HES’lerin Neden Olduğu Ekolojik Tahribatın Raporu:
“Melet: Bütünleşik Havza Yıkımı”
Mekanda Adalet Derneği ve Ordu Çevre Derneği üyelerinden oluşan bir grup, üç gün boyunca Ordu’nun en uzun nehri olan Melet’i yürüyerek, HES’lerin neden olduğu ekolojik tahribatın kaydını tuttu. ‘Çevresel Adalet Yürüyüşü’ adıyla tamamladıkları saha gezisi ‘Melet: Bütünleşik Havza Yıkımı’ adıyla bir rapora dönüştürüldü. Raporu hazırlayanlardan Sinan Erensü, “Sel felaketlerinin ardında kötü tasarlanmış HES’ler olabilir derken, avukat Alp Tekin Ocak ise Melet Havzası’nda projelendirilmiş 8 adet HES’in hepsinde ‘Acele Kamulaştırma’ uygulandığına dikkat çekiyor.
Geçtiğimiz hafta Giresun’da meydana gelen sel felaketi, HES’lerin (Hidroelektrik Santral) neden olduğu bir ekolojik tahribat tartışmalarını da beraberinde getirdi. Devlet Su İşleri’nin 2018 yılı verilerine göre Türkiye’de işletme halinde 644 adet HES bulunuyor. Yıllık üretilen elektriğin %20’si HES’lerden elde ediliyor. Sadece Karadeniz Bölgesi’nde 38 adet HES var ve 7 tanesinin de yapımına devam ediliyor. Yenilenebilir enerji kaynağı statüsünde olan HES’lerin heyelan ve sel felaketlerine sebep olduğu yönünde tartışmalar devam ederken, çevreci sivil toplum örgütleri ve aktivistleri tarafından sıklıkla gündeme getirilen HES’lerin kuruldukları bölgeyi nasıl etkilediğini araştırdık.
HES’lerin Neden Olduğu Ekolojik Tahribat..
MAD (Mekanda Adalet Derneği) ve ORÇEV (Ordu Çevre Derneği) üyeleri, 2018’in Temmuz ayında “çevresel adalet yürüyüşü” adını verdikleri ve Ordu sahilinden başlayıp Melet Havzası boyunca suyun izini sürdükleri bir saha gezisi gerçekleştirmişlerdi. Hukukçular, gazeteciler, şehir plancıları, mimarlar, sosyal bilimciler, belgesel sinemacı ve doğa korumacılarından oluşan ekip, üç gün boyunca Ordu’nun en uzun nehri olan Melet’i yürüyerek, HES’lerin neden olduğu ekolojik tahribatın kaydını tutmuştu. Bu yürüyüş sonunda ortaya çıkan “Melet: Bütünleşik Havza Yıkımı” isimli rapor; Giresun’da yaşanan sel felaketi gibi hadiselerin meydana geliş nedenlerini ortaya koyması ve tehlikeyi işaret etmesi açısından önem taşıyor. Raporu hazırlayan Sinan Erensü, HES’lerin çevresel etkilerini, Alp Tekin Ocak da çevre mücadelesinin hukuki boyutunu Sivil Sayfalar için değerlendirdi.
“Sel Felaketlerinin Ardında Kötü Tasarlanmış HES’ler Olabilir”
‘Melet: Bütünleşik Havza Yıkımı’ raporunda, HES’lerin bulunduğu coğrafyaya verdiği zararları sıralayan Sinan Erensü, yenilenebilir enerji kaynağı olan HES’lerin yerleşim yerlerinin afetlere karşı nasıl savunmasız bıraktığını ve Giresun’da yaşanan sel felaketininin nedenlerini şöyle özetledi: “HES’lerin yenilenebilir statüsü uzun süredir tartışma konusu. Sudan enerji elde etmek kömür, petrol ve doğalgaz gibi sınırlı bir kaynağı tüketmediğimiz için prensipte yenilenebilir. Ancak HES’ler, özellikle barajlı HES’ler, çok ciddi çevresel ve toplumsal sorunlara sebep olduğu, arkalarında geri dönülemez yıkımlar bıraktığı için bir süredir ayrı bir kategoride değerlendiriliyor, yenilenebilir enerji kaynakları pek çok raporda ‘HES dışı yenilenebilir’ başlığı altında inceleniyor. Sel felaketlerinin ardında kötü tasarlanmış HES’ler olabilir; ama her selin HES kaynaklı olduğunu peşinen iddia etmek doğru değil. Ülkemizde HES’ler çok özensiz yapılıyor, orman alanlarını bölüyor, ağaçsızlanmaya neden oluyor, hafriyatları dere yataklarına dökülüyor. Bu bağlamda dolaylı bir etkiden belki bahsedilebilir. Ancak daha çarpıcı olan şu: son yıllarda bölge HES, maden ve yol başlıkları altında çok büyük altyapı yatırımları aldı ve bu yatırımların hiçbiri bölgenin en temel sorununa çözüm olamıyor, olmadığı gibi sellerin etkisini artırıcı yan etkileri söz konusu. Dolayısıyla ‘Bunca para, emek ve mekansal müdahale nasıl bir kalkınma yaratıyor da, en temel ihtiyaçlarımıza çare olamıyor’ diye sormak zorunda kalıyoruz.”
