Çözüm Sürecinden Pandemiye; Sivil Alanın Korunmasının Önemi…
Salgın süresince edindiğimiz birçok alışkanlık salgından sonra da hayatımızın içinde olacak. Doğrudur. Ama işin hükümet ile sivil toplumun ilişkisine bakan yönüyle süreç fazlasıyla hükümet lehine -hükümet eliyle- işliyor. Hal böyle olunca sivil toplumun önünde önemli bir yük duruyor: Siyasi angajmanlardan uzaklaşmak, gettolarının ötesine geçebilmek ve el birliğiyle kendi “sivil” kamusal alanını inşa etmek. Siyasi merkeze o alanın sivil olduğunu, orayı sivil topluma bırakması gerektiğini söylemek ve göstermek.
Türkiye’de sivil toplum 90’larda sınırlı bir imkan ve anlama sahipken 2000’li yıllarda canlanmaya, özellikle 2010’a doğru geniş bir kamusal alana hitap etmeye başlar oldu. Sivil toplumun kamusal alanda daha geniş bir yer edinmesi AK Parti’nin sivil toplumcu hüviyetinin güçlü olduğu bir süreçte ve İslami camianın da bu sürecin rüzgarıyla sivil toplum hüviyetine bürünmesiyle mümkün olabildi. Sivil toplum çeşitlenip yaygınlaşırken, sivil toplumun kamusal alanı da genişledi. Bunu en belirgin şekilde Çözüm Süreci diye adlandırdığımız dönemde gördük. Savunuculuk alanında çalışan STK’lar başta olmak üzere sivil toplum bu dönemde hem daha görünür hem de daha etkili oldu. Devamında, 2015’teki şehir çatışmalarıyla başlayan, 2016’daki darbe girişimi ve OHAL ile iyice pekişen süreçte çarpıcı biçimde karşılaştığımız gerçek, sivil toplumun “kamusal alandan kovulması” oldu. Burada kişisel olarak ayırdına vardığım ilk husus, o geniş kamusal alanın aslında ‘bahşedilmiş’ ve ‘gerekli görüldüğünde geri alınabilen’ bir alan olduğu ve sivil toplumun güçlü bir kamusal alanı ancak kendisi inşa edebilirse koruyabileceği oldu.
…
Cuma Çiçek tarafından Barış Vakfı için hazırlanan ve saha çalışmasında yer aldığım “Çözüm Sürecinde STK’lar” raporuna gönderme yapmak ve üç kavramın altını çizmek istiyorum. Raporda gerek literatürün gerekse katılımcıların altını çizdiği kavramları hegemonya, gettolaşma ve angajman diye kullanmayı tercih ediyorum. Bu yazıda hegemonya üzerinde durmak istediğimden, diğer iki kavramı kabaca anacak olursam; raporda yakınılan ve eleştirilen hususlardan biri, Türkiye’deki aktif ve geniş alan kaplayan STK’ların siyasetle bir angajman ilişkisi içinde oldukları. Örneğin bir katılımcı STK’ları “rol alan değil, kendilerine rol verilen” örgütler olarak eleştiriyor. Benzer bir başka tespit, sivil toplum alanında bir “siyasal gettolaşma” yaşandığına yönelik -haklı- eleştiri. Bu siyasal gettolaşmanın bir sonucu olarak örneğin Çözüm Sürecinde bölgedeki “farklı mahallelerden” STK’lar, siyasi aktörler diyaloğu sürdürürken yakınlaşıp, çözüm süreci bitme yoluna girdiğinde uzaklaştılar. Bu hususlar, sivil toplumun kendi kamusal alanını elde etmek için yüzleşmesi, tartışması ve aşması gereken önemli ve zor meseleler.
Sivil Topluma Sınırlı Alan Açılıyor
Türkiye’de bugün yaklaşık 120 bin aktif dernek ve 5 bini aşkın vakıf bulunuyor. Ancak söz konusu raporda da altı çizilen husus, bu sayılara rağmen Türkiye’de sivil toplum geleneğinin zayıflığıdır. Rapordan alıntılayacak olursam “burada altı çizilen en önemli dinamik sivil toplum alanını sınırlandıran ‘güçlü devlet’ geleneği. Buna göre, Türkiye’deki devlet geleneği bir yandan sivil topluma sınırlı bir alan açarken, öte yandan bu alanı büyük oranda yönetiyor ve/veya yönlendiriyor. Bu noktada ülkede “devlet eksenli” ya da “devlet odaklı” bir sivil toplum geleneğinin olduğunun altı çiziliyor.” Hegemonyadan kasıt, Türkiye’de devletin hem sivil toplum alanını hem de STK’ların sivil toplum alanı içindeki sınırlarını ağırlıklı olarak devletin belirlemesidir. Rapora göre, “Türkiye’deki devlet geleneği bir yandan sivil topluma sınırlı bir alan açarken, öte yandan bu alanı büyük oranda yönetiyor ve/veya yönlendiriyor.”
Devletin sivil toplum alanındaki alanı ve söylemi domine etmesinin göstergelerini ve sonuçlarını Çözüm Sürecinin bitiminde daha net görme imkanımız oldu. Bizzat çözüm süreci ismiyle kurulan sivil toplum kuruluşları, hükümetin söylemine paralel olarak hızlıca bu pozisyonu terk edebildiler.
