Bu sonuçlar arasında öne çıkanlar şu şekilde özetlenebilir: Çoğu STK COVID-19 nedeniyle etkinliklerinin durduğunu, eğitim, kaynak geliştirme gibi diğer faaliyetlerinin olumsuz etkilendiğini paylaştı. STK’ların önemli bir bölümü yeni çalışma düzenine adaptasyonda zorlanmadıklarını bildirseler de zorlandıklarını söyleyenlerin sayısı da azımsanmayacak bir miktardaydı. Aynı zamanda, STK’ların çoğunun faaliyetlerine duyulan ihtiyaç arttı. Hibe alan STK’lar hibe veren kuruluşların bu dönemde kurumsal hibelerini artırmalarına yönelik beklentilerini belirtti ve genel olarak pandemi esnasında fon sağlayıcı kuruluşların kendilerine yeterince esnek davrandıklarını aktardı. Sürdürülebilirliğe dair bir başka önemli bulgu ise, nisan ayında ankete katılan kuruluşların %50’ye yakınının halihazırdaki kaynaklarla mevcut iş yapısını ve personel sayısını en fazla 1 ila 6 ay koruyabilecekleri bilgisiydi. İstihdam ve faaliyetlerin korunabilmesi için hangi desteklere ihtiyaç duydukları sorulduğunda ise çalışmaya katkı veren kuruluşlar en fazla kurumsal fonların artırılması ve kamu-sivil toplum iş birliği için fırsatlar yaratılması istediklerini paylaştılar.
Pandeminin başlangıcında sivil toplumun durumunu yansıtan bu önemli bulguların, salgının neden olduğu sıra dışı dönemin yeni normale evirilerek kalıcı hale geldiği bugünlerde geçerliliklerini koruyup korumadıklarını öğrenmek için ağustos ayında TÜSEV, “COVID-19 Salgınının Sivil Toplum Kuruluşlarına Etkisi Anketi”nin ikinci fazını hayata geçirdi. 141 STK’nın katıldığı ve daha derinlemesine bir incelemenin yapıldığı ikinci fazda, pandeminin orta vadedeki etkilerini ölçmeye yönelik yeni sorular yöneltildi. Bunun yanında, farklı sorulara verilen yanıtlar birlikte ele alınarak, bu değişkenler arasındaki ilişkilerin ankete katılan kuruluşların bu dönemdeki zorlu yolculuklarıyla ilgili yeni bulguları ortaya çıkartıp çıkartmayacağına odaklanıldı. Kurumların demografik, mali, etkinlik temelli, çalışan ve gönüllü bazlı, stratejik özelliklerinin karşılaştırmalı olarak ele alınması, pandeminin ikinci faza katılan kuruluşlar üzerinde hem farklı etkilerinin olduğunu, hem de kuruluşların pandemiye yanıtlarında bir takım ortak eğilimleri benimsediğini gösterdi.
Geçtiğimiz günlerde yayımlanan anket sonuçları ve sonuçların değerlendirildiği rapor gerek anketin metodolojisi, gerekse bulgularına dair detaylı bilgiler içermektedir. Bu yazıda ise ikinci fazda sorulan yeni sorular, bu soruların sorulmasındaki amaç, verilen yanıtların birlikte ele alınmasıyla ortaya çıkan ek bulgulara odaklanılmaktadır. Bu yöntemle elde edilen yeni bilgiler, sivil toplumun COVID-19’un etkisiyle mücadelede kendini nasıl dönüştüreceği ve bu süreçte ne tür desteklere ihtiyaç duyabileceğiyle ilgili bazı ipuçları sunmaktadır.
