Pandemide Kadın Akademisyen Olmak
Eşitsizlikte Aslına Rücu Etmek
Özyeğin Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Deniz Şenol Sert, Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Didem Danış, Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Feyza Akınerdem ve Mardin Artuklu Üniversitesi Antropoloji Bölümü’nden Neslihan Akbulut Arıkan’la salgın sürecine ilişkin deneyimlerini, bu süreçte kadın akademisyen olmayı toplumsal cinsiyet eşitsizliği çerçevesinde konuştuk.
Koronavirüs salgını eşitsizlikleri daha görünür kılıyor ve derinleştiriyor. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği de bu süreçten nasibini aldı… Son yıllarda güçlendiğini umduğumuz kadın hareketi ile umutlarımız artmışken, COVID-19 ile izolaysonun yarattığı Evde Kal Günleri yeni “normal” oldu. Medyada yer bulan analizler ve sosyal medyada yapılan paylaşımlarla kadın-erkek eşitsizliği her sınıf ve kesimden kadın için bir anda daha görünür oldu…
Bu görünürlük bazı kadınlar için bilinenin tezahürü iken bazı kadınlar için şok etkisi yaratmış gibi görünüyor. Nitekim kendisi ile yapılan bir söyleşide Prof. Dr. Deniz Kandiyotti, yaşları 20 ila 35 arasında değişen ve post-feminist kuşak olarak adlandırdığı kadınlar için salgının şok etkisi yaratmış olabileceğini” söylüyor. “Biz her şeyi yaparız, her şeye kadiriz diyen… kendilerini çok güçlü, çok özgür gören” post-feminist kadınların sahip olduğu güç ve özgürlük noktalarının çoğunun hayali olduğunu savunan Kandiyotti’ye göre, “salgın krizinin getirdiği şoku yaşayacaklar aslında küçük bir elit” kesimden oluşuyor.
Pandemi Sürecinde Kadın Akademisyenlerin Akademik Üretimi Düştü
Salgın günlerinde ve aynı koşullarda erkek akademisyenlerin normalden yüzde 50 daha fazla makale gönderdiğini söyleyen bir editör, kadın akademisyenlerin daha az bildiri-makale gönderdiklerini söylerken; daha önce benzer bir durumu deneyimlemediğini sözlerine ekliyor. Bu tespitlere benzer şekilde, Özyeğin Üniversitesi’nde Evren Balta da sosyal medya paylaşımında kişisel deneyimini “İşe gitmek gerçekten daha az yorucuydu. Kesintisiz bir çalışma hali. Ev işi korkunç ağırlaştı.” sözleriyle özetlemiş. Salgın döneminde kadın akademisyenlerin durumunu araştırırken karşımıza Murat Sevinç’in Çocuklu Karantina ve Ev Kadınlığı Kurumu Üzerine adlı yazısı çıktı. Sevinç yazısında “…üç küsur yılını evde geçiren ve ev kadınlarının yaşadığı zorlukların binde birini tecrübe etmemiş biri olarak çok iyi anlıyorum… Bu yaşıma dek, böyle ağır, yorucu ve sona ermeyen bir iş, bir yaşam tarzı olabileceğini düşünmemiştim… Kadın olmak, başlı başına bir macera bu memlekette ve hayli külfetli malum” sözleriyle aslında tüm kadınların hakkını teslim ediyor.
Bu tespitleri not ederken, Türkiye’de salgın döneminde 4 farklı kadın akademisyenle salgın sürecine ilişkin deneyimlerini konuştuk. Özyeğin Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Deniz Şenol Sert, Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Didem Danış, Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Feyza Akınerdem ve Mardin Artuklu Üniversitesi Antropoloji Bölümü’nden Neslihan Akbulut Arıkan’dan, Evde Kal Günleri’nde kadın akademisyen olmayı toplumsal cinsiyet eşitsizliği çerçevesinde değerlendirmelerini istedik.
Yanıtlar bize pandemi döneminde “modern kadının yaşadığı eşitlik illüzyonu” ile kadınların kazanılmış haklarını koruma ve mevcut eşitsizlikleri gidermede dayanışmaya çok daha fazla ihtiyaç duyduğunu hatırlattı. Didem Danış’ın vurguladığı gibi, “Bu salgın vesilesiyle pek çok şeyi yeniden düşünmek ve sorgulamak zorundayız”. COVID-19 salgını bu yönüyle, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine ilişkin yeni bir yüzleşmenin de gereğini ortaya koyuyor.
