Pandemide Halk Sağlığı: Tek Gündemimiz COVID-19 Olamaz!
Türkiye’de 3-9 Eylül günleri Halk Sağlığı Haftası olarak kutlanıyor. Bu yıl COVID-19 salgını ve son günlerde artan vaka sayıları nedeniyle halk sağlığı konusu, her birimizin gündeminin baş sırasında. Alınan tedbirlerin yetersizliğine ilişkin tartışmalar bir yana, mevcut önlemlere toplumun riayet etmesine ilişkin olarak Adalet Bakanlığı “Karantina tedbirlerine uymamak ve salgınla mücadeleye engel olmak suçtur.” hatırlatmasında bulunmak durumunda kaldı. Peki Türkiye’de pandemide halk sağlığı ne durumda? Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Türkan Günay, tüm toplum kesimlerinin dahil edilerek ve insan odaklı bir yaklaşımla pandemiyle mücadele edilmesi gerektiğini vurguluyor ve halk sağlığının korunmasında ‘tek gündemimiz COVID-19 olamaz’ diyerek ihmal edilen diğer sağlık sorunlarına dikkat çekiyor.
Halk sağlığı haftasının amacı halk sağlığının ve koruyucu sağlık hizmetlerinin önemini vurgulamak ve konuya ilişkin çalışmaları daha görünür kılmak. Şüphesiz kamu otoritesinin aldığı tedbirlere toplumun uyması ve spesifik olarak halk sağlığı konusunda yetki sahibi olan kurum Sağlık Bakanlığı’na bağlı olan Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü. COVID-19 yetkilendirilmiş tanı laboratuvarları listesi, yurt dışına çıkışlarda gideceği ülke tarafından PCR testi istenen vatandaşlarımıza yapılacak test işlemleri gibi başlıkların yanı sıra bünyesinde göç sağlığı daire başkanlığı gibi birimleri de barındırıyor.
Türkiye’de halk sağlığına ilişkin tüm bilgiler Sağlık Bakanlığı tarafından tek bir web sayfasında toplanıyor. COVID-19, aşırı sıcaklarda alınması gereken önlemler, KETEM adresleri, hangi tarama bana uygun, E-Nabız gibi pek çok başlık yer alıyor.
Pandemi nedeniyle halk sağlığı konusunda ana gündem yeni koronavirüs hastalığı olduğundan, Sağlık Bakanlığı COVID-19 ile ilgili tüm bilgileri kapsayan COVID-19 Bilgilendirme sayfası açtı. Bakanlık, “sağlıkla ilgili bilgiye ulaşma, bu bilgiyi anlama ve kullanma açısından sağlık okuryazarlığının da okuryazarlık kadar önem taşıdığına” dikkat çekiyor.
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, halk sağlığının korunması için pandeminin başından bu yana kamuoyu önüne en çok çıkan ve sosyal medya hesaplarını en aktif kullanan siyasetçi. Açıklama ve paylaşımlarında, “Ağır hasta sayısı ise halen yükselmeye devam ediyor. Birlikte tedbirlere uyarsak sonunda yenilen virüs olacak. Dönem mücadelede ve tedbirde güç birliği dönemidir. Birlik olalım.” vurgusu öne çıkan Sağlık Bakanı Koca, halk sağlığının korunması amacıyla yakın zamanda kurulan Toplum Bilimleri Kurulu önerisi ve salgın yönetiminin doğru iletişimi konularına dikkat çekiyor.
Halk Sağlığında Bulaşıcı Hastalıkların Önemi
Pandemi süresince her hafta düzenli olarak COVID-19 Haber Postası hazırlayan Halk Sağlığı Uzmanları Derneği’nin (HASUDER) önceki başkanı Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Türkan Günay ile konuştuk.
Halka Sağlığı Haftası’nı bu yıl pandemi koşullarında kutluyoruz; halk sağlığı açısından nasıl bir değerlendirme yaparsınız? Önceliğimiz COVID-19 tabii ama göz ardı ettiğimiz ve halk sağlığını ilgilendiren başka hususlar var mı?
