoruz. Sahipsiz hayvanlar manevi değeri olmayan, bir aidiyeti de bulunmayan tanımsız bir pozisyonda olduğundan, onlara yönelen her türlü şiddet eylemi sadece Hayvanları Koruma Kanunu yönünden hiç de caydırıcı olmayan komik ve teşvikkar para cezaları ile geçiştiriliyor. Eğer mağdur sahipli bir hayvansa “eşya” gibi değerlendiriliyor ve onlara yönelik zarar verici eylemlerde TCK’da yer alan mala zarar verme suçu yönünden işlem yapılıyor. Bu da hayvan sahibinin şikayetine tabi elbette. Kişi kendi sahibi olduğu hayvana zarar verirse kendisinden şikayetçi olması beklenebilir mi? Sahipli hayvana şiddet uygulayan zarar veren kişiler TCK 151/2’ye göre yargılanıyor ama bu yargılama hayvan birey olarak zarar gördüğü için değil sahibinin değerli malı zarar gördüğü için yapılıyor. Yani kanunlar tıpkı bizler gibi duyguları ve algıları olan hayvanları mal olarak değerlendiriyor. Sahipli hayvanlar için ise maddi ve manevi değeri olduğu ön görülerek “ederi kadar” ceza kesiliyor. Hayvanların mal veya eşya değil düşünen, hisseden, sosyal, fizyolojik ve psikolojik ihtiyaçları olan bireyler oldukları gerçeğini kabullenmek insanoğlunun ve kanun yapıcıların işine gelmiyor. Çünkü; birey olarak kabul edilmeleri başta hükümetlere ve onlara bağlı kurum ve kuruluşlara, akabinde topluma sorumluluk yükleyeceği için bu yükün altına kimse girmek istemiyor. Birey olduklarının kabul edilmesi demek bizler gibi bir takım haklara sahip olmalarını gerektireceğinden ve bu hakların korunması için kanunlar ve yaptırımlar uygulanması gerekeceğinden bu durumunda bu güne dek hayvanların yaşam haklarını hiçe sayarak, onları köleleştiren, sömüren ve bundan çıkar elde edenlerin işine gelmeyeceği gerçeğine takılıyor yasa.
Sokak hayvanları ve ülkenin gelişmişlik durumu arasında bağ kurulabilir mi?
Ülkelerin gelişmişlik durumu hakkında öncelikle toplumun yaygın kültür ve ahlak değerlerine bakılarak karar verilebilir. Bu her açıdan her konuda hep böyle değerlendirilmelidir. Mezbahalar, hayvanlar kullanılarak yapılan deneyler, yunus parkları, hayvanat bahçeleri, gelenek görenek adı altında yapılan hayvan yarışları, dövüş ve güreşler dünyanın birçok ülkesinde vardır. Bunların yasaklanmaması, bunları düzenleyenlerin, izin verenlerin, yasaklamayanların ve izleyenin bunu doğalmış gibi benimsemiş olması hatta bunlara karşı çıkanlara itiraz edilmesi o ülkenin kültürel açıdan geri kalmışlığının göstergesidir.
Yenilenmesi istenen Hayvan Hakları Yasasında şiddeti önlemek için hangi maddeler yer almalı?
İlki 2004 yılında TBMM’de kabul edilerek yürürlüğe giren mevcut Hayvanları Koruma Kanunu ilk olması nedeni ile birçok eksiklik içermekteydi. 16 yıllık süreçte kanunun şimdiki halinin içerdiği bazı boşluklar, hayvana yarar sağlamayan, yaptırım gücü olmayan, hayvana yönelik her türlü şiddetin engellenmesinde kadük kalan, hayvanların doğuştan kazandıkları yaşam hakkına saygı ile örtüşmeyen bazı maddeler nedeni ile, yeniden düzenlenmek üzere TBMM gündemine alınacaktır. Bilindiği üzere geçtiğimiz yıl Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın direktifi ve Binali Yıldırım’ın öncülüğü ile TBMM bünyesinde komisyon kuruldu. Tüm siyasi partilerin katılımı ile oluşturulan Hayvan Hakları Araştırma Komisyonu 3 ay süre ile STK’lar, aktivistler ve gönüllülerin şikayet, talep, tecrübe ve önerilerini baz alarak araştırma ve çalışmalar yaptı ve bir rapor hazırlandı. Hazırlanan ve yeni çıkması hedeflenen kanunun için taban oluşturan TBMM Hayvan Hakları Araştırma Komisyonu Raporu dünyaya emsal olacak nitelikte öneriler içermektedir. Siyasi partilerin sunacakları kanun tekliflerinde STK’lar, aktivistler ve gönüllüler olarak kırmızı çizgimiz olan ve olmazsa olmaz niteliğinde taleplerimiz vardır:
1) Sahipli sahipsiz hayvan ayrımı kalkmalı, hayvana yönelik işlenen suçlar TCK Kabahatler Kanunu’ndan çıkarılarak, Ceza Kanunu kapsamında yer almalıdır.
