Akademide Toplumsal Cinsiyet Bakışının Kazanımları: PLOTINA Projesi
PLOTINA projesini konuştuğumuz Özyeğin Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Leyla Kayhan Elbirlik’e göre, toplumsal cinsiyeti göz ardı eden (gender blind) bir çalışma, araştırmanın kapsamını daraltır; toplumsal cinsiyete duyarlı bilimsel bir çalışma ise çok daha kalıcı, somut ve sürdürülebilir sonuçlar verir.
Toplumsal cinsiyet eşitliğini ve akademide tacizi yoğun olarak tartıştığımız bugünlerde, üniversitede toplumsal cinsiyet eşitliğinin anaakımlaştırılmasını hedefleyen PLOTINA projesi, toplumsal cinsiyetin dahil edildiği çalışmaların kazanımlarını gösteren yol gösterici bir örnek…
PLOTINA projesi (Araştırma, İnovasyon ve Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Dengesinin ve Katılımının Teşvik Edilmesi) 2016 yılında Türkiye’den Özyeğin Üniversitesi ve Avrupa’dan toplam on üniversite ile STK’ların bir araya gelmesiyle başladı ve bu yılın şubat ayında sonlandı. Her katılımcı kurum özelinde toplumsal cinsiyet eşitliğini engelleyen sorunları tespit edip Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Planı (TCEP) hazırlayan ve yürürlüğe koyan PLOTINA deneyimini, pandemide kadın akademisyen olmayı, Türkiye’de diğer üniversitelerin bu deneyimden nasıl faydalanabileceğini ve dahasını Özyeğin Üniversitesi’nde projeyi hayata geçirenlerin başında gelen Leyla Kayhan Elbirlik ile konuştuk.
PLOTINA projesi neyi hedefledi ve bu hedefe ne düzeyle ulaşabildi?
PLOTINA (Araştırma, İnovasyon ve Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Dengesinin ve Katılımının Teşvik Edilmesi) projesi AB’nin Horizon 2020 çerçeve programının Araştırma ve İnovasyonda Toplumsal Cinsiyet Eşitliği konulu bir çağrısına cevaben başlamıştır. Bu projenin temel hedefi, katılımcı kurumların kendi içindeki toplumsal cinsiyet eşitliğine engel teşkil edebilecek yapıları saptayıp, bu engellerin giderilmesine yönelik bir Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Planı (TCEP) tasarlayarak yürürlüğe koymasıdır.
Bu gibi projelerde hedeflenen her şeyin gerçekleşmesi oldukça zor olabiliyor. Burada bir kurumu ciddi anlamda dönüştürmekten bahsediyoruz, bu zaman alan bir şey. Dolayısıyla biz ilk etapta projemizin üniversitenin her paydaşı tarafından tanınması ve benimsenmesini amaçladık ve bunu da yüksek ölçüde kurum genelinde yarattığımız farkındalıkla başarmış olduğumuzu düşünüyorum.
Dört senelik projenin neticesinde projemizi gerçekleştirdiğimiz Özyeğin Üniversitesi, bir toplumsal cinsiyet uzmanı akademisyeni istihdam etti, toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda üniversitenin tüm aksiyonlarını gözeten bir birim kurdu. Bunun yanı sıra, üniversitenin karar alma organları, idari ve akademik personeline yönelik çok geniş kapsamlı bir toplumsal cinsiyet eşitliği farkındalığı eğitim programı hazırlandı ve bu eğitimler yürürlüğe girdi. Bu adımlar, üniversitedeki toplumsal cinsiyet eşitliği politikaları ve uygulamalarının devamlılığının ve kurumsallaşmasının en önemli unsurları olmuştur.
Bu gibi projelerde hedeflenen her şeyin gerçekleşmesi oldukça zor olabiliyor. Burada bir kurumu ciddi anlamda dönüştürmekten bahsediyoruz, bu zaman alan bir şey.
Toplumsal Cinsiyet Olgusunun Araştırmada Etken Olarak Görülmemesi
Akademide toplumsal cinsiyetin anaakımlaştırılması sürecinin, diğer alanlara göre, daha hızlı ilerlemesini beklemeli miyiz? Akademinin toplumsal cinsiyete daha duyarlı ve farkındalığının yüksek olmasını beklemek yanlış mı?
