Mor Çatı ve Uçan Süpürge Vakfı: “Şiddete Karşı Her Tepkinin Kıymeti Var”
Deniz Bulutsuz-Ozan Güven vakası, 103 senaristin yayınlandığı ortak bildiriyle birlikte kadına şiddet ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği konularının yanında sinema-tv sektöründe kadına yönelik her türlü istismar, senaryolardaki cinsiyetçi dilin yarattığı tahribat gibi konuları da gündeme taşıdı. Uçan Süpürge Vakfı ve Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı ile hem kadına şiddeti hem de sektörde kadın temsilinin sorunlarını konuştuk.
Uçan Süpürge Vakfı, toplumsal cinsiyet eşitliği için yaptığı çalışmaların yanında her yıl düzenlediği kadın filmleri festivali sebebiyle geniş kitlelerce biliniyor. Uçan Süpürge Vakfı Danışma Kurulu Üyesi Fatma Edemen, düzenledikleri festivalle sinemada kadın emeğine yakından bakma fırsatı bulduklarını söylüyor. Edemen, cinsiyet eşitliği üzerinden sektöre baktığında şu yorumlarda bulunuyor: “Sinema televizyon sektöründe güncel durumu değerlendirmek gerekirse elbette katedecek çok yol var. Maalesef hala kadınların belirli alanlardan dışlandığı, erkek meslektaşlarından daha düşük ücret aldığı ve sıklıkla tacize ve kötü muameleye maruz kaldığı bir sektör söz konusu. Kamera önünü düşünürsek kadın oyuncuların oynamak durumunda bırakıldıkları klişeleşmiş kötü temsillerden mobbinge, tacize, kadar pek çok sorun söz konusu. Kamera arkasında ise kadınların yapabileceği ve yapamayacağı işler ayrımı hala mevcut. Örneğin, elbette gurur verici örnekler çıksa da kaç tane kadın görüntü yönetmeni bildiğimizi sorgularsak korkunç bir gerçekle karşılaşıyoruz. Eşit ücret talebi bu sektörde hem kamera önü hem arkası için büyük bir gerçeklik. Çok başarılı kadın yönetmenlerin muazzam filmler çektikten sonra ikinci bir film çekemedikleri bir sektörden bahsediyoruz, çünkü kadınlara yeterli kaynaklar ayrılmıyor. Ancak bütün bu saydığımız olumsuzlukların yanında kadınların eskisi gibi susup köşeye çekilmediğini de belirtmekte fayda var. Yeterli olmasa da sektördeki kadınlar cephesinden bir direniş söz konusu, özellikle mobbing, taciz gibi konular eskisi kadar sessiz karşılanmıyor.”
“Senaristlerin Bildirisi Bir Uyarı ve Değişme Talebidir”
Edemen, 103 senaristin bir araya gelerek kadına karşı şiddeti ve her türlü ayrımcı dili, tacizi kınadığı bildirinin çok değerli olduğunu söylerken bunun güzel bir başlangıç olmasını umduklarını da vurguluyor: “Senaristlerin Ozan Güven’in şiddetine karşı ses çıkartmaları ve Deniz Bulutsuz’a destek olmaları gerçekten çok değerli, çok da güzel bir başlangıç özellikle senaristler cephesinden. Bu bildirinin bir harekete dönüşebileceğini iddia etmek şu an için çok gerçekçi olmayacaktır ancak önemini asla yadsımamak gerekiyor. Bu bildiri sonuçta senaristlerin sektörün diğer ayaklarına yönelik bir uyarısı ve değişme talebidir. Bu dayanışma çağrıları kadınlar için son derece önemli, öncelikle cesaret aşılayıcı olduğunu kabul etmek gerekiyor. Türkiye’de belki çok büyük kazanımlardan bahsedemeyiz ancak artık başka bir dönemi yaşadığımızı da görmek gerekiyor, kadınların susmadığı, birbirlerinden cesaret aldıkları, tacizcilerin eskisi gibi gizli saklı kalamadıkları bir dönem bu. Sektördeki kadınları bir araya getirecek yeni oluşumlar da aynı şekilde ortaya çıkıyor, bu sektördeki kadın mücadelesi bakımından adım adım daha iyi bir yere doğru yol aldığımız kesin.”
Uçan Süpürge Vakfı, 2018 yılında 21. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali öncesi 56 kadın örgütüyle görüşmüş, eylem ve strateji planlarıyla ilgili çalışmalar yapmış. Böylesi yoğun ve çok sayıda katılımla gerçekleşen görüşmelerin üstünden iki yıl geçmişken bugün kat edilen yolu değerlendirmesini istediğimizde Edemen üzerine eğildikleri sorunların halen devam ettiğini söylüyor: “Sinema ve televizyon sektöründe sorunlar hala var ancak direniş de var. Keza son dönemde TCK 103. Madde üzerine yani Çocuk Cinsel İstismarına af getiren yasa üzerine çalışmalarımız sürüyor. Bu dönemde hala çocukların erken yaşta evlendirilmelerine karşı, istismarın meşrulaştırılmasına karşı çalışma yürütmek oldukça üzücü ancak değişimi talep etmekten başka çaremiz yok.”