“Akademik İşlere Vakit Ayırmak İmkânsız”
COVID-19 döneminde akademik çalışmalarını evden sürdürüp sürdüremediklerini sorduğumuz akademisyenlerden Deniz Şenol Sert, çalışmalarımı evden yürüttüğünü ve vaktini daha çok derslere verdiğini söylemekle birlikte, “yazmak gibi daha fazla odaklanma gerektiren akademik işlerime pek eğilemiyorum” derken; Didem Danış, “Sokağa çıkma kısıtlarından dolayı, biz sosyologlar için saha araştırması yapmak neredeyse imkânsız. Çevremizde bunca kaygı verici gelişme yaşanırken ve kadınların üzerindeki sorumluluklar bunca artmışken insanın zihnini toparlayıp yazı yazması neredeyse imkânsız.” tespitini yapıyor. Feyza Akınerdem de benzer şekilde vaktinin büyük bir kısmını eve ve ev ahalisinin bakımına ayırmak zorunda kaldığından; pandeminin getirdiği kaygıların yanında fiziksel ve mental olarak akademik işlere vakit ayırmanın imkânsız olduğunu belirtirken, Neslihan Akbulut Arıkan salgın öncesi ofiste çalışma imkânı bulabilmesine karşın salgın sürecinde “bitmek tükenmek bilmez ev işleri” nedeniyle çalışmalarının ciddi sekteye uğradığını söylüyor.
“Ev İşlerinde Kadın ve Erkek Arasında Eşitsiz Dağılım”
COVID-19 döneminde kendilerini nasıl hissetiklerine ve erkek akademisyenler ile eşit koşullarda olup olmadıklarına ilişkin sorumuza Deniz Şenol Sert, “Virginia Woolf’un bahsettiği o “kendine ait bir oda”yı tamamen kaybetmiş durumdayım. Kendimi nasıl hissettiğimi kendime sormaya korkuyorum bu aralar… Verimli çalışamıyorum çünkü devamlı bölünüyorum.” diyor. “Ev içi iş bölümünde kadın ve erkek arasında eşitsiz bir dağılım var. Söz konusu eşitsizlik akademisyen kadınların hanelerinde de geçerli” tespitinden hareket eden Didem Danış, Deniz Kandiyoti röportajında modern kadının eşitlik illüzyonuna kapıldığını, oysa aile içindeki iş yükünün önemli bir kısmının hala kadınların sırtında olduğunu söylediğini hatırlatıyor. Danış ayrıca kendilerinden evin içinde, hem tam zamanlı ev işlerinden ve çocukların bakımından sorumlu çalışan, hem de akademisyen olmalarının beklendiğini; uzaktan eğitime geçilmesiyle çocuklara öğretmenlik görevi ile 65 yaş üstü anne-babası olan çalışan kadınların ek bakım görevi de üstlenmek zorunda kaldığını belirtiyor. Didem Danış, kadın akademisyenlerin salgında ağırlaşan yüklerini not etmekle birlikte, salgın öncesi dönemde de her zaman erkek meslektaşlarına göre kadın akademisyen olmanın çok daha ağır olduğunu vurguluyor.
