Kirazlıyayla Mücadelesi: Halk ve Doğa Sermayeye Karşı
Ekoloji Birliği Eş Sözcüsü, Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Süheyla Doğan ile ÇED süreçlerindeki sorunları, Kirazlıyayla'da ve diğer bölgelerde yapılmak istenen doğa tahribatlarını ve pandemi sonrası dünyayı konuştuk.
Bursa’nın doğal güzellikleriyle öne çıkan köylerinden Kirazlıyayla’ya maden tesisi kurulması için başlatılan çalışmalar, bölgenin ekosistemine ve insan sağlığına zarar vereceği gerekçesiyle ekoloji STK’ları ve yerel halk tarafından protesto ediliyor. Sosyal medyada #Bursayiterket hashtag’iyle kamuoyu yaratılırken Ekoloji Birliği gibi STK’lar da halkla el ele vererek hukuki yollarla Kirazlıyayla’daki doğa talanını durdurmanın yollarını arıyor.
Kirazlıyayla’da Meyra Madencilik tarafından başlatılan çalışmalara karşı yerel halkla birlikte bir mücadele yürütüyorsunuz. Yapılacak tesisin verdiği zarar bir yana, çalışmaların başlatılmasında, ÇED raporunda vb. usulsüzlükler göze çarpıyor. Öncelikle ÇED raporlarının inanılırlığı hakkında neler söylersiniz?
ÇED süreçleri başlı başına bir halkı kandırmaca sürecine dönüşmüştür. Firmalar en kısa sürede alana yerleşmek amacıyla ÇED Yönetmeliğinin eki olan EK-1 ve EK-2 listelerindeki alan büyüklüğü ve kapasite sınırlarını aşabilmek için ruhsat alanları büyük olduğu halde 25 hektar altında ÇED izni başvurusu yaparak, “ÇED Gerekli Değildir” kararı almaktadırlar. Bu durumda halkın katılımı toplantıları vb yapılmadığından halk bilgilenememekte ve projeden haberi olmamaktadır. Firmalar bu küçük alan için çalışma izinlerini alarak alana yerleşmektedirler. Daha sonra kapasite artışı projesi hazırlayarak gerçek amaçları doğrultusunda daha büyük bir alan için ÇED Başvurusu yapmaktadır. Bu süreçte de kahvehanelerden birine asılan bir duyuru ile (muhtar yeterli özeni göstermişse) halkı bilgilendirme toplantıları yapılmakta, bu toplantılarda da oldukça teknik bilgilendirmeler yapıldığından halk projelerş yeterince anlayamamaktadır. Kadınlar kahvehaneye gitmediklerinden ve ayrıca birkaç kahvehane varsa yalnız birine asıldığından kadınların ve halkın tümünün bilgisi olmamaktadır. Daha sonra e-CED üzerinden duyurulan ÇED Raporu’na ve Ankara’da gerçekleştirilen İnceleme Değerlendirme Komisyonu köylülerin erişimi ve takibi de mümkün olamamaktadır. Firmalar yine zenginleştirme ve atık havuzları gibi tesisleri de çoğunlukla başlangıçtaki ÇED başvurularında göstermemekte, bunun için de bir üçüncü aşamayı tercih etmekteler. Bunun nedeni, ÇED formatlarının biraz daha karmaşık oluşu ve bu süreçten mümkün olduğunca kaçma istekleridir. Çevre ve Çehircilik Bakanlığı bu süreçlere bilerek ve isteyerek alet olmakta ve ruhsat alanlarının büyük olduğu bilinmesine rağmen küçük ÇED alanları için yapılan başvurularını kabul etmektedir. Bizler bu şekilde verilmiş ÇED Gerekli Değildir kararlarını takip edebildiğimiz ölçüde dava ettik ve çoğunlukla “ruhsat alanı büyüklüğü” gerekçesi ile de kazandık.
Kirazlıyayla’da ÇED süreci nasıl ilerledi? Bölgede yapılan hukuksuzluklar hakkında bizleri bilgilendirir misiniz?
Kirazlıyayla’da da benzer bir süreci gözlemliyoruz. Meyra Madencilik firması 2013 yılında 24.89 hektarlık alan için ÇED başvurusu yapıyor. 25 ha altında kaldığı için ÇED gerekli değildir belgesi alıyor. Firma 2015 yılında ise kapasite artışına giderek alanı 273 hektara çıkarıyor. 2015 de sunduğu ÇED Raporunda zenginleştirme yapmayacağını, flotasyon işlemini başka bir yerde yapacağını söylüyor. Ancak 2019 a gelindiğinde tekrar bir kapasite artışı ve 2015 yılında yapmayacağız dedikleri flotasyon tesisi ve atık havuzunu projeye ekliyor.
