“Daralan ve Kutuplaşan Sivil Alanda Güçlü Liderlere İhtiyacımız Var”
Sivil Toplumun Öncüleri dosyamıza Hayata Destek Derneği Direktörü Sema Genel Karaosmanoğlu ile devam ediyoruz. Sema Genel Karaosmanoğlu, sivil toplumun sistemli, daha örgütlü, daha dayanışma içinde hareket ederek bölgesel ve özellikle küresel düzeyde daha aktif olması gerektiğini hatırlatıyor. Bunu gerçekleştirmek için, daralan ve kutuplaşan sivil alana rağmen STK’ları mobilize edecek, bir araya getirecek, ortak bir amaca yönlendirecek ve ortak hareket etme kültürü oluşturacak güçlü liderlere ihtiyacımız olduğunu vurgulayan Karaosmanoğlu’na göre, sivil alanda yerel liderlerin güçlendiği bir döneme giriyoruz.
Yerel kalkınma ve insani yardım alanında 25 yılı aşan bir deneyime sahip olan Karaosmanoğlu, Hindistan, Afganistan, İran ve Pakistan gibi pek çok ülkede saha çalışanı ve yönetici olarak çalışmanın yanı sıra eğitim de vermeyi sürdürüyor.
Karaosmanoğlu, siyasi iklim nedeniyle sivil toplumun arzu edilen etkiyi yaratamamasına karşın, daralan sivil alanda pek çok ülkeye kıyasla Türkiye’de sivil toplumun başarılı olduğuna dikkat çekiyor. Pandemi süreciyle birlikte, Hayata Destek Derneği’nde kurdukları destek hatları ile pandemi öncesi dönemden çok daha fazla sayıda mülteciye ulaştıklarını; yenilikçi teknolojilerle faaliyet gösterdikleri 8 ilin ötesinde mültecilere ulaşma şansı yakaladıklarını belirtiyor.
Sivil Alanda Kaynakları Faydaya Dönüştürme Çabası
Sivil alanda yer almayı neden tercih ettiniz?
Küçüklüğümden beri sivil alanda olmak istediğimi biliyordum. Benim insani yardıma ilgim 1980’lerin başında başladı. 1984’te Bob Geldof’un Band Aid’i kurması ve sonrasında “We are the World” ile Doğu Afrika’daki açlık için düzenlenen yardım konserleri o küçük yaşımda beni çok etkiledi, bu alana çekti. “Afrika’ya gidip açlıktan ve sıtmadan ölen bu çocukları beslemek istiyorum” dedim kendi kendime. Sonunda Afrika’ya gidemedim ama Hindistan, Afganistan, İran, Pakistan, Türkiye ve şimdi Suriye’deki felaketlerden etkilenmiş çokça insana ulaşabildim; ulaşmaya da devam ediyoruz.
Bu alanda çalışmak çok tatmin edici bir duygu. Dünyanın kaynaklarını tüketme odaklı değil, kaynakları doğru yere kanalize etme, daha efektif ve optimize kullanma, kaynakları geliştirme ve faydaya dönüştürme işine çaba sarf ediyor olmak beni çok mutlu ediyor. Yolumu bugün tekrar çiziyor olsaydım aynı kararı verirdim; sivil alanda çalışırdım.
…Bu 26 yıl içerisinde sivil alanın ne kadar kırılgan olduğunu; yarattığımız faydanın ötesinde sivil toplum alanını genişletmek ve güçlendirmenin ne kadar önemli olduğuna şahit oldum.
Kendinize bir misyon atfediyor musunuz?
Bu işe başlama motivasyonumdan dolayı kendime kesinlikle bir misyon atfediyorum. Sonra zaman içinde, bu işte derinleştikçe farklı farklı misyonlar da atfettim kendime. Hindistan’daki ilk tecrübemde fakir insanların devletten gelecek yardımı beklemeden kendi aralarında örgütlenmeleri ve kendileri için bir şeyler yapabilme kabiliyeti beni çok etkiledi. Hindistan’da bu kadar yokluk içinde bu kadar etkili dayanışma ve örgütlenmeler oluyorsa bu dünyanın her yerinde olabilmeli diye düşündüm.
