Sivil Toplumun Korona Krizinde Rolü

Koronavirüs krizi ile sivil toplumun deprem tecrübesi arasında çok önemli bir bağ var. Sivil toplum bir kez daha öngörülmedik, beklenmedik bir toplumsal yıkım ile karşı karşıya. Devletler bir kez daha kendi kaynakları ve becerileri ile yönetemeyecekleri kadar büyük bir sorunla baş etmeye çalışıyor. Yurttaşlar ve özel sektör bir kez daha sorunun altından kalkılmasında rol almaya hazır.

Türkiye Koronadan önceki en büyük ortak krizini 1999 depremi ile yaşamıştı. Deprem döneminde ortaya çıkan dayanışma davranışı depremden sonraki dönemde hem siyasette hem de sivil toplumda büyük değişimler getirmişti. Siyasette büyük kırılma 2002 seçimleri ile yaşanmış, deprem döneminde siyasi iktidarı oluşturan partilerin hiçbiri meclise girecek kadar oy alamamış ve günümüze kadar devam eden AK Parti iktidarını başlatmıştı. İktidar değişiminin şüphesiz tek nedeni deprem döneminde devletin sorunla baş etmede ortaya koyduğu yetersizlik değildi. 1990’lardan beri süren çalkantılı ve darbeli siyaset dönemi ve güvenlikçi politikaların hakimiyeti devletin deprem döneminde ortaya koyduğu kötü performansa eşlik etmiş ve AK Parti’nin demokrasi, özgürlükler, refah ve becerikli bir yönetim vaadinin seçmende karşılık bulmasına yol açmıştı.

Sivil toplum ise devletin boşluğunu olağanüstü bir performansla kapatmış, arama kurtarmadan toplanan yardımların ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmasına ve deprem sonrası oluşan mağduriyetlerin giderilmesine kadar pek çok önemli rol üstlenmişti. Sivil toplum hem yurttaşların katkılarını hem de özel sektörün desteğini harekete geçirmede ve yönetmede son derece önemli bir tecrübe edinmişti.

“Virüs Ekonomik, Sosyal, Psikolojik Etkiler Bırakacak”

Korona krizi depremden farklı olarak, küresel bir özelliğe sahip. Yıkıcı etkisi ise belli bir coğrafi alandaki bir topluluktan ibaret değil. Tüm ülkeler, tüm şehirler, tüm evler, tüm insanlar krizin kapsama alanında. Buna karşın sivil toplumun depremde ve sonrasında edindiği krizleri anlama ve yönetme davranışı açısından pek çok benzerlik gösteriyor. Deprem döneminde sivil toplum krizin üç safhasında farklı beceriler ortaya koymuştu. Bunları arama kurtarma, hayatta kalma, hayata tutunma safhaları olarak adlandırabiliriz. İlk safhada arama kurtarma ile ilgilenen STK’lardan üniversitelerin dağcılık topluluklarına, maden işçilerinden itfaiyecilere çeşitli uzmanlıklardan beceriler harekete geçmiş ve pek çok hayat böylece kurtarılmıştı. İkinci safhada ise STK’lar ve yurttaş girişimleri mağdurlar için yardım nakdi ve ayni yardımlar toplamaya başlamışlardı. Kriz masaları meydanlarında getirilen yardımların kamyonlardan kalabalıkların üstüne atma görüntüleri dönemin sorun çözme davranışının sembolü olmuştu. Sivil toplum gönüllüleri, bu yardım dağıtma davranışının ihtiyaç sahiplerine ulaşmadığını görünce, mahallelere yardım istifleme ve tasnif depoları kurma, ev ev ihtiyaçları tespit etme ve evlere sadece ihtiyaç duyulan malzemeleri götürme gibi yöntemler geliştirmişti. Hayata tutunma safhasında ise deprem sonrasının ekonomik, sosyal, psikolojik hasarı açığa çıkmıştı. Sivil toplum dünyası kurumları ve yurttaş girişimleri ile bu alandaki mağduriyetleri keşfetmeye ve çözüm modelleri geliştirmeye, bunları hayata geçirmek için uluslararası kaynakları kullanmaya yönelmişlerdi. Asıl ve en önemli becerilerini de bu dönemde kazandılar. Sivil toplum bu aşamada edindiği sorun ve mağduriyet keşiflerini kanıtlanabilir bilgiye dönüştürme, gündeme taşıma, kaynakların dağıtılma kriterlerini belirleme, çözüm modelleri geliştirme ve hayata geçirme becerileri ile günümüzde de işlevsel olmaya devam ediyor. 

Hem siyasetin hem sivil toplumun büyük değişimlerin habercisi olan bu kriz sonrasına düşünsel yatırımlar yapması, sorunları keşfetmede ve çözümler geliştirmede daha yaratıcı olması gereken bir döneme girmiş görünüyoruz. 

Koronavirüs krizi ile sivil toplumun deprem tecrübesi arasında çok önemli bir bağ var. Sivil toplum bir kez daha öngörülmedik, beklenmedik bir toplumsal yıkım ile karşı karşıya. Devletler bir kez daha kendi kaynakları ve becerileri ile yönetemeyecekleri kadar büyük bir sorunla baş etmeye çalışıyor. Yurttaşlar ve özel sektör bir kez daha sorunun altından kalkılmasında rol almaya hazır.

