“Uzaktan ve Yüz Yüze Eğitim Birbirinin Karşıtı Olarak Düşünülmemeli”
Öğretmen Akademisi Vakfı (ÖRAV) “Pandemi Döneminde Gündelik Pratikler, Algı ve Eğitim İhtiyaçları Araştırması” raporunu yayınladı. Rapor, nüfusun en az 35 milyonu ebeveyn olan Türkiye’de pandemide ortaya çıkan belirsizlikten en çok eğitimin etkilediğini gösteriyor. Raporu hazırlayan ÖRAV’dan Anıl Derkuş, uzaktan eğitim ve yüz yüze eğitimin birbirinin alternatifi-karşıtı olarak düşünülmemesi gerektiğini belirterek, doğru kullanıldığında uzaktan eğitimden iyi sonuçlar alınacağını vurguluyor.
Pandemi sürecinin başından beri öğretmenlere çevrimiçi toplantı ve eğitim desteği veren ÖRAV, yakın zamanda Çevrimiçi Eğitimde Etkileşimli Ders Tasarımı adlı yeni bir eğitim programı ile öğretmenleri desteklemeyi planlıyor. ÖRAV tarafından Türkiye’nin tüm istatistiki bölgelerinden toplam 3757 öğretmen ve ebeveyne ulaşılarak hazırlanan “Pandemi Döneminde Gündelik Pratikler, Algı ve Eğitim İhtiyaçları Araştırması” vesilesiyle raporu hazırlayan ÖRAV İzleme Değerlendirme Uzmanı Anıl Derkuş ile konuştuk.
Pandemi Döneminde Gündelik Pratikler, Algı ve Eğitim İhtiyaçları Araştırması’nı raporu bize ne gösteriyor? Özetler misiniz?
Pandemi süreci, her kesimi etkiledi. Bu etki, hiç şüphesiz eşit dağılmıyor. Yaş, cinsiyet, ekonomik durum, meslek gibi dinamikler pandeminin olumsuz etkisini derinleştirebiliyor ya da hafifletebiliyor. Araştırma kapsamında Türkiye’nin tüm istatistiki bölgelerinden toplam 3757 öğretmen ve ebeveyne ulaştık. Araştırmanın en büyük çıktılarından biri, pandemi sebebiyle ortaya çıkan belirsizliğin sağlıktan sonra en çok eğitim alanını etkilediği oldu. Türkiye toplam nüfusunun yarısından fazlası, doğrudan eğitim dolayımıyla etkileniyor bu süreçte. Araştırmamızda bu paydaşları odağımıza almamızın sebebi de bu. Onların algı ve ihtiyaçlarını anlamak ve bilgisini üretmek önemli. Öğretmenlerin karşılaştığı en büyük sorun, buna hazırlıksız yakalanmalarıydı. Uzaktan eğitim, bir teknolojik altyapı ve araç sahipliği ile belirli bir düzeyde dijital okuryazarlık gerektiriyor. Mevcut müfredatın ve eğitim tasarımının, uzaktan eğitime hazır hale getirilmesini gerektiriyor. Tüm bunlar planlama demek. Öğretmenlerin ya da eğitim yöneticilerinin bu hazırlığı yapacak vakti olmadı. Öğretmenlerin çok büyük bir çoğunluğu bu süreçte imkanlarını sonuna kadar kullanarak ellerinden gelenin en iyisini yaptılar. Ancak uzaktan eğitim sürecinde tek faktör, öğretmen yeterliliği değil. Çok sayıda öğrencinin uzaktan eğitime erişecek elverişli bir ortamı, teknolojik araç gereçleri yoktu.
COVID-19 pandemisine bağlı karantina ve uzaktan eğitim sürecinin öğretmen ve ebeveynlerde yarattığı etki, öğretmen ve velilerin genel durum ve ihtiyaçlarında hangi konular öne çıkıyor?