Devlet, özellikle 2015’ten bu yana sivil toplum alanındaki hegemonyasını yukarıda bahsedilenden daha fazla genişletmiş, özellikle bugünlerde, kocaman cüssesiyle sivil toplum alanının nerdeyse tam ortasına yerleşmiştir. Elbette istisnaları olmakla birlikte devlet artık sivil toplum alanını raporda bahsedilen çerçevede domine etmekle kalmayıp sivil toplumdan rol çalmakta, sivil toplumun sivil toplum faaliyetlerini de -siyasi partilerin faaliyetlerinde yaptığı gibi- kendisine rakip görüp rahatsız olmaktadır.
Bu minvalde hızlıca birkaç örnek hatırlamak gerekirse;
- HDP’li Ergani Belediye’sinin Elazığ Depremi sebebiyle depremzedelere gönderdiği yardımlar, Elazığ Valiliği’nin emriyle şehre sokulmadan geri gönderildi. Bu konuda eleştirilere cevap veren İçişleri Bakanı Süleyman Soylu “yardımların AFAD üzerinden koordine edildiğini aktardı ve HDP’li Ergani Belediyesine ait yardımların AFAD ile koordinasyon olmaksızın getirildiği için geri çevrildiğini” söyledi.
- Bitlis’in Ahlat İlçesinde ücretsiz maske ve imsakiye dağıtan Gelecek Partisi yöneticileri ile Ağrı’da yardım kolisi dağıtan HDP yöneticileri gözaltına alındı.
- Korona sebebiyle ekonomik durumu kötüleşenlerle dayanışmak üzere CHP’li belediyelerin başlattığı kampanyalar engellenip bağış hesapları bloke edildi ve Cumhurbaşkanlığı bünyesinde bir dayanışma kampanyası başlatıldı.
- CHP’nin yönetimindeki Mersin Büyükşehir Belediyesinin ücretsiz ekmek dağıtması engellendi, İstanbul’da da yer yer fiili engeller çıkarıldı. Mersin Valiliği yaptığı açıklamada “…ekmek dağıtımı konusunda ayrı ve özel bir talep” olmadığını, ücretsiz ekmek dağıtımının “Vefa Sosyal Destek Grupları vasıtasıyla yapılabileceğini” söyledi. Bu konu hakkındaki tartışmalar, yerel yönetimlerin benzer çalışmalarına “devlet içinde devlet”, “paralel yapılanma” gibi ithamlarda bulunulmasına kadar ilerledi.
- Batman Valiliği, Vefa Sosyal Destek Grupları haricinde başka kurum, kuruluş, dernek veya tüzel kişilik eliyle yardım yapılmasını yasakladı. Ayrıca bütün sokağa çıkma yasağı kararlarında yardım ve dayanışma çalışmaları için sadece Vefa Sosyal Destek Grupları istisna tutuldu, bu durum yardım dağıtan sivil toplum için geçerli olmadı.
Bunların haricinde de birçok il ve ilçede sivil toplum örgütlerinin kaymakamlık, müftülük, valilik gibi resmi kurumların merkezde olduğu platformlarda bir araya gelmeleri vakıa.
Sivil Toplumu Rakip Gibi Görmek…
Bir yandan sivil toplumun alanı daraltılırken, hükümet AFAD gibi devlet kuruluşları ve Kızılay gibi yarı devlet kuruluşları üzerinden ya da Cumhurbaşkanlığının başlattığı yardım kampanyasında olduğu gibi doğrudan sivil toplum hüviyetine bürünüyor ve bu hüviyete büründükten sonra da alandaki sivil toplum örgütlerini kendisine rakip olarak görüyor. Bu durumun iki sebebi olabilir: İlki, hükümeti ve Cumhurbaşkanını her işin kendisinden sorulduğu bir merkeze dönüştüren, her şeyi merkezden halleden yahut merkeze bağlayan katı politika. İkincisi de, sivil toplum hüviyetine bürünmenin hesap verme sorumluluğu yerine dayanışmayı öne çıkaran siyasi bir getirisinin olması ve dayanışma duygularını güdüleyerek sempatiyi siyasi merkez üzerine çekme çabası.
Salgın süresince edindiğimiz birçok alışkanlık salgından sonra da hayatımızın içinde olacak. Doğrudur. Ama işin hükümet ile sivil toplumun ilişkisine bakan yönüyle süreç fazlasıyla hükümet lehine -hükümet eliyle- işliyor. Hal böyle olunca sivil toplumun önünde önemli bir yük duruyor: Siyasi angajmanlardan uzaklaşmak, kendi gettolarının ötesine geçebilmek ve el birliğiyle kendi “sivil” kamusal alanını inşa etmek. Siyasi merkeze o alanın sivil olduğunu, orayı sivil topluma bırakması gerektiğini söylemek ve göstermek. Çünkü hükümetin maske dağıtım politikasında katı bir merkezi tutum içinde olmasının sonuçlarını hep birlikte yaşadık, gördük.
Son söz, yerel yönetimlerin sosyal hizmetler gibi önemli sorumlulukları olması hasebiyle merkezi hükümete göre daha sivil toplumcu bir tarafları hep vardır. Öte yandan sivil toplumun alanı iyice daralmışken muhalif camia belediyeler üzerinden bir alan açmayı makul buluyor olabilir. Ancak yine de bu eleştirilerin CHP başta olmak üzere diğer siyasi partiler için de geçerli olduğu hatırda tutulmalıdır. Zira yeterince tecrübe edildi ki sivil toplumun merkezde olmadığı, bizzat icra etmediği bir sivil toplum faaliyeti son tahlilde sivil toplumun alanını daraltmaktadır.
Bizi Takip Edin