Irkçılık ve Nefret Söylemi İle Mücadelede Medyanın Rolü
Irkçılık ve Nefret Söylemi ile mücadelede medyanın nasıl rol oynaması gerektiğini Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Kadın ve LGBTİ+ Komisyonu üyesi Gülfem Karataş, Hrant Dink Vakfı’ndan Merve Nebioğlu, Gazeteci Nevşin Mengü ve Gazeteci Süleyman Karan ile konuştuk.
Hem dünyada hem de Türkiye’de farklı etnik kimliklere, cinsel yönelimlere, dini inançlara sahip insanlara yönelik ırkçılık ve nefret söylemi toplumsal hayatın içerisinde ve internet ortamında giderek artıyor. Irkçılık ve nefret söylemi ile mücadelede en önemli faktörlerden biri de medya. Konuyla ilgili açıklamada bulunan Gazeteci Nevşin Mengü, gazetecinin demokrasi ve insan haklarından yana olması gerektiğine dikkat çekerek; “Gazetecinin nefreti, nefret dilini, ırkçı dili kesinlikle dışlıyor olması lazım. Bunun körüklenmemesi için medya organlarının ekstra dikkatli olması lazım. Ama medyanın bu kadar fragmante olduğu ve aslında iletişimin medyadan ziyade sosyal medyaya döndüğü günümüzde bunun ne kadar faydası olacak onu inanın bilmiyorum. Biraz daha bu iş insanların kendi vicdanına kalmış gibi görünüyor.” dedi.
“Gazeteciler Temel Gazetecilik Etiğine Uygun Davranmalı”
Gazeteci Süleyman Karan nefret söylemi ve ırkçılıkla mücadelede öncelikle Türkiye medyasının durduğu noktaya dikkat çekerek; “Medyanın bu konuda yönlendirici işlevi önemli, ancak Türkiye’de ideolojiler üstü olarak hemen hemen tüm medya organlarında karşılaştığımız ortak nokta, ırkçılık konusuna yaklaşımda ve söylemde ithal ve yapıntı bir dil kullanılması. Bunun yanı sıra ırkçılık sorunuyla bağlantılı hemen her haberde, öznel bir tutum sergilenmesi. Söz gelimi iktidar yanlısı medya konu Afro-Amerikalılar oldu mu müthiş ırkçılık karşıtı bir söylem takınırken, Sudan’da geçmiş dönemdeki İhvancı diktatörün Darfur katliamlarını görmezden geliyor” dedi.
Muhafazakar medyada ırkçılık karşıtı haberlerin başka bir ırkçı perspektifle, batı düşmanlığıyla verildiğine dikkat çeken Karan, “Benzer bir eğilimi de Kürt siyasetine yakın medyada görebiliyoruz. Dikkat edilirse, Irak ve Suriye Türkmenlerine yönelik haberlerin alt metinleri topyekun bir sıfatlandırmayla yüklü oluyor. Söz gelimi TSK’nın destekçileri, IŞİD ya da El Kaide destekçileri benzeri, aslında bir halkı tümüyle bir niteleme altına sokan ırkçı bir yaklaşımla… Ana medyanın (eğer ki öyle bir şey varsa tabii) genel olarak milliyetçi bulamaçlı ve lümpen bir yaklaşım sergilediğini görüyoruz. Kürtler’i genel olarak terörist, Türkler’den geri ve vahşi bir halk olarak gösterme eğilimi satır aralarında hissediliyor. Sosyalist medya ise ulusalcı anlayış ya da Kürt siyaseti eksenli anlayış arasında bölünmüş durumda ulusalcılara yakın kesim, diğer Kürt siyasetine yakın kesimde ise biraz önce Kürt siyasetine yakın medyadaki eğilimin aynısı görülüyor. Türkiye medyasının hemen hemen tümü, ırkçılık karşıtı söylemini hastalıklı ve çelişik bir eksen üzerinden sürdürüyor diyebilirim” diye konuştu.
Medyanın nefret söylemi ve ırkçılıkla mücadelede nasıl rol oynaması gerektiğine de değinen Süleyman Karan; “Medyanın rolü, öncelikle doğru haberi vermek olmalı. Yani biraz soğukkanlı bir habercilik anlayışıyla önce olguları paylaşmak ve kamuoyunu bilgilendirmek. Bu haberlerin dili ve söyleminde ise dikkatli davranmaları gerekir. Ancak bu şu anlama da gelmiyor, söz gelimi siyah ya da siyahi sözcüklerini kullanmak gizli ırkçılık değil. Bu ABD’de belki öyle bir sorun teşkil eder, bu ülkede bu bir sorun oluşturmaz, Afro-Amerikalı terimi daha uygundur ama bir zorunluluk değildir. Bu sebeple ortaya çıkan doğru sözcük hangisi tartışmalarının ben bir bağlam kaymasına sebep olduğunu, gazeteciliğin temel işlevi olan olayları aktarmayı ikinci plana ittiğini düşünüyorum” dedi.
