“Erk’ek İttifakının Afişe Edilmesi Çok Önemli”
SenaristBir çatısı altında faaliyet gösteren Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Komisyonu, Deniz Bulutsuz’un Ozan Güven’den şiddet gördüğünü açıklamasının ardından 103 senaristin imzasını taşıyan bir bildiri yayınladı. Sinema televizyon sektöründe kadına yönelik her türlü ayrımcılık, taciz ve şiddete karşı çalışan Susma Bitsin Platformu’ndan Senem Aytaç ile senaristlerin bildirisini, sektördeki toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin boyutlarını ve buna karşı verilen mücadeleyi konuştuk.
Dijital medya uzmanı Deniz Bulutsuz’un oyuncu Ozan Güven’den şiddet gördüğünü açıklayıp davacı olmasının ardından hem sinema-tv sektöründen hem de kadın örgütlerinden kadına şiddeti kınayan tepkiler geldi. SenaristBir üyesi 103 senarist ise yapımcıları, menajerleri, yayıncıları ve tüm ilgili kuruluşları tavır almaya davet eden bir bildiri yayınladılar.
Bildiri metninde, “Sektörümüzden erkeklerin faili oldukları ya da sektörün kadın çalışanlarını hedef alan şiddet, taciz ve istismar olaylarında, kadın beyanı esasına uygun biçimde tavır almayı, meslek etiğinin bir parçası sayıyoruz” deniyor ve yapımcısından yayıncısına ilgili her kuruluşun şiddete karşı tarafta yerini alması isteniyor. Altyazı Sinema Dergisi Proje Koordinatörü ve Susma Bitsin Platformu katılımcılarından Senem Aytaç da metindeki talepleri makul bulduğunu ve kadın şiddetine karşı olduğunu söyleyen herkesin bu yönde aktif sorumluluk alması gerektiğini söylüyor.
Deniz Bulutsuz vakasının ardından 103 senaristin bir araya gelerek yayınladıkları bildiri metnini, dile getirdikleri taleplerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu sayıda senaristin bir araya gelmesi ve şiddete, tacize karşı ses çıkarması sektör için bir değişimin başlangıcı olabilir mi?
SenaristBir çatısı altında ama aynı zamanda özerk bir oluşum olarak hareket eden ‘Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Komisyonu’nun kurulmuş olması öncelikle çok kıymetli ve önemli. Her alandaki meslek birliklerinin, sendika ve örgütlerin cinsiyet eşitliği konusunda benzer komisyonlar kurması ve bu konuyu aciliyetle gündemlerine taşımaları elzem.
Metindeki talepler de fazlasıyla makul. Bu tür emsal teşkil edebilecek vakalardan elde edilecek kazanımların mücadelenin güçlenmesi adına önemli. Herkesin sorumlu davranması; ‘kadın şiddetine karşıyım’ diyorlar ise bu yönde aktif sorumluluk alması gerekir.
Ozan Güven vakasında, imzalar açıklandıktan sonra tacizci olduğu ifşa edilen bir erkeğin listeden isminin çıkarılmasının da bu sürecin çok önemli bir parçası olduğunu düşünüyorum. ‘Kadına şiddete karşıyım’ diyerek listelere imzalarını ekleyenlerin göstermelik hareketlerinin ifşa edilmesi, erkeklerin suçu üzerlerinden atma çabalarının bertaraf edilmesi de bu süreç adına çok önemli. Ayni şekilde 8 Mart’ta kadına karşı şiddet reklamları çekip, açıklamalar yapıp, gerçekten eyleme geçmek gerektiğinde çekimser kalınması da kabul edilemez.
Her tür kişi ve kurum üzerinde kamusal baskı oluşturması, yasaların çıkmadığı, çıksa bile uygulanmadığı bir sistemde özellikle bir mecburiyet. Aynı şekilde görünmez ‘erkek dayanışması’nın ifşası, şiddet uygulayanların hiç de öyle toplumdışı canavarlar olmadığının görünür kılınması, erk’ek ittifakının afişe edilmesi çok önemli. Umarım bu talepler karşılık bulur ve somut kazanımlar elde edilir.
Bir taraftan da senaristler, dizi ve film senaryolarındaki aciz, erkeğe bağımlı kadın karakterlerin çokluğu, şiddet ve taciz sahnelerinin sıradanlaştırılması gibi sebeplerle eleştiriliyorlar. Bu konudaki fikirleriniz neler? Senaristlerin sergilenen şiddetten sorumlu davranıp bir tavır almaları gerekir mi? Sizce senaryolardaki toplumsal cinsiyet eşitliğini yok sayan dili değiştirmek için adımlar atılıyor mu?
