Salgına Dirençli Kentler için 10 Yaşamsal Gündem
Ankara Kent Konseyi, salgına dirençli yerleşim alanlarının niteliklerine Başkent yerel yöneticilerinin ve paydaşlarının dikkatini çekmek amacıyla yaşamsal önem taşıyan gündem maddelerini bir araya getirdi.
Tüm dünyayı saran COVID-19 pandemisi, farklı ölçeklerdeki yerleşimler ve yönetsel yapılar arasındaki ilişkileri yeniden tanımlıyor. Yakın gelecekte, salgınla ilgili deneysel nitelikteki bilimsel araştırma ve önlemler bu ilişkilerle birlikte kentlerdeki yaşamın yeniden tanımlanmasına, kentlerin planlanmasına, yönetilmesine ve düzenlenmesine ilişkin anlayışların gözden geçirilmesini gerektirecek.
Çünkü kentlerin birer büyüme makinesi gibi algılandığı, yerel hizmetlerin de artan inşaat ve büyük projelere göre şekillendiği alışılageldik kent ve yerel yönetim yapılarının nicelik ve büyüklük odaklı yaklaşımlarının salgın karşısında etkisiz kaldığı görülmekte. Etkili bir aşı ve ilaç bulunsa bile, çevresel ve insan faaliyeti kaynaklı halk sağlığı sorunlarının bundan sonra en önemli gündem maddemiz olacağının farkındayız. Artık, kentlerde sağlıklı bir yaşam için kendi bünyesinin gücüyle salgınlara karşı dirençli, yaşanabilirlik temelinde yeniden ele alınmış kentler ve yerleşim alanları oluşturmak zorundayız. Kentlerimizin ortak aklı ve kentleşme sürecine ilişkin anlayışımızı bu gerçekler doğrultusunda yeniden ele almalıyız.
Ankara Kent Konseyi, salgına dirençli yerleşim alanlarının niteliklerine Başkent Ankara’nın yerel yöneticilerinin ve paydaşlarının dikkatini çekmek amacıyla yaşamsal önem taşıyan gündem maddelerini bir araya getirdi. Bunun için halen dünyada ve Türkiye’de bu konuda yapılan bilimsel çalışmalardan ve tartışmalardan yararlanıldı. Kentin ortak aklını meydana getiren tüm paydaşların kendi içlerinde ve bir arada bu gündem maddelerini ele almalarının, geliştirmelerinin, uyguladıkları yenilikçi ve yaratıcı uygulamaları paylaşmalarının bundan sonraki salgın sürecine hazırlıklı olmak ve daha sağlıklı kentler oluşturabilmek için önemli olduğu düşünülüyor.
1. “Geleceği Planlarken Vizyoner ve Hızlı, Yönetimde katılımcı ve kapsayıcı olmak”:
Kentlerin kalkınma, mekânsal yapı ve yatırım planlamaları bugüne kadar sağlık ve dirençlilik çok fazla dikkate alınmadan gerçekleştirildi. Her yerleşim, salgına dirençli kentsel yapının ortaya çıkmasına uygun bir planlama yaklaşım ve modelini tartışmaya açmalıdır. Birbirinden ve gerçek ihtiyaçlardan kopuk bir planlama tarzı yerine, üzerinde uzlaşılmış çerçeve yaklaşımlara dayalı, kentin tarihsel, doğal ve kültürel değerlerine gerekli hassasiyeti gösterirken hızlı gerçekleştirilen yeni bir planlama anlayışı ile planlamanın gündem olmasına ihtiyacımız var. Bunun için de kimsenin dışarıda kalmadığı, kentin uzmanlık bilgisine sahip ve örgütlü tüm paydaşlarının kapsayıcı bir anlayışla sürece dâhil edildiği bir yönetim anlayışında ortaklaşmalıyız. Kutuplaşma, ötekileştirme, ayrımcılık olmayan bir süreç yönetimi salgına dirençli kentlerin temelini oluşturacaktır.
