”Yediğimiz Her Lokmada Mevsimlik Tarım İşçilerin Ahı Olabilir”
Gıda özgürlüğü; tohuma, toprağa nasıl müdahale edildiğine olduğu kadar tohumdan hasada gıdamızın hangi etik olmayan ilişkilerden geçtiğini de odak noktasına oturtur.
Kötülük bizdense ben bizden değilim.
– Rachel Corrie
Yıllardır gittiğim yerlerde ilgi alanım gereği, mevsimlik tarım işçilerin durumuyla ilgilenmeye çalışırım. Konunun özellikle neo-liberal tarım politikaları kapsamında ele almak gerektiğine inanıyorum. Türkiye’de 1980 sonrası geliştirilen tarım politikaları sonucu, üretim aile tarımından uzaklaşarak büyük endüstriyel tarıma dönüştürülmeye başlandı. Gerek kır ve kent arası planlı olarak açılan uçurum gerekse tarımdaki endüstrileşme sonucu mevsimlik işçilere olan ihtiyaç daha da arttı.
Birleşmiş Milletler Mülteci Kuruluşu UNCHR 2014 raporuna göre, Türkiye’deki mevsimlik tarım işçilerinin % 80’i çadırlarda ve diğer geçici konutlarda kalıyor. Yine yüzde % 56’sı elektrik, % 62’si musluk suyuna, sıhhi tuvalet ve banyo koşullarına sahip değil.
Mevsimlik tarım işçilerinin durumu birçok açıdan içler acısı… Yaşam ve çalışma koşulları, sosyal güvencesizlikleri, ailelerinden kopup gelip aylarca sabah erken saatlerden akşam karanlığına kadar çalıştırılmaları, sağlık sorunları ve ırkçılık karşı karşıya kaldığı sorunlardan bazıları. Bu saydığımız sorunlardan büyük bir kısmı yerel yönetimler ve merkezi hükümetin sorumluluğudur. Peki biz sıradan yurttaşlar olarak mevsimlik işçilere hakim politikalardan etkilenerek nasıl davranıyoruz? Geçtiğimiz haftalarda Sakarya’da Mardinli Kürt tarım işçilerine yapılan ırkçı saldırı; bu konunun yalnızca yaşam koşulları ve sosyal haklar açısından değil ırkçılık açısından da ciddi olarak masaya yatırılması gerektiğini ortaya koydu.
Küresel Ağlar ve Küresel Irgatlık
Mevsimlik tarım işçilerinin durumu yalnızca Türkiye’de değil, küresel anlamda bir sorun niteliğinde. Hatta organik endüstrisinde dahi etik olmayan muameleler söz konusu olabiliyor. ABD’de yaşarken Kaliforniya’da orta boy sayılabilecek organik bir çiftliği ziyaret etmiştim. Meksikalı mevsimlik işçilerinin yaşam koşullarını yakından gördüğümde şaşkınlık içinde kalmıştım. Rutubetli, sıvaları düşmüş yıkık dökük bir bina içindeki yaşam standartları bir gecekondudan daha aşağı idi. Oysa aynı firmaya ait olan ön caddedeki mağazalar, gayet estetik ve zevkli görünüyordu. Hatta organik olması itibariyle iç rahatlığıyla etik bir üretim zincirinden gıda aldığınızı düşünebilirsiniz.
ABD’de Meksikalı iseniz potansiyel olarak aşağılanma ön yargısı taşırsınız. Bu nedenle olacak ki çiftliğin yürütülmesinden sorunlu Meksikalı çalışanlar yetiştirdikleri tropik meyveler hakkında almak istediğim bilgilere hep çok sınırlı yanıtlar vermeyi tercih ettiler. Muhabbet ortamına izin vermeyecekleri baştan belliydi. Buna ek olarak bir başka örnek de ABD’nin kuzey batısından. Seattle Belingham yakınlarında dünyanın her yerine lale çiçeği gönderen, geniş çiçekçilik çiftliklerin olduğu bölgede her yıl yapılan lale festivaline gitmiştim. Etkinlik, çevredeki turistik yerlere para kazandırmaya yönelik olsa da lale çiftliklerini ziyaret edip ürünleri tarlada görebiliyorsunuz. Uçsuz bucaksız çiftliklerde çoğu Zapatistalar gibi gözünü yüzünü kapatmış robot gibi çalışan kadın işçiler vardı. Muhtemelen onlar da Meksikalıydı. Değil ziyaretçilerle konuşmaları, ziyaretçilere bakmaları dahi yasaklamıştı sanki… Her saniyeleri gözetleniyor ve denetleniyordu.
