Komşuda Sivil Toplum: Yunanistan’da Siyaset, STK’lar ve Göç
Yunanistan’da sivil toplum, son 20 yılda kayda değer bir ilerleme göstermesine rağmen Avrupa’daki STK’lar göz önünde bulundurulduğunda hâlâ zayıf durumda. Bu durumun sebepleri arasında, kilise-devlet ilişkileri, eğitim, sivil kültür ve ekonomi gibi konular bulunuyor. Bunun yanında Yunanistan’ın son 5 yıldır yüz yüze geldiği göç de siyaset ve sivil toplum ilişkilerini belirleyen bir diğer olgu. Meseleyi, Yunan siyasi tarihi alanında uzman isim İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Esra Özsüer ile konuştuk.
Merhabalar Esra Hocam, arzu ederseniz röportajımıza gündelik hayatta siyaset ile başlayalım. Yunanistan’da iktidar el değiştirdi. Çipras’dan [SYRİZA] Miçotakis’e [Yeni Demokrasi] Yunanistan siyasetinde eğilim hangi yönde?
Evet, bilindiği üzere 8 Temmuz 2019 tarihinde Yunan siyasetinde bir devir teslim töreni gerçekleşti. 2015-2019 yılları arasında hükümetin başında bulunan Radikal Sol Koalisyon (SYRIZA) Partisi, 7 Temmuz genel seçimlerinde iktidar koltuğunu merkez sağ kanadı temsil eden Yeni Demokrasi (Nea Dimokratia) Partisine bıraktı. Yunan siyasetindeki bu geçiş, sadece “siyasi el değiştirme” olarak düşünülmemelidir. Zira her iki siyasi kanat, kendi parti programlarında da ortaya koyduğu üzere, taban tabana zıt ideolojilere sahip olduğu için ülkedeki hakim söylemi baştan sona değişti. Örneğin SYRİZA, Sosyal Demokratlar, Reformcular, Radikal Solcular, Sol Yurtseverler, Feministler, Anti-Kapitalistler, Merkezciler ve Ekologların yanı sıra Marksist-Leninistler, Maoistler, Devrimci Marksistler, Avrokomünistler, Lüksemburgistler ve AB karşıtları gibi pek çok farklı alt oluşumun bir araya geldiği geniş bir gruptu.
İşte bu çok seslilik ve farklı renk yelpazesi partinin siyasi yorumlarını da doğrudan çeşitlendiren ve hatta belirli kalıplar içine sıkıştırmayan bir nitelik kazandırmıştı. Ayrıca partinin seküler duruşuna rağmen, Yunan Kilisesi’nin sözde imtiyazlarına karşı çıkan Hristiyan üyeler de parti içinde aktif bir pozisyondadır. Bu da Yunanistan gibi katı dinsel formdaki yapının SYRİZA’nın iktidarı boyunca, belli ölçülerde, elastik bir hal almasına yaramıştır.
Kısaca bu anlayış “Ortodoks Helenler” dışında farklı dinsel, etnik ya da cinsel kimliklerin varlığını kabul eden ve hatta bu farklılıklar üzerine konuşabilen politik bir gücü karşımıza çıkarmıştı. Dolayısıyla SYRİZA partisini oluşturan alt fraksiyonlar ve politikacılar bilhassa insan hakları, dinsel özgürlük, mülteci ve azınlıklar gibi uluslararası konularda mevcut hükümete kıyasla çok daha liberal bir görüş ve tutuma sahip oldu. Dört senelik ülke yönetimlerinde de [2016-2019} özellikle sivil toplum kuruluşlarıyla dirsek teması sağlayarak siyasi rotalarını belirlemişlerdir.