Yeni Sorular, Yeni Bulgular
Nisan ayında yürütülen birinci ankette sorulan önemli sorulardan biri salgının STK’ların hangi çalışmalarını etkilediğiydi. Bu soruyu yanıtlayan katılımcıların önemli bir bölümü etkinliklerinin ve eğitim çalışmalarının bu süreçten olumsuz etkilendiğini aktarmışlardı. Bu eğilimin nisan-ağustos aralığında da devam ettiğini gösteren ikinci fazda ise bu soruya ek olarak katılımcılara COVID-19’un çalışmaları üzerindeki kısıtlarını azaltmak için herhangi bir alternatif yöntem geliştirip geliştirmedikleri soruldu. “Yeni hibe/fon arayışına girdik”, “farklı paydaşlarla yeni iş birlikleri kurduk”, “faydalanıcılarımıza ulaşmak için yeni yöntemler geliştirdik”, “herhangi bir şey yapmadık” ve “diğer” seçenekleri sunulan katılımcıların %73’ünün bu dönemde faydalanıcılarına ulaşmak için yeni yöntemler geliştirdiği öğrenilmiştir. İkinci ankette bu anlamda kaydedilen en önemli olumlu yöndeki değişim, faaliyetlerini tamamen durdurmak zorunda kaldıklarını belirten STK’ların sayısının 13 puan azalmasıdır.
Alternatif yöntemler geliştirme sorusuna verilen yanıtlar, “COVID-19 salgınına yönelik alınan önlemler dahilinde faaliyetlerinizi uygularken son üç ayda ne kadar zorlandınız?” sorusuna verilen yanıtlarla birlikte değerlendirildiğinde ortaya şöyle bir tablo çıkmaktadır: Faaliyetlerini uygularken zorlandıklarını belirten kuruluşların %83’ü, zorlanmadık diyenlerin %75’i ve hiç zorlanmadıklarını söyleyenlerin %55’i bu dönemde faydalanıcılarına ulaşmak için yeni yöntemler denemişlerdir.
İkinci fazda sorulan bir diğer yeni soru seti ise, son üç ayda öncelikli olarak dezavantajlı grupların güçlendirilmesi için çalıştıklarını beyan eden kuruluşların, diğer STK’lara kıyasla bu süreçten nasıl etkilendiklerini öğrenmek için oluşturulmuştur. Dezavantajlı gruplarla çalıştığını belirten 73 kuruluşun etkilenen faaliyet alanları, gönüllü sayısı, hibe durumu gibi bazı sorulara verdikleri yanıtlar, bu STK’ların çalışmalarının pandemi sırasında diğerlerine oranla biraz daha olumsuz etkilendiğini ortaya çıkartmıştır. Örnek olarak, dezavantajlı grupların güçlenmelerine yönelik doğrudan faaliyet gerçekleştiren STK’ların yarısından fazlasının eğitimleri ve etkinlikleri, %42’sinin kaynak geliştirme çalışmaları son üç ayda olumsuz etkilenmiştir. Diğer STK’larda ise bu etkilenme oranlarının daha düşük olduğu gözlemlenmiştir.
Bu soruların dezavantajlı gruplar özelinde yeniden incelenmesi bazı şaşırtıcı bulgulara ulaşılmasını da mümkün kılmıştır. Örnek olarak, dezavantajlı gruplarla çalışan STK’lar arasında salgın nedeniyle faaliyetlerini durduran kuruluşların sayısının, ana çalışmaları bu grupları hedeflemeyen kuruluşlarınkinden az olduğu gözlemlenmiştir. Birinci gruptan sadece %10’u çalışmalarını durdururken, ikinci grupta bu oran %22’dir. Soruların çapraz incelenmesi, gönüllü sayılarıyla ilgili de bazı çarpıcı sonuçların yüzeye çıkmasına yardımcı olmuştur. Pandemi sürecinde dezavantajlı grupların güçlenmeleri için çalıştıklarını beyan eden kuruluşlar bu süreçte hem daha fazla gönüllüsünü muhafaza etmiş, hem de diğer STK’lara oranla gönüllü sayısını daha fazla artırmıştır.