Bir başka örnek de Türkiye’den. 2015 yılında Eskişehir’de bir grup arkadaş şeker pancarı çiftliklerinde çalışan Kürt işçilerin kampını ziyaret etmiştik. Bulundukları bölgedeki sivrisinek yoğunluğu ve yaşam şartları gerçekten çok ağır durumdaydı. Çadırlarının çevresine yaptıkları küçük derli toplu sempatik sebze bahçeleri ve yemek ve yemek pişirmek için yaptıkları basit ocaklar ilgimi çekmişti. Ancak kadınların durumunu görünce ister istemez sınırlı süremi onlarla muhabbete ayırdım. Aynı aileden kadınlı erkekli 10-15 kişi küçücük bir çadırda kalıyorlardı. Kadınlardan ‘ben 3. kumayım diyen de vardı, altı yıldır geliyorum tarlada kullanılan böcek ve yabani ot öldürücüler nedeniyle bir dizi sağlık sorunlarım oluştu ama burada doktora gitmemiz bile mümkün değil, sabahın beşinde tarlaya gidiyoruz ve akşam karanlığında dönüyoruz, paramızı zamanında alamıyoruz, erkeklerden daha çok çalışıyoruz ama daha düşük ücret alıyoruz’ diyenler de vardı.
Kadınların doğurganlıkları nedeniyle tarım zehirlerinin zararlarını daha fazla vücutlarında taşıdığı bir gerçek. Bunun yanında TÜİK verilerine göre 2020 itibariyle mevsimlik kadın işçilerin günlük ücreti 41 TL olurken, erkek işçi ücretleri 54 TL’dir.
Ne Yapılabilir?
Korona dönemi gibi yaşamsal ve hassas bir dönemde dahi gıdamızın %70’ini mevsimlik işçiler üretiyorsa, tüketiciler olarak olup bitenden biz de sorumluyuz. Elbette sağlık, yaşam koşullarının iyileştirilmesi ve sendikalı olma ve sosyal haklarının tanınması için yerel yönetimlere ve merkezi hükümetlere görev düşüyor. Ancak Sakarya’da yaşanan ırkçılık durumu ne ilk ne de son olacak bu gidişle… Peki biz hakim kültürün parçası olanlar içimizdeki gizli ırkçılıkla ve ön yargılarımızla yeterince yüzleşiyor muyuz? Ön yargılarımız yerine konuyu toplumsal olarak ele alıp, yeterince empati geliştirebiliyor muyuz? ‘Ben ırkçı değilim’ demekle iş bitmiyor ki; hakim kültürün parçasıysanız rehavet içindesiniz demektir. Farkında olmadan dahi hatalar yapabilirsiniz. Başkasını kolayca ötekileştirmeniz öğretilmiştir size… Dolayısıyla genellemelerimize, şakalarımız ve dilimize (daha bir dizi alanımıza) bir bakalım. Belki kendimizi zaman zaman yakalama ve düzeltme şansı verebiliriz.
Tabii en güzel çözüm yöneticilerden milyonlarca insanın mevsimlere göre bir yerden ötekine akması yerine yerelde çözüm bulmalarını istemeliyiz. Örneğin, agroekoloji yöntemleriyle yerelde bir araya gelerek üretim kooperatifleri kurulabilir. Tüketiciler toplum destekli tarım modeliyle üreticiden direk alarak hem üreticisini tanıyacak hem de aracılar yerine üreticisini destekleyecektir. Böylece süpermarketlerden daha ucuza sağlıklı ürün temin edilme şansı da olabilir.
Her gün biraz daha robotlara teslim edilen endüstriyel tarımda her ne kadar işsizlik artacak olsa da bizim gibi ülkelerde canlı insan emeği robot emeğinden daha düşük kalabilir. Dolayısıyla konuya gıda özgürlüğü ve gıdanın demokratikleştirilmesi çerçevesinde görmeye çalışmalıyız. Gıda özgürlüğü; tohuma, toprağa nasıl müdahale edildiğine olduğu kadar tohumdan hasada gıdamızın hangi etik olmayan ilişkilerden geçtiğini de odak noktasına oturtur. Üretim ilişkileri dediğimiz ilişkiler yukarıda gıdada ırkçılık vb. konuları ele aldığımız gibi hayatı yeniden üretirken, neler dokuduğumuza bağlıdır.
Gıda Zincirinin Halkaları Adaletli Olmalı
10 yıldan fazla gıda özgürlüğüne kafa yoran biri olarak gıda zincirinin her halkasında olan haksız ve adaletsizlikleri görüp çözümler üretmenin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Mevsimlik tarım işçiler sorununa, gıda özgürlüğü başka bir deyişle gıda ağlarının demokratikleştirilmesi kapsamında bakmalıyız. Yediğimiz gıdada birçok canlının ahı olabilir. Kentlerde gıdanın üçte birinin çöpe gittiği dikkate alınırsa, kapitalist tarım politikalarının başkaları açken ‘gıda fiyatları düşmesin’ diye çöpe attığı gıdalar da o ahh…lar içindedir.
Mazlumun yanında olmak etik bir duruş ve yurttaş olma sorumluluğumuz ise, hakim kültürün parçası olarak içimizdeki ve dışımızdaki gizli ve açık ırkçılığa bakışımız esas noktalardan birini oluşturuyor. Yollarımızı, köprülerimizi, evlerimizi yapan, gıdamızı yetiştirip masamıza ulaşmasını sağlayan Kürtler, Suriyeliler ya da başkalarına nasıl öteki diye bakabiliriz?
ABD’li Rachel Corrie’nin Filistin’de kepçe önüne çıkıp söylediği gibi gerekirse ırkçılıkta ısrar edenleri ‘ben onlardan değilim’ diye deşifre etmek gerekmez mi?
Bizi Takip Edin