Diyanet İşleri Başkanlığı-Ankara Barosu Polemiğine Hukuki Bakış
Diyanet İşleri Başkanı’nın Ramazan ayı nedeniyle halka kapalı ama bir o kadar da açık olan bir camide verdiği hutbede söylediği sözler toplumda –kimi kesimlerce olumlu kiminde olumsuz- ciddi bir tepkiye yol açtı. Bu açıklamalara en ciddi tepki barolardan ancak en yüksek perdede İzmir-Ankara ve Diyarbakır barolarından geldi ve ciddi soruşturmalarla karşı karşıya kaldılar. Politik pek çok yönü olan bu konuyu, politik süreçten bağımsız okumak çok zor olsa da, konuya sadece temel hak ve özgürlükler perspektifinden okumaya çalışacağız.
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın açıklamaları şu şekilde:
“İslam zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lûtîliği, Eşcinselliği lanetliyor. Nedir bunun hikmeti? Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir, bunun hikmeti. Yılda yüz binlerce insan gayri meşru ve nikahsız hayatın İslamî literatürdeki ismi zina olan bu büyük haramın sebep olduğu HIV virüsüne maruz kalıyor. Geliniz bu tür kötülüklerden insanları korumak için birlikte mücadele edelim.”
Bu durum gibi ifade özgürlüğü sınırları ile nefret söyleminin çarpıştığı alanlarda tespit yapmak çok güç olabiliyor. Çünkü ifade özgürlüğü sadece olumlu karşılanan, zararsız veya kayıtsız kabul edilen bilgi ve fikirleri kapsamakla kalmayıp, bunlarla birlikte incitici, dehşete düşüren veya rahatsız edici ifadeleri de koruma altına almaktadır. İfade özgürlüğü birtakım istisnalara tâbi olmakla beraber bu istisnalar sınırlı yorumlanmalı ve ikna edici bir biçimde temellendirilmelidir. Nefret söylemi de bu istisnai alan içinde yer almaktadır. Öyleyse Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin benzer durumlarda verdiği kararlara bakmakta yarar var.
AİHM, Vejdeland ve diğerleri v. İsveç kararında; bir örgüt tarafından dağıtılan broşürlerde yer alan, eşcinselliğin “sapkın bir cinsel eğilim” olduğu, “toplum özünde ahlaki olarak yok edici etkiye” sahip olduğu ve HIV ve AIDS’in ortaya çıkmasından sorumlu olduğu gibi beyanların ifade özgürlüğü kapsamında olup olmadığını incelemiştir. Mahkeme, örgütün eylemlerinin nefret dolu eylemlere doğrudan bir çağrı yapmasa bile, söz konusu ifadelerin ciddi ve önyargılı iddialar oluşturduğunu belirterek bu beyanların ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilemeyeceğini ifade etmiştir.
Anayasa Mahkemesi bir kararında nefret söylemini şu şekilde açıklamıştır: “Ten rengi ve etnik köken, toplumsal cinsiyet, cinsel kimlik, cinsel yönelim, engellilik, siyasal aidiyet veya yaş kategorileri ile mülteci, göçmen, yabancı veya başka dezavantajlı gruplara yönelik nefret saikli ifadeler de nefret söylemi türlerinden kabul edilmelidir. Sonuç olarak henüz uluslararası belgelerde ve mahkeme içtihatlarında yeterince ele alınmamış olsa bile cinsel yönelim temelli söylem gibi AİHM’in ifade ettiği şekliyle “hoşgörüsüzlüğe dayalı nefreti yayan, kışkırtan, teşvik eden veya meşrulaştıran her türlü ifade biçimi” olarak değerlendirilmelidir”. (Başvuru No:2014/12225, 14.07.2015 tarih)
Bu kararda dikkat edilmesi gereken önemli nokta, Türkiye’de herkes için bağlayıcılığı olan bir merciinin “cinsel yönelim” kavramını açıkça tanıması ve bireylere cinsel yönelimi nedeniyle ayrımcı ifadeler kullanmanın “nefret söylemi” olacağının altını çizmesidir. Diğer yandan İstanbul Sözleşmesi gibi cinsel yönelim kavramının ülkemizin tarafı olduğu hukuki belgelerin mevcut olduğu unutulmamalıdır. Hukuk düzenimiz cinsel yönelimi tanımakla kalmamış ayrıca cinsel yönelim nedeniyle ayrımcılığa, nefret söylemine maruz kalmış bireyleri koruyacağını taahhüt etmiştir. AİHS m.14 ve Türk Ceza Kanunu m.216 bunun açık göstergesidir.