“Bozulan Ekonomi Birçok HES Projesini Yapılamaz Kıldı”
Sadece Karadeniz Bölgesi’nde 38 adet HES var ve 7 tanesinin de yapımına devam ediliyor. Neden bu kadar fazla HES yapıldığı hakkında bilgi veren Erensü şunları söyledi: “Aslında bölgeye çok daha fazlasının yapılması planlanıyordu. 2010 rakamlarına göre örneğin Rize tek başına 100’ün üstünde HES’e ev sahipliği yapacaktı. Ancak gerek toplumsal muhalefet, gerek hesaplamaların yanlış çıkması ve üstüne bozulan ekonomi birçok HES projesini yapılamaz kıldı. Bu kadar çok sayıda HES olmasının ardında birkaç sebep var. Bunların ilki, enerji üretiminin piyasaya tamamen açılmış olması. Bunun detayına inmek lazım. Özelleştirme farklı türlerde olabilir. Örneğin uzmanlar tarafından tespit edilmiş, havzanın öznel durumları göze alınarak planlanmış, hatta belki yerel katılım süreçleri de işletilmiş belli sayıda HES, özel sektörün yapması için ilana çıkarılır.”
“HES’lerin Dere Yataklarına Verdiği Zarar Göz Ardı Edildi”
Türkiye’deki enerji üretim özelleştirmelerin tekil projelerin değil bütün bir coğrafyanın özelleştirilmesi şeklinde olduğuna dikkat çeken Erensü, HES’lerin kurulma aşamaları hakkında şu bilgileri paylaştı: “ Özel şirketler birbirinden bağımsız şekilde yüzlerce HES projesi ile DSİ’nin (Devlet Su İşleri) ve EPDK’nin (Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu) kapısını çaldı. Ne pahasına olursa olsun enerji üretme kapasitesini ve enerji piyasasını büyütmek isteyen devlet bu projelerin hemen hepsine onay verdi. Bu onaylar verilirken bahsi geçen derelerde su var mı, santraller birbirleriyle çakışıyor mu, bu dereler bölge halkı için ne ifade ediyor sorulmadı. HES inşaatları denetlenmedi, HES’lerin dere yataklarına ve su kalitesine verdiği zarar göz ardı edildi. Tüm bunlar yöre halkının büyük tepkisini çekti tabii. Karadeniz bölgesi enerji üretimi kamu elinde olmaya devam etseydi de büyük ihtimalle HES gerçeği ile tanışacaktı. Ancak o zaman ne bu kadar fazla HES yapılabilir, ne de siyasi irade halkın tepkisine rağmen bu kadar yıkıcı ve saldırgan olmayı göze alabilirdi diye düşünüyorum. Enerji sektörünün özelleştirilmesi, enerji üretimini diğer tüm faktörlerin üzerinde tutan bir siyasi yaklaşımın elini kolaylaştırmış oldu.”
“HES’lerin Selleri Düzenlediğine İnanış Var, Bu Doğru Değil”
Doğu Karadeniz’in zor bir coğrafya, tarihinin seller ve heyelanlarla dolu olduğuna vurgu yapan Erensü, son yıllarda sel ve heyelan yaşanma sıklığının neden arttığını şöyle açıklıyor: “Eskiden beş yılda bir ölümlü sel faciası olurken, son yıllarda her yaz mevsiminde iki-üç tane bu tarz felaket yaşanıyor maalesef. Sıklığın artışındaki sebebi ilk olarak iklim değişikliğinde aramamız gerekir. İklim değişikliği sadece sıcaklıkların artışı ve kuraklık demek değildir. İklim değişikliği ile birlikte Karadeniz ısınıyor, bunun sonucu olarak yağışlar düzensizleşiyor ve kısa sürede çok fazla yağış söz konusu olabiliyor. Tekil sel vakalarını iklim değişikliğine bağlamak güç, ancak yağış düzensizliğini ve sel vakalarındaki artışı iklim değişikliğine bağlamamak yanlış olur. Yapısal bir sorun yoksa HES doğrudan sel üretiyor demek doğru değil. Ancak HES’ler ile birlikte maden sahaları, yollar, dere ıslahları ve taş ocaklarının içinde olduğu saldırgan altyapı yatırımlarının hepsinin bölgenin aşırı iklim olayları karşısındaki kırılganlığını artırdığını, bunun da temel olarak ormansızlaşma ve dere yatakların bozulması sonucu sellerin olduğunu söyleyebiliriz. Kamuoyunda HES’lerin selleri düzenlediğine dair bir inanış var, bu doğru değil. Son olarak şu bilgiyi hatırlatmak isterim: Bu yaz başında Artvin Arhavi’de yaşanan selin bir HES’i de yuttuğunu hatırlatmak isterim.”