O zamandan beri insani yardım alanında yaptığım her işte toplumsal dayanışma ve katılımcılık benim kutup yıldızım oldu hep. Nitekim, yaptığımız her insani yardım çalışmasında afet ve savaştan etkilenmiş birey ve toplulukların kendileri için bir şeyler yapabileceklerini onlara gösteriyoruz, dayanışma ve örgütlenmeyi teşvik ediyoruz, bunun için imkanlar ve fırsatlar yaratıyoruz. İnsan kapasitesine olan bu inancımız yürüttüğümüz çalışmaların başarısındaki sır…
İnsani yardımı önce gönüllü sonra profesyonel yaptığım bu 26 yıl içerisinde sivil alanın ne kadar kırılgan olduğunu; yarattığımız faydanın ötesinde sivil toplum alanını genişletmek ve güçlendirmenin ne kadar önemli olduğuna şahit oldum. Bu da şimdilerde kendime atfettiğim diğer bir misyon. Sivil alanda güçlü liderlere ihtiyacımız var – diğer STK’ları mobilize edecek, bir araya getirecek, ortak bir amaca yönlendirecek ve ortak hareket etme kültürü oluşturacak bir güce ihtiyacımız var. Elimden geldiğince o boşluğu doldurmaya çalışıyorum.
Doğal Afet, Savaş ve Kalkınma Alanlarında Sivil Toplum Çalışmaları…
Sivil toplumda ne tür faaliyetlerde bulundunuz? Şu an neler yapıyorsunuz?
Üniversiteye başladığım 1991 yılından itibaren sivil alanda çok çeşitli faaliyetlerde bulundum. Öğrencilik yıllarımda gönüllülük yaptığım STK’lar aracılığıyla kıtlık ve savaştan kaynaklı yoksulluk sorunlarını öğrenci gruplarına anlattım, farkındalık çalışmaları yaptım. Tez çalışmam için gittiğim Hindistan ilk saha tecrübemdi. Kadın güçlenmesi ve yerel kalkınma alanında faaliyet gösteren Hindistan merkezli bir STK’da alan çalışmaları yaptım, beni çok zenginleştiren ve bana vizyon katan çok çeşitli faaliyette bulundum.
Sonra 1997’de profesyonel hayata adım attığımda yerel kalkınma ve insani yardım alanında Ankara’da faaliyet gösteren bir vakıfta çalıştım uzun yıllar. 1999’daki Marmara depremi sonrası yürüttüğümüz operasyon benim ciddi anlamdaki ilk insani yardım tecrübem oldu. Bu kadar büyük bir yardım operasyonunun içinde yer almak ve ciddi sorumluluk almak beni bu alana hazırladı.
Türkiye’de uzunca bir süre çalıştıktan sonra 11 Eylül olaylarını takiben Amerika’nın Afganistan’ı bombalamasıyla birlikte İran ve Pakistan sınırlarında kurulan Afgan mülteci kamplarında çalıştım. O süre zarfında Kabil’de yaşadım; Taliban’ın hala hüküm sürdüğü Afganistan’ın farklı eyaletlerine seyahat ettim. Ekibimle beraber ihtiyaçları tespit ettik, yerel halkla projeler tasarladık, kaynak mobilize ettik ve yardım çalışmaları yürüttük. 2003’deki Bem depremi sonrası İran’a geçtim, orada acil yardım ve psiko-sosyal destek çalışmaları başlattım ve yönettim. 2005’teki Keşmir depremi sonrası Pakistan’a geçtim ve oradaki insani yardım operasyonunu başlattım.
Şu an ise Mülteci Destek programımız çerçevesinde Suriye’deki savaştan kaçıp Türkiye’ye sığınmış olan mültecilerle uzun yıllardır çok çeşitli projeler uyguluyoruz. Savaş travması yaşamış birey ve ailelerle ilk defa bu kadar kapsamlı insani yardım ve koruma çalışmaları yürütüyoruz. Sınırı geçen Suriyelilere 2012 yazında ayni yardımlarla başladık; kısa bir süre sonra nakit yardımlarına geçtik ve 4 yıl boyunca binlerce mülteci aileye düzenli aylık nakit yardımları yaptık. Bugün ise mültecilere Hayata Destek Evlerimizde psiko-sosyal destek ve koruma hizmetleri vermeye devam ediyoruz; geçim kaynaklarını geliştirmeye ve sosyal uyumu güçlendirmeye çalışıyoruz.