2) Hayvana yönelik her türlü sömürü, fiziksel ve psikolojik şiddet, kötü muamele, tecavüz olaylarında “alt sınırı 3 yıldan başlayan ertelenemez ve paraya çevrilemez hapis cezaları” verilmelidir. Alt sınırı 2 yıl 1 aydan başlayan cezalar, yeni infaz kanunu düzenlemeleri nedeni ile yatarı kalmadığı ve caydırıcılığı olmayacağı için tarafımızca kabul edilmemektedir.
3) Savcılıklar bünyesinde Hayvan Hakları İhlalleri Bürosu kurulmalıdır.
4) Yunus parkları, hayvanat bahçeleri, petshoplar gibi hayvanların birer eşya gibi alınıp satıldığı ve esir tutularak sergilenmek sureti ile sömüren yerler tümü ile kapatılmalıdır. Var olan hayvanat bahçelerinde uzun yıllardır bulunan ve doğaya adapte olamayacak hayvanlar için kafes sistemi kaldırılarak, doğal yaşam parkları oluşturulmalıdır.
5) Evcil ve egzotik hayvan üretimi ve satışı sanal ve reel ortamlarda tümü ile yasaklanmalıdır. Yurt dışından kaçak girişler ile ciddi biçimde mücadele edilmeli ve bu girişler sıkı biçimde denetlenmeli, hem maddi hem de caydırıcı hapis cezaları uygulanmalıdır. Hayvan üretim çiftlikleri kapatılarak üretim yasaklanmalıdır.
6) Kültürel nedenlere dayandırılarak veya yasadışı biçimde gelenek, görenek adı altında gerçekleştirilen, hayvanın doğasına aykırı eğitimlere tabi tutularak hazırlandığı, her nevi hayvan dövüşü, yarışı ve güreşi yasaklanmalıdır.
7) Mevcut Hayvanları Koruma Kanunu’nun 6. maddesi tek kelimesine dokunulmadan korunmalıdır.
8) Ülkemizde Hayvanlara yönelik işlenen suçların sadece şahıslar tarafından işlendiği algısı hakimdir. Oysa ülkemizde hayvanlara olan belediye vahşetleri, şahıslarca yapılanların binlerce misli daha fazladır. 2004 yılında ana hükmü kısırlaştırma olarak çıkan Hayvanları Koruma Kanunu belediyelerce uygulanmamıştır. Mevcut 1389 Belediyenin sadece 234 ünde bakımevi vardır ve kalan 1000’den fazla belediye kısırlaştırma yapmıyor, hayvanlar çoğalıp vatandaş şikayet ettikçe hayvanları topluyor, bir kısmını öldürüyor, bir kısmını da dağlara ormanlara ve başka şehirlere atıyor. Başka yerlere atılan hayvanlar orada da hızla üremeye devam ediyor. Kısaca, bir taraftan katliamlar devam ederken, öte yandan sahipsiz hayvan sayısı da artmaya devam ediyor. Bakımevi olan 234 belediyenin de 200’e yakınının bakımevlerinde ise kısırlaştırma ve tedavi yoktur, hayvanlar açlık ve hastalıkla gelen ölümlere mahkum edilmekte veya doğrudan bakımevinde öldürülmektedir.
Peki çözümü ne olmalıdır? Hayvanları Koruma Kanunu’nu, başta kısırlaştırma olmak üzere uygulamayan belediye başkanları hakkında soruşturma açılmalı, cezai yaptırım olmalı.
Belediyeler de ceza kapsamına alınmalı, hayvana yönelik görevlerini yerine getirmeyen, bakımevlerinde toplayarak bakımsızlık ve açlığa mahkum eden, topluca yok eden belediye başkanları ve sorumlu personel, sıradan bir vatandaş gibi ceza alabilmeli, bu cezalar maddi ise bilfiil kendilerinden tahsil edilmeli ve hapis cezası istemi ile yargı karşısına çıkarılmalıdır. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın Belediyeler üzerinde yaptırım gücü olmalıdır.
