Solferino Savaşı Hatıraları: Kızılhaç Komitesi’nin Doğuşu
Jean Henry Dunant’ı Uluslararası Kızılhaç Komitesi’ni kurmaya iten fikrin arka planında Solferino Savaşı'ndaki tanıklıklar yer alıyor...
Jean Henry Dunant’ı Uluslararası Kızılhaç Komitesi’ni kurmaya itecek fikrin zihninde nasıl oluştuğunu anlayabilmek için 24 Haziran 1859 Cuma gününe gitmemiz gerekiyor. O gün Dunant kendisinin ve insanlığın gidişatını etkileyecek tarihi bir savaşa tanıklık etti. Fransızlar ve Sardinyalıların Avusturyalılara karşı verdiği bu mücadele tarihe Solferino Savaşı olarak geçti. Savaşın en kanlı muharebelerinin gerçekleştiği gün Dunant bir iş gezisi için savaş meydanına çok yakın bir mesafede olan Castigliano kasabasındaydı.
Dunant’ın da kitabında özellikle belirttiği gibi Solferino Hatıraları (Un Souvenir de Solferino) savaşın stratejik gidişatından çok askerlerin maruz kaldığı şiddete ve çatışma sonrasında yaralı askerlerin çektiği acılara odaklanmaktadır. Bu yazıda Dunant’ın Solferino Hatıraları kitabından yaralı askerlerin acılarına, onlara yardım etmeye çalışan gönüllülerin durumuna ve her ülkede savaş meydanlarında yaralı askerlere yardım edecek gönüllü toplulukların kurulması fikrine giden düşüncelere tanıklık edeceğiz.
Solferino Savaşı
Dunant Solferino savaşına anlatmaya kısaca şöyle başlar:
“24 Haziran 1859’da Solferino savaşında 2 ordunun 300 binden fazla askeri karşı karşıya geldi. Herkes Solferino savaşı hakkında bir şeyler duymuş veya okumuştur. Avrupa ülkelerinde sonuçları hala hissedilen bu savaş hakkında herkesin hatırası çok canlı.”
Dunant savaştaki kendi rolünü ise şöyle açıklar:
“Ben bu çatışmada hiçbir payı olmayan bir turisttim ancak sıra dışı koşullar altında olan biten her şeye tanıklık etme ayrıcalığına sahip oldum. Gözlemlerimi aktarmaya kararlıyım.”
Kitabın giriş kısımlarında Dunant, savaşın askerler üzerindeki yıkıcı etkisine, ölenlere, yaralananlara, esir düşenlere, vurulanlara, attan düşenlere, kılıçla kesilenlere, süngü saplananlara, tüfekle, tabancayla vurulanlara, top atışlarıyla parçalananlara değiniyor:
“Savaşın gidişatı öylesine kızgındı ki mermiler tükendiğinde, tüfekler bozulduğunda insanlar taşlarla ve yumruklarla savaşmaya devam ettiler. Askerler önlerine çıkan herkesi öldürdüler. Yaralı düşman askerlerinin başlarına dipçiklerle vurarak işlerini bitirdiler. Keskin nişancılar üstlerinin her türlü uyarısına rağmen yaralı düşman askerlerinin üzerine kurşun yağdırdılar.”
20 yaşındaki gençlerin savaş meydanında acımasız katillere dönüşmesi de savaşın kaçınılmaz sonuçlarından birisiydi.
“Savaş meydanında devam eden kavganın ortasında 20 yaşlarında biraz evvel katile dönüşmüş farklı milletlerden gençlerin küfürleri ve yeminleri duyuluyordu.”
Dunant savaşı bütün gerçekliği ve çıplaklığıyla aktarırken sadece kötü örneklerle karşılaşmamıştı elbette. Bütün bu vahşetin ortasında dahi insanlık namına şahit olduğu şeyler vardı.
“Top atışıyla bir çavuşun sol kolu kırılmış yarasından kanlar fışkırıyordu. Askerlerinden birisinin bu çavuşa nişan aldığını gören üstü bir emriyle atışı durdurdu ve bu yaralı çavuşun yanına giderek kolunu sardı. Daha sonra çavuşun güvenli bir yere taşınmasını emretti.”