Oysa 2019 Yunanistan genel seçimlerinde yüzde 39.85 oy oranıyla birinci sırada yer alan Yeni Demokrasi Partisi, sosyal liberalizm merkezli bir ideoloji ekseninde hareket eden, ulus-devlet içinde kurulan ortak kader duygusuna bağlı daha milliyetçi, muhafazakar ve konservatif bir çizgide durmaktadır. Ortodoks Yunan kimliği üzerinden yapılan vatandaşlık vurgusunun “öteki” karşısında yüceltildiği ve biricikleştirildiği bu yeni siyasal dönemde tıpkı Samaras ve Karamanlis gibi Miçotakis hükümeti de parti tabanındaki ulusalcı gruba gerek iç politikada gerekse dış politikada etnosentrik mesajlar vermekten çekinmiyor. Zihniyet olarak bir önceki hükümete kıyasla yeni hükümetin daha otoriter, cuntacı ve dindar bir görüntüde olduğu söylenebilir.
Sizce Miçotakis döneminde Yunan STK’ları ile siyasi iktidar arasındaki ilişkiyi nasıl okuyabiliriz?
Son dönemde Yunanların büyük çoğunluğunun politikacıların adaleti etkilediği yönünde bir fikre sahip olması onları hükümete karşı daha temkinli olmaya itiyor. Örneğin günümüzde Yunanların birçoğu hükümet karşıtı eylemlere bulaşmaktan çekinmekte. Hele ki Yunanistan’da artan polis şiddeti neredeyse alışılagelmiş, gündelik bir olay gibi algılanıyor. Bu polis şiddeti karşısında birçok Yunan, Yunan devletinin artık bir polis devleti haline dönüştüğünü bile düşünüyor. Bunun da en önemli kanıtı Vatandaşı Koruma Bakanı Michalis Chrisochoidis’in polis ile birlikte dahil olduğu bir dizi insan hakları ihlalleridir. Bu bağlamda sivil toplum kuruluşları ile Miçotakis hükümeti arasındaki ilişkilerde bir uyum ve dengeden bahsetmek şu dönemde neredeyse imkânsız.
Yunanistan’da mevcut hükümet bilhassa STK’lara karşı katı ve olumsuz bir politika sürdürüyor.
Mevcut hükümetin bilhassa STK’lara karşı [özellikle çevresel, sosyal ve insani yardım çalışmaları sunan kuruluşlara yönelik] katı ve olumsuz bir politika sürdürdüğünü söyleyebiliriz. STK’ların işleyişlerine ilişkin getirilen yeni düzenlemeler Miçotakis hükümetinin STK’lar ile ilişkilerindeki keskin ve olumsuz tavrını net bir şekilde gözler önüne seriyor.
Son dönemde ekseriyetle göçmenlerin, mültecilerin, sığınmacıların haklarını savunmak için çalışan STK’ların etkinlik alanları iyice daraltıldı ve özgür hareket edebilme kabiliyetleri kısıtlandı. Yunanistan’daki ekonomik krizle zaten yeterince sorun yaşayan STK’ların işleyişleri Miçotakis hükümetinin finansal bağlamda uyguladığı kısıtlamalar ve kesintilerle ki bunların bazıları adil olmayan yasalar yoluyla meşrulaştırıldı, oldukça zor duruma sokuldu. Öte yandan STK’lar insan hakları ihlalleri, zayıf sosyal tabakalara karşı skandallar, hatta uluslararası hukuka aykırı olan yasalar gibi önemli konularda bilgilendirme ve farkındalık yaratma çabalarından dolayı mevcut hükümet tarafından suçlayıcı ifadelerle sert bir dille eleştiriliyor. Yine hükümetin çalışmalarını eleştiren kuruluşlar da hükümetin yaylım ateşine maruz kalmakta.
Yunan toplumu özellikle Koronavirüs salgını sonrasında STK’lara nasıl yaklaşıyor?