Anaakımlaştırma süreci akademinin alanına göre farklılıklar gösteriyor. Bunun başlıca sebebi, toplumsal cinsiyet olgusunun araştırma alanında bir etken olarak görülmemesi olabilir. Mesela tıp ya da mühendislik alanında yapılan araştırma ve inovasyon faaliyetlerinde, toplumsal cinsiyet unsuru araştırmanın neticesine bir etken olabilecekmiş gibi görülmüyor. Dolayısıyla yapılan deneylerde denek kitlesi, çoğunlukla ‘norm’ kabul edilen ve kadın içermeyen bir gruptan oluşabiliyor. Bu da o çalışmanın kapsamını aslında çok daraltabiliyor.
Bunun en güzel örneği araba üretiminde kullanılan çarpışma testi mankenidir. Bundan birkaç sene önce yapılan bir araştırma, bu testte kullanılan mankenlerin erkek fizyonomisine sahip olmalarından dolayı genelde otomobil kazalarında kadın sürücülerin yaralanma ve ölüm oranlarının erkeklerinkine göre ciddi anlamda daha yüksek olduğunu ortaya çıkartmıştır.
Bu her zaman kasıtlı bir şey olmayabilir. Bazen de farkındalık olmadığı için ‘gender blind’ dediğimiz yani toplumsal cinsiyet olgusunu hiç işin içine katmayan çalışmalar yapılabiliyor. Örneğin konu direkt olarak toplumsal cinsiyeti ilgilendirmiyorsa, bir sosyal bilim uzmanı dahi çalışması için bu olguyu dikkate almadan ilerleyebiliyor. Bu araştırmanın kapsamını oldukça kısıtlayıcı bir etken olabiliyor. Dolayısıyla toplumsal cinsiyete daha duyarlı ve farkındalık seviyesinin arttırılmış olduğu bir ortamda, alan ne olursa olsun akademik faaliyet çok daha kalıcı, somut, geçerli ve sürdürülebilir neticeler meydana getirecektir. İnsanlığının tümüne faydası olan bir ürün ortaya çıkacaktır. Amaç da bu olmalı kanısındayım.
Kadınlar, en gelişmiş toplumlarda bile, ailevi açıdan çocuk veya yaşlıların bakımını sağlama, evin ekonomisini bilfiil yönetmede daha etkin rol üstleniyor ya da üstlenmek zorunda kalıyorlar.
Kadın Akademisyenin Kariyer Engeli: İş-Yaşam Dengesi
Toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık, ülkeler bazında toplumsal cinsiyet normlarına göre değişkenlik gösteriyor ise gelişmiş ülkeler ile Türkiye’nin akademide toplumsal cinsiyet eşitliğine bakışına ilişkin nasıl bir fark var? Türkiye’ye özgü neler olabilir?
Bu çok önemli bir soru aslında. Tabii ki gelişmiş ülkeler ve gelişmekte olan ülkeler arasında toplumsal cinsiyet eşitliği açısından büyük farklar var. Bunların kimi kültürel kimi ise toplumun yapısının dönüşümü neticesinde su yüzüne çıkıyor. Akademiye bakacak olursak, gelişmiş ülkelerde dahi kadının akademik süreçte yükselmesi ve kariyerinde yol alması erkeğinkine kıyasla çok daha geridedir. Bu Avrupa’nın birçok ülkesinde de böyle.
Ayrıca Fen ve Mühendislik alanlarında kadın akademisyenlerin genellikle araştırma görevlisi veya doktor öğretim üyesi olarak uzun seneler geçirdiklerini ve doçentlik, profesörlüğe yükselemediklerini gözlemliyoruz. Bunun birçok sebebi var ama en belli başlı sebep iş-yaşam dengesi olarak karşımıza çıkıyor. Kadınlar en gelişmiş toplumlarda bile ailevi açıdan çocuk veya yaşlıların bakımını sağlama, evin ekonomisini bilfiil yönetmede daha etkin rol üstleniyor, ya da üstlenmek zorunda kalıyorlar.
