‘Önceki Bireysel ve Ailevi Dinamikler Karantina Sürecini de “Belirliyor”
Covid-19 salgınıyla başlayan karantina günlerinin ardından yeni normalleşme dönemi 1 Haziran itibariyle başladı. Klinik psikolog Vahide Ulusoy Gökçek ile toplumsal ve bireysel olarak karantinada hangi psikolojik süreçlerden geçtiğimizi, ilerleyen “yeni normal” günlerde bizi bekleyen ruhsal durumları anlamaya çalıştığımız bir söyleşi gerçekleştirdik.
Süreç sonunda bugünlerin acısı bizden çıkacak mı? Süreç içerisindeyken farkında olarak ya da olmayarak neler yaşıyoruz? Bireysel ve toplumsal bir değerlendirme yapar mısınız?
Yaşadığımız karantina sürecinin üzerimizdeki beklendik veya beklenmedik etkilerini sorduğunuzu düşünüyorum. Toplumsal değerlendirme yapmak için açıkçası kendimi yetkin görmüyorum. Ama bireysel düzeyde bazı faktörlerin etkili olduğunu süreç içerisinde tecrübe ettik, elbette bunları aktarabilirim.
Kayıp yaşamayan veya yakınlarını kaybetmeyenlerde belki çok fazla bir etkisini görmeyebiliriz. Ancak şunu söylemek mümkün, kişisel yatkınlıklarımız bu süreçte etkisini gösterecek. Karantinadan önce de zaten nevrotik yapısı olan, halk arasında pimpirikli, kaygılı, vesveseli gibi ifadelerle tarif edilen kişilik özelliklerine sahip kişiler elbette daha zor bir süreç geçiyor. Haliyle bizden daha yoğun kaygı yaşıyorlar.
Bu süreçte etkisini gösterecek faktörlerden bir başkası sosyal destek ağımız. Yalnız yaşayanlarla kalabalık bir ailede yaşayanların pandemi sürecini atlatma biçimlerindeki farklılıkları da ileride daha iyi anlayacağız. İki ay evde, yalnız başına hiç dışarıya çıkmadan yaşamanın zorluğuyla evde sürekli birilerinin olması ve birlikte baş etmeye çalışmanın zorluğu fark yaratacakmış gibi görünüyor.
Bununla birlikte ev içerisindeki dinamikler daha da önemli hale geldi. Kişiler birbirleriyle anlaşıyorlar mı, birbirlerine saygı duyuyorlar mı, aralarındaki ilişki nasıl? Doğal olarak ilişkilerin şu zamana kadarki biçimi karantina sürecindeyken de kendini devam ettirecektir. Bu nedenle hem ilişkilerin sağlığı hem de ilişkilerin insan sağlığı üzerindeki etkisi bakımından sonuçlarla karşılaşmamız tabii ki mümkün.
Bununla birlikte pek çoğumuzun iş ve ev hayatı iç içe girmiş durumda. Bir yandan çocuklar eteğimizi çekiştiriyor, diğer yandan ellerimiz klavyede iş yetiştirmekle uğraşıyoruz. Çocuklarla aynı çatı altında olmanın getirilerinden biri ilgi taleplerini yalnızca bizimle gidermek istemeleri ve bunu yapamadığımız durumlarda tepkilerini pandemi öncesinden daha ısrarcı bir şekilde dışa vurmaları. Açıkçası üniversitedeki dersleri uzaktan eğitimle vermek, ilk kez uzaktan sınavlar düzenlemek, danışanları yine çevrimiçi platformlara çekmek, araştırmalarımı sürdürmeye çalışmak, ev işlerini yapmak ve evi düzenli tutmaya çabalamak, çocuklarla ilgilenmek ve bunları yaparken tükenmemek zor bir deneyim benim için de. Eşimle elbette paslaştık ama yine de hepsi bir arada zorlayıcı. Çünkü her birinin organizasyonu daha önceden tecrübe etmediğimiz, daha zorlayıcı bir hâl almış durumda.
Karantina öncesi yürüttüğümüz işleri, kurduğumuz düzeni değiştirip ev içi bir düzene geçmiş durumdayız ve bütünüyle buna ayak uydurmak için yoğun bir çaba sarf ediyoruz aslında. Belki de bugüne kadar bu kadar yoğun bir şekilde ekran karşısında olduğumuzun farkında değildik. Şimdi sürekli ekran karşısında olmak, sürekli konuşmak çok daha yorucu bir hâl aldı. Artık verdiğimiz mola da, işlerimiz de, sosyal desteğimiz de, arkadaşlarımız da evin içerisinde. Üstelik bunların neredeyse hepsi ekran başında. Hayatımız ekran/monitör merkezli işlemeye başladı. Bunun da ilerleyen zamanlarda sonuçlarını görebiliriz.
Kaygı ve stres bozukluğu yaşadığımızı ne zaman anlarız? Belirtileri nelerdir ve bunu fark ettiğimizde kendimizi nasıl teskin edebiliriz? Psikoloğumuzu arama sınırı nedir?
