“Sanat Sunmak Yerine Paylaşmak”
Sözden Öte projesi başta olmak üzere yürüttükleri çalışmaları konuştuğumuz Seçil Yaylalı ve Zeynep Okyay, PASAJ’ın katılımcı ve sosyal odaklı sanat projelerine yer veren; iki sanatçı ve iki kültür yöneticisi tarafından yürütülen bir inisiyatif olduğunu belirterek; bakış açılarını ise; “sanat sunmak yerine bir tecrübeyi paylaşmak” olarak anlatıyor.
PASAJ nasıl bir oluşum?
Seçil Yaylalı: PASAJ katılımcı ve sosyal odaklı sanat projelerine yer veren; iki sanatçı ve iki kültür yöneticisi tarafından yürütülen bir sanatçı inisiyatifi… Yerel ve uluslararası sanatçıların sergilerine, müdahalelerine, atölyelerine, konuşmalarına, performanslarına ev sahipliği yapıyoruz. Tecrübe ve beceri değişimini kolaylaştırmanın yollarını arayan, sanatçıların farklı topluluklarla karşılaşabileceği bir ortamı oluşturmaya çalışan bir yapıdadır diyebiliriz. Yerelin bilgisine, tarihine ve hafızasına saygı duyan bir oluşum olarak, çeşitli formatlarda sanatı şehir mekânlarıyla ilişkilendirerek, kamusal ve yarı kamusal alanlarda var olmanın yollarını araştırıyor. 2010’dan bu zamana kadar beş defa yer değiştiren PASAJ, her seferinde bulunduğu mahallenin yereliyle bağ kurarak yeniden şekilleniyor. Şimdi Karaköy’de tarihi bir han içerisinde bulunuyor. 2019 – 2020 programını “Aklımı kurcalıyor, ruhuma dokunuyor” adı altındaki proje/sergi dizisi ve bunlara bağlantılı buluşmalar şeklinde yürüyor. Roberto Cimetta’nın Tamteen fonuyla desteklenen bu programımız “sanatsal ifade özgürlüğü” ve “mekanın belleği”ne eğilmeyi amaçlıyor. 2019 Temmuz ayından beri AIM (sanatçılar tarafından yürütülen sanat oluşumları) network üyesiyiz.
PASAJ’ın ana motivasyonu nedir? Hem kurulurken hem de çalışmalarını yürütürken…
Zeynep Okyay: PASAJ’ın kurulma sürecindeki ana motivasyonu, kısa süreli etkinlikler yaparak görünürlüğü olmayan ve seyirciyle buluşmayan sanatçılara yer açmaktı. Galerilerin, ticari kuruluşların ya da müzelerin sanatçılardan beklediği kriterler var. Bu kriterlerin dışında sanatçıya daha fazla hareket alanı yaratabilmek ve belki de sistem tarafından ön plana çıkarılmayan sanatçıyı da seyirciyle buluşturabilmek, onun da deneyimini paylaşarak kendi pratiğine bir şeyler eklemesiydi. PASAJ kurulduğu günden itibaren değişmek durumunda kaldı, bir bakıma devam edebilmek için buna zorunluydu. Uzun zamandır üzerine çalıştığımız şey sanatı devamlı görmeye alıştığımız şeklinin dışına çıkarmak ve sanat seyircisi olarak alıştığımız kitlenin ötesinde herkese dokunabilmek. Sanat aracılığı ile bir buluşma yaratabilmek.
Çalışmalarınız anlaşılıyor mu, hem sanat çevreleri açısından söylüyorum hem de ulaşmaya çalıştığınız kitleler tarafından?
Zeynep Okyay: Biz kendi deneyimimizi aktarabildiğimize inanıyoruz. PASAJ’ın deneyimi bir ihtiyaç olarak şekillendi. Biz pasajın içinde, merdivenlerin sonunda 27m²’lik saklı bir odadaydık. Çok fazla seyirci de gelmiyordu. Biz de dedik ki ‘seyircinin gelmesini mi bekleyeceğiz yoksa içinde kurulduğumuz Halep Pasajı’yla bir bağ mı kuracağız.’ Bu kaygıyla programa yer verdiğimiz projelerden biri 2011’deki Kentsel Bahçe Laboratuvarı, Seçil Yaylalı ve Isa Andreu tarafından kurgulandı. Bu projede serginin yanı sıra, pasajın içindeki dükkan sahipleriyle paralel etkinlikler oluyordu, Koridor Konuşmaları programı ile birçok sanatçının katıldığı bir akış düzenlendi. Bu programda yer alan Herkes Kendi İşinin Ehli isimli katılımcı projede; pasajdaki dükkan sahipleri çıkıp kendi günlerini nasıl geçiriyorlar, nelere ihtiyaçları oluyor ve ne yapmaktan hoşlanıyorlar, burayı nasıl devam ettiriyorlar, kaygıları ne gibi konular üzerinden demeçlerde bulundular. Böylece pasajın içindekiler birbirleriyle iletişime geçerken biz de onlarla iletişime geçtik.