Bunun en güzel örneğini hiç şüphesiz COVID-19 pandemisi sırasında gördük. Pandemi süresinde okulların kapanmasıyla birlikte sanal eğitim düzenine geçildi. Evde eğitimine devam eden çocuklara yardımcı olmaya çalışan, aynı zamanda ev işlerini aksatmaması gereken ve bir yandan da eğer çalışıyorsa işindeki sorumluluklarını da yerine getirme yükümlülüğü olan kadınların bu süreçte iş-yaşam dengesindeki dezavantajları oldukça görünür hale geldi.
Kurum Kültürüne Uygun ve Her Üniversiteye Özgün TCEP Hazırlanması
“Toplumsal cinsiyet olgusunun kurum kültürüne göre içinde barındırabileceği farklılıkları dikkate alarak, her üniversiteye özgün bir TCEP (toplumsal cinsiyet eşitliği planı) oluşturulması”, yani kurum kültürünün toplumsal cinsiyet eşitliğinin anaakımlaştırılması sürecinde nasıl bir etken olduğunu açıklar mısınız?
PLOTINA Projesi konsorsiyumu üniversiteler ve araştırmayı destekleyen veya denetleyen kurumların bir araya gelmesinden oluşmuştur. Katılımcılar Özyeğin Üniversitesi dışında İtalya’dan Bolonya Üniversitesi (koordinatör), İngiltere’den Warwick Üniversitesi, Portekiz’den Lizbon Üniversitesi Ekonomi ve İşletme Okulu, Slovenya’dan Ulusal Kimya Enstitüsü, İspanya’dan Mondragon Üniversitesi, İspanya’dan ELHUYAR Komunikazioa ve ELHUYAR Aholkularitza, İtalya’dan Centro Studi Progetto Donna e Diversity ve Avusturya’dan Zentrum für Soziale Innovation’dur.
Görüldüğü üzere Avrupa’nın farklı yerlerinden ve de farklı boyutlarda, farklı alanlarda faaliyetleri ön plana çıkan üniversitelerden bahsediyoruz. Mesela proje koordinatörü olan Bolonya Üniversitesi Avrupa’nın ilk kurulan üniversitelerinden, şehrin birkaç yerinde farklı boyutlarda kampüsleri var, akademisyen, personel ve öğrenci sayısı en fazla olan kurum. İş-yaşam dengesi vb. gibi konularda tasarlanmış bir toplumsal cinsiyet planını bu çapta bir kurumda oturtmaya çalışmak oldukça zor. Özellikle de bunun bir devlet üniversitesi olduğunu düşünecek olursak, işin içine bürokratik süreçler de müdahil oluyor, bazı açılardan da tıkanıklıklar yaşanıyor. Fakat öte yandan bu çapta faaliyet gösteren bir üniversitenin elinde çok daha geniş kaynaklar var. En basitinden proje başvurusu yapma, TCEP tasarlama konusunda oldukça tecrübeli bir ekibe sahipler, dolayısıyla engelleri aşma konusunda da daha hızlı yol alabiliyorlar. Bu sadece bir örnek, ilgilenenler her kurumun geliştirmiş olduğu ve uyguladığı farklı TCE planını www.plotina.eu adresinden gözlemleyebilir.
“Akademi Önyargıların Hâkim Olduğu Bir Çalışma Alanı”
Akademide eğitimli ve toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin farkındalığının yüksek olmasını umduğumuz bir kadın “kariyer basamakları ilerledikçe görünmez olmaya” nasıl başlıyor? Özellikle doktora sonrası erkek ve kadın akademisyenler arasındaki bu uçurum, bugüne dek neden göz ardı edildi? Ataerkiyle mücadele ve eşitliğe doğru adım atmak neden bu kadar zor?