“Sektörde Senaristlerin Gücünün Büyüklüğünden Bahsedemeyiz”
Edemen’e göre senaristlerin şiddeti kınayan ve yapımcısından kanal yöneticisine ilgili herkesin tavır almasını isteyen bildirisi çok önemli. Senaristlerin de ellerini taşın altına koymaları gerektiğini ancak tek sorumlu olarak algılanmalarının yanlış olacağını söylüyor: “Bu bildiri oldukça önemli, değerli ve hareketin güçlü bir dinamiği olma potansiyeline sahip ancak özellikle dizi sektöründe korkunç senaryolarla karşı karşıyayız. Kesinlikle senaristlerin dizi ve filmlerde sergilenen şiddete karşı tavır almaları, sorumluluk üstlenmeleri gerekiyor. Ancak öte yandan senaristler bu işin gerçek ve tek sorumlusu gibi de davranmamak gerekiyor. Maalesef ki büyük isim yapmış bir elin parmağını geçmeyecek sayıdaki bir kaç senarist dışında sektörde senaristlerin çok büyük bir gücü olduğunu söylemek doğru olmaz. Bu yüzden özellikle dizi sektöründe bir değişim istiyorsak tek tek senaristlerin bireysel eylemlerinden değil örgütlü mücadeleden medet ummak gerekiyor. Bir senaristin tek başına “ben bu senaryoyu yazmam” demesi ona işini kaybettirir ama o senaryonun yazılmasının, o korkunç temsillerin ortaya çıkmasının önüne geçmez ancak bir çok senaristin aynı anda “hayır biz bu senaryoyu yazmıyoruz” demesi çok şeyi değiştirir. Tam da bu yüzden 103 senaristin ortak bir iş yapması, bu metni ortaya çıkarması çok değerli ve umut vaad edici.”
“Kadınların Hikayelerini Ön Plana Çıkarıyoruz”
Uçan Süpürge Vakfı, kendi bünyesinde düzenlediği festivalde kadın temsiline azami önem gösteriyor. Edemen festivalin amacının kadınlara sektrde yer açmak ve kadın izleyicilere umut aşılamak olduğunu söylüyor: “Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nin en temel sorunlarından biri; kadınların temsili ve hikayeleri. Biz festivalde yer alacak eserleri seçerken öncelikle bir kadının elinden çıkmasına dikkat ediyoruz, filmin yönetmeninin veya yönetmenlerinden en az birinin kadın olması temel şartımız. Bunu başvuru koşulumuz olarak önümüze koyuyoruz ancak bununla bitmiyor tabi ki. Sonrasında filmleri seçerken estetik kaygılarla birlikte toplumsal cinsiyet rollerine, filmin hikayesine odaklanıyoruz. Bizim için önemli olan, kadınların hikayelerini yine kadınlar için ön plana çıkarmak, sektörde onlara yer açmak ve kadın izleyicilerimize umut aşılamak.”
“Medyada Kadın Temsili Yeterli Değil”
Edemen, MeToo çağının Türkiye’yi de etkilediğini söylerken, STK ve sendikaların bu dönemde kadınların sorunlarına daha çok eğildiğini belirtiyor ve özellikle Susma Bitsin Platformu’nun çalışmalarına vurgu yapıyor: “Sektörün kadın emekçileri tarafından kurulan Susma Bitsin, açıklamalar yapıyor, kadınların açtığı taciz davalarını takip ediyor, bu oluşumlar başka kadınlara da cesaret verip ses çıkartmalarını sağlıyor.”
Edemen’e göre medyada kadın temsili ise yeterli değil: “Medyada görünürlük konusuna gelecek olursak maalesef ki yeterli temsilden söz etmek mümkün değil. Sahiplik ve ortaklık ilişkileri çok net ortada. Bir kanalın haber programında aynı kanalda yayınlanan dizinin oyuncusunun yaptığı tacize dair haber görmek mümkün olmuyor, maddi çıkarlar ve imaj kadınlardan daha fazla önemseniyor. Ancak sosyal medya, alternatif haber siteleri, yayın mecraları bu konuda kadınlar için önemli kaynaklar ve araçlar haline geldi. Anaakımda sesini duyurmakta zorlanan özneler alternatif mecralarda ön plana çıkabiliyor, bunu da azımsamamak gerek.”
“Şiddete Karşı Çıkan Her Destek Çok Kıymetli”
Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’ndan Selime Büyükgöze, şiddete karşı çıkartılan sesler çok büyük öneme sahip: “Kadına yönelik erkek şiddeti, şiddet tanıklıklarının sessizliğinden, kadınları suçlayan ve şiddet uygulayan erkekleri kollayan toplumsal ilişkilerden besleniyor. Bu nedenle şiddetin suç olduğunu ve bahanesi olamayacağını hatırlatan, kadınlara inanıp destekleyen bir diğer yandan şiddet uygulayanların karşısında yer alan her destek çok kıymetli. Kadınlar için maruz kaldıkları şiddeti paylaşmak her zaman pek kolay olmuyor. Bu paylaşımlar kadınlara güç verdiği gibi paylaşım yapan kadınlara verilen destekler de başka kadınları cesaretlendiriyor. Utanç, şiddete maruz kalan kadınların hissettiği güçlü duygulardan biri. Bu duygudan sıyrılmak, paylaşımlarının inkarla karşılanmayacağını görmek kadınlar için oldukça güçlendirici oluyor.”
