Sinop’ta Referans Reaktöre Şirketsiz ÇED
Türkiye'nin ikinci nükleer santral projesi için nihai ÇED süreci başlatıldı. Sinop'ta santralin yakın çevresi üzerindeki etkisi değerlendirmeye açılan projenin ne geçerli bir anlaşması var ne de reaktörlerin inşaatı için görevlendirilen bir şirketi!
Çevre Etki Değerlendirmesi(ÇED) özünde projelerin çevre üzerindeki etkilerinin tespit edilerek tedbirlerin alınmasını amaçlar. Planlanma aşamasından başlayarak inşaat, işletme ve faaliyetin sona erdirilmesi dahil tüm süreçler kapsam dahilindedir. Ne var ki son beş yıldır teoride sistematik değişikliklere uğratılan, pratikte politik karar mekanizmalarının kontrolüne giren ÇED raporları artık formalite icabı hazırlanıyor. Raporlarda yer alan subjektif yorum ve genelleme içeren ifadeler dahi başvuru şirketinin onaylanmama gibi bir kaygı duymadığının en önemli göstergesi. Nitekim gerek halkın katılımının gerekse takibinin hak olduğu süreçlerde sivil toplumun itirazları dikkate alınmadığı gibi üç bin sayfaya varan nihai ÇED raporları 10 gün içinde siyasi yetkililerin eliyle onaylanıveriyor.
Yukarıda resmini çizdiğim süreçler Akkuyu Nükleer Güç Santrali (NGS)n’de deneyimlendiği gibi Sinop’ta kurulmak istenen nükleer santral projesinde yaşanıyor. Ancak santral alanının yakın çevresi üzerindeki etkisinin değerlendirmeye açıldığı bu projenin ne geçerli bir anlaşması var ne de reaktörlerin inşaatı için görevlendirilen bir şirketi! Hatırlayacağınız gibi, iki yıl önce ÇED başvuru dosyasını sunduktan sonra Sinop nükleer santral projesini gerçekleştirmeyi taahüt eden Japonya, Milletlerarası Anlaşma (Hükümetlerarası Anlaşma)’dan çekilmiş, reaktörlerin yapımı için görevlendirilen Mitsubishi-Areva konsorsiyumu da sonlandırılmıştı. Lakin bu gelişme ÇED hazırlık dosyasının nihai ÇED başvurusuna dönüşmesine engel olmadı. Üstelik bu iki yıllık zaman zarfında ÇED yönetmeliğine göre şu yazımızda okuduğunuz gibi halkın katılımı önlenerek halkın katılımı toplantısı yapılmış ve yine şu haberimizdeki gibi Sinop’tan sivil toplum örgütlerinin toplantıya katılması önlenmesine rağmen İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu (İDK) Toplantısı Ankara’da gerçekleştirilmiş sayıldı.
Efsane EPR Flamanville 3 “Referans Reaktör”
Japonya Hükümeti ile Milletlerarası Anlaşma’nın son bulmasının Sinop’ta bir nükleer santral projesinden vazgeçildiği anlamına gelmediğinin altını daha önce defalarca çizmiştik. Nitekim Japonya’nın çekildiği projenin hayat geçirilmesi için 30 Mart 2020 tarihinde nihai ÇED başvurusunu yapan merci, Mitsubishi devredeyken %49 hisseye sahip olacağı belirtilen EUAS International ICC Merkezi Sinop Nükleer Güç Santrali(NGS) Jersey Adaları Türkiye Merkez Şubesi adına Assystem ENVY Enerji ve Çevre Yatırımları A.Ş. oldu. Nihai ÇED raporunun en ilginç tarafı ise ortada teknoloji sahibi yatırımcı şirket yokken projenin çevre üzerindeki etkisinin değerlendirilmesi için Flamanville 3 tipi reaktörün”referans reaktör”ilan edilmiş olması. Yani ÇED hazırlık dosyası sunulduğu zaman projenin %100 sahibi durumundaki Japonya’nın denenmemiş Atmea 1 tipi reaktörüne niyet edilmişken Fransa’daki nükleer endüstrinin dünyayı donatmak istediği üçüncü nesil basınçlı su reaktörüne (EPR-European Pressurized Reactor)’ kısmet denilmiş görünüyor.