Kumanyaları ve mataraları dağıtmakla görevli kadınlar da savaştan paylarına düşeni en az askerler kadar alıyordu. Yaralı askerlere sürünerek su ve yiyecek taşımaya çalışırken pek çoğu yaralanıyor veya ölüyordu.
“Kan kaybından dolayı yere yığılmış bir subayın yanından dört nala koşan bir at geçti. Atlar, üzerlerine binen insanlardan daha merhametliydi. Bu öfkeli ve tutkulu savaş meydanında koşarken dahi yerlere serilmiş yaralıların üzerine basmamak için adımlarını çok dikkatli atıyorlardı.”
Yaralı Askerlerin Durumu
Yaralanan askerlerin çoğu kendilerine bir yardım gelmeyeceğinden emin oldukları için kanlarının son damlasına kadar savaşmaya devam ediyordu.
On binlerce insanın hayatına mal olan savaşın ilk aşaması sona erdiğinde ağır bilanço ortaya çıkmaya başladı. Yaralı askerler savaş meydanından toplanmaya ve çevre köylere dağıtılmaya başlandı.
“Villafranca köyüne ulaşan ilk partide hafif yaralılar vardı. Onlardan sonra durumu biraz daha kötü olanlar geldi. Gece boyunca vagonlar yaralıları köye taşımaya devam etti. Doktorlar askerlerin yaralarını üstün körü sarıp bir miktar yiyecek verdikten sonra onları trafiğin baş edilemez bir hal aldığı Verona’ya gönderdi. Ordu geri çekilirken yaralılarını toplamak için elinden geleni yapmış olsa da kendi kanları içinde yatmaya devam eden ve ölümü beklemekten başka çaresi olmayan nice talihsiz asker kalmıştı savaş meydanında.”
Yüksek bir yere çekilmiş siyah bayrak ilk yardım çadırlarının, sahra hastanelerinin veya ambulansların yerini işaret ederdi. Kimsenin bu yöne ateş etmemesi savaşın yazılı olmayan kurallarındandı. Her türlü önleme rağmen zaman zaman hastanelere düşen top mermileri hem doktorları ve hemşireleri hem de yaralı askerleri etkilerdi. Ayakta durabilecek kadar gücü olanlar bu hastanelere kendisi gelir ancak çoğu zaman kan kaybından ötürü bayılan askerlerin buraya sedyelerle taşınması gerekirdi.
Yaralı askerleri bekleyen en kötü akıbetlerden birisi de gecenin çökmesiydi. Yerlere serilmiş binlerce aç, susuz, yaralı ve ölmek üzere olan askerlerin iniltisi birbirine karışıyordu. Tek umutları sabahın bir an önce gelmesi ve gün ışığında bulunma ihtimallerinin artmasıydı.
Yaralandıktan uzun bir zaman sonra bulunan askerlerin çoğu kendinde olmuyordu. Kendilerine söyleneni anlamaları veya cevap vermeleri mümkün değildi ancak bu durum acı çekmelerini önlemiyordu. Bir de o kadar talihsiz olanları vardı ki sadece yaralanmamakla kalmamış; savaşın hararetli anlarında farketmeksizin üzerlerinden geçen top arabalarının tekerlekleri altında kol ve bacak kemikleri paramparça olmuştu.
Çatışmaların ardından savaş meydanında başıboş gezen asil bir at bulundu. Eğerinde önemli bir prense ait olduğunu belli eden mektuplar ve semboller vardı. Sahibini bulmak için arayış başladı ve Prens Isenburg ölü bedenlerin arasında kendinden geçmiş bir şekilde bulundu. Daha bir kaç saat evvel savaştığı düşman ordusunun cerrahları tarafından tedavi edildi ve kendisinden bir kaç haftadır ümidi kesmiş ailesine dönebildi.
Savaş sonrasında yaralılar kadar ölenler de ilgi istiyordu. Ölenlerin kimliklerinin tespit edilmesi, şahsi eşyalarının ve mektuplarının ailesine gönderilmesi ve bedenlerinin gömülmesi gerekiyordu. Bu işler bile Solferino savaşının ardından haftalarca sürecekti.