Aslında halk sağlığı ve toplumsal sağlığının pek çok boyutu var. Şu an salgın hastalıklar öne çıktı. Pandemi sayesinde en önemli konunun sağlık okuryazarlığı olduğunu gördük. Dünya Sağlık Örgütü, yıllardır sağlık okuryazarlığının önemini vurguluyordu. Bu dönemde, Bulaşıcı hastalıkları toplum nasıl uyguluyor bunu gördük. Bu dönemde aslında tüm sağlık sorunları devem etti. Sağlık sisteminde çocuk sağlığı konusunda zaten önemli sorunlarımız vardı. Pandemide bu sorunları unuttuk. Okula gidemeyen çocuklar, çocuk yaş evliliği, kadın sağlığı, doğum kontrol yöntemlerinin ulaştırılması, istenmeyen gebeliklerin sonlandırması gibi konular ne durumda? Tüm bu konuları bunu bilmiyoruz. Dünyada da Türkiye’de de bilmiyoruz.
Neden bilmiyoruz?
Çünkü tutulan veriler şu an, COVİD’e odaklı ancak COVİD-19 ilgili veriler de şeffaf, günlük ve doğru değil. Bu da toplumsal davranışı etkiliyor. Yani siz olayın ciddiyetini tam olarak topluma algılatamadığınızda, pandemiyi risk olarak algılamıyor. Öyle olunca da düğününü yapıyor; maske takmıyor. Ama topumun ve bireylerin sorunun ciddiyetini bilmesi lazım. Bizim verilerin şeffaf olmadığı ve doğru olmadığı konusunda kaygılarımız var.
Neden şeffaf değil?
Pandeminin başında pek çok ülke şeffaflığı seçti. Mesela baştan itibaren Güney Kore, sisteminin olanakları ile şeffaf olmayı seçti. Türkiye ise başından itibaren bölge, il ve yaş dağılımı verilerine sahipti ama bilgiler-veriler toplumla paylaşılmadı; panik yaratmak istenmedi ama doğru şekilde paylaşılabilirdi. Türkiye’de başından beri, sonuçları COVID-19 pozitif olan COVID sayılıyor. Oysa PCR negatif olan ama akciğer tomografisinde korona tanısı olan korona hastalarını, resmi verilerde göremiyoruz.
Şeffaflık neden önemli?
Çünkü şeffaflığın olmaması, toplumdan beklediğimiz risk algısı ve toplumun davranışlarını değiştirmesini engelleyen bir şey. Bu nedenle, şeffaflık göstermek gerekiyor. Türkiye’de verilerin düşük olması çok başarılı olduğumuzu göstermez. Bunu toplum da görüyor. Bizi yönetenlerin tüm verileri şeffaf olarak paylaşması lazım. Biz, sağlık sisteminin her aşamasında insan merkezli bir yaklaşımın olmasını öneriyoruz.
Pandemi sürecinde, biz kadınların evlerde neler yaşadığını tam olarak bilmiyoruz. Kadına yönelik şiddet arttı, bunu biliyoruz ama veri yok çünkü kadınlar kendilerini koruyucu mekanizmalara ulaşamıyor. Ayrıca kadın doğum, gebelikler izleniyor mu? Gebelik sonlandırma nasıl oluyor? Doğumlar nasıl? Pandemi sürecinde bulaşıcı olmayan hastalıkları takip etmiyoruz; kanser, hipertansiyon ne durumda? Şu an cinsel yönden bulaşan hastalıklara ne oldu? Tedaviye ulaşılabiliyor mu? Özel gruplar ne durumda? Bunları da tam olarak bilmiyoruz.
Biz sağlıkta tüm kaynakları bulaşıcı hastalıklara kaynak aktardık. Ama pandemi öncesi de var olan tüm diğer sorunların hepsine kaynak aktarılmalı. Yaşadığımız olağandışı bir durum ama pandemiyi bir afet gibi düşünebiliriz.