Saha çalışanı ve yönetici olarak yer aldığım pek çok çalışmanın dışında bu alanda eğitimler de verdim. Dünyanın pek çok ülkesine eğitim vermek, konuşma yapmak, tecrübe paylaşmak, savunuculuk yapmak için de gittim. Sonuç olarak, doğal afetten savaşa ve kalkınmaya, geniş bir yelpazede ve çeşitli coğrafyalarda sivil toplum çalışmalarına dahil oldum; olmaya devam ediyorum.
İnsani Yardımda Kalıcı Etki, Yaşam Standartlarının Yükseltilmesiyle Mümkün
Hayata Destek Derneği’nin kurucularındansınız ve yöneticisiniz. Neden insani yardım alanında bir dernek kurma ihtiyacı hissettiniz? Hayata Destek Derneği’ni alanda çalışan diğer STK’lardan farklı kılan nedir?
İnsani yardım zaman içinde profesyonelleşmiş bir sivil alan. Özellikle 1994’teki Ruanda soykırımı insani yardım açısından bir dönüm noktası oldu. Yüz binlerce kişinin öldürüldüğü ve milyonlarca kişinin yerinden edildiği; mülteci olduğu krizlerde yardım işlerine “iyilik” götürmek olarak bakamıyoruz. Bu işin belirli standartlarda ve profesyonelce yapılması gerekiyor.
Ruanda felaketi yardım camiasına bunu çok net gösterdi. Ruanda soykırımı bağlamında bölgede yapılan insani yardım çalışmalarının eleştirilmesi, çok kilit insani yardım ilkeleri, davranış kuralları ve standartların çıkışına sebebiyet verdi. Tüm bunlar da benim öğrencilik yıllarıma denk geldi. Bu işin okulunu okumuş birisi olarak, bu ilkelere ve standartlara uygun hareket eden bir insani yardım STK’sı kurma fikri doğru bir hareket gibi geldi. Uzun yıllar insani yardım alanında yaptığım çeşitli çalışmalar sonrası 2005’te Hayata Destek’i kurduk.
Bu ilkeli duruşumuz, standartlara uygun çalışma modelimiz ve insan kapasitesine olan inancımız, Hayata Destek olarak bizi diğer STK’lardan farklı kılan özellikler. Belki de en önemli özelliğimiz ve başarımızın sırrı, derneğin kurulmasının arkasındaki tutku, vizyon, inanç ve birikim.
İnsani Yardım ve Kalkınma Alanlarında “Yerelleşme”
İnsani yardım ve kalkınma alanında profesyonel bir çalışan ve akademik sıfatı olan bir kadın yönetici olarak, Türkiye’de bu alanda çalışan kuruluşlar ile uluslararası kuruluşlar arasında bir kıyaslama yaparsanız, ne söylersiniz?
Biraz önce de dediğim gibi, insani yardım ve kalkınma adı altında yapılan işler gitgide belirli prensipler ve standartlar çerçevesinde yapılıyor. Bu iş hayır işi olarak yapıldığı zaman etkisi anlık ve çok düşük oluyor. Kalıcı etki yaratmak ve gerçekten yaşam standartlarını yükseltmek için bu işe profesyonel yaklaşmak gerekiyor.
Nitekim, dünyanın en yoksul bölgelerinde afet yaşamış ya da gelişmişlik göstergelerinin en altında kalmış topluluklar için devletler ve uluslararası kuruluşlar fon kaynağı sağlıyorlar. İnsani yardım ve kalkınma çalışmaları için ciddi anlamda kurumsal hibeler dağıtılıyor. Bu hibelere erişimi olan biz STK’lar için kalite odaklı bir program yönetimi, hesap verebilirlik ilkelerine uygun iç işleyiş ve yaratılan etkinin ölçüldüğü izleme değerlendirme mekanizmaları olmadan bu hibelere erişmek zor. Bununla birlikte insan haklarını referans alıyor olmak, bu hibelere erişimde çok kilit rol oynuyor.
İnsani yardım zaman içinde profesyonelleşmiş bir sivil alan; belirli standartlarda ve profesyonelce yapılması gerekiyor.
Türkiye merkezli STK’lar olarak biz genellikle bu hibelere direkt erişemiyoruz ve ancak Birleşmiş Milletler ajansları ya da uluslararası STK’larla işbirliği neticesinde bu hibelere erişebiliyoruz. Ancak uluslararası camia artık kabul ediyor ki bir ülkenin afetten toparlanması ve kalkınabilmesi için dışarıdan gelen müdahaleler kalıcı etki yaratamıyor. Hatta çoğu zaman uluslararası STK’lar yardım alan ülkede operasyonel olduklarında oradaki sivil alanı daraltıyor; faydadan çok zarar verebiliyorlar.