“Savaşın galibi Fransız askerleri öfkeyle bilendikleri Hırvatlardan intikam almak istediler. Çünkü Hırvatlar savaş meydanında karşılarına çıkan yaralılara dahi acımamışlardı. Ne varki Fransızların esir aldığı kişilerin çoğu Macarlardı ve üniformaları Hırvat askerlerine çok benziyordu. Bu durumu Fransız askerlerine anlatabilmek için çok uğraştım ve nihayet başarıldı olabildim. Fransızların esir aldığı Macaristan askerleri en azından Hırvatlara göre savaş meydanında daha insaflıydılar.”
Savaşın ardından günler hızla geçiyor ancak yaralıları çevre köy ve kasabalara taşıyan vagonların sayısı azalmak yerine artıyordu. Castiglione’daki askerler, köylüler ve yerel yetkililer yaralılarla ilgilenme noktasında kesinlikle sayıca yetersizdi. Hazırda yiyecek ve su vardı ama askerler açlık ve susuzluktan ölüyordu; çokça sargı bezi vardı ama yaraları saracak yeteri sayıda el yoktu.
İyileştirilemeyen yaraların akıbeti belliydi. Kanayan yaraların etrafında çoktan sinekler uçmaya başlamıştı. Yüzleri kapkara acı içerisinde kıvranan askerlerin etlerinde artık ayırılması mümkün olmayan kurtlar peyda olmuştu. Kurtların kendi etleriyle beslendiği askerler acıdan titriyorlar ve kendilerini kaybediyorlardı. Pek çoğu hemşirelere veya sağlıklı olan asker arkadaşlarına kendilerini bu acıdan kurtarmaları ve hayatlarına son vermeleri için yalvarıyordu.
İlk Gönüllü Topluluğun Kurulması
Hemen hemen her evin bir kliniğe dönmüş ve her hanenin belli sayıda yaralı askerle ilgileniyor olmasına rağmen Dunant çabaları sonucu elleri boşta olan kadınlardan gönüllü bir topluluğu bir araya getirmeyi başardı. Yaralılarla ilgilenecek olan bu kadınlar elbette bir tedavi uygulamayacak veya bir ameliyat yapmayacaklardı ama yapabilecekleri çok basit ve elzem şeyler vardı. Açlık ve susuzluktan kıvrananlara yiyecek, içecek vermeleri ve sargı bezlerini değiştirerek pansuman yapmaları bile yaralı askerler için dünyalar demekti. Mahallenin çocukları en yakın su kuyularıyla hastaneler arasında mekik dokuyordu. (İnsani yardımda organizasyon ve planlamanın önemi)
Dunant, mahalle mahalle gezerek bölgede yaşayan kadınlardan gönüllü sayısını arttırmaya çalışıyordu. Bu sırada yurt dışından gelen meraklı kimseler de bu gönüllü topluluğun bir parçası oldu: İngiliz bir turist, emekli bir deniz subayı, İtalyan bir papaz, Fransız bir gazeteci. (Farklı milletlerden herkesin uzmanlık alanına göre gönüllülük esasıyla katkı sunması)
Gönüllüler askerlere su ve yiyecek veriyor, pansuman yapıyor ve ölmek üzere olanların ailelerine veda mektupları yazıyordu. Her ne kadar bu işleri canı gönülden yapsalar da hayatlarında hiç karşılaşmadıkları ve eğitimini almadıkları bu korkunç manzara karşısında hiçbiri fazla dayanamadı. Kimisi baygınlık geçirirken kimisi gözyaşlarına boğuluyordu sık sık. (Sahada karşılaşılabilecek durumlara önceden hazır olunması ve her koşulda müdahale edebilecek profesyonel ekiplerin önemi)
Nihayet esir doktor ve sağlık çalışanlarının da hem dost hem düşman askerlerini tedavi etmesine izin verildi. Avusturyalı ve Alman doktorlar hem Fransız hem de Avusturyalı askerleri tedavi etmeye başladı. (Bağımsız ve tarafsız müdahalenin önemi)