Tüm devletler bu tür durumlara hazırlıklı olmalı. Devletlerin olağandışı durumlarda sağlık hizmetlerinin nasıl yürütüleceği konusunda hazırlık planları içinde, kadın ve çocuk sağlığı planları olmalı. COVID-19 öncesinde, zaten var olan sorunlar, dünyada da Türkiye’de de karşılanmayan sağlık hizmetleri var. Şimdi var olan durumda eksiklerimiz varken, sadece COVID-19’a yoğunlaşıp, bunlara kaynak ayrılması karşımıza ileride çok büyük problemler çıkaracak. Sadece bizde değil tüm ülkelerde böyle…
Gebelikten korunmak istediği halde korunmayan Türkiye’de kişi oranı yani doğum kontrol kullanmayan % 12 ancak bunların bilgisine ulaşılamıyor şu anda. Bu bilgiye ulaşılamaması ve buna ilişkin hizmetlerin verilememesi nedeniyle, pandemide istenmeyen gebelikler artacak. İstenmeyen gebeliklere yönelik hizmetleri veremeyince kadın sağlığı konusunda anne ölümleri ve bebek ölümleri artacak. Yani şu andan bunları göremesek de süreç içinde bunları göreceğiz. Benzer durumları tüm ülkelerde görüyoruz. Mesela pandemide ABD’de kürtaj hizmeti sınırlandı, kaynak yok dedi. Bu da istenmeyen gebelikler nedeniyle kişilerin diğer eyaletlere gitmesine neden oldu, bu da bulaş riskini artırdı.
Yani aslında hayat devam ediyor ve özellikle kadın sağlığı hizmetleri ertelenemez hizmetler. Pandemide de doğum kontrol, kürtaj hizmetleri, yeni doğan hizmetleri sürmek zorunda. Tüm bu sağlık sorunları ile birlikte bulaşıcı hastalıklara mücadele etmemiz gerekiyor. Sadece COVID-19’a kaynak aktarılmasının yaratacağı sorunların göz ardı edilmemesi lazım.
Bunu devletler göz ardı ediyorlar ama bireyler de şunu bilmeliler ki tüm sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkına sahipler; bu haklar bireylere verilmiş haklar.
Pandemiyle Mücadele Her Kesimin Katılımı
HASÜDER olarak, “Toplumun güveni ve katılımı sağlanmadan salgın yönetilemez.” mesajı veriyorsunuz. Toplumun güveni ve katılımı neden önemli?
Pandemiyle mücadelede toplumun katılımı her aşamada önemli. Sağlık okuryazarlığı çok önemli. Ancak biz şu anda bir karar alırken sivil toplumu göremiyoruz. Oysa karar mekanizmalarında toplumdaki tüm paydaşlar olmalı.
Sivil toplum, çalışanlar ya da sendika, toplumla ilgili alınacak kararlarda tüm paydaşlar dahil edilmeli. Kararların alınmasında pandemi kurulları oluşturuldu ama onlar çalışmıyor. İllerde pandemi kurullarında tüm temsilciler olacak ki bu temsilciler temsil ettikleri kişiler sayesinde etkin olabilsinler. Ayrıca pandemi yönetiminde koordinasyon olmalı, pandemi de bir afet gibi yönetilmeli. Bizim eksiğimiz planlı olamamak; pandemiyi deprem gibi düşünseydik daha hazırlıklı olurduk.
Her kurumun sözünü söyleyebilmesi gerekiyor. Koordinasyon olmalı. Pamdemi kurulları yukarından gelen emirleri uyguluyor ama yukarıdan gelen emirle etkili sonuç alınması güç çünkü her şehrin farklı bir dinamiği var. Yereldeki dinamikleri dikkate alınmalı. Örneğin biz il pandemi kurullarında üniversiteler olmalı diyoruz; şu an rektör yardımcısı var, onun yerine halk sağlığı gibi belli uzman kişilerin dahil edilmesi gerekir.
Bir yandan da bu uzun sürecek bir süreç; insan davranışı, sosyal çalışmacı, psikolog gibi kişiler de olmalı. İnsan davranışı çalışanlara göre, risk algısı olmadan davranış değişmez. Şeffaflık olursa, kendisi için de risk olduğunu anlamış olacak. Eksik olan insan davranışı, pandemiyle mücadele sadece sağlıkçılara yüklenmiş olması… Toplumdaki davranışlar yaşam şekillerine nasıl dönüşecek, biraz daha etraflı bakılmalı.
Pandemiyle mücadelede tüm toplum kesimleri dahil edildiğinde, neden önlemlere uyulmadığını, neden maske takılmadığını da öğrenmiş olursunuz. Yukarıdan otorite olarak, tüm kesimleri dahil etmeden söylediğinizde, toplum da bu kadar yapıyor, bu kadar önlemlere uyuyor.
Sağlık Okuryazarlığının Önemi
Başka ülkelere kıyasla, Türkiye’de toplumun güven ve katılımı konusunda ne durumdayız? Bir karşılaştırma yapabilir misiniz?