2. “Hizmette Yenilikçi ve Yaratıcı, Uygulamada Şeffaf ve Hesap Verilebilir olmak”:
Salgın öncesi dönemde, kentlerin gelişim sürecinde geldikleri aşama itibariyle alışılageldik hizmet tanımlarının ve hizmet sunum biçimlerinin çevresel açıdan sürdürülebilirliği ve halkın gerçek ihtiyaçlarına yanıt verip veremediği önemli bir tartışma konusuydu. Genişleyen yetki sınırları, etkin olmayan, verimsiz ve kaynakların sürdürülebilir kullanımına dayanmayan ulaşım, altyapı, konut, kentsel dönüşüm, kamusal alan kullanımı, halk sağlığı, peyzaj düzenlemesi ve pek çok diğer alandaki uygulamaların sorunları görülmekteydi. Salgınla birlikte bu sorunlar akut kentsel krizlerin ortaya çıkmasına sebep oldu. Bu sebeple, yerel yönetimlerin sundukları tüm hizmetlerin yeniden analiz edilmesi, değişen koşullara uygun yeni hizmet tasarımlarının yapılması gerekmektedir. Yenilikçi ve yaratıcı yaklaşımların hizmetlerin geliştirilmesi ve yeniden tanımlanması için kentlerdeki tüm paydaşlarla birlikte uygulanmaya konması gerekiyor. Uygulamada hizmet sunumuna ilişkin açık veri politikasıyla şeffaf ve hesap verilebilir bir anlayışın uygulamaya konması hizmetlerin yeniden tanımlanmasında sivil toplum ve özel sektörün de katkısının alınmasını sağlayacaktır.
3. “Kurumsal Kapasite Sahibi, Bilimsel Bilgi Üretimine Açık” olmak:
Salgın döneminde ortaya çıkan ihtiyaçlar, yerel yönetimlerde daha önce öne çıkmamış bazı kurumsal niteliklerin önemini göstermiştir. Zor zamanlarda doğru kararlar alabilen, eldeki kaynakları daha etkin ve verimli kullanabilen, farklı toplum kesimlerini bir araya getirerek ortak akıl oluşturulmasını kolaylaştırabilen, alışılageldik hizmet alanları dışında yeni yaklaşımları deneyebilecek inisiyatifi alabilen, adil ve eşit hizmet sunumuna ilişkin olarak gerçek ihtiyaç sahiplerini tespit edebilen, kurumsal eşgüdüm ve işbirliklerine açık, etik farkındalığı yüksek yeni bir kurumsal yapı ve bu kurumsal yapının oluşumuna olanak tanıyacak personel yapısına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu ihtiyaç kaçınılmaz olarak akademi ve bilimsel bilgi üretimi yapan üniversitelerle ve bilimsel bilgi ile doğru ilişki kurulmasını gerektirmektedir. Bunun için bilimsel araştırma ve veriye dayalı hizmet sunumu, eldeki verilerin bilimsel araştırmalar için açık olarak paylaşılması, ortaklaşa ar-ge ve prototip üretimi faaliyetlerine girişilmesi, patent ve faydalı model hedefli yaklaşımlara geçilmesi gerekmektedir. Bu şekilde, yerel yönetimlerin faaliyetlerinin kendisi kalkınma ve dirençliliği inşa edecek bir ar-ge yaklaşımı haline gelecektir.
4. “Finansal Kaynak Yönetiminden Alternatif Kaynak Yönetimine Geçmek”:
Yerel yönetimlerin kullandıkları kaynaklar çok büyük ölçüde finansaldır. Merkezi idarelerin vergi gelirlerinden ayırdıkları pay ve yerel yönetimlerin başka alanlarda elde ettikleri gelirler yapılan yatırım ve harcamaların temelini teşkil etmektedir. Ancak, bunun sonucunda yerel yönetimler ağırlıklı olarak ihale yapan ve yöneten kurumlar haline gelmiş hizmet adı verilen faaliyetler içeriği sorgulanmayan işlere dönüşmüştür. Oysaki salgın süreci, ihale yaklaşımlarıyla yönetilemeyecek sorunların ve meselelerin bulunduğunu bize hatırlatmıştır. Büyük finansal kaynaklarla yapılacak devasa projeler yerine eldeki kaynakların akılcı kullanımı, halkın yardımlaşmasını kolaylaştıracak ara mekanizmaların tasarlanması ve küçük ama önemli ayrıntılarda değişiklikler yapılması, veri yönetimi ve içerik üretimi ile katma değer oluşturulması daha büyük önem taşır hale gelmiştir. Bunun yapılabilmesi için hizmetlerin yeniden tasarlanması çok önemlidir. Bu anlayışla yerel yönetimlerin parasal bir yönetimden kaynak yöneten aracı yapılara dönüşmesi gerektiği görülmektedir. Bunun için müşterekler adı verilen ortak kullanım ve dayanışma mekanizmalarına, kooperatiflerle iş birliklerine ve alternatif hizmet sunum, katılım ve birlikte üretim anlayışına geçilmesi gerekmektedir.