“Ölmeme izin vermeyin” diye feryat eden askerlere çok rastlanıyordu ama savaş meydanında yaralanmış emekli bir cerrahın sözleri Dunant’ı en çok sarsan şeylerden birisi oldu: “Eğer benimle daha önce ilgilenilmiş olsaydı yaşayabilirdim, şimdiyse akşama ölmüş olacağım”. Emekli cerrah akşama vefat etmişti. (Erken müdahalenin önemi)
40 bin nüfuslu Brescia şehri 30 bin yaralı ve hasta askere ev sahipliği yapıyordu. Çevreden her türlü çabaya rağmen ancak bulunabilen 140 doktor gece, gündüz, canla başla çalışıyordu. Yine de bir yardım göremeden bekleyen yaralıların sayısı binlerceydi. Doktorlara yardımcı olması için tıp öğrencileri ve stajyerler görevlendirildi. Yiyecek, içecek, ilaç, sargı bezi ve battaniye bağışlarıyla ilgilenecek özel bir komite kuruldu. Bu malzemelerin depolanması ve sevkiyatı için de farklı bir komite oluşturuldu. (Lojistik planlamanın ve operasyonların önemi)
Yaraları kangren olmaya yüz tutmuş askerlerin uzuvlarının kesilmesinden başka bir çare yoktu. Ya el veya kollarını kaybedecekler ya da kangren yüzünden acılı bir ölümü bekleyeceklerdi. Fransız ordusunun doktorları kendi askerlerinin ampütasyon ameliyatlarında bile çok zorlanırken, düşman doktorları tarafından uzuvları kesilecek olan Avusturyalı askerlerin neler hissettiğini tahmin etmek imkansızdı. Kurbanlık bir koyun gibi düşman saflarındaki doktorların bıçakları altına gönüllü olarak yatmaları gerekiyordu, aralarında tek bir kelime dahi konuşma geçmeden. (İnsani yardım organizasyonlarında yerel dili bilmenin, yerelleşmenin ve tercümenin önemi)
Dunant, arkadaşları ve gönüllüler yaralı askerlere yardım etmeye çalışırken başlarda bir engelle karşılaşmamışlardı ancak çevredeki bütün köy ve kasabalar yaptıkları önemli faaliyetlerden haberdar değildi. Bazı hastanelere girmelerine izin verilmediyse de bu durum çok uzun sürmedi. Çeşitli generallerden ve yerel yöneticilerden alınan referans mektupları civardaki bütün hastanelerin kapılarını onlara açtı. (İnsani yardımı ihtiyaç olan yere ulaştırabilmek için verilmesi gereken çabanın önemi)
(Parantez içerisinde yazılı olan çıkarımlar Dunant’ın hatıralarından hareketle bir insani yardım çalışanı olarak benim tarafımdan yapılmıştır. Yorum ve tartışmaya açıktır.)
Savaşın Sonucu
24 Haziran 1859’da Solferino savaşında Fransız, İtalyan ve Avusturya ordularından toplam kırk binden fazla asker hayatını kaybetti. Sonraki iki ayda ise bu sayıya 40 bin kişi daha eklendi. Sadece 2 ay içerisinde savaş meydanlarında, hastanelerde veya taşındıkları ambulanslarda ateşten, açlıktan, susuzluktan, kan kaybından veya yaralarının mikrop kapmasından dolayı 40 binden fazla asker daha hayata gözlerini yumdu. Tarafsız ve bağımsız bir gözle bakıldığında bu savaşın bir galibi yoktu ve sonuç Avrupa için felaketten farksızdı.
Savaştan sonra yaralılarla ilgilenmeye çalışırken Dunant’ın aklında bir fikir çalkalanmaya başladı: Her ülkede savaş sırasında ve sonrasında yaralılarla ilgilenecek tarafsız, bağımsız, eğitimli ve gönüllü ekiplerin kurulması. Bu sayede çok sayıdaki yaralılarla ilgilenebilecek ekipler hazır olacak ve yaralı askerlerin boş yere çektiği acıların önüne geçilmiş olacaktı.
Solferino savaşında yaralanan askerlere yardım sadece Fransızlardan veya İtalyanlardan gelenlerle sınırlı kalmadı. Cenevre ve Paris başta olmak üzere Avrupa’nın pek çok şehrinden gıda, ilaç, sargı bezi, çadır, gönüllüler ulaşmaya başladı. Yardımların bölgesel ve uluslararası bir şekil alması da böyle oldu.
