Yerel Yönetimlerin Pandemiyle Mücadelesi (4)
Salgınla Mücadelede Bütünlüklü Bir Politika Gerekli…
Yerel Yönetimlerin Pandemiyle Mücadelesi adlı dosyamızda İstanbul, İzmir ve Gaziantep Büyükşehir belediyelerinin uygulamalarının ardından, salgın sürecinde yerel yönetimler ile sivil toplum işbirliğini ele alıyoruz.
COVID-19 sürecinde neden yerel yönetimleri ve uygulamalarını daha çok konuşur olduk? Küresel düzeyde ve ulusal düzeyde yerel yönetimlerin halka en yakın kamu kurumları olması, birimleri, yerel ihtiyaçlara yönelik iyi uygulama modellerini geliştirmeyi çok daha hızlı bir şekilde yapabilmeleri, bunun en önemli sebeplerinden biri…
Nitekim İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde oluşturulan Enstitü İstanbul COVID-19 Araştırmaları web sayfasında, NewYork, Roma, Tokyo gibi 10’dan fazla dünya kentinde salgın sürecinde alından önlemleri incelendiğimizde, yerel yönetimlerin ne kadar aktif ve etkili çalıştığına dair fikir edinebiliyoruz.
Peki, Türkiye’de salgınla mücadele kapsamında merkezi idare ile yerel yönetimler ve sivil toplum aktörleri arasındaki rol paylaşımı, kimi zaman rekabete varan çekişme nasıl değerlendirilebilir?
Prof. Dr. Emre Erdoğan, Türkiye’de Koronavirüs Günleri: Despotik Leviathan’ın Gölgesinde Yönetişim Kavramını Düşünmek adlı yazısında durumu şu sözlerle özetliyor:
“Denge ve denetleme sistemlerinin kontrolünden uzak… Muhalefetin ya da sivil toplum kuruluşlarının önerilerine ihtiyaç duymayan bir iktidar hızlı hareket edebilir… ancak… bu tür bir yönetişim, sadece sonuca odaklanıyor… ve süreç içerisinde gerek muhalefetin gerekse de diğer toplumsal unsurların dışlanması… siyasal kutuplaşmaya katkıda bulunuyor. Muhalefetin elinde bulunan büyükşehirlerde uygulamaya konulan bağış kampanyaları, yardım dağıtım hizmetleri ya da hastane inşaatları gibi yerel girişimlerin merkezi hükümet tarafından durdurulması da benzer bir toplumsal yarılmaya dönüştü… Merkezi hükümetin yönlendirmesini takip etmek, bu ölçekte bir mücadelenin başarısının anahtarı olabilir; ancak muhalefetin, yerel yönetimlerin ve sivil toplum kuruluşlarının karar süreçlerine dâhil edilmesi, hem toplumsal önceliklerdeki çeşitliliği sağlarken, hem de politikaların rıza ile daha etkin uygulanmasına yol açar. En önemlisi de uzun vadede içinde bulunduğumuz kriz durumundan hem devletin kapasitesinin hem de sivil toplumun yapabilirliklerinin artmasıyla çıkabilmek mümkün olur.”
Bir akademisyen tarafından yapılan bu tespitleri, “Yerel Yönetimleri sivilleştiriyor, Sivil Toplumu Yerelleştiriyoruz” sloganıyla yerel yönetim alanında faaliyet yürüten Yerel-İz Derneği (Yerel İzleme Araştırma ve Uygulama) Başkanı Elif Avcı ile konuştuk.
Avcı da Prof. Dr. Erdoğan’a benzer şekilde, bütünlüklü bir salgınla mücadele politikası için yerel yönetim, sivil toplum ve özel sektör arasında işbirliğini elzem görüyor ve “Yereldeki sivil ağlara dâhil olun. Bu dönem tek başına, dayanışmadan atlatabileceğimiz bir süreç değil” çağrısında bulunuyor.
Salgınla Mücadelede Sivil Toplumun Öncü Rolü
Korona günlerinde yerel yönetimler ile sivil toplumun salgınla mücadele kapasitesini nasıl değerlendirirsiniz?