Tüm ülkeler aynı durumda, DSÖ’nün verilerine göre dünyada sağlık okuryazarlığı genel olarak yüzde 30 civarında. Türkiye de buna yakın. Yani tüm dünya sağlık okuryazarlığı konusunda kötü durumda, Sağlık okuryazarlığı; bilgiyi anlama, bunu kendi pratiğinde kullanabilmek ve değerlendirerek yeni pratikler oluşturmak anlamına geliyor. Örneğin el yıkamanın önemli olduğunu öğrenen birinin, bunu kendi davranışlarına dönüştürmesi; o zaman meyveyi de yıkıyor. Yani kendi uygulamalarını dönüştürmek. Aslında tam şu an bu maske tak, eline yıka demekle biz sağlık okuryazarlığından bahsediyoruz. Bu konuda okuryazarlığı artırmak gerekiyor; bunu sağlık eğitimi ile yapmalıyız. Bilgi bombardımanı arasında doğru bilgiyi yaymak da önemli… Yaparak öğrenme bilginin en kalıcı olanı, bizim eğitim verip- sağlık eğitiminde biraz farklı modellere doğru her şeye tüm kesimleri katarak modeller geliştirmemiz gerekiyor. Şu andaki artan vaka sayılarına dair tablonun açıklayıcılarından biri, sağlık okuryazarlığı konusundaki dünyadaki bu genel eksiklik…
İnsan davranışının, psikolojik faktörlerin davranış üzerindeki etkisinin de hesaba katılması gerekiyor. İnsanlar yorulduğunda da önlemlere uymayı bırakabilir. Gerektiğinde, psikyatrların topluma tekrar anlatması gerekiyor. Özetle, pandemiyle mücadele tek başına yapılacak bir şey değil, pandemiyle mücadeleye tüm paydaşlar dahil edilmeli. Verilecek mesajların iletilmesi için tüm paydaşların bir arada çalışması lazım.
Türkiye’de bizim böyle bir hazırlığımız yoktu hala da yöntem değiştirmeye niyetimiz yok. Tedbirler ve verileri bazen Sağlık bakanlığı bazen İçişleri Bakanlığı açıklıyor; biz de söylenenleri yapıyoruz ya da yapmıyoruz. Yönetilenlerin, yönetenlerin şeffaflık ve iş birliğine açık olduğunu görmesi gerekiyor. Daha uzun bir yolumuz var, herkesi katmak gerekiyor.
“Otorite İzin Veriyorsa Toplum da Gevşek Davranır”
Önlem alma sorumluluğu öncelikli olarak kamu otoritesinde mi? Türkiye’de yeterince önlem alındığını düşünür müsünüz? Daha ağır yaptırımlar mı uygulanmalı? Kamu otoritesi pandemide sorumluluğunu yerine getiriyor mu? Bu sorumluğu topluma mı yükledi? Sağlık hizmetleri iyi deriz hep? Pandemide ne oldu?
Sağlık hizmetlerinde iyi bir sınav verdik. Fakat sağlık ayağının iyi çalışması ile aşılacak bir sorun değil. Şu an artık sağlık hizmeti vermede yetemiyoruz, çok hasta var. Önlemler alındı ama esas alınması gereken önlemler alınmadı. Bilimsel otoriterler başlangıçta yapılması gerekeni söyledi, bizler de söyledik. Fabrikaların kapatılması doğru idi, 65 yaş doğru idi. Ancak başlangıçta tam bir sokağa çıkma yasağı olmalıydı. İnsanları çalışmaya gönderince, pandemi yayıldı. Bu çok önemli bir hata idi. COVID-19 pek çok yerde iş yeri kaynaklı yayıldı.
Baştan kısıtlamalar sıkı tutmalıydı. Sonra önünü alamadık. Tam önlemi alırken, gevşettik. Bilimsel otoriteler aksini söylerken, önlemler gevşetildi. Çok erken derken bilimsel otoriteler, böyle oldu. Otorite izin veriyorsa, toplum da gevşek davranır. AVM’lerin ekonomik gerekçelerle açılması hata idi. İnsan davranışı kısıtlamanın gerekçeleri iyi anlatılınca, onu da o karara katmak mümkün olur ve davranışı da değişir. Yani burada aslında pandemiyle mücadelede sorumluluk topluma yüklendi. Maske takmıyorsak, biz suçluyuz. Ama bir yandan da fabrikadan hasta gelen, evde de bulaştırıyor. Yurt dışından gelenlere karantina uygulanmadan, yurtlardaki çocukları karantina uygulanmadan evlerine gönderince bulaşma arttı. O kadar çok hata yapıldı ki, bunların hepsi hazırlıklı olmamaktan.