Özellikle Covid-19 pandemisiyle kamu harcamalarındaki israf, şaibeli harcamalar, yardımlarla ilgili belirsizlikler STK’ların kamuoyu gözünde tüm güvenirliliğini yerle bir eden bir sonuç yarattı. Örneğin politik skandallara karışan bazı STK’ların şeffaf olmayan fonlar nedeniyle kamuoyunda oluşturduğu güvensizlik ortamı Yunanistan’da STK’lar ile ilgili “madalyonun öteki yüzü” sayılabilecek önemli bir meseledir. Yunanistan’da önemli ve doğru işler yapma gayreti içinde olan STK’lar, hükümetin katı tutumu ve kamuoyundaki güvensizlik ortamı ile birlikte, maddi manevi yeterli desteği sağlayamadıklarından her tür hususî çabalarında hedefledikleri noktaya ulaşamadılar. Ezcümle, Avrupa’daki STK’lar göz önünde bulundurulduğunda Yunanistan’ın aynı konuda “bir fırın ekmek yemesi” gerektiğini söylemek sanırım çok da hatalı bir çıkarım olmayacaktır.
Bilindiği üzere Yunanistan uzun süredir bire göç sınavı veriyor. Göç, Yunanistan için yeni bir olgu mu?
Aslına bakarsanız Yunanistan’ı etkileyen göç krizi 1989 yılında Doğu Avrupa’daki sosyalist rejimin çöküşü ile başladı. Arnavutluk, Bulgaristan ve Romanya gibi çoğunlukla kuzey sınır ülkelerinden Yunanistan’a akan ekonomik göç dalgası daha sonra Afrika ve Asya’dan gelen göçmenlerle devam etti. Bu dönemde göçün temel nedeni ya Yunanistan’da iyi bir iş imkânı bulup yerleşmek ya da diğer AB ülkelerine geçiş sağlayıp bir süre maddi kazanımlar elde ettikten sonra ülkelerine geri dönmekti. 2000-2010 yılları arasında Yunanistan’a sadece eski sosyalist ülkelerden değil aynı zamanda Yakın Doğu ülkelerinden de yüzbinlerce göçmen akın etti. Ancak Yunanistan’da asıl göç dalgası Arap baharı ile eş zamanlı başladı.
AB üyesi olmayan komşu ülkelerden gelenler için Yunanistan Avrupa’nın yasadışı göç kapısı olarak görülüyordu. Zira pek çok mültecinin asıl hedefi Yunanistan’da kalıcı bir ikamet sağlamak değildi. Mültecilerin talebi, Avrupa’nın ana kapısı olarak görülen Yunanistan’dan insan hakları, ekonomik güç ve diğer sosyal kazanımlar konusunda çok daha gelişmiş bir profil çizen Merkez Avrupa ülkelerine yerleşmekti. Öyle ki Türkiye gibi AB üyesi olmayan komşu ülkelerle yapılan anlaşmalar bile yasadışı göçün önüne geçememişti. Örneğin FRONTEX’e göre 2010 yılında Avrupa’ya yasadışı yollarla giren on göçmenden dokuzu Yunanistan üzerinden giriş yapmıştı.
Peki sizce 2015’ten günümüze Yunanistan’ı derinden etkileyen göç krizi Yunan STK’ları nasıl etkiledi?
Evet, Yunanistan’da bilinen en büyük göç dalgası 2015 yılının ortalarından itibaren başlamıştı ve sonrasında da kademe kademe devam etti. Örneğin Avrupa İstatistik Ofisi (EUROSTAT) verilerine göre 2005-2015 yılları arasında Yunanistan’a yapılan göçler 70.000 civarındaydı. Göçler daha çok Türkiye’nin Ege adalarına yakın bölgelerinden deniz yoluyla sağlanıyordu. Dolayısıyla bu dönemde Ege Denizi, Alan bebek gibi birçok düzensiz göçmenin hayatını kaybettiği trajik bir sınır görevi görüyordu.