Aslında bu yapıları kapasite açısından değil de potansiyellerini kullanmaları, hızlı reaksiyon alma becerileri üzerinden değerlendirmek gerekiyor. Kapasite ve imkânlar bakımından merkezi idare ile yarışamasalar bile, sürece hızlı adapte olma ve reaksiyon geliştirme açısından sivil toplum başı çeker. Merkezi idareler bu iki yapıya göre süreçte biraz daha hantal kaldı. Sivil toplum salgında çalışmalarını çok hızlı bir şekilde dijitale taşıdı, yardım kampanyaları ördü. Yurttaş inisiyatifleri çok hızlı bir şekilde önce mahalle, sonra ilçe bazlı dayanışma ağları kurmaya başladı.
Şu an emniyet veya yerel yönetim personeli tarafından yapılan 65+ kişilerin ve evden çıkması riskli diğer grupların market, ilaç alışverişi vb. konularda desteği ilk sivil oluşumlar başlattı. Sivil oluşumları yerel yönetimler izledi. Farkındalık geliştirmeye yönelik çalışmalar ve mevcut hizmetlerin COVID-19 salgınıyla doğan ihtiyaçlara adapte edilmesinde sivil toplum ve yerel yönetimler hem hizmet geliştirdiler hem merkezi sisteme ilham oldular. Örneğin psikolojik danışma hattı fikrini ortaya ilk atan yapı bir yerel yönetim oldu.
Salgınla mücadele politikalarının, merkezileşme ve otoriterleşme eğilimlerini artırdığı tespitlerine, bir yerel yönetim alanında çalışan STK başkanı olarak katılır mısınız? Aksi yönde dayanışma ağlarının ve demokratik katılımın artması da olası mı?
Salgın aslında ikisini de arttıran bir süreç oldu. Dünya genelinde COVID-19 ile mücadele eden toplumlara baktığımızda devlet kanadında otoriterleşme görüyoruz. Bu salgının da birçok ülkede merkezileşme ve otoriterleşmeyi güçlendiren hatta bazı devletlerin otoriterliklerini arttırdıkları bir şeye dönüşmüş durumda olduğu bir gerçek. Ancak yine dayanışma ağlarının da hızlı bir şekilde oluştuğunu ve güçlendiğini görüyoruz. Devletin eksik kaldığı veya hızlı reaksiyon gösteremediği bir çok alanı dünya genelinde sivil oluşumlar dolduruyor.
Yapabilecekleri Çok, Kaynakları Sınırlı Yerel Yönetimler
COVID-19 ile mücadelede hem yerel yönetimler hem sivil toplum aktörleri neler yapabilir? Yerelde ne tür dayanışma ağları ve pratikler geliştirilebilir?
Belediyelerin bu alanda yapabilecekleri, geliştirebilecekleri birçok şey var ancak kaynakların sınırlı olması engeline takılıyor. Bu nedenle, diğer alanlardan (belediyenin şuan aktif olmayan diğer müdürlüklerinin yıllık bütçeleri) bütçe kaydırarak veya bağışlarla halledebiliyorlar. Dolayısıyla, bu iyi örneklerin çoğalması için merkezi yönetimlerin belediyelere kaynak ayırması yerel yönetimleri desteklemesi önem kazanıyor.
Aslında yapılabilecek çok şey var. Özellikle sosyal yardımların arttırılması, bu süreçte sosyal yardım gruplarının iyi tanımlanması çok büyük önem taşıyor. Yerel yönetimler risk grubu arasında olan evden çıkamayan insanların alışverişi, artan şiddet vakalarına karşı dayanışma hatlarının duyurusu, ihtiyaç sahiplerine yönelik gıda yardımları, sokakta kalan hayvanların beslenmesi, evsizlere geçici konaklama mekanları sağlanması gibi birçok iyi uygulama örneği geliştirmiş durumda.
Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin temizlik işçisi kadınlara desteği veya İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin sokak müzisyenlerini sosyal yardım grupları arasında tanımlamış olması bu konuda yapılan iyi örneklerden gösterilebilir.