Biz hazırlıklı olmadığımızdan, her gün karar verip sonra sonucunu gördük. Hep hazırlıklı olmamanın getirdiği sonuçlar ve tüm hatalar birbirini zincirledi. Özetle, pandemi planı vardı; işletmedik kağıt üstünde kaldı. Afetlerde olduğu gibi var olan planlara günlük duruma göre uyarlanması gerekir. Bu süreç çok kötü yönetiliyor.
Aslında bireylere yüklenen sorumluluk daha fazla. Oysa sistemin kendi içinde hazırlıklı olması ve bireylere ne yapması gerektiğini, sürece katılımına olanak veren bir yapık olması gerekiyor. Ekonomik kriz de olabilir ama insan hayatını düşünüyorsak, bunları dikkate almalıyız. Bu süreçte kayıplar devam edecek.
Sağlık çalışanlarının durumu da dikkate alındığında, Eylül itibarıyla pandemide Türkiye sizce ne durumda? Bakanlığın açıkladığı verilere dair ne söylersiniz?
COVID-19 nedeniyle kaybettiğimiz hekim arkadaşlarımız daha ne kadar üretimle ülkeye katkı sağlayabileceğini düşünürsek, muazzam bir kayıp… Toplumda kayıp yüzde 1 ise, sağlıkçılarda 10 kayıp oluyor. Biz 10 kat daha fazla ölüyoruz. Çünkü bize başvuran kişi daha şiddetli virüse maruz kalan sağlıkçılar. Bu nedenle, meslek hastalığı olarak kabul edilmesi gerekir çünkü bu mesleği yaptıkları için risk altındalar ve ölüyorlar. Henüz edilmedi.
Bu noktada şunu hatırlatmak gerekiyor; maske virüs yükümüzü azaltıyor, daha az virüs alınca savunma mekanizmasını çalıştırıyor. Maske takılmayınca ve daha çok virüs gelince vücut mücadelede yetemeyebiliyor. Bu nedenle maske çok önemli. Maskeyi doğru düzgün takmak gerekiyor.
Kışla beraber bulaş riski artacak mı?
Kışla beraber hava soğuyunca ev içinde olacağız. Hava kirliği artacak, insan sağlığını pek çok konuda kalp damar kanser gibi riski artacak. Bir başka husus, soba yakılınca iç ortam hava kirliliği, bu da riski artıyor. Bir yandan da kapalı ortam. Diğer husus, kışla beraber solunum yolu hastalıkları artacak. Mutlaka influenza aşısı olmalı.
Yeterince aşı var mı?
Sağlık Bakanı, yeterince aşı olduğunu söyledi. Grip aşısının yanında zatürre aşısını da belli kronik hastaların yaptırması gerekiyor. Risk grubunda olanlar, kalp, şeker, tansiyon gibi sürekli hastalığı olanlar ile ve sağlık personelinin, grip aşısının yanında, zatürre aşısı da yaptırması gerekiyor. Eylül-Ekim sonuna dek, herkes influenza aşısı yaptırmalı…
“Bilgilendirmede ve Kendi Alanlarında STK’lar Daha Aktif Olmalı”
Sizce sivil toplum COVİD-19’da nasıl bir performans sergiledi?
HASUDER olarak biz bir uzmanlık derneğiyiz; tüm uzmanlık dernekleri olarak üstümüze düşenleri yaptık. Bilimsel bilgi akışı hızlı idi ve hep birlikte sürekli bunu işledik, toplumu bilgilendirmek için rapor, grafik yaptık. Pek çok hocamız, TV’lerde topluma bu mesajları aktarmaya çalıştılar. Halk sağlığında, bulaşıcı hastalıklar en önemli başlıklardan biridir. Bizim için salgınla mücadele zaten uzmanlığımızda ana başlık. İşimiz ve görevimizi yaptık. Türk Tabipleri Birliği de pandemide iyi çalıştı.