Dezavantajlı gruplarla çalışan ve çalışmayan STK’lar kategorilerine göre bağış oranları değerlendirildiğinde ise genel olarak her iki grubun aldığı bağışların azaldığı, fakat son üç ayda dezavantajlı grupların güçlenmelerine yönelik çalışmalar yapan STK’larda, diğerlerine kıyasla bağışların arttığını beyan edenlerin sayısı daha fazladır. Ayrıca, dezavantajlı grupların güçlenmelerine yönelik doğrudan faaliyetler yapanların %60’ı hibe desteği aldığını belirtirken bu gruplarla çalışmayan STK’larda bu oran %42 olmuştur.
Anketin ikinci fazında daha derinlemesine incelenen bir diğer alan da kuruluşların bu süreçte gönüllülerini korumaya ve artırmaya yönelik yaptıkları çalışmalardır. Katılımcılara kurumlarının gönüllü sayılarının dışında, salgın süresince gönüllülük faaliyetlerini muhafaza etmek veya güçlendirmek için yeni yöntemler deneyip denemedikleri, gönüllü motivasyonunu korumak ve artırmak için herhangi bir yöntem kullanıp kullanılmadıkları sorulmuştur. İki soruya da verilen yanıtlar ağırlıklı olarak olumsuz olmuştur; gönüllüsü olan 113 kuruluşun %60’ına yakını ne gönüllülerini korumak ne de motivasyonlarını artırmak için yeni yöntemler denediklerini belirtmişlerdir. Bu sorulara verilen yanıtlar gönüllü sayılarının az olduğunu ve faaliyetlerini yeni düzende sürdürmekte zorlandıklarını belirten STK’ların yanıtlarıyla birlikte ele alındığında negatif bir korelasyon doğurmaktadır.
Birinci anketten farklı olarak, ağustos anketinde hibe veya fon aldıklarını beyan eden STK’lara hibe veya fon sağlayıcı kuruluşlardan farklı türlerde destek alıp almadıkları sorulmuş ve kendilerine birden fazla yanıtı seçebilecekleri “mentörlük desteği”, “ağ kurma – iletişim desteği”, “altyapı desteği” ve “almıyoruz” seçenekleri sunulmuştur. Bu soruya kuruluşlar ağırlıklı olarak “almıyoruz” yanıtını vermişlerdir.
TÜSEV nisan ayında birinci anket çalışmasına başladığında hibe veren kuruluşlardan bazıları acil durum fonlarını açmaya hazırlanıyorlardı. Anketin ağustos ayında yürütülen ikinci fazında STK’ların ne kadarının geçen süre içinde açılan acil durum fonuna başvurduklarını ve bu fonlardan yararlandıkları araştırılmıştır. 141 kuruluşun sadece %25’inin acil durum fonlarına başvurdukları öğrenilmiştir. Başvuranların %58’inin başvuruları olumlu, %22’sinin başvuruları olumsuz sonuçlanmıştır. Diğer %20’lik bölümü ise anketi yanıtladıkları tarihte başvurularının yanıtlanmasını beklemekteydi. Analiz sonucunda elde edilen bir bulgu da bu dönemde dezavantajlı gruplarla ilgili doğrudan faaliyet gösteren kuruluşların %43’ünün acil durum fonlarına başvurusu yapması, bu gruplara yönelik doğrudan çalışma yürütmeyen kuruluşların sadece %7’sinin bu imkânı kullanmış olmasıdır.