“Şiddet Bilinçli Bir Davranıştır”
Deniz Bulutsuz-Ozan Güven vakası üzerinden şiddetin sosyo-ekonomik, eğitim seviyesi gibi etkenlere ne derece bağlı olduğu, ‘şiddeti sadece şu kişiler uyguluyor’ algısının ne denli doğru olduğunu sorduğumuz Büyükgöze, şiddetin bilinçli bir davranış olduğunu vurgulayarak açıklıyor görüşlerini: “Kadına yönelik şiddetin bir faili olduğu genellikle unutuluyor. Erkekler kadınlara güç göstermek, kontrol altına almak ve cezalandırmak için şiddet uygular. Şiddet bilinçli bir davranıştır. Şiddet uygulayan kişi canavar ya da akıl hastası değildir. Stres altında olduğu ya da sinirlendiği için şiddet uygulamaz. Karşısındaki kadına şiddet uygulamaya hakkı olduğunu düşündüğü için uygular. Öyle olmasa bu erkekler her sinirlendiklerinde karşılarına çıkan kim olursa olsun şiddet uyguluyor olurlardı ama biz örneğin sinirlenip yapımcısını döven oyuncu haberleri okumuyoruz. Başkaları tarafından sevilip saygı görecek kadar iyi ilişkiler kurabiliyor olmaları şiddetin tercih edilen bir davranış olduğunu bir kez daha gösterir. Şiddetin temelinde toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin olduğunu akılda tutmak, kişiler illa ki fiziksel şiddet uygulamıyor olsalar da cinsiyetçiliğin kadına yönelik şiddeti beslediğini akılda tutmak gerekiyor.”
“Dizilerdeki Kadın Temsilleri Şiddetin Sorumlusu Değil”
Büyükgöze’ye göre televizyon ve sinemadaki kadın temsilleri eleştiriye açık olsa da şiddetin sorumlusu olarak görmek doğru değil. Yine de basmakalıp cinsiyet rollerini sorgulayıp değiştirmeleri kadın mücadelesine katkı sağlar: “Bu temsiller toplumsal ilişkilerden beslenerek yaratılıyor, o nedenle bu temsilleri tek başına sorumlu tutmak da bir haksızlık. Bir diğer yandan bu temsiller toplumsal cinsiyet rollerini eleştirmeden yerleştiriyor ve böylelikle yeniden üretiyor. Şiddet temsiline karşı farkındalık zaman içerisinde artsa da basmakalıp cinsiyet rolleri dışında karakterleri, bağımsız ve kendi hayatını erkekler dışında gerçekleştiren kadın karakterleri görmek çok güç. İstisna olarak kabul edebileceğimiz hikayelerde ise kadınlar bir şekilde cezalandırılıyorlar. Cinsiyetçiliğin ve şiddetin sorumlusu diziler değil fakat kadınlardan yana temsiller üreterek var olan düzeni devam ettirmemeyi tercih etmeleri de mümkün. Sinema ve televizyonda üretim yapanlar tüm bu kararları tek başlarına verecek güce sahip değiller tabii ki. O nedenle yüzümüzü güç sahiplerine, yani yapımcılara ve televizyon kanalı yöneticilerine çevirmemiz ve taleplerimizi iletmemiz gerekiyor.”
“Susma Bitsin ile Sektörde Bir Dönüşüm Başlayacak”
Büyükgöze son olarak, her şiddet vakasında kadınların hayatları, kariyerleri yokmuş gibi şiddet faili erkeklerin mağduriyetlerinin konuşulmaya çalışıldığına vurgu yapıyor ve sinema-tv sektöründe Susma Bitsin Platformu’nun çalışmalarının önemine değiniyor: “Dünyadaki hikayelerin küçük bir kısmını metoo ile dinledik. Anlatılamayan sayısız hikaye olduğunu tahmin etmek güç değil. Türkiye’de ise tek tek kadınların maruz kaldıkları şiddet ve tacizi paylaşımları sayesinde farklı örnekler gördük. Her defasında da sanki bu kadınların bir hayatı, bir kariyeri yokmuşçasına şiddet uygulayan erkekler “iftiraya uğradım”, “kariyerime zarar vermek istiyor” gibi açıklamalarda bulundu. Pek çok kadının bunlarla karşılaşmamak için, kariyerlerinden olmamak için sessiz kaldığını biliyoruz. Susma Bitsin ile sinema ve televizyon sektöründe çalışan kadınlar sektördeki taciz, şiddet ve mobbing’e karşı mücadele etmek ve deneyimlerini paylaşarak birbirlerinden güçlenmek için bir araya geldiler. Bu birlikteliğin her şeyden önce parçası olan kadınları güçlendirerek sektörde bir dönüşümü başlatacağı kesin.”
Bizi Takip Edin