5. “Eşitlik ve Hakçalık için Yoksun ve Yoksulları İzleyebilmek”:
Salgın süreci, kentlerde yaşayan insanlar için yoksulluk ve yoksunluğun yeni biçimlerinin ortaya çıkmasına sebep oldu. Bir yandan sosyo-ekonomik olarak alt gelir gruplarına mensup ve yardıma muhtaç insanların sayısı ekonomik durgunluğun da etkisiyle artarken bir yandan da gelir durumu yerinde olsa bile, salgının etkileri sebebiyle ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan yoksunlar kesimi ortaya çıktı. İstihdamın çok büyük bir kısmının hizmet sektöründe olduğu kentlerde, salgının etkileriyle yüzlerce iş kolunda faaliyet kısıtları, istihdam kayıpları ve görünmeyen mağduriyetler ortaya çıkarken, bazı işkollarında da çalışma şartları giderek daha da zorlaşmaya başladı. Bir kenti salgınlara karşı dirençli kılacak en önemli unsurun kentlilerin dayanışması olduğu düşünüldüğünde artık, kentteki yoksulluk ve yoksunlukları izleyebilme ve tespit edebilmenin çok önemli olduğu görülmektedir. Bu amaçla, eşit ve hakça hizmet sunum koşullarını sağlayabilmek adına, alışılageldik sosyal yardım anlayışının dışına çıkılarak gerçek ihtiyaç sahiplerine erişecek izleme ve değerlendirme sistemlerinin kurulması, buna yönelik olarak dayanışmacı bilgi ağlarının oluşturulması gerekmektedir.
6. “Gerçek Dayanışmayı Örgütleyebilmek İçin Aidiyeti ve Sahiplenmeyi Ateşlemek”:
Salgın öncesi dönemde dayanışma ve yardımlaşma faaliyetleri, bireylerin tercihleriyle belli zamanlarda ağırlıklı olarak kültürel unsurlarla belirlenen bir süreç olarak görünüyordu. Salgın bize, dayanışmanın bir kentli topluluk olarak var olmanın esas şartı olduğunu hatırlattı. Bireysel tercihlerden öte, yoksunluk ve yoksulluk sorunlarını ortadan kaldırabilmek, kriz anlarıyla başa çıkabilmek için dayanışmanın örgütlenmesinde daha farklı bir ruh haline ihtiyaç duyulmaktadır. Kentlilerin yaşadıkları sokak, mahalle, semt ve kent ölçeğinde dayanışmanın örgütlenmesine katılabilmeleri için aidiyet ve sahiplenme duygularının güçlendirilmesi ve yeni bir duygudaşlık yaratılması çok önemlidir. Bu duygudaşlık, maddi kazanım ve beklentilerin ötesine geçen, kamusallık hissinin ağır bastığı, bürokratik ve siyasi ayrımcılıktan arındırılmış ve gerçek sorunlara odaklanan bir anlayışla şekillenmelidir. Bunun için kültürel, sanatsal ve sporla ilgili faaliyetlerin kentle ilişkisinin yeniden düşünülmesi yaşamsaldır.
7. “Salgına Dirençli Kentsel Kamusal Mekânları Tasarlamak ve Dönüştürmek”:
Salgınla birlikte kentsel yaşamda doğal, yeşil ve açık alanların, insani etkileşimde bulunabileceğimiz kamusal mekanların, yaya mekanlarının, kentteki simgesel alanların ve hafıza mekanlarının önemini yeniden keşfetmeye başladık. Artık kapalı ve salgın türü halk sağlığı sorunlarının büyümesine sebep olacak devasa yapılar yerine insan ölçeğinde, salgın önlemlerinin hayatın akışını kesmeyecek şekilde uygulanabileceği mekanlara ihtiyaç duyulmaktadır. Yaya ve bisiklet yollarının, erişilebilirliğin, kent için kamusal alanların yeniden ele alınması ve tasarlanması, miktarlarının arttırılması gerekmektedir. Bunun için yüzeysel çözümlerden kaçınılan, iklim, bitki örtüsü ve kültürel mirasa hassasiyet gösteren katılımcı bir tasarım süreci başlatılması çok önemlidir. Bir sonraki halk sağlığı sorununa kentleri hazırlamanın yolu, kamusal mekanları dönüştürmekten geçmektedir.