EPR, Fransa’da EDF’in Flamanville Nükleer Santrali’ndeki önceki basınçlı su reaktörlerinin yanına 2008’den beri katmak isteyip inşaatı 12 yıldır bir türlü tamamlanamadığı için işletmeye alınması en son 2024’e ötelenmiş olan Areva, yeni adıyla Framatom şirketinin “yeni tip” üretimi. EPR reaktörüyle ilgili skandalı sizlere “Areva’nın üretim süreçlerinde 400 uygunsuzluğun tespit edildiği haberimizle aktarmıştık. Bununla birlikte ÇED raporunda “referans reaktör” olarak karşımıza çıkan Flamanville 3’e kurulan EPR reaktörünün 2012 yılında operasyona alınacağı umularak 3,6 Milyar Dolar öngörülen maliyetinin bugün 13 Milyar Dolar ‘a ulaştığını da belirtelim. Flamanville 3 ile bazı farkları olsa da yine EPR yatırımlarından bir diğeri de Finlandiya’da 2005’ten beri inşaat halinde olan ve en son 2021’de tamamlanacağı taahhüt edilerek maliyetlerini 3’e katlamış olan Olkiluoto 3 reaktörü. Benzer şekilde Çin’de Taishan 1 ile 2’de; İngiltere’de Sizewell C ile Hinkley Point C’de, Hindistan’da ve Afrika’da sayısı 12’ye varan EPR reaktörlerini görüyoruz. Türkiye’nin Sinop’ta nükleer santral projesinde ısrar etmesiyle önceden TAEK, 2018’de ise 702 No’lu KHK ile kurulan Nükleer Düzenleme Kurumu(NDK) kadrosuna geçen temsilcilerin küresel politika arenasında IAEA ile 2018 yılında imzaladığı anlaşma da daha bir anlamlı hale geliyor.
Türkiye’nin Sırtına Yeni Kambur
Yukarıda bahsi geçen projelerin bir ortak noktası reaktörlerin EPR olması ise diğer bir ortak noktası da bu projelerin planlanan yatırım sürelerinin dışına taşarak öngörülen maliyetlerini neredeyse üçe katlaması. Dolayısıyla Sinop NGS için, bu nihai ÇED raporunda yazıldığı gibi 2021’de kazı çalışmalarına başlanarak 2031’de faaliyete geçmesi gerçeklerden uzak. Kaldı ki tek bir reaktör için bu gecikmeler yaşanırken Sinop’ta 4 reaktörün kurulması gecikmelerin maliyet anlamına geldiği gerçeğiyle yurttaşların sırtına yeni bir ekonomik külfet binmesi demek. Şüphesiz bir nükleer santralin kurulmasıyla oluşan ekolojik ve toplumsal zararlar rakamsal olarak hesaplanıp ekonomik maliyetlere eklenebilseydi hiçbir yatırımcı şirket böylesi bir doğa tahribatında bulunmaya cüret edemezdi. Ne var ki maddi maliyetlerin yurttaşların elektrik faturasına yansıtılması projeleri şirketler için karlı hale bile getirebiliyor. Bu nedenle Akkuyu’da, Sinop’ta nükleer santraller için ayrılan alanda bu tesisler daha kurulma aşamasındayken yapılan çevre katliamı da devletin ve şirketlerin gözünde bir kayıp değil.
Kesilen 1 Milyon Ağacın Yerine Nükleer Atık Deposu
Sinop’ta bu proje için çevre katliamının önünü ilk açan hareket Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan Enerji Bakanlığı’na 10 kilometrekarelik arazinin aktarılması olurken, 1415 stadyum büyüklüğündeki alanda 1 milyona yakın ağaç kesilmesinin de taşlaşmış vicdanlarda bir karşılığı yok! Ne var ki kamuoyunun yükselen tepkisini baskılamak için siyasi temsilcilerin o gün yaptıkları “gençleştirme” açıklamalarının nükleer karşıtlarının iddia ettiği gibi gerçeği yansıtmadığı bu ÇED raporuyla ispatlanmış oldu. Zira Sinop NGS için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na yapılan nihai ÇED başvurusunun en can alıcı noktası atıklarla ilgili: Raporda açıkça Nükleer tesisin kurulması amacıyla Enerji Bakanlı’ğına devredilen 10 kilometrekarelik alanın santralin kullanım ömrü tayin edilen 60 yıl boyunca geçici atık depolama alanı olarak kullanılacağından ve bu atıkların Türkiye Hükümeti’nin sorumluluğu altında TAEK* tarafından kurulacak olan bertaraf tesisinde nihai olarak bertaraf edileceğinden bahsediliyor. Öyle görünüyor ki Türkiye’de siyasi iktidar ilk nükleer reaktörün kurulduğu 1942 yılından bugüne kurulamamış, 2004’ten beri Finlandiya’da tek örneği inşa edilmeye devam edilen Onkalo Nihai Atık Deposu’nun bir benzerini ya da kendi deyimiyle “atık bertaraf merkezini” nükleer santral kurmaktan daha da maliyetli süreçleri üstlenmek suretiyle göze almış.