Firmanın verdiği son ÇED raporuna göre alan ormanlık alan ve tarım alanlarından oluşmaktadır. Tarım alanları için “tarım dışı kullanım izni” alınmak zorundadır. Firmanın başvurusu üçüncü kez uygun bulunmamıştır. Firma buna rağmen ağaç kesimlerini gerçekleştirmektedir. Ayrıca yeni ÇED alanında işe başlayabilmesi için 1. Sınıf Gayri Sıhhi Müessese Ruhsatı almış olması gerekir. Bursa Valiliğine yapılan yazılı başvuruda GSM ruhsatının olup olmadığı sorulmuştu ve henüz almadığı bilgisine ulaşılmıştı. En son yapılan başvuruya ise Valilik henüz yanıt vermemiştir. Firmanın GSM Ruhsatı olmaksızın çalışması yasal değildir.
Yerel örgütler tarafından yürütmeyi durdurma talebi ile dava açılmıştır. Hukuki süreç devam etmektedir.
Yapılması planlanan maden zenginleştirme tesisi ve atık barajı bölgenin ekosistemi ve insan sağlığı için ne gibi riskler taşıyor? Bölge halkıyla da iletişim halinde olan bir STK olarak orada yaşayanların temel şikayetleri neler?
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı cevher zenginleştirme tesislerinin çevresel etkisini şöyle sıralıyor:
“Çevresel Etkiler:
Cevher Zenginleştirme Tesislerinin çevreye olabilecek önemli etkileri şöyle sıralanabilir:
Toz, vibrasyon, gürültü, kimyasal atıklar oluşacaktır. Sulu sistem zenginleştirme sonucu ortaya çıkan sıvı atıklar ise sedimentasyon havuzlarına ihtiyaç gösterirler ve bu nedenle pasa barajlarında toplanırlar. Sıvı atıkların depolanması çoğu zaman su ilişkileri ve tuzlanmada etkili olurlar ve tarımsal zehirli metallerin veya maden cevherini işlemede kullanılan kimyasal atıkları bulundurabilirler. Aşırı dolu sedimentasyon havuzları oldukça zararlı ve tehlikelidir. Bunların etkileri ile hidrostatik basınç artar ve atık baraj duvarlarının çökmesi veya sızıntı olması durumunda çevrede doğrudan büyük tehlike oluşturabilirler. Genellikle yüksek düzeyde tuzun ve bitki örtüsü için zararlı diğer metallerin bulunması, atık barajındaki drenajla ilgili güçlükler nedeniyle, sulu pasa çamurunun iyileştirilmesi işleri oldukça sorunlu bir durum meydana getirebilir. Zenginleştirme tesislerinden çıkan atık çamurların, atık barajı kullanılmadan ve analiz yaptırılmadan düzensiz olarak gelişigüzel depolanması, siklonlardan oluşan çamurların ve mermer peledyenlerinin düzenli depolama alanlarında depolanmaması, yığın özütlemesi alanındaki HCN ölçümlerinde, cihaz arızalarına tedbir olarak yedek cihazların bulundurulmaması, yığın özütlemesi alanı kuşaklama kanallarının uygun yapılmaması, siyanür depolama alanlarının standartlara uygun yapılmaması, endüstriyel atık suyun çökeltme siklonlarından geçirilmeden tesis içerisinde devir daim yaptırılması, zenginleştirme tesislerinde kullanılan suyun çöktürme havuzlarından geçirilmeden devir daim yaptırılması gibi durumlarda da bu tesisler çevreye ve insan sağlığına oldukça olumsuz etkilerde bulunacaktır.
Henüz zenginleştirme tesisi ve atık havuzları yapılmadığından halk yukarıdaki gerekçelerle endişe duymakta ve itiraz etmektedir.
Olimpos’un SİT alanı derecesinin düşürülmesi, Hasankeyf’in yok oluşu, Salda Gölü’ne iş makinelerinin girmesi. Kaz Dağları’nın talan edilmeye çalışılması ve daha saymakla bitmeyecek bir çok vaka gündemimizden düşmüyor. Ekoloji Birliği olarak genel tabloya baktığınızda Türkiye’nin ekoloji politikasındaki en öncelikli sorunları neler? İvedilikle hangi somut adımlar atılmalı, siz çözümü nerede görüyorsunuz?
Ülkemizde mevcut kalkınma anlayışı ve politikası kar ve talan odaklıdır ve sermayeden yanadır. Doğanın hakları ve halkın çıkarları gözetilmemektedir. Her ne pahasına olursa olsun sermayeden yana bir politika izlenmekte ve bu da büyük doğa yıkım ve talanına yol açmakta, çevre ve insan sağlığı hiçe sayılmaktadır. Maden Yasası ve yönetmelikleri ile ve daha birçok yasada yapılan değişikliklerle doğal ve kültürel tüm varlıkların sömürüsü için gerekli yasal düzenlemelerle sadece rant düşünen yatırımcılar için dikensiz gül bahçeleri yaratılmıştır. Hukuk sistemi dönüştürülmüştür. Hukuki süreçle elde edilen bazı kazanımlar bile Bakanlar Kurulu kararları veya Valilikler aracılığıyla arkadan dolanılarak uygulanmaz hale getirilmiştir. Yerel halka ve sivil toplum örgütlerine baskı ve şiddet uygulanmaktadır. Mafyatik ilişkilerle de Ali Ulvi & Aysin Büyüknohutçu gibi bazı yaşam savunucuları öldürülmektedir. Hem alandaki mücadelenin, hem de hukuk mücadelesinin birlikte gerçekleştirilmesi ve bu süreçte ulusal ve uluslararası boyutta dayanışma sağlanması önemlidir. Bir yandan da talan ve sömürü yasalarının değişmesi ve hukuk sisteminin özerkliğinin korunması için çaba gösterilmelidir. Yerellerdeki mücadeleleri ortaklaştıracak ve dayanışma zeminini yaratacak olan Ekoloji Birliği bu anlamda oldukça önemlidir. Çözüm tabii ki esas olarak halktan ve doğadan yana bir düzenin tesisi ile mümkündür ancak mevcut düzende mücadelemizi yükselterek bu düzen içerisinde de gedikler açmaya devam edeceğiz.