Akademi önyargıların çok hâkim olduğu bir çalışma alanı maalesef. Bunu sadece ülkemiz için söylemiyorum. Az önce belirttiğim gibi, İsveç’i dışarıda bırakacak olursak Avrupa’nın birçok ülkesinde kadın akademisyenler kariyer ilerlemesinde benzer sıkıntıları paylaşıyor. Bunda ‘gender bias’ dediğimiz ayrımcı önyargının hâkim olmasının yanı sıra, bizim saptadığımız unsurlar da etken. Örneğin kadın akademisyenlere kendi kurumları ve alanlarında ilerlemiş akademisyenler ne kadar mentörlük yapıyor, onların ilerlemelerine ne gibi katkıda bulunuyorlar?
Bugün bakacak olursak kadınların yüksek mertebeye gelmeleri o kadar zorlu bir süreç ki, oraya geldikten sonra da yeni yetişen kuşaklara (hemcinslerine) yol gösterici olmak bazen onlar için öncelik olmayabiliyor. Halbuki toplumsal cinsiyet adına atılan adımların kalıcı olabilmesi için gençlerin önünü açmak, onların kariyerinde yükselmelerini sağlamak çok daha öncelikli olmalı…
Bu bağlamda projemizin dönüşümü sağlamayı hedeflediği bir alan da araştırma gruplarında ve araştırma faaliyetlerinde cinsiyet ve toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifinin dikkate alınması. Mesela bizim bir başka gözlemimiz de üniversitelerde üretilen projelerin genellikle mühendislik fakültelerinden olmasıydı. Mühendislik alanında toplumsal cinsiyet açısından var olan oransal bir eşitsizlik zaten mevcut. Proje üreten bir birimin parçası olmayınca görünürlüğünüz de kimi zaman azalabiliyor. Dolayısıyla Özyeğin Üniversitesi bünyesinde üretilen projelerin çeşitliliğine ağırlık verilmesi ve farklı alanlardan akademisyenlerin teşvik edilerek çalışmalarını daha görünür kılacak fırsatların yaratılması konusu önerilerimizden biriydi ve dikkate alındı.
Akademik ortamdan beklenmeyecek, entelektüel düzeyin yüksek olmasından dolayı ‘asla olamaz’ diye düşündüğümüz birçok vukuat, tüm üniversitelerde oldukça yaygın.
Akademide Cinsel Tacizin Yaygınlığı
Son günlerde artan akademide cinsel tacize ilişkin tartışmalar hakkında ne söylersiniz? Akademide de güçlü olanın (erkeğin ) korunup kollanması ve nihai olarak yine kadınların mağdur olması nasıl engellenebilir?
Ben tacizin her türlüsüne karşı çok tepkiliyim. Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi adıyla anılan ‘Kadınlara Karşı Şiddet ve Aile-İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nden çekilmeyi tartıştığı şu günlerde bu konu oldukça önem taşıyor. Bu konuda Türkiye’de akademide yavaş yavaş bilincin artacağını ümit ediyorum. Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesiyken üniversitede Cinsel Tacizi Önleme Komisyonu (CİTÖK) üyesiydim. Akademik ortamdan beklenmeyecek, entelektüel düzeyin yüksek olmasından dolayı tasavvur edemeyeceğimiz birçok vukuatın tüm üniversitelerde oldukça yaygın olduğunu görüyoruz. Cinsel tercihi ve kimliği ne olursa olsun tüm bireylerin kendilerini özgürce ifade edebileceği ve faaliyetlerini hiçbir baskı altında olmadan yürütebilecekleri bir kampüs ortamı sağlamak üniversitelerin hedefi olmalı. Üniversite bireyi topluma hazırlayan bir mikro dünya ise bu konuda tüm paydaşlarını eğitmek ve geleceğe hazırlamakla yükümlü olmalı.
PLOTINA projesi çerçevesinde Özyeğin Üniversite’sinde de Cinsel Tacizi ve Cinsel Saldırıyı Önleme konusunda faaliyet gösterecek bir birim kurulması için çalışmalara başlandı ve bu yönde bir politika belgesi ve yönergesi yazıldı. Kurumlar içinde erkekleri koruyup kollayan ve kadın mağduriyetini perçinleyen anlayış ancak ve ancak kurum mensuplarının farkındalığını arttıracak eğitimlerle ve kurumun tacize sıfır tolerans politikasını benimsemesi ve uygulamasıyla engellenebilir.