Bunun en çarpıcı örneği, yerel STK’ların yetişmiş insan kaynağını daha yüksek maaşlara çalıştırarak ya da koordinasyon ve karar mekanizmalarını devralarak o ülkenin sivil toplumunu zayıflatıyor olmaları. Bunun üzücü örneklerini pek çok ülkede görüyoruz. Burada asıl olan, yerel kapasitenin harekete geçmesi, güçlenmesi ve yerel/ulusal STK’ların o ülkenin politika ve pratiklerini etkileyebilecek konuma gelmesi. Buradan yola çıkarak, birkaç yıldır insani yardım ve kalkınma alanlarında “yerelleşme” tartışmaları güçlenerek devam ediyor.
Türkiye’ye baktığımızda da işin ideali, ilkeli ve hak temelli duruşu olan Türkiye merkezli STK’ların afet risk yönetimi, kriz yönetimi, koruma ve kalkınma alanlarındaki çalışmalara öncülük etmesi, karar mekanizmalarının içine dahil olması, çalışmalarını belli standartta ve profesyonellikte yapması ve dayanışma içinde örgütlü hareket edebilmesi.
Türkiye’deki STK’lar insani yardım ve koruma çalışmalarında yüksek kapasitesiyle ve güçlü etki alanıyla güzel bir örnek oluşturmuş oldu.
İnsani yardım ve kalkınma alanında çalışan STK’ların çalışmaları ve iyi uygulamalarını küresel ölçekte değerlendirebilir misiniz?
Çeşitli krizlerden etkilenmiş ülkelerde insani yardım ve kalkınma çalışmaları yapılabilmesi için her yıl devletler ve uluslararası kuruluşlar hibe programları açıyor. Suriye krizinin patlak vermesiyle Suriye içinde ve çevre ülkelerde acil yardım ve koruma çalışmaları için bolca kaynak aktarıldı. Dolaylı da olsa bu hibelere Türkiye merkezli STK’lar olarak bizler de erişebildik. Suriye krizinin devam ettiği 9 yıl boyunca çok çeşitli insani yardım ve koruma çalışmaları yapıldı, pek çok ihtiyaç karşılandı.
Türkiye’deki STK’lar bu çalışmaları yaparken ciddi anlamda bilgi ve deneyim biriktirdiler, çokça kaynak geliştirdiler, iyi uygulamalar yürüttüler, bunları küresel düzeyde paylaştılar. Türkiye’ye gelen hibelerle beraber Türkiye’deki STK’lar mülteci alanında örnek çalışmalar yaptılar, yerel yönetim ve hizmet sağlayıcılarla iş birliği pratiklerini geliştirdiler ve sivil toplumun yarattığı faydayı göstermiş oldular.
İnsani yardım alanı uluslararası aktörlerin çeşitli ve güçlü olduğu bir alan. Türkiye’nin kendi STK’larının bu kadar başarılı çalışmalar yürütmüş ve güzel etkiler yaratmış olması da bu işin yerel aktörler tarafından da yapılabileceğini; hatta daha iyi yapıldığını gösterdi. İnsani yardım ve kalkınmada ‘yerelleşme’ tartışmalarının gündemde olduğu bu dönemde, yüksek kapasitesiyle ve güçlü etki alanıyla Türkiye’deki STK’lar güzel bir örnek oluşturmuş oldu.
Türkiye’nin Mülteci Politikasındaki Değişkenlikler…
Türkiye’nin mülteci politikası ve küresel düzeyde insani yardım alanına ilişkin değerlendirmenizi paylaşır mısınız?
Her yıl milyonlarca kişinin yerinden edildiği bir dünyada göçü yönetmek, mültecilere ev sahipliği yaparken adil davranmak ve buna kaynak bulmak kolay iş değil. Bunu yönetmek için uluslararası camianın taahhütleri ve bu iş için ayırdığı insani yardım ve resmi kalkınma fonları var. Ancak bu kaynaklar dünyanın bütün dertlerini çözemiyor.