Söylemin bir noktada tercih ve ideolojik temelli olduğunu belirten Karan; “Söylem bir noktada tercihtir ve ideolojik temelleri vardır. Bianet gibi etnik takıntılı haber kaynakları için bu sözcüklere takılmak bir tercih olabilir, ama asıl mesele gazetecilerin mesleki kurallara uygun biçimde yapmasıdır. Bir taraftar gibi davranmak genel olarak böyle konularda öne çıkıyor ki, bu da mesleki kurallara aykırı olsa gerek. Bunu köşe yazarları yapmalı, gazeteciler değil. Bu arada olaylar verilirken, gazeteciliğin bir görevinin de haber aktarmak kadar arka planı ve tarihsel geçmişi vermek olduğunu da düşünüyorum. Bu konuda ise gazetecilerin bu bilgileri ya bilen birinden öğrenip yansıtması ya da iyi bir araştırma yaparak vermesi faydalı olur sanırım. Bu yapılamıyor. Çünkü bu meslekteki insan kaynakları bunu becerecek donanım ve meslek ahlakına maalesef sahip değil, hangi taraftan olursa olsun, böyle bir olumsuzluk var.” diye ifade etti.
Nefret söylemi ve ırkçılıkla mücadele kapsamında gazetecilere düşen görevlere de değinen Karan konuşmasında şunları kaydetti: “Gazetecilerin illa ki böyle bir görev tanımı olması gerekmez. Ancak haberleri hazırlar ve servis ederken, bağlamı doğru kurmaları ve yalan haber servis etmemeleri, olguları eğip büküp ideolojik çarpıtmalara girmemeleri gerekir diye düşünüyorum. Söz gelimi ABD’deki olaylarda abartılı ve yanlış haberler vermek gibi… Bir örnek vereyim, George Floyd’un eşinin boşanma sebebinin ırkçılık karşıtı bir tavır olarak vermek gibi, oysa ki zaten kadın boşanmaya fırsat arıyormuş. Bu süreçte ise Floyd’un bir ırkçı olmaktan çok, polis şiddetinin simgesi olduğu da gözden kaçıyor, söz gelimi eşi Güneydoğu Asyalı… Bunlar görmezden gelinebiliyor, çünkü ülkemizde kopyala-yapıştır mantığıyla gidiliyor. Türkiye’deki gazetecilerin çeviri, apartma ve kopyala yaklaşımına baktığında durumumuz ortaya çıkar. Temel olarak şunu söyleyebilirim, gazetecilerin ideolojik tercihlerinden arınarak çıplak haberi doğru kaynaktan ve doğru biçimde vermesi gerekir. Farklı tarafların görüşlerini de yansıtabilmeleri. Yani temel gazetecilik etiğine ve düsturuna uygun davranmaları yeterli, ki bunu beceremiyorlar.”
“Toplum Ne Kadar Ayrımcı İse Medyanın Dili de O Kadar Ayrımcı Olur”
TGS Kadın ve LGBTİ Komisyon üyesi Gülfem Karataş, medyanın etik kurallarının olduğunu belirterek, “Bu etik kurallar çerçevesinde nefret içerikli haberler yapmak gazetecinin sorgulanmasına neden olur. Gazetecinin görevi zaten mağdur olanların sesini kamuoyuna duyurmak, haksızlıklara karşı hakkını alamayanın yanında olmaktır. Bununda insan odaklı, hak temelli yapılması gerekir” dedi.
Gazetecilerin toplumun geri kalanından bağımsız olmadığına dikkat çeken Karataş, “Toplumun değişmesi de eğitime bağlıdır. Bir bebek doğduğunda ırkçı doğmaz, ırkçılığı öğrenir. Ayrımcı dili, farklı olanı ötekileştirmeyi öğrenir. Bu nedenle toplum ne kadar ırkçı ve ayrımcı ise gazetecilerin ve medyanın dili de o kadar ayrımcı olur” diye konuştu.
TGS Kadın ve LGBTİ+ Komisyonu olarak medyadaki nefret söylemlerine, ayrımcı dile karşı mücadele etmeye devam edeceklerini ifade eden Karataş şunları söyledi: “Bu bir anda değişecek bir şey değil maalesef, o nedenle bıkmadan, yılmadan eğitimler yapmaya, hak mücadelesi vermeyi sürdüreceğiz.”
“Mücadele Sadece Medyaya İş Düşmüyor”
Hrant Dink Vakfı’ndan Merve Nebioğlu, öncelikle bu mücadelede sadece medyaya iş düşmediğini ve herkesin benimsemesi gereken adımların var olduğunu belirterek, “Irkçılık ve Nefret söylemiyle mücadele yapılacak en önemli ve etkili şey öncelikle, bunu tanımak, adını koymak ve anlamak; bu ayrıştırmayı ve nefreti mümkün ve yaygın kılan algıyı çözmek. Sonrasında ise, tüm farklılıklara yer veren, eşitlikçi ve hak odaklı çoğulcu bir dili mümkün kılacak ifade mekanizmalarının sağlanması gerekir” diye söyledi.
Nebioğlu, “Ancak bu şekilde tarafgirlik, önyargılar, ayrımcılık, korkular ve düşmanlık yerine, çeşitliliğe ve farklılığa saygıyla yaklaşan diyaloğu hedefleyen bir dil yaygınlaştırılabilir” dedi.
Bizi Takip Edin