Toplumda yaşayan her bireyin farklı doğrularının olması çok doğal ve insanidir. Cinsel yönelimleri her birey farklı pencereden değerlendirebilir, ifade edebilir, etmelidir. Ancak bu değerlendirme bireylerin maddi ve manevi bütünlüklerine zarar verecek boyuta taşınmamalıdır.
Erbaş’ın söylemleri incelendiğinde; Söylemde bulunan kişinin bulunduğu makam, söylemin halka açık bir şekilde yapılması gibi hususlar da göz önünde bulundurulduğunda, nefret söyleminin boyutunun ve LGBTİ+ bireylerin hayatı üzerinde oluşturacağı sosyal etkiyi katmerli şekilde arttırdığı şüphesizdir. Ayrıca sözlerinin sonunda “gelin birlikte mücadele edelim” sözleriyle harekete geçirici bir boyutunun olduğu da söylenebilir. Özellikle Türkiye gibi, -ne yazık ki- linç kültürünün yüksek olduğu bir toplumda.
Ankara Barosu’nun açıklaması irdelendiğinde ise [1]; yazının esasen Diyanet İşleri Başkanı’nı hedef aldığı görülmektedir. Yani bu yazı doğrudan bir kitleyi hedef almamaktadır. Ancak Erbaş’a eleştiri yöneltirken yapılan atıflardan İslam dininin çağ dışı olduğu, dogmatik olduğu ‘yorumu’ yapılabilmektedir. Öyleyse konu hem din ve düşünce özgürlüğü hem de ifade özgürlüğü ile ilişkilidir.
AİHM, çoğulcu bir toplumun gereği olarak, dinini açıklama özgürlüğünü kullanan bireylerin, kendi inançlarına karşı konulması ya da başkaları tarafından reddedilmesi hatta bazı durumlarda inançlarına karşı düşmanca bir tavır sergilenmesini hoşgörü ile karşılamak zorunda olduklarını vurgulamıştır.[2]
AİHM, bu olayla benzer nitelikte olan Giniewski v. Fransa kararında; Hristiyanlık öğretisini eleştiren bir makalesinde[3], Hristiyanların Aucschwitz katliamından sorumlu olduğu şeklinde yorumlanabilecek söylemlerini ifade özgürlüğü-dine hakaret sarkacında irdelemiştir. Mahkemenin değerlendirmesi şu şekilde olmuştur:
“…kaleme aldığı ifadeler ucuz saldırı veya hakaret niteliği taşımamakta ve hiç bir şekilde düşmanlık ya da nefrete çağrıda bulunmamaktadır. AİHM’e göre makale Papa’nın görüşleri hakkındadır ve bu durumda kullanılan ifadelerin tüm Hristiyanlığa mal edilmesi mümkün değildir.”
Sonuç olarak, Ankara Barosu’nun aleni şekilde yaptığı açıklamada, eleştirinin odak noktasında Diyanet İşleri Başkanı’nın bulunması, İslam dinini ve Müslümanları hedef almaması ve kitleleri harekete geçirici bir söylem olmaması gibi hususlar göz önünde bulundurulduğunda, ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
[1] https://twitter.com/ankarabarosu/status/1254372752678694912
[2] Hüseyin Göktepe, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Işığında Nefret Söylemi ve Dine Hakaret, Türkiye Adalet Akademisi Dergisi, Yıl:7, Sayı:25 (Şubat 2016), s.184
[3] Makale’de Katolik Kilisesi’nin Yahudileri hor gören bir doktrin yaydığını iddia etmiştir. Yazara göre “kutsal kitabın yahudi karşıtlığının ve Eski Ahit’in yenisiyle “tamamlanmış olduğunu savunan öğreti”nin antisemitizme; Auschwitz fikrinin oluşmasını ve gerçekleştirilmesini sağlayan zemine yol açtığını pek çok Hıristiyan kabul etmiştir.
Bizi Takip Edin