9) Hayvanın tanımı yapılırken “hayvan kişi” ya da “hayvan birey” olarak vurgulanmalıdır. Bu şekilde geçmişten bugüne toplum algısına yerleşmiş hayvan tanımının aşağılayıcı anlam taşıdığı algısı değişmelidir. Yine aynı maddede hayvan bakımevlerinin sahip olması gereken birimleri hakkında belirtilenler arasında bakım evlerinin öncelikle birer kısırlaştırma ve tedavi merkezi olarak hizmet vermesi gerektiği ve bu açıdan sahip olması gereken koşullar vurgulanmamıştır. Ayrıca kimliklendirme konusunda ülke genelindeki sahipli hayvanlardan söz edilmiş sokaklarda yaşayan hayvanlar için kimliklendirme önerilmemiştir.
Hayvanlarını terk edenlere 10.000 TL para cezası uygulanmalı ve bu kişilerin bir daha hayvan edinmeleri yasaklanmalıdır.
10) Yeni yasada büyük dev bakımevleri kesinlikle olmamalı, her belediye kendi sınırları içinde orta ve küçük ölçekli kısırlaştırma, tedavi ve geçici bakımevlerini kurmalıdır. Hayvanlar kısırlaştırılmak için belediye sınırları dışındaki merkezlere kesinlikle götürülmemelidir. Sahipli sahipsiz ayrımı yapılmadan tüm hayvanlar kayıt altına alınmalı, zimmetlenmeli, sıkı denetimler ile takipleri yapılabilmelidir.
11) Av turizmi adı altında yaşanan katliamlara engel olmak için avcılık tamamen yasaklanmalıdır. Havai fişek kullanımı tüm ülkede yasaklanmalıdır.
12) Yasak ırk kavramı tümü ile kaldırılmalı. Kötü şartlara ve işkenceye maruz bırakılarak agresif yetiştirilmiş bu hayvanlara, yeniden rehabilite edilerek sahiplendirilme yolu açılmalıdır. Bu hayvanlar bakımevlerinde müebbet hapse mahkum edilmemelidir. Kötü hayvan yoktur; kötü sahip ve yetiştirilme vardır.
13) Mobil kısırlaştırma yasaklanmalıdır. Ameliyat öncesi ve sonrası tetkik, takip ve bakımları yapılmadan hayvanların ticari amaçla bir seferde yüzlercesi ameliyat edilerek ölümlere yol açan bu uygulama, hayvan popülasyonuna bir fayda sağlamadığı kanıtlanmış ve belediyelerin göstermelik olarak yaptığı insanlık dışı bir çalışmadır.
14) İnsan DNA’sına uygunluğu olmadığı ve insan sağlığına yönelik çalışmalarda faydası olduğu ispatlanmamış hayvan deneyleri hangi sebeple olursa olsun yasaklanmalı dünyada yaygınlaşan alternatif metotlara yer verilmelidir. Kürk İthali ve kürk üretimi yasaklanmalıdır. Bilindiği üzere hayvan hakları savunucuları olarak şiddetle muhalif olduğumuz ve kesinlikle yasaklanmasını talep ettiğimiz hayvanlar üzerinde deney yapılması da bir tür tıbbi çalışma olarak lanse edilmektedir. Oysa hayvan deneyi, hayvanların işkenceli ve ölmelerine bile izin verilmeyen kesiler, yakılmalar, en yüksek ağrıları sağlayan uygulamalar demektir.
15) Hükumet ve siyasi partiler hayvan hakları adına yapacağı her çalışmada mutlak suretle sivil toplum kuruluşlarının ve aktivistlerin görüşlerine baş vurmalı bu tür çalışmaları mutlaka STK’lar ve aktivistlerin katılımı ile ortaklaşa gerçekleştirmelidir. Hayvan Haklarına yönelik çalışmalara katılmak için kurumsal bir kimlik aranması zorunluluğu ortadan kaldırılmalıdır. Zira hiçbir dernek ya da federasyona üye olmadığı halde bireysel olarak birçok dernek, federasyon ya da konfederasyondan daha fazla kurumsal çalışma yapan aktivistler var. Aktivistlerden oluşacak bir komisyon kurulmalı ve bu tür çalışmalara aktif katılımları sağlanarak bilgilerinden ve tecrübelerinden faydalanılmalıdır.
Bizi Takip Edin