Öğretmen ve veliler açısından bu etkiyi ayrı ayrı değerlendirmek gerekiyor. Nitekim araştırmanın tasarım aşamasında da bunu yaptık. Öğretmen ve veliler açısından hem kesişen hem ayrışan noktalar var. Pandemi, öğretmenler açısından daha önce neredeyse hiç yaşanmamış bir tecrübeydi. Bu durum, bir hazırlıksızlık hissine ve kaygıya yol açtı. Fakat bu kaygı, hızlı bir uyumlanma sürecini de beraberinde getirdi. Öğrencilerinin, bu süreci en hasarsız ve öğrenme kaybı olmadan yaşamaları için ellerinden geleni yaptılar. Fakat öğretmenler bu süreçte şunu da hissettiler: kendileri bu öğrenme/öğretme tecrübesinde tek aktör değildi. Etki edemedikleri, ellerinde olmayan birçok dinamik devredeydi.
Bu noktada ebeveynlerden söz edebiliriz. Eğitimde her zaman önemli bir dinamik ve paydaş olan veliler, uzaktan eğitim sürecinde daha da önemli hale geldiler. Raporda bu yüzden onlara “evdeki öğretmenler” dedik. Araştırma süresince çok sayıda veli, kendilerini bu rol ve sorumlulukla tanımladılar. Pandemi koşulları altında ebeveynlerin çocukların zorlayıcı davranışlarını yönetmekte ve öğrenme kayıplarıyla ilgili kaygıyı yönetmekte oldukça zor bir süreç geçirdiklerini söylemek mümkün. Öğretmenlerin uzaktan eğitim sürecine hazırlıksız yakalanışı gibi, evde çocuklar ve aileleri de benzer bir hazırlıksızlık ve kaygı yaşadılar. Bu hazırlıksızlık ve yetersizliği farklı birçok alanda hissettiler. Örneğin araştırmaya katılan her 10 veliden 5’i teknolojiyi kullanırken kendilerini yeterli hissetmediklerini paylaştılar. Buna, çocukların evde olmalarından kaynaklı artan beslenme, uyku, mekan düzenlemeleri eşlik ederken, bir yandan da çocukların öğrenme süreçlerini ve psikolojik olarak da iyi olma hallerini desteklemek eşlik etti.
Eğitim Sistemine Dair Sorunlar ile Uzaktan Eğitimin Dezavantajları Birbirinden Ayrıştırılmalı!
Türkiye’de eğitim sisteminin süregelen sorunları ile pandeminin birleşmesi, nasıl bir tablo ortaya çıkardı?
Bu gerçekten çok önemli bir soru. Bir cevabı da içinde taşıyor. Uzaktan eğitim sürecinde, çeşitli koordinasyon sorunları, teknolojik araç sahipliği ve internet altyapı yetersizlikleri gibi sebeplerle yaşanan sorunların hepsi, uzaktan eğitimin kendisine yöneldi. Bunun dışında eğitim sisteminin kendi iç sorunları, öğretmenin mesleki yeterlilik ve tercihleriyle ilişkilendirilebilecek faktörler, yıllık eğitim müfredatının uygunluğu, pandemi gibi olağanüstü koşullara uyarlanabilme ve dönüşebilme kapasitesi gibi problemler, uzaktan eğitimle ilişkili ve uzaktan eğitimden kaynaklı sorunlar olarak görüldü. Bu yolla, bir yöntem olarak uzaktan eğitim, işlevsiz olmakla, verimli olmamakla, yetersizlikle ilişkilendirildi ve yüz yüze eğitimin yerini hiçbir zaman tutamayacağı söylemi yaygınlaştı.
Ancak örneğin uzaktan eğitimin, yüz yüze eğitime göre teknolojiyle çok ilişkili bir yöntem olması, uzaktan eğitime dair bir problem değildir. Bu yüz yüze eğitimin de bu zamana kadar teknolojiyle yeterince angaje olamadığına işaret edebilir. Bu yalnızca çok küçük bir örnek. Önemli olan nokta ise eğitime yönelik çözüm ve strateji üretirken eğitim sistemine dair sorunlar ile uzaktan eğitimin yöntemsel olarak kendi dezavantajlarını birbirinden ayrıştırmak. Sorunların kaynağı, doğru adreslenmezse, onlarla mücadele de edilemez.
Sizin için bu raporda ulaştığınız bulgulardan en dikkat çekici ve beklenmeyeni hangisi oldu?