“Acele Kamulaştırma Savaş Hallerinde Yürürlüğe Konulması Gereken Bir Usul”
HES’lerin kurulduğu bölgelerde vatandaşları ilgilendiren bir diğer konu ise kamulaştırma. ‘Melet: Bütünleşik Havza Yıkımı’ raporunda ‘Acılı Kamulaştırma’ başlığıyla ‘Acele Kamulaştırma’ hakkında detaylı bilgi veren Av. Alp Tekin Ocak, Melet Havzası’nda projelendirilmiş 8 adet HES’in hepsinde acele kamulaştırma uygulandığına dikkat çekiyor. Ocak, kanunda yer alan kamulaştırmayla ilgili şu bilgilendirmelerde bulundu: “Kamu kurumları, kamu ihtiyaçları sebebiyle veya gerçekleştirmek istedikleri faaliyetleri yerine getirmek amacıyla özel mülkiyetteki malları satın alabiliyorlar. Buna kamulaştırma diyoruz. Kamulaştırma kanunumuzda iki türlü kamulaştırma yöntemi var. Biri olanan biri de olağanüstü yöntem. Olağan yöntemde kamulaştırma yapmak isteyen kurum, özel mülk sahibine bir komisyon vasıtasıyla belirlenen bedel üzerinden uzlaşma teklifi götürür. Uzlaşma sağlanamaması halinde Asliye Mahkemesi aracılığı ile dava açarak yapacağı keşif ve bilirkişi incelemesi sonrasında belirlenen bedeli peşin ödeyerek gayrimenkullerin zor alimini gerçekleştirebilir. Acele kamulaştırma durumunda ise kişileri bilgilendirmeksizin, mülk sahibi yurttaşa haber vermeksizin bir kamu bankasında adına açtığı hesaba yatırılan bedeli yatırarak, 30 gün gibi bir sürede özel mülkün zor alımını gerçekleştirmektedir. Acele kamulaştırma savaş hallerinde yürürlüğe konulması gereken bir usul. Türkiye’de son dönem doğal gaz boru hatlarının geçirilmesi, enerji projeleri, termik santraller ve hidroelektrik santraller, havalimanı kamulaştırmaları gibi kamulaştırmalarda olağanüstü hal ve savaş dönemlerinde uygulanması gereken acele kamulaştırmanın uygulandığını görüyoruz bütün mağduriyet de buradan yola çıkıyor. Acele kamulaştırmalara karşı iptal davası açılamıyor, yurttaşlar bu davadan çok sonra haberdar oluyor ve projeler yapılmış, iş işten geçmiş oluyor.”
“Çevreye Karşı Suçlarda; Önce Kirlet Sonra Öde Dönemi”
Ekolojik krizin derinleştiği ve iklim krizlerinin en önemli gündem maddelerinden biri olduğu günümüzde çevreye karşı işlenen suçların önemi her geçen gün daha da artıyor. Bu sebeple HES’ler kurulurken kesilen ağaçlar, hem bölge sakinlerinin hem de çevrecilerin büyük tepkisine yol açıyor. Konuyla ilgili olarak mevcut yasalardaki durum hakkında şu bilgi vere Ocak şöyle devam etti: “Çevreye karşı işlenen suçlar, orman kanuna muhalefet, çevrenin kasten kirletilmesi suçları, TCK 182-183. maddelerde açık bir şekilde ifade edilmiştir. Osmanlı’dan itibaren devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ormanlara karşı işlenmiş suçlar ağır biçimde cezalandırılmıştır. Cumhuriyet tarihi boyunca bu tutum kesintisiz bir biçimde devam etmiş halen yürürlükte olan 6831 sayılı orman kanunu ile ormanlar üzerindeki yıkıcı, zarar verici faaliyetler engellenmeye çalışılmıştır. Ta ki 2016 yılında Türk ceza Kanunu‘nun 75. maddesinde meydana gelen değişikliğe kadar. Osmanlı’dan bu yana ormanların korunmasına dair geliştirilen suç politikalarından ciddi bir geri adım atılmış üstelik aynı düzenlemeyle modern ceza hukukuna paralel şekilde gelişen bir 2004 tarihli yeni Ceza Kanunu ile suç olarak tanımlanan çevreye karşı suçların bazıları ‘Ön Ödeme Kurumu’na dahil edilmiştir. Mesela kesilen orman miktarının iki katı kadar cezayı ödediğinizde dava açılmıyor. Bu yüzden ormana karşı suçlar ormanda ağaç kesmek veya çevreyi kirletmek konusunda yaptırımlar niteliksiz kalıyor. Caydırıcı olmadığı için yaptırım mekanizması elimizden gitmiş oluyor. Dolayısıyla çevreye karşı suçlar için arzu ettiğimiz amacı ön ödeme kurumu ortadan kaldırılmazsa hiçbir zaman gerçekleştiremeyeceğiniz. Çevre Hukuku’ndaki ‘kirleten öder prensibi kirleten ödeyerek cezadan kurtulur’ şeklinde genişletilmiştir.”
Manşet Foto Kaynak: İHA
Bizi Takip Edin