Kadınların bir meslek edinip onda ilerlemek konusunda tarihsel olarak zaten dezavantajlı konumda olduklarını ve bu asimetriyi pandemi yokken de hep hissettiğini söyleyen Feyza Akınerdem ise, “Benim çalışmak için, benzer aile düzenlerine sahip olduğum erkek akademisyenlerden hep daha az vaktim oldu. Şimdi de bunun daha uca taşınmış halini yaşıyoruz.” diyor. Hangi yaştan ve hangi statüden olursa olsun evde kalma sürecinde ev içi işlerde kadınlara daha çok yük bindiğine dikkat çeken Neslihan Akbulut Arıkan, kadının yardım alabildiği ölçüde kendine zaman bulabilmesine karşın, erkeğin hiçbir zaman böyle bir zorunluluğu olmadığına dikkat çekiyor. Salgın döneminde içinde bulunduğu durumu “çoğu zaman ‘söyleyip uzatmaktansa kendim yapayım’ diyerek ev işleri yaparken buluyorum” sözleriyle özetleyen Arıkan, COVID-19 sürecinde bazı erkek akademisyen arkadaşlarının kendini gün içinde evden yalıtıp, ayrı bir odada tüm gün çalışabildiklerinden gıptayla bahsediyor. Zira kendini evden yalıtma ve odaklanabilecek imkân bulma pek çok kadın akademisyen için mümkün değil…
“Kadınların Mekânları Ayırarak Yürütebildiği Denge Çatırdadı”
“Pandemi Günlerinde Kadın Akademisyen Olmak” başlığının kendilerine ne hatırlattığını sorumuza, akademinin genelindeki devamlı üretkenlik baskısını zaten her zaman hissettiğini ve salgın sürecinde bir kadın akademisyen olarak kendi kişisel deneyimini “dibe vurmak” deyimiyle açıklayan Deniz Şenol Sert, başkalarının sorumluluğunu yüklenmek zorunda kalan kadın arkadaşlarının bu süreçteki deneyimlerinin çok daha zorlu geçtiğini belirtiyor. Salgının modern toplumdaki pek çok arıza gibi toplumsal cinsiyet eşitsizliğini de aşikar kıldığını söyleyen Didem Danış, izolasyon sebebiyle evlerin birdenbire modern öncesi zamanda olduğu gibi hem ev, hem iş yerine dönüştüğünü; evin aynı zamanda bir ilkokul, bir çocuk parkı, üç öğün karın doyurulması gereken bir yemekhane, bir üniversite dersliği, bir toplantı salonu, bir dinlenme alanı ve bir uyku mekânı haline geldiğini ifade ediyor. Danış’a göre, karantina günlerinde çok sayıda işlevin aynı mekânda toplaşması, çalışan kadınların ancak mekânları ayırarak yürütebildiği dengeyi çatırdattı.
“Eşim tam zamanlı mesai düzenini evde kurmayı başarırken, ben gündüzleri daha çok bir ev kadınına dönüştüm” diyen Danış, COVID-19 krizi vesilesiyle pek çok şeyi yeniden düşünmek ve sorgulamak zorunda olduğumuza inanıyor.
Kadın-erkek eşitsizliği kuşkusuz listenin baş sıralarında ama buna modern çekirdek aileyi, üstümüzdeki üretkenlik baskısını ve esnek çalışma denilen meseleyi de eklemeliyiz. Kadınlar olarak onca mücadele ile elde ettiğimiz –kısıtlı da olsa çok değerli olan- hakları korumak ve daha da ileri götürmek için mücadele ve dayanışmaya devam etmeliyiz. Bence bunun en önemli adımlarından biri de yalnız olmadığımızı unutmamak.
“Kadın (akademisyen) Olmak Haksızlık Kelimesinin Sözlük Anlamıdır”
Salgının toplumsal cinsiyet eşitsizliği açısından “Eşitsizliğin en güçlü normlardan biri olduğu bir toplumda eşit paylaşımın mümkün olduğuna inanmıyorum” sözleriyle değerlendiren Feyza Akınerdem’e göre, “Erkekler hala evle ilgili işlere katkılarını “yardım etmek” olarak görüyorlar. Ben eşitlik talep etmediğimi fark ettim; pandemide, sadece daha az haksızlığa uğrayayım diye bir mücadele içindeyim. Bu açıdan pandemi günlerinde kadın (akademisyen) olmak benim için haksızlık kelimesinin sözlük anlamıdır”. Neslihan Akbulut Arıkan da benzer şekilde, kadının yüksek eğitim almasının ya da istihdamının toplumsal cinsiyet eşitliğinin toplumda edindiği yeri göstermek açısından yetersiz kaldığını düşünüyor. Arıkan, “Akademi bu illüzyonun belki de en yaygın hâkim olduğu alan olarak karşımızda duruyor” derken, feministlerin vurguladığı gibi eşitliğin evde sağlanmadığı, ev içi işlerde eşit sorumluluk paylaşımı olmadığı sürece, kadınların kafasında zihin yükü olarak kalmayı sürdürdüğüne inanıyor.
“Pandemide Kadın Akademisyen Olmak” başlığını Neslihan Akbulut Arıkan şu sözlerle özetliyor: “Kadın ve erkek akademisyenler için akademik üretimin eşit şartlarda olduğundan bahsedemeyiz. COVID-19 süreci bu illüzyonu kırıp, eşitsizlikleri gözle görünür hale getirdi. Burada yeni bir yüzleşme yaşamamız lazım.”
Bizi Takip Edin