Türkiye’nin her yerinden, her branştan, her tecrübeden binlerce öğretmenle çalışan bir vakıf olarak, araştırmanın sonuçlarının bizi çok şaşırttığını söylemek doğru olmaz. Her gün duyduğumuz, bildiğimiz, pratik ettiğimiz bilgilerin verilerle doğrulanması gibi oldu. Ancak en dikkat çeken bulgu, pandemi gibi bir sürecin altında dahi olsa evde kalmaktan rahatsız olmayan -hatta memnun olan diyebiliriz- öğretmen ve velilerin varlığı oldu. Hatta bu yalnızca öğretmen ve veliler için değil, farklı birçok toplumsal kesim için geçerli. Bunu dünyada yapılan başka araştırmalardan da biliyoruz. Örneğin, İngiltere’de pandemi başladığında mutluluk gibi pozitif duygularda düşüş yaşanırken, karantina süreciyle bu pozitif duyguların eskisinden daha da yüksek seviyelere geldiği; bunun yanında kaygı ve anksiyete seviyelerinde düşüş yaşandığı ortaya çıktı.
Benzer sonuçlarla karşılaşıp bunun nedenini açık uçlu sorularla derinleştirdiğimizde, cevabın pandemide ve yeni normalde değil, eski normalin kendisinde olduğunu fark ettik. Farklı kesimlerden birçok insan eski “yoğun koşturmalı”, trafik, gürültü, kalabalık ve bir yerlere yetişme telaşı içeren eski düzenlerinden sonra evde kalarak kendilerini iyi hissettiler. Elbette bu his geçici ya da bir savunma yöntemi olabilir. Daha fazla soruşturmayı ve takip etmeyi gerektiriyor bu konu da.
Bu araştırma aynı zamanda ülke nüfusunun büyük kısmının öğrenci velisi olduğu göz önünde alındığında, ebeveyn kimliğine sahip olan milyonlar nezdinde, toplumun genel ruh hali ve ihtiyaçlarını da ortaya koyuyor olabilir mi?
Genelleme ve basitleştirilmiş varsayımlardan uzak durarak, şöyle bir hesaplama yapabiliriz. Araştırma kapsamında Türkiye’nin tüm istatistiki bölgelerinden toplam 3 bin 757 öğretmen ve ebeveyne ulaştık. Araştırmanın en büyük çıktılarından biri, pandemi sebebiyle ortaya çıkan belirsizliğin en çok eğitim alanını etkilediği oldu. Türkiye’de k12 seviyesinde yaklaşık 17 Milyon 750 bin öğrenci ve 1 milyonun üzerinde öğretmen var. Dolayısıyla belirsizlikten en çok etkilenen meslek grubu da öğretmenler oldu. Bu hesapla en az 35 milyon veli/ebeveyn olduğunu düşünebiliriz. Türkiye toplam nüfusunun yaklaşık 54 milyonu doğrudan eğitim dolayımıyla etkileniyor bu süreçte. Dolayısıyla evet, toplumun genel ruh hali ve ihtiyaçlarına dair çıkarımlar da yapmak mümkün.
Bu rapora başladığınız tarihten bugün gelinen aşamaya, rapora dahil konular açısından bir değişim oldu mu?
Belirsizlik kısmi olarak ortadan kalkmaya başladı. Çok kısa bir süre önce, hangi grupların okula gidip hangi grupların gitmeyeceğine yönelik açıklamalar geldi. Fakat başta veliler olmak üzere, tüm toplumsal kesimler açısından belirsizlik ve endişe devam ediyor. Rapora başladığımız tarihten bugüne değil ama zaten her bir gün, öğretmenlerin çok büyük bir kısmı, mesleki açıdan daha iyisini yapabilmek için var gücüyle çalışıyorlar. Dijital okuryazarlıkları, uzaktan eğitim tasarımları konusunda kendilerini ve meslektaşlarını güçlendirecek eğitimler alıyorlar, veriyorlar.