Suriye’de patlak veren krizle beraber Türkiye en çok mülteci barındıran ülke haline geldi. Biraz önce bahsettiğim bu insani yardım fonlarından Türkiye’ye de epey bir pay düştü. Özellikle Avrupa Birliği üzerinden Türkiye’ye kayda değer yardımlar aktarılmış olmasına rağmen mültecilerin tüm ihtiyaçlarını karşılayacak kaynağa erişilemedi.
Türkiye’ye sığınan mültecilere devlet bir taraftan ciddi öz kaynak aktarırken, diğer yandan dünyanın bu yükü paylaşması için etkili söylem üretmeye çalışıyor. Bu bazen değişken politikalar olarak gündemimize yansıyor, bazen de politikayla uyumlu olmayan pratikler olarak yansıyor. Bu da mülteci alanında çalışan biz STK’lar için yönetmesi zor bir süreç haline geliyor. Bu sıkışmışlık içerisinde maalesef bunun bedelini en çok mülteciler ödüyor…
Mülteci alanında çalışan biz STK’lar için yönetmesi zor bir süreç haline geliyor. Bu sıkışmışlık içerisinde maalesef bunun bedelini en çok mülteciler ödüyor.
Pandemi sivil alanı ve Hayata Destek Derneği’ni nasıl etkiledi?
Pandemi ile beraber değişen pratiklerimiz oldu – hem yürüttüğümüz çalışmalarda hem de iş yapış şeklimizde. Tüm STK’lar bunu yaşadı sanıyorum. Bazıları merkez ofislerini kapatma kararı aldı; artık uzaktan bağlanarak da birçok işimizi yürütebildiğimizi gördük. Hatta bazı işlerimizi daha da efektif yürütebiliyoruz bu sayede. Daha az seyahat ediyoruz; toplantılarımızı oturduğumuz yerden yapabiliyoruz. Tüm bunlar daha yeşil bir ofise ve ekibe dönüşmemizi sağladı.
Mültecilerle direkt temas eden bir ekip olarak tüm aktivitelerimizi dijitale taşımak mümkün olmadı ama diğer taraftan kurduğumuz destek hatları ile eskiden ulaştığımızdan çok daha fazla sayıda mülteciye ulaşabildik. Coğrafi kısıtımız olmayınca ve yenilikçi teknolojiler kullanınca faaliyet gösterdiğimiz 8 ilin ötesinde mültecilere ulaşma şansı yakaladık. Bu da pandeminin beklenmedik diğer bir olumlu çıktısı oldu.
Toplumsal cinsiyet eşitliğine yaklaşımınız ne? İnsani yardım çalışmalarınızda nereye oturuyor?
Hayata Destek’te her zaman erkekten çok kadın çalışan ve gönüllümüz oldu. Beş kadının kurduğu bir dernek olarak toplumsal cinsiyet dengesine ve eşitliğine her zaman duyarlı olduk. Bizim Hayata Destek olarak işyerinde toplumsal cinsiyet eşitliği politika ve prosedürlerimiz var, onları uyguluyoruz.
Yaptığımız iş itibariyle de mülteciler arasında toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin önlenmesi ve azaltılması çalışmalarımızda olduğu gibi yürüttüğümüz programlarda toplumsal cinsiyet eşitliği özelinde tasarladığımız projelerimiz var. Bunun yanı sıra toplumsal cinsiyet eşitliği ana akımlaştırma stratejimiz var. Proje döngüsünde ihtiyaç tespitinden proje tasarımına, uygulamadan izleme ve etki değerlendirmeye kadar tüm fazlarda kadın, erkek, çocuk, LGBTİ duyarlı veri toplayıp onların özel ihtiyaçlarına yönelik çalışmalar yapmaya özen gösteriyoruz.
Sivil Toplumun Dünyanın Daha Adil, Daha Yeşil ve Daha Yaşanabilir Bir Yer Olmasına Katkısı
Sivil toplum Türkiye’de ve dünyada ne-neleri başardı?
İnsan ile birlikte tüm canlıları merkezine alan bakış açısı sayesinde sivil toplum girişimleri eşit haklar için mücadele etti, politikaları etkiledi; dünyamızın daha adil, daha yeşil, daha yaşanabilir bir yer olmasına katkı sağladı. Bunun yansımalarını Türkiye’de de görüyoruz – bugün kadına şiddetin bu kadar konuşuluyor olması; çocuk işçiliği ve istismarının bu kadar gündemde olması, ayrımcılığa karşı bir akımın başlamış olması, LGBTİ haklarının savunulabiliyor olması, mültecilerin içinde yaşadıkları zor şartları konuşabiliyor olmamız hep sivil toplumun bu önemli toplumsal konuları gündeme taşımasıyla mümkün oluyor.