Tedavinin ardından iyileşebilecek kadar şanslı olan askerleri ise bir başka zorluk bekliyordu. Şehirlerine, ailelerinin yanına ik üç hafta önce savaşa geldikleri gibi dönmüyorlardı. Bir bacağı, bir kolu, bir gözü, bir eli eksik olmayan yok gibiydi. Hayatta kalmayı başaran her asker adete bir organını geride bırakarak dönüyordu. Bu askerler artık çalışamayacak, silah tutamayacak veya ailelerinin geçimini sağlayamayacaktı. Savaş sonrasında sayıları on binleri bulan bu askerlerin geçinebilmesi için yardımlara muhtaç kalacakları muhakkaktı.
Uluslararası Kızılhaç Komitesi Fikrinin Doğuşu
Henry Dunant savaşta karşılaştığı sahneleri tafsilatlı bir şekilde anlattıktan sonra kendi ağzından okuyucuya böyle seslenmiş ve fikrini ortaya koymuştur:
“Bazı okuyucular savaş sırasında yaşanan bu dehşetli olayları neden bütün detaylarıyla ve çıplaklığıyla aktardığımı sorgulayabilir. İnsanı yıkıntıya uğratabilecek bu kasvetli detayların üzerinde bu kadar durmamın abartı olduğunu düşünebilir. Bu doğal bir sorgulamadır. Belki bir başka soruyla bunu cevaplayabilirim:
Barış zamanlarında eğitilecek ve örgütlenecek şefkatli gönüllüler vasıtasıyla, savaş zamanlarında yaralanan askerlerin çektiği gereksiz acıların önüne geçmek mümkün olmaz mıydı?
Barışı sağlamaya yönelik geçmiş girişimlerin başarısız olduğunu gördük. Büyük bir filozofun dediği gibi: “İnsanlar birbirlerinden nefret etmeksizin birbirlerini öldürebilecek duruma gelerek karşılıklı yok oluşun zirvesine ulaştı. Bazı insanların açıkça savunduğu gibi ‘savaş kutsaldı’.
Her gün yeni ve korkunç yok etme metotları geliştiriliyor, bu silahları geliştirilen insanlar Avrupa ülkelerinde takdirle alkışlanıyor, devletler arasındaki çıkar çatışmaları yeni savaşların gelişini işaret ediyor.
Bu şartlar altında, göreceli olarak sakin olan barış zamanlarını neden fırsat bilip çalışmayalım? Bütün dünyayı ilgilendiren bu önemli sorun üzerinde çözüm yolları düşünmeyelim? Bu çalışma hem insani hem dini açıdan üzerimize düşen bir görevdir.
Eminim ki insanlar bu fikri büyük bir ilgiyle benimseyecekler, benden daha yetenekli insanlar bunun üzerinde konuşacaklar ve yazacaklar. Ancak ilk yapılması gereken şey bu önemli fikrin bütün Avrupa topraklarına yayıldığından emin olmaktır, toplumun bütün tabakaları tarafından sahiplenilmesidir.
Bu tarz topluluklar oluşturulduğunda ve devamlı var olacakları garanti altına alındığında barış zamanlarında doğal olarak pasif kalacaklardır. Ancak her zaman için savaşa hazır ve organize olmalılardır. Sadece kuruldukları ülkelerde hizmet vermekle kalmayıp savaş zamanlarında ulaşabilecekleri her yere hizmet verebileceklerdir.
Bu toplulukların kurulacağı her ülkede hayırseverler hem maddi hem de manevi olarak desteklerini esirgememelilerdir. Kurulacak komiteler gönüllülerin eğitiminden, gerekli yardım malzemelerinin toplanmasından ve depolanmasından, bağış yapacak insanlarla görüşülmesine kadar çeşitli vazifeleri üstlenmelidir.”
İlk yazımda Kızılhaç Komitesi’nin fikir babası Henry Dunant’ın hayatını anlatmıştım. Bu yazıda da Dunant’ın Solferino Savaşı’nda nelere tanıklık ettiğini ve savaş zamanlarında yaralılarla ilgilenecek uluslararası tarafsız ve bağımsız bir organizasyonun kurulması sürecindeki olaylar silsilesini anlamaya çalıştık. Bir sonraki yazıda Uluslararası Kızılhaç Komitesi’nin (ICRC) kuruluş sürecini ve 150 yıllık tarihinde yaşanan önemli gelişmeleri anlatmaya çalışacağım.
Bizi Takip Edin