Öncelikle şunu söylememiz lâzım; şu anda kaygılı ve stresli olmamız kadar normal bir şey yok. Pandemi (salgın) gerçek bir tehlike. Fakat ne zaman sınırı zorladığımızı düşünürüz; uzmanların önerilerini dikkate alıp uygulamamıza, yakınlarımızda herhangi biri hastalanmamasına, hasta biriyle temas etmememize, karantinayı hiç delmememize rağmen hâlâ çok endişeliysek; hâlâ en son nereye dokundum, ellerimi yıkadım mı, tekrar yıkamalı mıyım, acaba kime temas ettim gibi düşünceler gün içerisinde vaktimizin önemli bir kısmını alıyorsa, evin içinde yürütmek istediğimiz çalışmaları yapamıyorsak, üretkenliğimiz zedelendiyse o zaman bir sorun var demektir.
Sonuç olarak vardığımız yer şu: Aile içi dinamikler salgın öncesi her nasılsa salgında da varlığını benzer biçimde sürdürecek. Besleyiciyse bu süreçte de besliyordur, zedeleyiciyse bu süreçte de zedeliyordur.
Sokağa çıkmak yasak, anneye, babaanneye, dedeye, dayıya sarılmak yasak. Anne babaları sürekli evde olsa da çocukların da düzenleri, alışkanlıkları bozuldu aslında. Çocuklar bu durumdan nasıl etkileniyor?
Sanırım çocuklar bizden daha kolay uyum sağladılar. Yaş burada etkili olabilir. Her çocuk için geçerli olmasa da örneğin benim küçük kızım hepimizden daha çabuk adapte oldu. Daha üç yaşında ve dışarıya çıkmayı talep bile etmiyor. Çünkü onun hayatında anne babasının ve ablasının varlığı mutlu olması için yeterli. Arada bir dışarı çıkmayı istediği zamanlar tabii ki oldu ama hastalığı açıkladığımızda çıkmamaya kolayca ikna oldu.
Çocuklar gönüllerince oynamak istediğinde evlerimizin ne de komşularımızla paylaştığımız apartmanımızın buna elverişli olmadığını gördük.
Ama yaş büyüdükçe işler değişiyor. Meselâ sekiz yaşındaki kızım, dışarıdaki hayatın ne kadar tatlı, güneşin ne kadar güzel, çimenlerin ne kadar hoş olduğunu, arkadaşlarıyla dışarıda oynamanın tadını kardeşinden daha iyi hatırlıyor ve daha iyi biliyor. Bu nedenle beş yaş ve üzeri çocukların daha fazla direnç gösterebilmelerini ve sıkılmaları anlaşılabilir. Özellikle bazı aileler karantinayı delerek çocuklarını çıkarmaya devam ettiğinde evde kalan çocukların hayatı daha da zorlaşıyor. Çünkü dışarıdaki akranlarını gördükçe sabretmeleri zorlaşıyor. Sokağı, dışarıdaki hayatını özleme potansiyeli yüksek yaşlardaki çocuklarda daha çok öfke, sıkılma söz konusu olabiliyor. Karikatürlerde de görmüşsünüzdür; sürekli etkinlik yapmak, çok fazla “yapılandırılmış” oyun ve zamana maruz kalmak aslında çocuklar için sandığımız (belki de umduğumuz) gibi etkili değil.
Diğer yandan ebeveynleri de anlamak gerekiyor. Zira evin içerisinde her saniye istedikleri gibi oynayan çocuklara tahammülümüz sandığımız kadar yüksek değil. Takdir edersiniz ki yirmi dört saat birlikteyiz. Çocuklar gönüllerince oynamak istediğinde evlerimizin ne de komşularımızla paylaştığımız apartmanımızın buna elverişli olmadığını gördük. Haliyle anne babaların zamanı değerlendirmek için neden yapılandırılmış etkinlikleri tercih ettiğini anlayabiliyoruz. Ama dediğim gibi aslında çocukların yapısı bunun için çok da müsait değil. O yüzden çocuklarla ebeveynler arasında çatışmalar yaşanması kaçınılmaz.
Şimdi evde kendisini olduğu gibi kabul etmeyen, birlikte geçirdikleri zamanı onu azarlayarak susturmaya ya da durdurmaya çalışan, “yapıştığı koltuktan” kaldırmaya çalışarak veya eğitsel etkinliklere boğarak kendisini yoğun bir şekilde değiştirmek isteyen ebeveynleriyle tıkılıp kalmış durumda.
Ancak yine daha önce de bahsettiğimiz gibi pandemi öncesinde eğer anne baba ve çocuk arasındaki ilişki zaten sağlıklıysa karantina sürecini de sağlıklı atlatacaklardır. Ama anne baba çocuk arasında yaralayıcı, örseleyici bir ilişki varsa, anne babanın ebeveynlik biçimi fazla katı veya fazla serbestse, çok yoğun eleştirel dil kullanılıyorsa çocuk için bu süreç elbette daha da zorlayıcı ve sarsıcı olacaktır.