Türkiye’de siyasi iklim, kutuplaşma ve ayrışma var mı? Bu, sivil topluma yansıdı mı? Siz kendinizi bunlar arasında nerede konumluyorsunuz?
Türkiye’deki kutuplaşma ve ayrışmadan sivil toplum da nasibi aldı maalesef. Sivil alana hak temelli bakan kesimle inanç temelli bakan kesimler arasında uçurum var. Çok ayrışmış oldukları için de sivil toplumda kilit öneme sahip olan bilgi paylaşımı, koordinasyon ve kolektif hareket neredeyse hiç mümkün olmuyor.
Pek çok inanç temelli dernek ve vakıfın hükumete yakın duruyor olması onların gerçek anlamda sivil toplum kimliğine de gölge getiriyor. Devlet destekli ve imtiyazlı STK’lar aslında sivil alanın periferisinde yer aldığı için de böyle bir uçurum söz konusu. İngilizcede GONGO denilen government NGOs, yani devlet destekli STK’lar, bizim Türkiye’nin de bir gerçeği. Bu tarz STK’larla hak temelli STK’lar arasında iş, duruş ve söylem farklılıkları olduğu için kutuplaşmayı ve ayrışmayı daha da tetikleyen bir durum haline geliyor.
Biz Hayata Destek olarak hak temelli çalışan bir STK’yız, ancak özellikle insani yardım alanında faaliyet gösteren çokça İslami vakıf ve dernek var. Üstelik pek çoğu uluslararası operasyonlar da yürütüyor; ağırlıklı olarak Afrika’ya yardımlar yapıyorlar. Bir afet veya savaş sonrası insani yardımların etkili dağıtılabilmesi ve mükerrer olmaması için bizim alanda koordinasyonun sağlanması çok kritik. Özellikle Türkiye dışında yürüttüğümüz insani yardım operasyonlarında birbirimizle koordineli çalışmamız önemli. Bunları anlık, o anda ihtiyacı karşılayacak şekilde yapabiliyoruz ama sistemli bir iletişim ve etkileşimimiz maalesef yok.
Sivil alana hak temelli bakan kesimle inanç temelli bakan kesimler arasında uçurum var. Çok ayrışmış oldukları için de sivil toplumda kilit öneme sahip olan bilgi paylaşımı, koordinasyon ve kolektif hareket neredeyse hiç mümkün olmuyor.
Türkiye’de sivil toplum ne kadar etkili? Eleştirel bir yaklaşımla Türkiye’de sivil topluma ve STK’lara ilişkin nasıl bir değerlendirme yaparsınız?
Brüksel’de üniversite okuduğum yıllarda Avrupa’daki sivil hareketliliğe ve çeşitliliğe bakıp Türkiye’de sivil toplumu daha sessiz ve zayıf bulurdum. Sonra dünyanın farklı coğrafyalarında çalışmaya başladığımda pek çok ülkeye kıyasla Türkiye’de sivil toplumun gayet başarılı olduğunu görmeye başladım. Genel olarak tecrübelerim bana gösterdi ki bir ülkede devlet ne kadar güçlüyse sivil alan o kadar baskılanıyor ve kenara itiliyor. Nitekim, Türkiye’nin tarihine baktığımızda güçlü devlet geleneği sivil toplumun yeşermesine pek de izin vermemiş. Bugünkü siyasi iklimin hala baskıcı ve kontrolcü olması sebebiyle sivil toplum arzu edilen etkiyi yaratamıyor ama buna rağmen kısıtlı olan o sivil alanda pek çok ülkeye kıyasla bir zenginliğimiz olduğunu düşünüyorum.
İnsani yardım alanında 1999 Marmara depremi Türkiye sivil toplumu için dönüm noktası olmuştur. Orada afete karşı kurulan güçlü sivil koordinasyonun yansımalarını bugün dahi hissediyoruz. Bu yılın başındaki Elazığ/Malatya depremi, ardından Edirne’ye gelen mülteci/göçmen akımı ve şimdi Covid-19 salgını, bunlar sivil toplumun tekrar hareketlenmesine, birlikte güzel işler başarmasına ve birbirine kenetlenmesine sebep oldu.