Ama şurada bir sorun var; ben STK denilince, toplumun içerisindeki kuruluşları anlıyorum, bu kuruluşların sesini çok duyamıyoruz. Bir yandan onlara da hak veriyorum. Ben görememiş de olabilirim, ama sivil toplumun daha aktif olması lazım. Medyada topluma doğru bilgini ulaşması gerektiğini düşünüyorum. Toplumu COVID-19 konusunda bilgilendirmede, sadece sağlık ile ilgili kurumlara ve STK’lara yüklenmemeli. Bizler bilginin üretilmesinde başarılıydık ancak bu bilginin aktarılmasında sivil toplumun öne çıkması lazım. Bu nedenle, STK’lar daha aktif olmalı, sivil toplum devreye girmeli…
Ayrıca sivil toplum kendi alanında geri kalmasın; kendi alanında olanları da takip etsin. Şu anda istenmeyen gebelik doğum kontrol konusunda ne durumdayız? Bunları sivil toplum zorlamalı? Takip etmeli, ne durumdayız? Bunları bilemiyoruz.
Okulların açılması için, bulaş riskinin azalmış olması gerekir o nedenle 21 Eylül’de açılması olası değil gibi.. Okulların açılması için toplumsal dayanışma olması gerekir, çocuk okuldan uzak kalınca, toplum içinde nasıl yaşayacağının öğrenmekten uzak tutuyoruz. Sadece online eğitimle, insan bir birey olarak yetişemez. Kafeleri açık bırakıp okulu kapatınca tabii daha riskli.. Belli koşullarda, belli önlemleri alarak okulların açılması olası olabilir. Burada çalışan kişilerin-annelerin özellikle- sağlık çalışanları başta olmak üzere, bakım hizmetlerini devletin desteklemesi gerekir. Okulların açılmaması, çocuklar için büyük kayıp… Açılması için kendimize çeki düzen vermeliyiz.
“Toplumu Temsil Eden Tüm Yapılarla Birlikte Başaracağız. “
Halk Sağlığı kapsamında, halk sağlığı uzmanı bir hekim olarak haftasına ilişkin topluma nasıl bir mesaj vermek istersiniz?
İki farklı mesaj vermek isterim:
1- Salgınlarda çok basit önlemler bizi başarıya götürür. Çok büyük teknolojik buluşları beklemeyin. Yapmamız gereken belli; hastayı izole edeceğiz; hastanın temasını engelleyeceğiz; maske takacağız; sosyal mesafe vereceğiz ve ellerimiz yıkayacağız. 5 tane kural var.
Hastaları belirlemek, tedavi etmek, izole etmeyi sağlık kurumu yapacak. Biz de bireyler olarak, toplum olarak önlemlerimizi alacağız. Hasta ortada gezmeyecek, maske, mesafe ve el yıkama bireyin kendinin yapacağı şey. Devlet- kamu otoritesi herkesin başında bekleyip nöbet tutamaz.
Devlet asıl olarak ne yapacak? Vakaların arttığı dönemde insanların karşılaşmasını engelleyecek. Gerekirse işyerlerini kapatacak. İnsanı merkeze koyacak. Bunu yaparken gerekçelerini şeffaf şekilde ortaya koyacak. Alacağı kararlara, toplumun her kesimini dahil edecek. Birlikte başaracağız ama toplumu temsil eden tüm yapılarla başaracağız. Toplumu temsil eden herkesi dahil ederek başaracağız. Sadece yukarıdan gelen talimatlara başaramıyoruz.
2-Diğer mesajım ise şu: pandemi öncesi var olan sorunlar, kadına yönelik şiddet, kadın ve çocuk sağlığı, yaşlıların istismarı, kronik hastalıklar gibi, tüm sorunlar yine burada; her şey devam ediyor. Var olan sorunlar göz ardı edilmemesi gerekiyor. Diğer sağlıkla ilgili sorunlar ve bu sorunlara çözüm bulan mekanizmalar pandemide durdu.
Bir an önce bu mekanizmaların aktifleştirilmesi, pandemi öncesi-pandemi sonrası kıyaslaması yapılması ve diğer sorunlara müdahele edilmesi gerekiyor. Herkesin, her kurumun dönüp kendi görevini yapmaya çalışması lazım, Tekrar, pandemi sürecinden ne olduğunu toplumla paylaşması lazım.
Hayat devam ediyor, insan sağlığını etkileyen her şeyi gündeme almamız lazım. Tek gündemiz, Covid-19 olamaz. Kısaca, halk sağlığına insan odaklı yaklaşmalıyız.
Bizi Takip Edin