Deprem dönemine benzer safhalardan geçiyoruz. Devletlerin merkezde olduğu ilk safhadayız. Bu aşamanın aktörü sağlık sistemleri ve sağlık çalışanları. Hastayı arıyor, karantina hastanesi kuruyor, tedavi sağlamaya çalışıyorlar. Bu arada ikinci safha da beliriyor. Virüsün ekonomik, sosyal, psikolojik etkiler bırakmaya başladığı artık ortak kanaat. Siyaset, sivil toplum, özel sektör virüs sonrası hayatımıza geri dönemeyeceğimizin farkına varıyor. Salgın kontrol altına alınmaya başladıkça hasarın boyutlarını daha net göreceğiz. Tıpkı depremde arama kurtarma dönemi sonrasında olduğu gibi. Bugün daha çok devletin merkezi kontrolü ile yürüyen birinci safha geçtikçe daha karmaşık bir hasar ile karşılaşacağımız anlaşılıyor. Hasarın yapısı karmaşıklaştıkça krizi merkezi düzeyde yönetme de mümkün olmaktan çıkacak görünüyor. Böylece görece devre dışı görünen yerel yönetimler ve sivil toplumun daha fazla rol üstlenmek zorunda kalacağı dönem başlamış olacak. Gıdaya, hijyene ve sağlığa erişim şimdiden gündeme gelmeye başladı. Bununla birlikte üçüncü safhadaki sorunlar da belirmeye başladı. Karşılaşacağımız en büyük sorunun işsizlik ve bunun tetikleyeceği kent yoksulluğunun derinleşmesi olacağı anlaşılıyor. Türkiye’nin geçmiş dönemlerde yaşadığı krizlerde yoksulların en önemli çıkış olanaklarından biri kent-kır dayanışması idi. Ancak günümüzde kırsal nüfusun ve küçük ölçekli üretimin çok azalmış olması bunun kent yoksulları için bir çıkış olmasını zorlaştırıyor. Buna eğitime erişimdeki problemler, kadınların iş yükündeki artış, yaşlı ve hasta bakım hizmetlerindeki karşılanması güç talepler de eşlik ettiğinde son derece karmaşık bir demografik ve sınıfsal sorunlar silsilesiyle karşılaşmamız olası. 

“Sivil Toplumun Yol Göstericiliğine Gereksinim Var”

Sivil toplum dünyasının hasarı tespit, hasarın boyutlarını keşfetme, hasarın onarım sürecine yaratıcı model çözümler geliştirmek gibi bir sorumluluğu var. Öte yandan yerel yönetimler ve merkezi yönetimlerin kaynaklarının hiç olmadığı kadar etkin ve verimli kullanılması gerekiyor. Bunun için de sivil toplumun yol göstericiliğine gereksinim var. 

Türkiye siyasetinin geneli henüz sessiz ve mevcut ezberleri ile hayatını sürdürüyor.  Bir süre eve kapandıktan sonra her şeye yeniden başlayabileceğimiz havası hâkim. Gerek iktidar gerekse muhalefet kanadı aralarındaki rekabetçi gerilimi sürdürüyor ve ortak aklı devreye sokacak diyalog girişimlerinde bulunmuyor. Yapılan açıklamaların rekabetçi içeriği ezberlerin sürdüğünün kanıtları. İkinci işaret ise devletin ve siyasetin genelinin henüz sivil toplumun kapısını çalmamış ve sivil toplumdan destek istememiş olması. Buna karşın sivil toplumda da kapasitesinin çok altında bir çaba görüyoruz. Birkaç dayanışma ağı girişiminin ötesine geçmeyen, olup bitene çözüm odaklı bakmayan bir davranış var. Oysa bu dönemde sivil toplumun yeni ve çözüm odaklı yaratıcı çözümler geliştirmesi, devletin ve yerel yönetimlerin ise bundan faydalanan, bunları hesaba katan kararlar aldığının ve kaynakların buna göre kullanıldığının görünmesine ihtiyacımız var.

Devletlerin ise yardım paketleri ile birkaç ay boyunca şirketleri ve kayıtlı çalışanların bir kısmını gelirsiz bırakmamaya çalıştığı anlaşılıyor. Krizin kurtarma safhasında olduğumuz için bu anlaşılır. Ancak kurtarma sonrası sürdürülebilirlik sağlamaya dönük yeni bir bakışın hızla gündeme gelmesi şart. Zira ekonomi ve çalışanlar için temel soru birkaç ay bir gelire sahip olup olmayacağından ziyade virüsten sonra bir işimizin olup olmayacağı ile ilgili. Bu nedenle sivil toplum ve siyaset için üçüncü safha ile birlikte daha önemli bir konu açılıyor. Kriz başka krizlerden bildiğimiz üzere panik dönemi sonrasında bunun son olmadığı, bunun gibi başka krizlerle karşılaşabileceğimiz duygusunu bırakacak. Bu da bu krize, benzerlerine ve iklim, deprem gibi başka krizlere karşı daha dirençli bir toplumun nasıl mümkün olabileceği konusunda düşünme gereksinimini doğuracak. Bu tür bir tartışma demokrasinin kaderi, yönetim biçimleri, çalışma, eğitim, sosyal hayat gibi alanların kalabalıklara ve tüketime dayalı özelliklerini sorgulama da dahil pek çok boyutu beraberinde getirecek gibi görünüyor.

Sonuç olarak hem siyasetin hem sivil toplumun büyük değişimlerin habercisi olan bu kriz sonrasına düşünsel yatırımlar yapması, sorunları keşfetmede ve çözümler geliştirmede daha yaratıcı olması gereken bir döneme girmiş görünüyoruz. 

Etiketler

Mehmet Ali Çalışkan

Üyelik Tarihi: 16 Şubat 2016
17 içerik
Yazarın Tüm Yazılarını Gör