Öğretmenlerin bu çabasını destekleyen birçok kurumsal ve bireysel girişim ve proje de var elbette. Başta Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere, birçok kamu kurumu, STK ve özel girişim, öğretmenlerin bu gelişimlerini destekleyecek projeler geliştirdiler. Öğretmen Akademisi Vakfı olarak biz de pandemi sürecinin başından beri öğretmenlere webinarlar ve çevrimiçi eğitimler aracılığıyla eşlik ediyoruz. Şimdi de Çevrimiçi Eğitimde Etkileşimli Ders Tasarımı isimli yepyeni bir eğitim programı ile öğretmenleri destekleyeceğiz.
Öğretmenler, veliler ve öğrencilerden topladığımız verilerin tamamına yakınının belki de ortaklaştığı en önemli çıktı, sözünü ettiğimiz bu bağın uzaktan eğitimle birlikte son derece kırılganlaştığı, zayıfladığı ve iletişim kurmanın çok zor hale gelmiş olduğudur. Bu gibi meseleleri taşıyabilmesi niyetiyle “uzaktan öğretmenler” gibi bir tanımlamaya gittik.
Öğretmen ve Öğrenci Arasındaki Bağın Uzaktan Eğitimle Kırılganlaşması…
Yeni normalde “Uzaktan Öğretmenler” diye tanımladığınız homojen bir grup var mı? Öğretmenler de kendi içlerinde ayrışıyor mu?
Türkiye’de okul çağındaki çocukların çok büyük bir çoğunluğu, öğretmenlerini kendi ebeveynlerinden daha çok görüyor. Bu, bir öğrencinin öğretmeni ile kurduğu ilişkinin ne kadar önemli olabileceğinin bir sinyalidir. Öğretmenler, öğrencileriyle geçirdikleri bu sürede çok güçlü sosyal ve duygusal bağlar da geliştirirler. Öğretmenler, veliler ve öğrencilerden topladığımız verilerin tamamına yakınının belki de ortaklaştığı en önemli çıktı, sözünü ettiğimiz bu bağın uzaktan eğitimle birlikte son derece kırılganlaştığı, zayıfladığı ve iletişim kurmanın çok zor hale gelmiş olduğudur. Bu gibi meseleleri taşıyabilmesi niyetiyle “uzaktan öğretmenler” gibi bir tanımlamaya gittik.
Hiç şüphesiz pandemiden önce de homojen olmayan öğretmen grubu, bu uzaktan eğitim sürecinde de homojen değildi. Araştırma verilerine bakıldığında bu deneyimin öğretmenler açısından çok farklılaştığını söylemek mümkün. Dijital okuryazarlık, müfredat, öğrencinin teknoloji sahipliği, sağlık, öğrenme/öğretme motivasyonları gibi saiklerle, ya da görevlendirme gibi dışsal sebeplerle uzaktan eğitim sürecini görece iyi ve farklı düzeylerde son derece kötü geçiren öğretmenlerden söz edilebilir.
Bunun dışında iyi ve kötünün ötesinde yılmadan çalışan, pes eden, yorulan öğretmenlerden; meslektaşlarıyla, okul yönetimiyle, öğrencileri ve velileriyle işbirliği yapan öğretmenlerden; kendi teknolojik cihazlarını öğrencileriyle paylaşan öğretmenlerden, bu uzaktan eğitim sürecinde hiç görev al(a)mayan öğretmenlerden, normalin üstünde mesai yapan öğretmenlerden söz edebiliriz.
Pandemide engelli öğretmenler, engelli veliler ve engelli öğrencilerin durumuna dair bu raporda bir bulgu var mı?
Bu süreçte en çok zorluk yaşayan grup da elbette özel eğitim öğretmenleri ve yüz yüze iletişimin kritik öneme sahip olduğu, özel eğitime ihtiyaç duyan öğrenciler oldu. Okullar uzaktan eğitime geçtikten sonra, dil becerileri sınırlı, dikkat eksikliği, hiperaktivitesi bulunan, zihinsel yetersizliği ya da dikkat bozukluğu bulunan öğrenciler için uzaktan eğitim maalesef gerçekleştirilemedi. Bu noktada bütün sorumluluk ailelere kalmış oldu. Ebeveynler bu konuda oldukça çaresiz durumdalar. Bu alan, daha fazla ilgiyi ve ihtiyaca yönelik geliştirilecek stratejileri gerektiriyor. Bu stratejiler içlerinde ilgi, merak, özen içeren sosyal politikaları, hem de teknolojik çözüm önerilerini içinde barındırmalı.