Sosyal yardımlar dışında evde kalmanın insan üzerinde yarattığı psikolojiyi dağıtma konusunda da içerik üretmek konusunda belediyelere büyük sorumluluk düşüyor. Gaziantep Büyükşehir Belediyesi spor hocalarını mahallelere göndererek balkonlarda insanlara spor yaptıran bir sistem geliştirmiş durumda. Benzer bir şekilde dijital platformlar aracılığı ile evde egzersiz, evde kültür sanat gibi konseptleri geliştirmiş belediyeler bulunuyor.
Belediyeler toplu ulaşımda ve market vb. alanlarda maske zorunluluğu gelmesi sonrası tek kullanımlık maske üretimine başladı. Örneğin Konya Büyükşehir Belediyesi meslek edindirme kurslarını maske üretim alanlarına çevirerek eğitime ara veren bu mekânların sürece adapte olarak tekrar işlev kazanmasını sağladı.
Salgın döneminde bence sivil aktörler neyi en iyi yapabiliyorlarsa onu bu süreçle ilişkilendirebilirler. Bunun iyi örneklerini de görüyoruz. Toplumsal olaylara refleks geliştirmek konusunda Türkiye’de hızlı bir sivil toplum var. Şu an birçok dernek, vakıf ve sivil inisiyatif etkinliklerini gerçekleştirmek için online çözümler buluyor. Hali hazırda kurulu ağlar, mahalle dayanışmalarına evriliyor veya komşuların birbirini bulup sosyal medyada örgütlenmeleri ile dayanışma ağları doğuyor. Koli hazırlayıp dağıtanlardan, ücretsiz psikolojik destek verenlere, mahallenin yaşlılarına alışveriş yapandan, evde kalan çocuklara yönelik online aktiviteler geliştirenlere, internete erişimi olmayan veya dijital okuryazarlığı olmayan faydalanıcıların sosyal yardım başvurularını dolduran birçok yapı var. İyi ki de var. Bu yapıların desteklenmesi oldukça önemli.
“Yerel Yönetimler Riskleri Daha Hızlı Analiz Ediyor”
Yerel yönetimler ve STK’lar Türkiye’de genel olarak bu tür kriz durumlarına ne kadar hazırlıklı? Hem mevzuat, hem kapasite (mali, teknik, idari) açısından nasıl değerlendirirsiniz?
Bence hazırlıksız yakalandık ama adapte olma hızımız kötü değil. Hem yerel yönetimlerin hem sivil toplumun dijital okuryazarlığı çok hızlı bir şekilde arttı. Adapte olanlar hızlıca bu süreçte parlarken adapte olmayanların görünmezleştiğini deneyimliyoruz.
Yerel yönetimler mali kapasitelerini sosyal yardımlara kaydırıyor olsalar da talebi karşılamakta sıkıntı yaşadıkları için bağış kampanyaları duyurmuşlardı. Maalesef bu çağrılar merkezi yönetim tarafından kesildi. Oysa yerel yönetimler devletin halka en yakın olduğu kamu birimleri, yerelin ihtiyacını duymaya ve buna yönelik iyi uygulama modelleri geliştirmeyi çok daha hızlı bir şekilde başarabiliyorlar. Ayrıca sosyal yardım dağıtımı vb. alanlarda hizmet planlamasını ve lojistik süreçleri çok daha hızlı çözebiliyorlar.
Bu nedenle devletin sosyal yardımlarda işsizlik maaşı, borçların ertelenmesi vb. daha genel yardımları merkezden yapması, hane bazlı sosyal yardım dağıtımı gibi konularda ise yerel yönetimleri bu süreçte doğrudan desteklemesi, yereli yerel yönetimler aracılığıyla güçlendirmesi, desteklemesi gerekiyor. Yerel yönetimlerin de bu süreci planlarken ve yürütürken sivil toplum örgütleri ve özel sektörle işbirliği yapması ve onları sürece katmasıyla ancak bütünlüklü bir salgınla mücadele politikası yürütülebilir.
Türkiye’de COVID-19 ile mücadelede belediyelerin, sivil toplum ve yurttaşlarla işbirliği yaptığı başarılı uygulamalarından örnek verebilir misiniz?