O zaman iki ana hedef konsept var diyebilir miyiz? ilki mekanı olmayan sanatçıların üretimlerini desteklemek ikincisi sanata ulaşamayan kitlelerin içinde yer alacağı projeler yürütmek…
Seçil Yaylalı: Biz bir kitleye sanat sunmak yerine bir toplulukla bir tecrübeyi paylaşmak istiyoruz. Amacımız sanatın ne olduğunu anlatma görevini üstlenmek değil, bunu birlikte deneyimlemeyi istiyoruz. Yaratıcılık keyif alınan bir şey ve yaratım süreci aynı zamanda sorgulamak ve hayatın bir parçası kılmakla ilgili. PASAJ Tarlabaşı projemizde sanatçılar lokantanın bir köşesinde üretim yapıyordu ve oraya yemek yemeye gelenler de bunun bir parçası oldu. Yani organik bir şekilde iç içe geçmek mümkün oldu. Bu tam değiş tokuş ortamı yaratıyor. Sanatçı ‘gelin birlikte bu işi yapalım’ diyor ve bir şey öneriyor, bu noktada bir paylaşım başlıyor, bazen birebir maddesel bir değiş tokuş oluyor, bazen ise maddesel karşılığı duygusal. Tabii bu takasın etkisini gün içinde değil de yıllar içinde görebiliyorsunuz. O zaman, çevremizde yasayan insanlara dokunabildiğinizi görüyorsunuz. Bu bizim için, verdiğimiz emeğin değdiğini kanıtlayan bir gösterge.
İsim olarak pasajın seçilmesi; mekansal dönüşümlere işaret etmek mi bir yandan?
Zeynep Okyay: Halep Pasajı’ndayken İstiklal’de, tam yanımızda Demirören vardı. Hem ticaretin dönüşümünü görebileceğimiz, hem de biraz dışında kalabileceğimiz bir yerdeydik. Bir yandan büyük markalar bir yandan da ticari hareketlerini daha minimal sürdürmeye çalışan kesimler. Ben bunu aldığımız tavırla çok paralel görüyorum. O dükkan sahiplerinden, öğrenebileceğimiz birçok şey vardı. Çünkü farklı düzlemlerde aynı kaygıları yaşıyoruz. Küçük, kendini işini sürdürmeye çalışan bir kunduracı vardı mesela. Bir yanda büyük zincir dükkanlar bir yandan da kendi 46 numara özel yapım ayakkabısını yapmaya çalışan o. Pasajda Beyoğlu Sineması var, Ses Tiyatrosu var, biz oraya zaten çok uyuyorduk. Hem fikir hem konumlanma olarak. Şimdi buradaki yerimiz de aynı. Başka bir versiyonunu deneyimliyoruz. Bu handa da herkes birbirini tanıyor, yardımcı oluyor, bir ahbaplık var çaycısıyla, çorbacısıyla. O yüzden bu hanın belleği üzerinden çalışmak bizi çok heyecanlandırdı. Karaköy’de ne yapabiliriz diye düşününce, ‘bellek üzerine çalışalım, çünkü Galataport’la beraber bu hanlar bitecek, otel olacaklar’ dedik. Ben küçüklüğümde de babamın yanında buraları görmüştüm o zamanlar Ramazanlarda sofralar birlikte kurulurdu, birlikte tavla atılırdı. Yani bu bir kültür ve bu kültürün yok oluşu da çok yakında. PASAJ’ın da burada konumlanması ilk başından baktığı yerle çok yakından ilgili.
Peki Pasaj’ın şehirle kurduğu ilişkiyle ilgili biraz bilgi verir misiniz. Tarlabaşı ve Bayrampaşa’da çalışmalar yaptınız.
Zeynep Okyay: Yeni bir yere gittiğimizde önce oralı olmaya çalışıyoruz. O bölgenin dokusuna uymaya çalışıyoruz. Tarlabaşı’na yerleştiğimizde farkettik ki biz bir yandan Tarlabaşılı olabilecek bir yapıdayız. Çünkü biz de popüler sanat ortamlarına göre dezavantajlı bir gruptayız. Ne ana akım sanat alanları gibi olmak istiyoruz ne de olabiliriz zaten. İkisinin tam ortasındayız. Tarlabaşı şehrin merkezinde bir alan gibi görünse de çok küçük köycüklerden ibaret gibi. Günün farklı saatlerinde mahallenin bir köşesinde mevlid okunuyor, öbüründe göbekler atılıyor, çocuklar dışarıda. Her sokağı bambaşka bir dünya. İstanbul’da görebileceğiniz en nadide tecrübeyi yaşıyorsunuz. Tarlabaşı’nın bu renkliliği de tabi soylulaştırmayla geride kalacak. Biz de o sıralarda ‘bu renkliliğin neresinden kurtarabiliriz, bu tecrübe ettiğimizi sanatçıların nasıl gündemine sokarız’ diye düşündük. Ve orada uzun süre bu şekilde projeler, sergiler, çalışmalara yer verdik. Bunlardan biri Seçil Yaylalı ve Ekmel Ertan’ın çocuklarla mahallerinin dokümantasyon filmlerini çektikleri bir proje, örneğin. Çocuklar en kolay ulaşılan ve sanata en açık, en çok ihtiyaç duyan grup. Birlikte çalıştılar, mahalledekilerle görüşmeler yaptılar ve onların hepsi birer film oldu. Proje bitince şimdi ne yapacağız diye sormaya başladılar. Bizim üçüncü katta 50 metrekarelik bir alanımız vardı, burayı kullandık, ayrıca sokağın başındaki lokantayla işbirliği yaparak, burayı PASAJ Tarlabaşı olarak isimlendirdik. Buraya dünyanın farklı ülkelerinden sanatçıları sanatsal müdahalelerde bulunmaları için davet ettik, ayrıca her sanatçı bizim bıraktığımız yerden çocuklarla workshoplar yapmaya devam ediyordu.