Sosyal medya üzerinden de bir kamuoyu yaratma gayreti içerisindesiniz, En son Kirazlıyayla için #Bursayiterket hasthag’iyle bir görünürlük de yarattınız. Ekoloji Birliği zaten yapı olarak da bir arada çalışmayı, işbirliğinin gücünü öne çıkarıyor. Ekoloji mücadelelerinde toplumun her kesimine, özellikle de bölge halklarına ulaşmada, kamuoyu yaratmada izlediğiniz metotlar neler, zorluk yaşıyor musunuz? Medya organlarıyla, diğer STK’larla ve devletin ilgili kurumlarıyla iletişiminiz, işbirliğiniz nasıl ilerliyor?
Ekoloji Birliği’nin halihazırda ülkenin her yanından 63 bileşeni vardır. Her bölgedeki sorunlar Birliğimizin üye olduğu haberleşme kanallarımızla veya telefonlarla bize ulaşmaktadır. Ayrıca bileşenlerimiz dışında basına, kamuoyuna ve sosyal medyaya yansıyan diğer sorunlar, mücadeleler de takip edilmekte ve raporlanmaktadır. Sosyal medya hesapları takip edilmektedir. Yerellere ulaşılarak iletişim bilgileri alınmakta ve görüşmeler yapılmaktadır. Yerelin ihtiyaç duyduğu yol haritası oluşturma, teknik ve hukuki bilgi desteği verilmekte, bileşen olmayanlar da bileşenliğe davet edilmektedir.
Birliğimiz, sosyal medya hesapları ve web sitesi üzerinden ve basına yolladığı mektuplarla faaliyetlerini ve açıklamalarını duyurmaktadır. Yerellere ziyaretler gerçekleştirmekte, bölge toplantıları yapmaktadır. Medya organları ile düzenli bir ilişkimiz vardır ancak çok az sayıda medya sesimizi duymakta, ana akım medya ise görmezden gelmektedir. Diğer STK’larla iletişimimiz iyidir. Yerellerde işbirliği yaptığımız gibi merkezi düzeyde de temaslarımız olmaktadır. Miting izni başvurusu vb. dışında merkezi olarak devlet kurumlarıyla doğrudan ilişkimiz yok denecek kadar azdır. Ancak yerellerde bileşenlerimiz devlet kurumlarıyla mücadele alanlarında çokça karşı karşıya gelmektedir.
Koronavirüsün kötü etkilerinin yanında doğaya, hava kirliliğine, karbon ayak izinin azaldığı bir dönem de yaşıyor dünyamız. Siz pandemi sonrası nasıl bir dünya öngörüyorsunuz? Daha duyarlı, daha az tüketen ve doğaya daha az veren bir insanlığın ortaya çıkması mümkün mü yoksa fazla mı iyimseriz?
Kovid-19 sürecinde insanların evlerde kalmaları, daha az araç kullanımı, daha az ekonomik faaliyet, daha az tüketim nedeniyle doğa biraz olsun nefes almış, hava kirliliği azalmış, kuşlar ve diğer hayvanlar daha fazla görülür olmuş, bitkiler canlanmıştır. Bilim insanlarınca Kovid-19 salgını ile ormansızlaşma ilişkisi ortaya konulmuş, hava kirliliğinin Kovid-19 etkisini daha fazla artırdığına ilişkin araştırma raporlarının da ortaya çıkması ile doğaya müdahalenin sonuçlarının ne kadar yıkıcı olabileceği gözler önüne serilmiştir. Bu süreç sorgulamalara yol açmıştır. Umarız bu sorgulamalar kovid sonrası bir dünyanın yeniden inşaasında alınacak tedbir ve önlemlere ve politikalara ışık tutar. Daha duyarlı, daha az tüketen ve doğaya daha az zarar veren bir insanlık mümkündür, iyimser olmakta ve bunu başarmak için bıkmadan usanmadan dayanışma içinde çalışmakta yarar vardır.
Şunu da eklemek isterim; Kovid-19 sürecinde katmerleşmiş bir şekilde zarar gören ve etkilenen kadınlar, çocuklar, yoksullar, göçmenler gibi kesimlerin mevcut durumlarının araştırılması ve özel önlem paketleri için mücadele edilmesi gerekir.
Bizi Takip Edin