8. “Etkin ve Güvenilir İletişim Mecralarıyla Halkın Farkındalığını Arttırmak”:
Salgın döneminin verdiği en önemli derslerden birisi de halkın alınan önlemleri, uygulanan politikaları ve sonuçlarını öğrenmesi ve konulan kurallara uyması için etkin ve güvenilir iletişim kanallarının önemine ilişkindi. Ana, alternatif ve sosyal medya kanallarının, doğru ve inandırıcı bilgilendirme ile kullanımının, salgın önlemlerinin doğru uygulanmasındaki önemi çok iyi anlaşıldı. Özellikle yerel medya ve yerel yönetimlerin bilgilendirme kanallarının kullanılmasının, verilecek mesaj ve kanalın seçiminin salgınla mücadelede önce gelen araçlar olduğu anlaşıldı. Bu konuda yanlış bilgi, komplo teorisi ve dezenformasyonun önlenmesi ve liyakat sahibi uzmanların hazırlayacakları yetkin bilgi kaynaklarının toplumsal davranış kalıpları dikkate alınarak paylaşılması büyük önem taşımaktadır. Farkındalığın arttırılması için etkin kullanılabilecek bir iletişim mecrası alınacak pek çok önlemin yerini bulmasını sağlayacaktır.
9.“Kentsel İşlevlerin Yeniden Dönüştürülmesi, Sağlıklı Kent İşlevleri Tanımlamak”:
Salgın öncesi dönemde kentlerde yer alan işlevlerin ve arazi kullanımlarının ağırlıklı olarak işyeri ve konut ayrımına dayalı, her bir işlevi ve işlev gruplarını kendi içine kapalı tesisler şeklinde gelişmeye başladığı görülmekteydi. Güvenlikli siteler, karma kullanımlı rezidanslar, avm’ler ve benzeri kentsel işlevlerle sanayi ve ofis alanlarının birbirlerinden ayrılması kent içerisinde çok ciddi bir nüfus hareketliliği oluşturmaktaydı. Salgın sonrasında kentsel işlevlerdeki bu ayrışma hem evden çalışmanın artması hem de açık alanlarla ilişkinin artması ihtiyacı ile birlikte tartışmaya açıldı. Artık, kent içerisinde mahalle odaklarının ve yürüme mesafesinde ulaşılabilir kentsel hizmetlerin ve işlevlerin ortaya çıkmasına yönelik bir düşünce yaygınlaşmakta. Bu şekilde halk sağlığı ve dayanışma açılarından daha dirençli bir yerleşim yapısının ortaya çıkabileceği iddia edilmektedir. Kentlerin gelişimini yönlendiren planlama kararlarının ve kentsel işlevlerin bu gözle yeniden değerlendirilmesi önemlidir.
10.“Yerel ve Sürdürülebilir Ekonomik Dinamikleri Harekete Geçirmek”:
Küreselleşme süreci, salgın öncesi dönemde dünyanın belli bölgelerinin üretim üsleri haline gelmesini sağlamış ve yerel ekonomiyi tehdit eden tek tipleşmeyi öne çıkarmıştı. Uluslararası tüketim kalıpları lüks tüketimle birlikte yerel ekonomik değerlerin geri plana atılmasına sebep olmaktaydı. Ancak, salgın süreci, uluslararası tedarik zincirinin kırılganlaşmasına ve kopmasına sebep olurken, kendi kendine yetmek ve yerel üretim yaklaşımlarını tekrar hatırlattı. Kentlerin yakın çevresi ve içinde bulundukları tarım havzaları ile kırsal kalkınma yaklaşımları çerçevesinde yeniden ilişkilenmesi, yerel işletmelerin desteklenmesi artık eskisinden çok daha önemli hale gelmektedir. Kentsel lojistik ve tedarik zincirlerinin kentin yakın çevresindeki tarımsal üretimden daha etkin bir şekilde yararlanması için yeniden yapılandırılmasını gerektirmektedir. Bunun yanı sıra, coğrafi işaretli ürünler, yerel esnaf ve firmaların, sürdürülebilir bir ekonomi için desteklenmesi gerekmektedir. Bu şekilde, salgın türü kriz dönemlerinde kendi kendine yetebilen bir kentsel ekonomi inşa edilebilecektir.
Prof. Dr. Savaş Zafer Şahin
Ankara Kent Konseyi Başkan Yardımcısı
Bizi Takip Edin