Bu konuda ilk aklıma gelen iyi örnek 3 Boyutlu Destek Hareketi. Bir grup mühendisin sağlık çalışanlarına siperlik üretmek amacıyla 3D yazıcı sahiplerine sosyal medyadan yapılan bir çağrının nasıl bir belediye, sivil toplum, yurttaş ve özel sektör işbirliği emsali yaratabildiğini görüyoruz.
Karşılaştırmalı bir yaklaşımla, Türkiye’de ve küreselde yerel yönetimler arasında bir değerlendirme yapabilir misiniz? Yaşadığınız kentin yerel yönetim uygulamalarını nasıl değerlendirirsiniz?
Bu karşılaştırmayı yapmadan önce yerel yönetimlerin yetki alanları arasındaki farklılıkları göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bazı ülkelerde yerel yönetimler eğitime ara verilmesi gibi kritik kararları hızlı bir şekilde kendi inisiyatifleri ile alabilirken, Türkiye gibi merkezi idarenin güçlü olduğu ülkelerde merkezden gelecek kararlar sürecin belirleyicisi olmak durumunda kaldı.
Ancak genel anlamda yerel yönetimlerin, COVID-19’un toplum üzerindeki etkilerini ve oluşturduğu riski daha hızlı analiz ederek halkı ve merkezi idareleri bu anlamda yönlendiren bir noktada durduklarından bahsetmek de mümkün. Örneğin New York Belediye Başkanının, Trump yönetiminin COVID-19’in ciddiyetini anlamaktan çok uzak bir noktada olduğu günlerden bu yana, uyarılarla, güncel veri paylaşımlarıyla ve bilgilendirmeler ile sürecin başını çektiği görülüyor.
Türkiye’de ise yaşadığım şehirde, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun sürecin başından bu yana önlemlerin artırılması yönündeki çağrısının ne derece yerinde olduğunu zaman içinde görmüş olduk.
Yerel yönetimlerin, yerelin dinamiklerini en iyi duyan ve yerel halkın ihtiyaçları konusunda ilk temas noktası olması nedeniyle bu durumun bir tesadüf olmadığını söylemeliyiz. Merkezi hükümet, bu süreçte sosyal devlet ilkesine riayet ederek, halkın en az zararla atlatabilmesi için yerel yönetimlerden gelen talepleri dikkate almak durumunda.
“Salgın, Dayanışmadan Atlatabileceğimiz Bir Süreç Değil”
COVID-19 sonrası yerelde ne olmasını öngörüyorsunuz?
Şu an aslında hepimiz hayatta kalmaya ve akut ihtiyaçları gidermeye odaklanmış durumdayız ancak bu dönem sona erdiğinde bu salgının üzerimizde bıraktığı etkiyi derinlikli bir şekilde görebileceğiz. İnsanlar kendi tüketim ihtiyaçlarını, yaşadıkları alanları, devlete, yerel yönetime güvenlerini sorguluyor. Bu dönem bize küresel kırılganlığımızı hatırlattı. Bu kırılganlığın üzerine daha çok çalışılacak gibi geliyor.
Eklemek istediğiniz başka bir husus var mı?
Covid-19 ile mücadelede hepimize birçok sorumluluk düşüyor. Evde kalmaya çalışmak, sosyal mesafeye dikkat etmek gibi şeylerin ötesinde, örgütlüysek yer aldığımız yapılar aracılığıyla, örgütlü değilsek de bireysel olarak bu alanda yapılan iyi örneklerin çoğalması için savunuculuk yapmalıyız. O nedenle bildiğiniz iyi örnekleri kendi yerelinde de geliştirmesi için belediyeniz ile mutlaka konuşun, yazın, talep edin. Belediyeniz dışında merkezi yönetime de bu taleplerini tekrarlayın. Mahallenizdeki sivil ağlara dâhil olun. Bu dönem tek başına, dayanışmadan atlatabileceğimiz bir süreç değil ancak dayanışarak bu süreci en hasarsız şekilde atlama şansımız iyi olma halimizi her anlamda korumak mümkün olacaktır.
Bizi Takip Edin