2009 yılından itibaren ekonomik krizle cebelleşen Yunanistan her ne kadar ülkeye kaçak yollarla girmeye çalışan düzensiz göçmenleri istihdam edecek güce sahip değilse de göçmenler STK’ların da desteği ile Moria gibi büyük mülteci kamplarına ya da anakaradaki farklı kamplara taşındı. Hatta Ege Adalarına geçen pek çok göçmene Yunan halkı battaniye, çocuk bezi, temel gıda maddeleri gibi yardımlarda bulunduğu gibi bazı Yunan vatandaşları evlerini bile bir süreliğine göçmenlere açtı. Bu manada göçmenler ilk başlarda Yunanlar için korunmaya muhtaç insanlar olarak duygusal bir ilgiyle karşılanıyordu. Örneğin Midilli Adası’ndaki yaşlı ninelerin bir mülteci bebeği kucaklarına alıp biberonla beslemesi sanırım hafızalardan silinmeyecek insani karelerden biri olarak kalacaktır.
Yunanistan göç krizi konusunda belirli bir politika izlemek amacıyla 2016 yılında Göç Bakanlığı’nı kurdu fakat bu kurum 2019 yılında lağvedildi. Ocak 2020’de aynı kurum Göç ve İltica Bakanlığı adıyla yeniden faaliyetlerine başladı. Ancak Yunanistan Merkez Bankası’nın açıklamasına göre göç krizi ülkede üç temel alanda etkisini gösterdi: Ekonomi (mali değişkenler, piyasa vb), Sosyal Güvenlik ve Siyaset. Bu göç krizinin mali açıdan üstesinden gelmek amacıyla AB, mülteci geçişine ya da mültecilere ev sahipliği yapan ülkelere 2015-1016 yılları arasında 9,2 milyar Avro yardım fonu sağladı.
Yunanistan’daki göç ve mülteci krizi tam manasıyla hiçbir hükümetin üstesinden gelemediği bir bunalım olarak devletin pek çok kademesinde hala mevcudiyetini sürdürüyor.
Buna rağmen bugün gelinen noktada Yunanistan’daki göç ve mülteci krizi tam manasıyla hiçbir hükümetin üstesinden gelemediği bir bunalım olarak devletin pek çok kademesinde hala mevcudiyetini sürdürüyor. Özellikle muhafazakâr ve sağ görüşe sahip yeni hükümetin göç olgusuna yaklaşımı hem ürkütücü hem de uluslararası insan hakları sözleşmelerini de hiçe sayar nitelikte.
Öncelikle savaştan zarar gören ülkelerden gelen göçmenlerin hakları ihlal edilerek maalesef sistematik biçimde dışlanmaktalar. Göçmenler ülkedeki tüm sorunların kaynağıymış gibi gösterilip ötekileştiriliyorlar. Bilhassa ana akım medyada yabancı/istenmeyen organ olarak gösterilen mültecilerin hukuksal manada güçlü dayanakları da bulunmamakta. Çoğu kötü koşullar altında Yunan mülteci kamplarında yaşam mücadelesi veriyor ve temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamıyor.
Yunanistan’da sivil toplum göç olgusuna nasıl yaklaşıyor?
Özelikle Covid-19 salgını bahanesiyle göçmenlerin hak ve özgürlükleri konusunda daha çok kısıtlama getirildi. Zaten STK’ların da devam eden kısıtlama ve yasakları olduğundan göçmenler konusunda kalıcı ve çözüme dayalı adımlar maalesef atılamamıştır. Öte yandan Yunanistan’da Göç ve İltica konusunda STK’larla ilgili hazırlanan yönetmeliğin Sivil Toplumu tehdit eder nitelikte olduğu gözlemleniyor.