Çocuk okuldaki günlerinde ebeveyninin bu eleştirel yaklaşımından uzaklaşıp bir nebze rahatlayabiliyordu, belki kendisini kabul edilmiş hissettiği bir yer bulabiliyordu. Ama şimdi evde kendisini olduğu gibi kabul etmeyen, birlikte geçirdikleri zamanı onu azarlayarak susturmaya ya da durdurmaya çalışan, “yapıştığı koltuktan” kaldırmaya çalışarak veya eğitsel etkinliklere boğarak kendisini yoğun bir şekilde değiştirmek isteyen ebeveynleriyle tıkılıp kalmış durumda. Bu yüzden çocuk rahatlama alanı bile bulamayabilir. Umuyorum ki bu durum az sayıda çocuk için geçerlidir.
Elbette çocuk “niçin dışarı çıkmıyoruz?” diye sorduğunda yalan söylemek yerine yaşına uygun bir şekilde gerçeği söyleyeceğiz. “Dışarıda hastalık var, salgın var.” açıklaması daha önce de söylediğim gibi üç yaşındaki çocuk için bile yeterli olabiliyor.
Çocuklara salgın, hastalık, virüs vb. hastalıkla ilgili durumlar anlatılmalı mı, nasıl anlatılmalı?
Çocukların yaşına, mizaçlarına ve anlama becerilerine uygun biçimde bu durum onlara anlatmak durumundayız. Onları gerçeklerden korumak değil, gerçeklerle tanıştırmak bizim görevlerimizden biri.
Neden dışarıya çıkmadıklarını onlara bir şekilde açıklamak zorundayız. Elbette çocuk “niçin dışarı çıkmıyoruz?” diye sorduğunda yalan söylemek yerine yaşına uygun bir şekilde gerçeği söyleyeceğiz. “Dışarıda hastalık var, salgın var.” açıklaması daha önce de söylediğim gibi üç yaşındaki çocuk için bile yeterli olabiliyor. Kızım görüntülü konuşma yaptığında “Hastalık bitsin biz geleceğiz. Amcalar gitsin biz geleceğiz.” diyor. Amcalar, dediği de polisler. Yani hastalık hakkında kendi yaşınca bu kadarını bilebiliyor ve gerekçe olarak kabul edebiliyor çocuk. Önemli olan da bu.
Ama “Acaba ben hasta olur muyum, annem babam hasta olur mu?” gibi kaygıları edinebilecek ileriki yaşlardaki çocuklara farklı yaklaşmak gerekir. Hastalığın daha çok kimleri etkilediğini, nasıl korunabileceğimizi, baş edebileceğimizi konuşabiliriz. Online platformlarda özellikle okul öncesi, dört beş yaş çocuklar için; salgın sürecini görsel ifadelerle hikâyeleştirerek çocuklara anlatma yollarını gösteren bu konuyla ilgili pek çok sağlıklı çalışmalar paylaşılıyor. Ebeveynlerin buralardan çok yararlanacağını düşünüyorum.
Haziran ayı itibariyle yavaş yavaş da olsa normale dönüyoruz. Yaygın söylem halindeki şekliyle söylersek “yeni normal”de bizleri ne bekliyor?
Pandemi sonrası peş peşe ve çok sayıda travmaların, patolojilerin ortaya çıkacağını düşünmüyorum açıkçası. Çok esnek bir toplum olduğumuzu baş etme mekanizmalarımızın da ister istemez güçlü olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla normale dönmemiz de bizi çok zorlamayacak.
Rakamlar ve önlemler istediğimiz gibi olursa kısa bir sürede eski hayatımıza geri döneceğimizi ve adapte olacağımızı düşünüyorum. Önemli olan bu sırada her şeyin normale döndüğünü düşünüp de tedbiri elden bırakmamak.
Vahide Ulusoy Gökçek Hakkında
Bilgi Üniversitesi Psikoloji bölümünden mezun oldu. Uzmanlığını FSM Vakıf Üniversitesi ve Bezmialem Üniversitesi Ortak Klinik Psikoloji programında yaptı. Programı bağlanma stillerinin karar verme süreçleri üzerindeki etkisini incelediği tezle tamamladı. Eğitimine FSM Vakıf Üniversitesi ve Medeniyet Üniversitesi Ortak Klinik Psikoloji doktora programında devam etmektedir. Özel bir üniversitenin psikoloji bölümünde öğretim görevlisi olarak dersler vermektedir. İyi Şeyler Psikolojik Danışmanlık Merkezi’nde yetişkin ve ergenlere yönelik psikoterapi hizmeti vermektedir. Çalışma alanları içerisinde depresyon, obsesif kompulsif bozukluk, kaygı bozuklukları, kişilik bozuklukları bulunmaktadır.
Bizi Takip Edin