Dışa Katmerli Bağımlılık
Nihai ÇED raporunda nükleer karşıtlarının on yıllardır savunduğu fakat siyasi iktidarın inkar etmesine rağmen bir diğer itiraf da projenin “yerli ve milli”liğine ilişkin. Nitekim nihai ÇED’de nükleer santral projesi için nükleer yakıtın Avustralya, Kuzey Amerika, Kazakistan, Rusya, Güney Afrika, Nijer(ÇED raporunun 6. sayfasında Nijerya olarak yanlış yazılmış) ve Namibya gibi tedarikçi ülkeler ile yapılacak olan uzun dönem anlaşmalar vasıtasıyla ve deniz yoluyla temin edileceği konusuna yine yer verilmiş. Nükleer yakıtın diğer ülkelerden alınacağı ve yabancı teknolojiyle kurulan nükleer santralin Akkuyu içinde geçerli olduğu gibi dışa bağımlılığı arttıracağı aşikar. Öte yandan Sinop NGS için yapılan bu nihai ÇED’de deniz yoluyla getirileceği beyan edilen yakıtın İstanbul Boğazı’ndan geçirilmesi halindeki risklere nihai raporda yer verilmediğini de not düşelim.
Okuduğunuz gibi Sinop NGS projesi ve onun “nihai” ÇED’i ele aldığım yalnızca bir kaç ana başlıkta bile bir çok yeni sorun, külfet barındırırken Türkiye’nin geleceğinin her yönden ipotek altına alınması anlamına geliyor. Kaldı ki özü itibariyle normalde ekolojik risklere haiz olan nükleer santral yatırımının 3284 sayfalık raporunda ” referans reaktör” faraziyesi üzerinden çevreye etkisinin ne derece doğru ve gerçekçi hesaplandığı da kocaman bir başka soru işareti. Zira adına nihai ÇED denen bu raporda güncel olamayan, Atmea 1 reaktörü için başvuru dosyası olarak hazırlanmış olduğu haliyle kalan, bu yazıya sığdıramadığım, siyasi karar mekanizmasının dışındaki bilim insanlarının incelemesine muhtaç bilgiler dikkati çekiyor.
Sinop NGS Projesi ÇED başvuru sürecinden itibaren aynı Akkuyu’da olduğu gibi toplumun müdahalesinden kaçırılmak istendiği için raporun 3284 sayfa olduğu şeklinde yorumlamak geçirilen nükleer karşıtlarının yargılanmasına varan antidemokratik süreçlerle birlikte düşünülürse yanlış olmaz. Ne var ki bir diğer neden de santralin kurulmasının vereceği zararın kapsamının büyüklüğüdür. Zira bugüne kadar 1 milyona yakın ağacın kesilmesiyle dahi doğa katliamı anlamına gelen projenin inşaata başlanması operasyona geçilmesi halinde çevre bitki örtüsüne; tüm canlılara; yer altı ve üstü su varlıklarına; yakın köylerdeki tarım, hayvancılık, balıkçılık gibi geçimlik işlere ve ayrıca Hamsaroz Koruma Alanı’na komşu olması nedeniyle endemik bitki ve hayvanlara hayvanlara, olumsuz tesir etmeyeceğini iddia etme zarureti var. Nitekim ÇED’in 93. sayfasında “NGS saha seçimi için eleyici bir IAEA kriteri yoktur. Sinop saha koşullarının, nükleer güvenlik olaylarını önleme, tespit etme, geciktirme ve uygun şekilde müdahale kabiliyetine bir engel teşkil etmediği sonucuna varılmıştır” gibi ifadeler bilumum yerlerde pırtlarken 4. 12 Sonuç kısmında “Saha Araştırma ve Yer Seçimi aşamalarında yapılan analiz ve değerlendirmeler sonucunda, Sinop NGS alanının, NGS yapımı ve işletimine uygun olduğu görülmüştür.”ibaresi bir duvar gibi karşımıza çıkıyor. Ne diyelim, şu yukarıdaki resimde artık olmayan ağaçların hatrı ve yarınlarımız adına, duvarlar yıkılmak içindir!
Bizi Takip Edin