Mayıs 2020 tarihinde imzalanan yeni kanun ile göçmenlik ve iltica yasasının çeşitli hükümleri değiştirildi. Örneğin Yunanistan’da bu alanda çalışan tüm kuruluşlara kaydolma zorunluluğu getirildi (madde 58). Kayıt yaptırmayanlar Yunanistan sınırlarında uluslararası koruma, göç ve sosyal entegrasyon faaliyetlerinin uygulanmasına; hukuki ve psikososyal desteğe, tıbbi hizmetlerden yararlanılması gibi imtiyazlara sahip olamayacaklar. Böylece Yunan hükümeti tarafından sivil toplum kuruluşlarının işleyişine ilişkin hazırlanan bu yeni düzenlemeler göçmenlerin haklarını korumak/savunmak hedefiyle çalışan STK’ların özgürlük alanlarını daraltan bir dizi katı kuraldan oluşmakta. Öyle ki Uluslararası Af Örgütü mevzuata giren bu yeni kuralların hem mültecilerin ve göçmenlerin haklarını ciddi şekilde kısıtladığını hem de Yunanistan’daki örgütlenme özgürlüğünün tehdit altına girdiğini ifade etti.
Uluslararası Af Örgütü, STK’ların ve göçmenlerle çalışanların özgürlüklerini gereksiz şekilde sınırlandırıldığını düşünüyor. Yeni kurallar, açık bir şekilde, STK’lara finansal sorunlar da dahil olmak üzere tescil ve işletme konusunda ağır ve istilacı şartlar dayatılıyor. Yine bazı kurallar STK’ların özerkliğine haksız yere müdahale etme riski taşımakta, kuruluşların ve üyelerinin mahremiyet hakkını ihlal etmekte ve kayıt işleminden sorumlu yetkililere çok fazla takdir yetkisi vermekte. Mevcut hükümetin bu hamlesi, özellikle daha küçük veya yeni kurulan STK’lar söz konusu olduğunda, sığınmacılara ve göçmenlere yardım eden kuruluşların çalışmalarını felce uğratan bir sonuç da ortaya koyuyor. Bu durum hem sivil toplum kuruluşlarının hem de savunucularının susturulmasına ve işlerinin askıya alınmasına neden oluyor.
Yunanistan’da, göçmenlerle ilgili yeni önlemler içeren yasa tasarısı parlamentoda onaylandı. Yasa, Ege Denizi’nde düzensiz göçmen geçişlerinin engellenmesine yönelik kontrollerin sıklaştırılması konusunda önlemler içeriyor. Söz konusu yasa ile ilgili düşünceleriniz nelerdir?
Yunan Parlamentosunda oylanan göçmenlik yasasında, Yunanistan’ı Avrupa ve uluslararası meşruiyetin dışında tutan çok sayıda sorunlu hüküm yer alıyor. Mesela bu hükümlerin 55. maddesinde “İnsani krizle başa çıkma harcamaları” başlığıyla açılmış gizli bir fon bulunmakta. Getirilen yeni hükümler, Göçmenlik ve İltica Bakanı Notis Mitarakis’e bu fonları istediği zaman ve herhangi bir hesap verme yükümlülüğü olmaksızın elden çıkarabilme yetkisi veriyor. Üstelik harcamaların göçmenler yararına yapıldığı bile şüpheli durumda.
Öte yandan mülteci ve göçmenler için hazırlanan ekonomik yardımlar AB’den aktarılan fonlar üzerinden ilerliyor. Yani kısaca bu fonlar Avrupa’nın finansal desteğiyle gerçekleşiyor. Dolayısıyla Avrupa Birliği/Avrupa, parasının nerede, nasıl ve kimler için kullanıldığının izini sürmekte ve yakinen takip etmekte. Hizmetlerinin ne olduğunu görebilmesi için de bir hesap talep etmekte. Mitarakis’in bu fonlar üzerindeki şaibeli yetkisi hem Yunanistan’da hem de AB’de kuşkuyla karşılanan bir durum. Çünkü muhalif kanadın iddiasına göre mevcut hükümet, bu parayı ortaklarına gizlice dağıtmak istemekte. Öte yandan muhalefete göre mevcut hükümet, göç akışını azalttığı için övündüğü halde hala gizli fon açmaya neden ihtiyaç duyuyor? Tüm bu sorular Yeni Demokrasi Partisinin STK’lar ve göçmenler ile ilgili tutum ve tavrını net bir biçimde gözler önüne sermektedir.
Bizi Takip Edin