Türkiye’deki Üniversitelerin Başarısı Neden Düşüyor?
Dünyanın en iyi üniversitelerini sıralayan Şanghay Klasmanı açıklandı.Türkiye’deki üniversitelerin sıralamalarda nasıl yükselebileceği konusunda değerlendirmede bulunan TGS Akademi Koordinatörü ve akademisyen Orhan Şener sistemin evrensel standartlara göre baştan aşağı düzenlenmesinin önemini vurgularken, Boğaziçi Üniversitesi’nden Erol Köroğlu üniversitenin hayatın üretildiği yer olması gerektiğine değindi.
Üniversitelerin aldığı Nobel Ödülü gibi uluslararası başarılarını ve önerilen akademik makale sayılarını inceleyerek bu kriteler çerçevesinde dünyanın en iyi 2000 üniversitesini sıralayan Şanghay Klasmanı açıklandı.Türkiye’den ilk 100’e hiçbir üniversite giremezken ilk 500’de yer alan tek üniversite İstanbul Üniversitesi oldu. Akademik işbirliklerin belirlenmesinde ve göçmen kabullerinde bile üniversite sıralamaları birer kriter olarak kullanılırken, Türkiye’deki üniversitelerin sıralamalarda neden düştüğüne dair ve yükselebilmesi için hangi adımların atılması gerektiği konusunda uzmanlarla değerlendirdik.
“Sistemin Evrensel Standartlara Göre Baştan Düzenlenmesi Gerekir”
TGS Akademi koordinatörü ve akademisyen Orhan Şener 20 yılda yüzlerce yeni üniversite açıldığını belirterek, “Bunların ekseriyeti de vakıf (özel) üniversiteler ve bu yeni üniversitelerin bir çoğunun eğitim kalitesi bakımından dünya standartlarının oldukça altında olduğunu görüyoruz.Her ne kadar Anadolu’da açılan üniversitelerin o illerin sosyal ve kültürel iklimine öyle ya da böyle bir pozitif etkisi olsa da, toplamda kalitenin düşmesine sebep olan bir yanı olduğu da söylenebilir” diye konuştu. Uluslararası listelerde ülke ortalamasından ziyade, yüksek kalibre okulların başarıları ölçüldüğünden, Türkiye’nin sadece bir ortalama değil, yüksek kalibre okul sorunu olduğunu da ifade eden Şener, “Öğrenci başına düşen hoca sayısından, yılda yayınlanan uluslararası makale sayısına, kütüphanesindeki kitap sayısından, araştırmalara ayrılan bütçe miktarına kadar birçok nicel değerlendirmede geride kalıyoruz. İşin bu tarafı biraz imkan meselesi. Ancak nitelik bakımından da bilimsel, seküler, dünyalı eğitime yeterli önemin verilmeyişinden, liseden gelen öğrencilerin yeterli temele sahip olmamaları gibi pek çok yapısal sorun da bu sonuçlara sebep oluyor” dedi ve sözlerine ekledi: “Özetle, ekonomik başta olmak üzere birçok alanda dünya ortalamasının altında kalan Türkiye, doğal olarak yüksek eğitimde de maalesef dünyanın önde gelen ülkelerinden olamıyor. Bunun değişebilmesi için belli bir zihniyetin değişmesi ve sistemin evrensel standartlara göre baştan düzenlenmesi gerekiyor.”
“Üniversite Hayatın Üretildiği Ve Anlamlandırıldığı Yer Olmalı”
Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Erol Köroğlu bu listelerde yer bulma ve üst sıralara yükselmenin yolunun “yüksek öğretim sektörü”ne yatırım yapılmasından geçtiğini ifade ederek, “ Türkiye’nin böyle bir yatırımı yapması zor olduğu için, bazı üniversitelerimiz bazen bu listelere girer, bazen de listeden düşer. Eğilim listelerde altlara gitmek yönünde olacaktır diye düşünüyorum. Örneğin Şangay Klasmanı tıp ve mühendislik alanlarına öncelik veriyor. Türkiye’de bir üniversitenin Nobel ödüllü bir araştırmacıyı herhangi bir üniversitesine dahil etme, gereken maaş ve araştırma imkânlarını yaratması mümkün olabilir mi? Bu bir yana, kör topal yükseköğretim yapısı son derece niteliksiz bir YÖK’e tamamıyla ram edilmiş bir yükseköğretimden bahsediyoruz “ dedi.
Üniversitelerin hiçbir kararı kendi öz yönetimleri üzerinden veremediğine, kendine ait bir kaynak yaratamadığına aynı zamanda devletin tepesi tarafından atanan ve hiçbir şekilde seçilmeyen rektörlerce yönetildiğine değinen Köroğlu, “Çok küçük bir örnek: Neoliberal yükseköğretim sektörünün merkezi olan ABD’de de, her akademik alan bir pazar oluşturur. Antropologlar, tıpçılar, mühendisler, Ortadoğu uzmanları, Amerikan tarihçileri… Bunların meslek örgütleri, yapılanmaları vardır. Yıllık toplantılar yapar, yayınlar çıkarırlar. Yeni mezun olan herkes bu pazara girer ve doğrudan üniversitelerle görüşerek kendilerine iş bulurlar. Hiçbir üniversite kendi doktora mezununu işe almaz. Bunu ensest gibi görürler. Türkiye’deki sistem, istisnalar dışında bunun tam tersidir. Kendi mezunlarını işe alan Türkiye akademyası nasıl uluslararası rekabet üretebilir?” diye konuştu.
Yükseköğretimin bir sektör olması, buradan para kazanılması, kâr peşinde koşulmasının başlı başına bir problem olduğunu kaydeden Köroğlu konuşmasına şunları ekledi: “Ola ki, YÖK’e emir gelsin ve bu listelerde ilk yüze girecek bir üniversiteye kaynak akıtsınlar, ilk yüze bir ya da üç üniversite soksunlar. Bu neyi çözecek? Bu sistem Amerika’da neyi çözüyor? İnsanlar çaresizlikle, üç kuruş daha fazla kazanmak, bir parça daha onurlu ve düzgün bir hayat yaşamak için üniversite diploması almaya çalışıyorlar. Amerika’da yoksul gençler üniversite okuyabilmek için askere gidiyor, Amerikan emperyalizminin çökmeye çalıştığı yerlerde ölüyor ve öldürülüyorlar. Ya da on binlerce dolar borçlanarak hayata atılıyorlar. Neoliberal üniversite dünyada şu anda cari olan lanetli sistemin en önemli unsurlarından ve yeniden üreticilerinden biri. Öğreticiliği de araştırmacılığı da seven, dünyaya yeniden gelse yine aynı işi ve hayatı seçecek bir akademisyen olarak, bu tür listelere tükürmek isterim. Üniversite hayatın üretildiği ve anlamlandırıldığı yer olmalı. Bu açıdan bir liste yaparlarsa belki onu beğenebilir ve ciddiye alırım.”
Bizi Takip Edin