Uzaktan Eğitim Öncesine göre, pandemi sürecinde öğretmene düşen öğrenci sayılarında ciddi bir azalış var mı? Özellikle Anadolu kentlerinde bu sayılarda dramatik bir değişim gözleniyor mu?
Burada dramatik bir değişimden söz etmek mümkün. Öğretmen başına öğrenci sayılarında büyük bir azalma var. Biz aslında araştırmaya başlamadan önce çevremizdeki öğretmenlerden, velilerden ve basından biliyorduk ki, uzaktan eğitimle değişen en büyük şey öğretmenlerin dersine girdiği öğrenci sayıları oldu. EBA TV yoluyla dersi takip eden öğrenciler, okul yönetimleri tarafından görevlendirilmeyen öğretmenler, teknolojik araç sahipliği nedeniyle uzaktan eğitime dahil olamayan öğrenciler, devlet okullarında çalışan resim, müzik, beden eğitimi gibi branş öğretmenleri gibi çok çeşitli nedenlerle öğretmenler uzaktan eğitimde öğrencileri ile rutin iletişimlerini ve etkileşimlerini kaybettiler.
Eğitimde fırsat eşitsizliğini konuşuyoruz ve tabii düşük gelirli ailelerin çocuklarının olanaksızlıkları yanında öğretmenlerin de fırsat eşitsizliğinden söz edilebilir mi? Yani Anadolu kentlerindeki bir öğretmenin pandemide uzaktan eğitim koşulları ile büyükşehirdeki aynı mı?
Uzaktan eğitime erişim konusunda tam bir sayı verilemese de bir eşitsizlik ve sorun yaşandı. Bu sorun, yaygın olarak “köy okulları” olarak anılan okullarda ve bölgelerde daha çok yaşandı. Çok sayıda öğrencinin bilgisayarı, tableti, internet bağlantısı ve hatta yaşadıkları evde bir televizyonu yok. Dolayısıyla elbette Anadolu kentlerindeki öğretmenlerle büyükşehirlerdeki öğretmen ya da öğrencinin koşulları aynı değildi. Burada o Anadolu kentinin Türkiye’nin neresindeki bir Anadolu kenti olduğu, o öğretmen ya da öğrencinin o kentin neresinde yaşadığı gibi dinamikler de söz konusu. Bunun yanında bir büyükşehrin kendi içinde bile bu eşitsizlikler yaşanıyor. Eşitsizliği yalnızca kent ölçeği bağlamında değerlendirmek çok eksik bir yorum olur.
Örgün eğitim ve uzaktan eğitim arasında, öğretmenlerin eğitim faaliyetleri açısından net-kesin bir ayrışma var mı? Nasıl farklar var?
Çok uzun bir tartışma alanı burası. Türkiye’de de henüz internete ve teknolojiye erişim meselesinden tartışma hakkıyla bu noktaya gelemedi. Uzaktan eğitimde öğrenciye erişim, internete erişim gibi algılanıyor. Yıllardır üzerinde çalışılan öğrenci merkezli, sorgulama temelli, kapsayıcı, interaktif vb. ders yapma yöntemleri ve öğretmenlik becerileri yalnızca fiziksel olarak sınıfı yönetmeye ya da yüz yüze eğitime ilişkin beceriler değillerdi.
Yüz yüze eğitimde üzerinde mutabakata varmaya çalıştığımız etik ilkeler, mesleki prensipler ve öğretmenlik becerileri, uzaktan eğitimde ortadan kalkmıyor ya da geçersiz hale gelmiyor. Yüz yüze eğitimde bu becerileri konusunda zaten kendine güvenen öğretmenler, uzaktan eğitimde de eğer ihtiyaçları varsa dijital becerilerini geliştirerek yine iyi ders yapıyorlar. Öğrencinin de buradan kaynaklı bir öğrenme kaybı olmuyor.