Dışarıdan takip edebildiğim kadarıyla senaristlerin kurduğu bu komisyon temel olarak aslında bu meseleleri konuşmak, tartışmak için bir araya geldiler zaten. Herhangi bir yapımda emekçi olarak çalışan bir kadının tek başına söz hakkının, yaptırımının olması oldukça güç. Bu anlamda ortaklaşmış, örgütlenmiş bir mücadele şart. Televizyon dizilerinde, reklamlarda, sinema filmlerinde cinselliğin, cinsiyetin, cinsel şiddetin temsil biçimlerinin daha kapsamlı ve derinlikli bir biçimde tartışılması da gerekiyor.
Kurmaca toplumsal gerçeklikten tamamen bağımsız bir alan değil, bu ikisi arasında girift ilişkinin farklı veçhelerini tartışmaya hepimizin ihtiyacı var. Hem toplumsalda hem de temsil alanında söylemin değiştirilmesi, dönüştürülmesi konusunda hepimizin aktif rol alması ve bu tartışmayı tüm çelişkileriyle birlikte yürütmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Sinema-tv sektörü genelde çok zor ve güvencesiz çalışma şartlarıyla bilinir. Bir de hep konuşulsa da sesini metoo hareketiyle yükselten bir taciz, şiddet gerçeği var. Sektördeki bu zararlı ve çarpık “erkek dünyası” algısını yıkmak için neler yapılıyor ve daha neler yapılabilir? Sektör STK’ları yeterli ve etkin çalışmalar yürütüyor mu? Medyanın desteği, görünürlük, insanlara ulaşmada kullanılan kaynaklar yeterli mi? Varsa sorunlar neler?
Gerek sivil toplum kuruluşları gerekse meslek birlikleri son dönemde bu konuda hassasiyet gösteriyorlar aslında. Bu hassasiyetler ne kadar somut koşullar yaratabiliyor, ne kadar somut sonuçlar alınabiliyor kısmı tartışmalı da olsa, sadece sektörde çalışan kadınların değil tüm örgütlü örgütsüz unsurlarıyla kadın mücadelesinin ‘artık yeter’ noktasında olduğu da aşikâr. Bu, bir hayatta kalma mücadelesi ve giderek seslerini yükselten, dayanıştıkça birbirinden güç alan bir hareket var. Karantina döneminde bile kadınların sokak eylemlerine devam etmeleri bunun bir ölüm kalım savaşı olduğunun birebir kanıtı. Anaakım medyada yer alamasa dahi, özellikle sosyal medyada yükselen seslerle birlikte, ‘kendisinden başka kurtarıcı beklemeyen’ bir kadın mücadelesinin gücünden söz edebiliriz en çok. Halen kazanımları yeterince güçlü değil belki, fakat bunu sebebi de çok sistematik bir siyasi, kültürel, ekonomik baskının ve şiddetin yoğunluğu.
SusmaBitsin, sinema ve dizi sektöründe kadına yönelik şiddet, taciz vakaları üzerine çalışıyor. Güncel bir değerlendirme yaparsanız, sektörün set önü ve arkasındaki tüm kadın çalışanları için nasıl bir tablodan söz ediyoruz? Bu bağlamda Deniz Bulutsuz davası ve benzeri vakalara karşı verilen tepkilerin, kınayıcı açıklamaların, oluşan dayanışma ortamının sektördeki kadınlar için önemi nedir?
Kadınların deneyimlerini birbirleriyle paylaşmaları, açık ya da kapalı ifşalar, birbirinden güç bulmak, bunca yıldır feminist hareketin biriktirdiği deneyimlerden beslenen ve bu deneyimlere yeni bir soluk da getiren bu oluşumlar çok önemli. Sektörün durumunun vahameti ortada. Kadınlar bir araya gelip birbirleriyle deneyimlerini paylaştıkça bunca yıldır devam eden sistematik baskı, şiddet, taciz ve tecavüz daha da görünür ve bütünlüklü hâle geliyor. Birbirinden güçlenmek, yaralarını sarmak, birbirini iyileştirmek, birbirinin öfkesini paylaşmak, birbirine yaslanarak ayağa kalkmak, tek başına bunlar dahi kısa ve uzun vadede bir fark mutlaka yaratacaktır ve hâlihazırda yaratıyor da zaten.
Bizi Takip Edin