Bayrampaşa’da ise, Ramada Encore Bayrampaşa Oteli’nin davetiyle bir rezidans başlattık. Sanatçılarımız iki hafta boyunca otelde misafir oldu ve Bayrampaşa’yla ilgili çeşitli konularda araştırma yaptılar. 3 yıllık periyodun sonunda bu araştırmaların çıktılarını Karaköy’deki alanımızda sergiledik. Böylece şehirdeki dönüşüm sanatçıların bakışıyla tekrar yorumlanmış oldu.
Bir de şu an yürüttüğünüz Sözden Öte Projesi var biraz da onun hakkında bilgi verir misiniz?
Seçil Yaylalı: Sözden Öte daha önce de birbiriyle çalışmış İsveç, Danimarka ve Türkiye’den üç ekibin başlattığı bir işbirliği projesi. Erasmus+ kapsamındaki bu projeyi PASAJ olarak bu iki ülkeden dernek ve kurumlarla ortak yapıyoruz. Stockholm’de Rinkeby, Aarhus’ta Gellerup ve İstanbul’da Tarlabaşı mahallelerinde çalışan ana okulu öğretmenleri ve sanatçılar ile uygulanıyor. Türkiye’den aynı zamanda PASAJ’ı temsilen BİS, Kültür Üniversitesi Okul Öncesi Eğitmenliği Programı ve Tarlabaşı Toplum Merkezi bizimle birlikte. Projede amacımız, birbirine benzer özellikleri olan bu mahallelerdeki anaokulu öğretmenlerine ulaşıp onların da katılımıyla toplumsal cinsiyet eşitliği odaklı bir alet çantası tasarlamak. Proje kapsamında İsveç ve İstanbul’da atölyeler yapıldı. Bu atölyelerde üretilecek alet çantalarının dünyanın her yerinde ana okullarında toplumsal cinsiyet eğitimi verilirken öğretmenler için kaynak olmasını hedefliyoruz. Ekipte pedagojik ve bilimsel olarak destek veren ekipler var, örneğin PASAJ bünyesinde Berlin Humbolt Üniversitesi’nden toplumsal cinsiyet eşitliği üzerine çalışan Dr. Nil Mutluer var. Yöntemin çocuklarla nasıl uygulanacağını, farklı yöntemlerin nasıl gelişebileceğini ve pratik uygulama materyalinin alet çantası formatında nasıl eğitim materyali olabileceğiyle ilgili çalışmalar yapılıyor. Atölyelerden sonra seminer, kitap ve sergiyle proje tamamlanmış olacak.
Sürdürülebilirlik konusunda ne gibi çalışmalarınız var.
Zepnep Okyay; Sürdürülebilirlik bizim ana gündem maddelerimizden biri. Bildiğimiz anlamda kurumsal bir sürdürülebilirlik olmayacağı için politik, ekonomik, sosyal yapı bütün değişimler sürdürülebilirliğimizi etkiliyor. Bir yandan hareket alanımızı daraltmamaya çalışıyoruz, bir yandan da alternatif bir ekonomi yaratmakla ilgili düşünüyoruz.
Bulduğunuz çözümler var mı?
Seçil Yaylalı: Yılda bir kez sanatçıların bize hibe ettikleri üretimlerle destek fonu yarattığımız bir sergimiz var, adı Çorbada Tuzun Olsun. Bu sergiyi şimdiye kadar 7 kere gerçekleştirdik. Onun dışında AB projeleri yapıyoruz, fon başvurularında bulunuyoruz. Ama şunu da söylemek lazım, dünyaya baktığımızda da sanatçı inisiyatifleri, bağımsız sanat alanları çok uzun ömürlü hareketler değil. Buna rağmen biz elimizden geldiği kadar devam etmeye çalışacağız. İsteğimiz ve enerjimiz oldukça, yöntem geliştirip devam edebileceğimizi düşünüyoruz. Ayrıca bu yolda sadece dört kişi değil, bizi manevi olarak destekleyen çok değerli kişilerle birlikte yürüyoruz.
Bizi Takip Edin