Bu anlamda yalnızca öğrenciyle uzaktan eğitim, doğru kullanıldığında öğrencilerin otonom öğrenme becerilerini de geliştiren, zamandan tasarruf, kapsayıcı ve farklılaştırılmış öğretim gibi çok sayıda imkânı içinde barındıran bir yöntem. Yeter ki ihtiyaçları doğru tespit edip, biraz özveriyle üzerine mesai harcanabilsin. Ve tekrar ediyorum ki uzaktan eğitim ve yüz yüze eğitimi birbirinin alternatifi ya da karşıt-ikili diye düşünmeyelim.
“Üretkenlik ve Her Şeye Yetişme Baskısından Uzaklaşmak Gerekiyor”
Velilerin pandemi döneminde “Evdeki Öğretmen” olmaktan pek memnun kalmadığı ve süreci yönetmekte zorlandıklarına dair paylaşımlar görüyoruz. Velilerin pandemide eğitmen-öğretmen rolüne daha kolay adapte olmaları için ne yapılabilir? Sizin raporda öne çıkardığınız öneriler neler?
Elbette çok sayıda veli, son derece haklı olarak bu süreçte çok zorlandılar. Ancak unutmamak gerekiyor ki bir anne-baba, yalnızca bir anne-baba değil. Ebeveynlik rolleri çoğu kez, diğer tüm kimlikleri ele geçiren ve yok eden, toplumsal olarak salt bir yük gibi sorumluluk bindiren birer kimlik olarak yaşanıyor.
- Bu noktada her şeye yetişemeyeceğimizi, başarısız da olabileceğimizi, tüm duygularımızı birlikte kabul etmek gerekiyor. Hissettirilen bu üretkenlik ve her şeyi yetişme baskısından mümkün olduğunca uzaklaşmak gerekiyor.
- Bunun yanında araştırmada sıklıkla talep edilen bir diğer şey de veli eğitimleri. Bu eğitimler en çok dijital okuryazarlık becerileri ve çocukların zorlayıcı davranışlarıyla başa çıkabilme becerileri konularında talep ediliyorlar. Bu sebeple AÇEV gibi kurumların anne-baba destek eğitimleri çok önemli.
- Diğer bir öneri ise, ebeveynlerin çocukların yaşayabileceği öğrenme kayıplarına yönelik. Velilerin çok büyük bir çoğunluğu çocuğunun bu dönemde çok “geri kaldığını” düşünüyor. Öğrencilerin eğitim kaybına yönelik bu kaygı, öğrencilerin stres düzeyini artırarak eğitim kaybına daha çok katkıda bulunuyor. Bu kaygıdan uzak durmak, öğrencilerde de stres yaratmayıp, uyumlanma sürecini hızlandıracaktır.
Pandemi sonrası süreç için hibrid modeller ve uzaktan eğitim ile örgün eğitimin bir arada sürdürülmesi mümkün olabilir mi? Türkiye’de bu sistemin oluşmasına ilişkin yapısal koşullar uygun mu?
Bu yönteme nüanslarıyla beraber Hibrit, Karma, Harmanlanmış ya da Tersyüz Eğitim diyebiliriz. Elbette ki sürdürülmesi mümkün ve hatta gerekli de. Bu eğitim modeli pandemiden kaynaklanan geçici bir zorunluluk olarak ortaya çıkmadı. Yıllardır Türkiye’de de dünyada da birçok kurum tarafından kullanılan bir yöntem.
Uygulanmasına gelince, yapısal koşullar açısından az önce uzaktan eğitim için saydığım her şey geçerli. Yaygın, eşit bir internet bağlantısı, dijital araç sahipliği, çevrim dışı indirilebilir kaynaklar, öğretmen, öğrenci ve velilerin dijital okuryazarlık yeterlikleri, uzaktan eğitim tasarımı konusunda becerilerin geliştirilmesi gibi aksiyon adımlarına ihtiyaç var. Bu yapısal koşulların yanında sürecin şeffaf yürütülmesi, çocuklara öğretmenler ve velileri tarafından bu eğitim modelinin açıklıkla anlatılması, bilgi verilmesi ve teşvik edilmesi gerekiyor.
Bizi Takip Edin