Projenin kişisel olarak size katkısı ne oldu? Projenin sonunda toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin ne öğrendiniz? Araştırma sürecinden sizi şaşırtan bulgular ya da görüştüğünüz kişilerde aldığınız size şaşırtıcı gelen tepkiler oldu mu?
Projenin kişisel olarak en büyük katkısı daha önce hiç yapmadığım bir şeyi yapmış olmak, yani ilk defa bir AB projesinin partneri olarak proje başvurusu yapmak, kendi kurumumda bir özdeğerlendirme analizi yapmak, eksikleri saptayarak bunları gidermek için bir plan tasarlamak ve yürürlüğe koymak deneyimleri oldu.
Ayrıca farklı alanlardan gelen ve toplumsal cinsiyet üzerine çalışan çok değerli bir proje ekibinin parçası olmak, benim için çok büyük bir kazanım oldu. Bana en şaşırtıcı gelen şey, özdeğerlendirme aşamasında kurumun tüm paydaşlarının gayet açık bir şekilde düşünce ve deneyimlerini paylaşmaktan kaçmaması olmuştu.
Pandemide Daha Önce Olmadığı Kadar Fedakarlıkta Bulunmak Zorunda Kalan Kadınlar
Pandemi akademide toplumsal cinsiyet eşitliğini nasıl etkiliyor? Deniz Kandiyotti’nin pandemide, “modern kadının illüzyonun yıkıldığı” tespitine, akademisyen bir kadın olarak, kendi deneyimleriniz ve çevrenizdeki kadın akademisyenlere ilişkin gözlemleriniz çerçevesinde, katılır mısınız?
Pandemi süreci kendi jenerasyonumuzda ilk defa karşılaştığımız bir süreç. Sanırım bu süreçle baş etme yöntemlerini yaşadıkça keşfedeceğiz, geliştireceğiz. Hem çocuk hem yetişkin hem de yaşlı nüfusun farklı farklı etkilendiğini deneyimlediğimiz bu süreçte, kadınların, Kandiyoti’nin de altını çizdiği üzere, birçok açıdan daha önce olmadığı kadar fedakarlıkta bulunmak zorunda kaldığını gözlemledik.
Kendi açımdan bu süreçte en zorlandığım nokta, daha küçük yaşta olan çocuklarımın sanal eğitiminde ‘anne’ rolünden farklı bir şapka giymek mecburiyetinde kalmak idi. Bir evde üç farklı rolü üstlenmek zorunda kaldığınızda hakikaten umutsuzluğa kapılıp ‘modern kadın illüzyonunun yıkılma’ noktasında olduğuna inanmamak çok güç oluyor. Özellikle de işi düşünme, araştırma ve yazmayı gerektiren biz akademisyenlerin konsantre olup bölünmeden geçireceği bir saati bulmaları oldukça imkansızlaştı bu süreçte.
Diğer bir yandan da birçok kaynak, toplantı ve konuşmanın herkesin ulaşabileceği ve istediği anda dinleyebileceği bir platforma, yani dijital ortama taşınması çok önemli bir gelişme oldu. Bunun herkesin yaşantısını etkileyen bir gelişme olduğu yadsınamaz. Hatta önümüzdeki yıllarda eğitim, araştırma ve öğrenimin daha çok sanal ortamda olmasının yaygınlaşacağını, belki de daha ön planda olacağını düşünüyorum. Bu da birtakım eşitsizlikleri kısıtlamakta bir çözüm olabilir.
Türkiye’de deneyimlerinizi diğer üniversitelere aktarmayı düşünür müsünüz? YÖK ve diğer üniversitelerden size ulaşan bir talep var mı?
Bu konuda bize ulaşan bir talep henüz olmasa da bu proje üzerinde çalışırken aklımızda hep bu çalışmanın bir model olarak diğer üniversitelerle de paylaşılması seçeneği vardı. Zaten PLOTINA websitesine yansıttığımız iyi örnekler ve çalışma detaylarını bu sebeple oraya koyduk. Ekip olarak, tecrübemizi paylaşmanın çok önemli olduğuna inanıyoruz. Bu konuda son derece paylaşımcı bir yaklaşımımız var.
Bizi Takip Edin