Son ankette daha derinlemesine incelenen bir diğer kategori ise STK’ların COVID-19’un etkilerinin sürmesiyle kaynak geliştirme stratejilerinde yapacakları değişiklikler olmuştur. Kuruluşların %50’sinin kaynak geliştirme stratejilerinde şu alternatifleri değerlendirdikleri ortaya çıkmaktadır: farklı paydaşlarla iş birliği geliştirme, alternatif hibe veya fon arayışına yönelme ve dijital kaynak geliştirme ve kampanya araçlarını daha etkin bir şekilde kullanma. Keza ankete katılan 141 STK’ya istihdam ve çalışmalarının sürdürülebilirliğini güven altına almaları için neye ihtiyaç duydukları sorulduğunda, yanıt ağırlıklı olarak (%67) kurumsal fon ve hibelerin artırılması çıkmıştır. Bu yanıtı takip eden diğer ihtiyaçlar ise “kuruluş merkezi masraflarının (kira vs.) karşılanması” ve “hibe ve fon sağlayıcılarının daha fazla esneklik göstermesi” olarak özetlenebilir. Karar alma mekanizmalarına STK’ların daha fazla dahil edilmesi ve STK’ların yardım toplama kanunu kapsamından çıkartılarak yeni bir düzenlemeye alınması gibi taleplerin ise katılımcıların %50’si tarafından dile getirilmiştir.
Bulgular Bize Ne Söylüyor?
Anketin ikinci fazında (birinci anketten farklı olarak) birçok yanıt kategorisinin gruplandırılarak birlikte değerlendirilmesi mümkün olmuştur. Bu sayede, ankete katılan 141 kuruluşun çalışma bölgelerine, faaliyet alanlarına, yıllık gelirlerine, hedef kitlelerine, salgın sırasında hangi alanlarda zorlandıklarına, gelir kaynaklarına ve istihdam ve çalışmaları sürdürme kapasitelerine göre bazı genellemelerin yapılmasına olanak sağlanmıştır. Bu genellemeler, COVID-19 salgının uzun vadede devam ettiği bir senaryoda STK’ların ne tür sorunlarla mücadele etmek zorunda kalacakları ve nasıl tedbirler alabilecekleriyle ilgili önemli önermeler sunmaktadır.
Bu genellemeler arasında demografik durum, derneklerin yarısını ve vakıfların neredeyse tamamına yakın bir bölümünü barındıran Marmara Bölgesi’ndeki kuruluşların gelirlerinin diğer bölgelerdeki kuruluşların gelirlerinden yüksek olduğu dikkat çekicidir. Marmara Bölgesi’ndeki STK’ların neredeyse yarısının yıllık geliri 1,5 milyon TL’nin, üçte birinin ise 3 milyon TL’nin üzerinde olduğu saptanmıştır. Ankete diğer bölgelerden katılım sağlayan STK’ların yarısından fazlasının yıllık gelirlerinin 150 bin TL’nin altında olduğu görülmektedir.
Bir diğer önemli genelleme ise çocuklar, mülteciler, engelliler ve yaşlılar gibi dezavantajlı grupların güçlenmesi için çalışan kuruluşların karşı karşıya oldukları zorlukların daha konvansiyonel alanlarda faaliyet gösteren sivil toplum örgütlerin karşı karşıya kaldıkları sorunlardan biraz daha fazla olduğudur.
Sürdürülebilirlikle ilgili, mevcut personelini ve çalışmalarını en fazla 1-3 ay koruyabileceğini beyan eden kuruluşların oranının nisanda %24 iken ağustosta %11’e gerilemiş olması, bir iyileşme olarak değerlendirilebilir. Ancak, bu durumun nedenleri daha detaylı bir şekilde araştırmalıdır. İkinci ankette çalışmalarını ve personelini en fazla 1 yıl daha idame ettirebileceklerini söyleyen STK’lar hala çoğunluğunu korumaktadır. Bu STK’ların sürdürülebilirlik ve istihdam kapasitelerini korumak için talep ettikleri kolaylıklar gerek özel sektör gerekse kamu tarafından dikkate alınmalı, özellikle hibe veren kuruluşlardan kurumsal fon talepleri ve kamu otoritelerinden karar alma süreçlerine katılım istekleri daha ağırlıklı olarak değerlendirilmelidir.
Yazıyı kaynağından okumak için tıklayınız.
Bizi Takip Edin