Sivil Toplum-Özel Sektör İş Birliği ve Dayanışması Açısından Belirleyici Bir Yıl
Türkiye’de sivil toplumun 2020 yılında durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
2020 yılının Ocak ayından başlayarak peş peşe afetler yaşadık. İlk önce Elazığ ve Malatya depremleri, ardından Edirne Pazarkule’deki mülteci/göçmen akını, en son da Covid-19 pandemisi. Bu süreçlerin hepsinde sivil toplum çok faaldi. Hem depremzedelere hem mülteci ve göçmenlere hem de pandemiden etkilenen ailelere çok ciddi yardımlar yaptılar. 2020’nin ilk yarısında inanılmaz bir dayanışma vardı sivil toplum kuruluşları ve gönüllüler arasında. Hatta kriz dönemlerinde beraber hareket edeceğimiz ve koordineli çalışacağımız bir STK afet koordinasyon platformunu da yeniden aktive ettik.
Bu dayanışma içerisinde özel sektörün de önemli bir rol aldığını gördük. Fabrikalar maske ve dezenfektan üretimine geçti. Bazı özel sektör vakıfları bunları ücretsiz olarak sağlık çalışanlarına ve ihtiyaç sahiplerine ulaştırdı; bazıları nakit yardımlar bile sağladı. Sivil toplum-özel sektör işbirliği ve dayanışması açısından belirleyici bir yıl oldu 2020. Özel sektör kuruluşlarının kendi kurdukları vakıflar üzerinden yaptıkları çalışmalar ve şirketlerin kurumsal sosyal sorumluluk adı altında STK’larla işbirliği içerisinde yaptıkları çalışmalar sayesinde hem yaratılan toplumsal etki artmış oluyor hem de sivil alan genişlemiş ve güçlenmiş oluyor. Özel sektörün sivil alanla etkileşim haline girmesi anlamında 2020 önemli bir yıl oldu Türkiye için…
Sivil Alanda Yerel Liderlerin Güçlendiği Bir Dönem
Sivil topluma dair umutlu musunuz? Küresel ve ulusal ölçekte, sivil alanda bizi hangi gelişmeler bekliyor? Öngörüde bulunabilir misiniz?
Sivil toplumun kalitesi açısından çok parlak bir dönemde değiliz. Kutuplaştıran siyaset ve popülist liderler Türkiye’ye özel değil. Evrensel haklar ve çok kültürlülük için mücadele vermek yerine belirli grupların üstünlüğünü ve imtiyazları savunan bir sivil toplumla karşı karşıyayız. Aşırı sağ siyasetin doğurduğu sivil hareket beni hiç de mutlu etmiyor.
Ancak bu umutlu olmamak için bir sebep değil. Her şeye rağmen birleştirici gücün içimizde olduğuna ve tekrar güçleneceğine inanıyorum. Bunu mümkün kılacak sivil toplum liderlerinin de aramızda olduğuna inanıyorum. Yerelin kendisini keşfettiği, kendi kapasitesine güvendiği, sivil alanda yerel liderlerin güçlendiği bir dönem bekliyor bizi.
Sivil alanda hangi faaliyetleri yürütmeyi planlıyorsunuz?
Sivil toplum olarak da sistemli, daha örgütlü, daha dayanışma içinde hareket etmemiz gerekiyor. Tek seferlik yaptığımız bir çalışma ya da tek seferlik söylediğimiz bir söz ile sivil alanı genişletmemiz, güçlendirmemiz mümkün değil. Türkiye’deki sivil toplumun bölgesel ve özellikle küresel düzeyde daha aktif olması gerektiğine inanıyorum. Bunun için de güçlü liderliğe ihtiyaç var.
Hayata Destek olarak sadece afetten, savaştan etkilenmiş birey ve toplulukların ihtiyaçlarını karşılamak değil, bunu yaparken sivil alanı ne kadar güçlendirdiğimize de önem veriyoruz. Sadece Hayata Destek için değil, tüm sivil toplum girişimlerinin Türkiye’de daha güçlü konuşabildiği, daha büyük etkiler bırakabildiği bir ortam için çalışmaya devam edeceğiz. Hayata Destek olarak sivil alanın korunması ve güçlenmesi için öncü rol oynamaya devam edeceğiz.
Bizi Takip Edin