“Travmayı Görünür Kılmak Gerekiyor”
İnsan eliyle ya da doğanın yıkıcı gücüyle ortaya çıkan afetlerin verdiği zararlar bedenlerimizle sınırlı değil. Bu türde bir olayın bizzat öznesi olmuş ya da olan bitenle özdeşlik kurmuş olabiliriz; her iki durumda da travma yaşamamız kaçınılmaz. Travma Çalışmaları Derneği, 1999 depremiyle toplumsal travma konusunun daha çok konuşulmaya başlandığını, çok zor geçen 2016 yılında toplumda kurulan özdeşimi ve günümüzde varlığını sürdüren travma kaynaklarını anlattı. Dernek; “Travmayı görünür kılmak gerekiyor. Travma döneminde ‘’iyileşmeyi/onarılmayı’’ mümkün kılan şey daha çok konuşmaktır” diyor.
Travma Çalışmaları Derneği (TÇD) 2014 yılında farklı disiplinlerden gelen çoğunluğu psikolog, psikiyatr, psikolojik danışman olan profesyoneller tarafından kuruldu. Kurulduğu günden beri toplumsal duyarlılığı olan bir ekiple, görüneni göz ardı etmeden bireysel çalışmalar ve toplumsal sosyal sorumluluk projeleriyle çalışmaya devam ediyor. Sorularımızı birlikte yanıtlayan Derneğin Uzman Psikologları Melis Demircioğlu ve Nergiz Eke ile Psikiyatri Uzmanı Cuma Ülkü; “Amacımız travmanın her türlü başlığında gücümüz yettiğince bilinçlendirme, destekleyici ve önleyici çalışmalarda paydaş olmaktayız” diyor.
Travma Çalışmaları Derneği nasıl bir çalışma yapısına sahip?
Mesleki ve sosyal anlamda bir şeyler paylaşan bir ekip çıktı oradan ve ilk defa “Anadolu Travma Çalışma Günleri” isimli etkinlik düzenlendi. Çok sayıda akademisyenin konuşmacı olarak katıldığı bu etkinlik dernekleşme sürecini hızlandıran önemli bir basamak oldu.
TÇD olarak neler yapıyoruz, öncelikle mümkün olduğunca travma alanında düşünüp konuşmayı mümkün kılacak platformlar yaratmaya ve bu multidisipliner alanda kolektif çalışmanın önemine vurgu yapmaya çalışıyoruz. Bu amaçla iki kongre, bir belgesel dizisi, on sekiz söyleşi düzenledik. Bunlarla beraber bu alanda çalışan çok sayıda sivil toplum kuruluşu ve meslek örgütünün temsilcileri ile beraber katılım göstereceği “Türkiye’de Travma Çalışmak” başlıklı bir etkinlik düzenledik.
Düzenli olarak düzenlediğimiz toplumsal travma söyleşileri, sivil hareketliliğinin az olduğunu düşündüğümüz için tasarladığımız bir projeydi. Yola bir grup ruh sağlığı çalışanı olarak çıktık ancak farklı disiplinlerden birçok insanla bir araya gelip interaktif bir çalışma ortaya koyduk. Bu seride tutulamayan yaslardan edebiyatta travmaya, çocuk travmasından sinemada travmaya kadar birçok konuyu konuştuk. Katılımların yüksek olması bu konunun konuşulma ihtiyacını ve kişilerin temasta kalma arzusunda olduğunu da gösteriyor.
Travmayı görünür kılmak gerekiyor. Travma döneminde ‘’iyileşmeyi/onarılmayı’’ mümkün kılan şey daha çok konuşmaktır. Daha çok sembolize olmasını sağlamaktır. Mesela -iyileşme diyoruz ama travma bir hastalık değil aslında, anormal bir duruma verilen normal bir tepkidir. Eğer konuşamaz, sümen altı edersek boynumuza kement olur.
Dernek olarak multidisipliner ve kolektif çalışmanın önemine vurgu yapıyorsunuz. Bunu biraz detaylandırır mısınız? Travma üzerine nasıl bir çalışma yürütülmeli, nasıl işbirlikleri kurulmalı?
Türkiye’de psikososyal destek faaliyetlerinde bulunanlar bir afet ya da kitleleri etkileyen olağan dışı durum meydana geldiğinde ruh sağlığı çalışanları olarak meslek örgütlerimiz aracılığıyla hızlıca bir araya geliriz. Mesela Suruç Psikososyal Dayanışma Ağı olarak başlayan bir oluşumun parçasıydık. 10 Ekim’de Ankara Garı’nda gerçekleşen patlamadan sonra Psikososyal Dayanışma Ağı’na dönüştü. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), Türk Tabipler Birliği (TTB), Türkiye Psikiyatri Derneği (TPD), Türk Psikologlar Derneği (TPD), Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği (SHUDER), Çift ve Aile Terapileri Derneği (ÇATED), Toplumsal Dayanışma İçin Psikologlar Derneği (TODAP) ve Travma Çalışmaları Derneği (TÇD) Psikososyal Dayanışma Ağı İstanbul bileşenlerini oluşturmuştu. alanda çalışan insanlar birbirleriyle hızlıca haberleştiler ve bir koordinasyon süreci başladı. Bu koordinasyonun akabinde taziye ziyaretleri ve ihtiyaç değerlendirme çalışmaları yapıldı, olaydan doğrudan veya dolaylı olarak etkilenen bireyler için bilgilendirme broşürleri hazırlandı. Hem Türkçe, hem Kürtçe olarak hazırlanan bu broşür ve kitapçıklar yaygınlaştırıldı. Travma sonrası kişiler erken dönemde hangi psikolojik tepkileri veriyor, baş etmek için neler yapmalı, hangi durumda ileri bir destek için uzman yardımına başvurmalı gibi sorulara cevap veriyordu bu kitapçıklar. Böylece birçok kişiye ulaşılmış oldu PSDA’nın bu çalışmaları sayesinde. Ağın üyelerine de eğitimler verildi bu süreçte, onları da koruyacak bir sistemle yürütüldü çalışmalar. Süreci değerlendiren toplantılar yapılarak deneyimler raporlaştırıldı. Şu an olası bir travma afet ve kriz durumunda yeniden faal duruma geçebilecek donanımı ile beklemede olan, kıymetli akademisyenlerin, klinisyenlerin ve STK’ların bir arada olduğu büyük emekler vermiş bir oluşumdur
Ortaklaşarak ve bir arada faaliyet yürütmenin önemli ve daha hızlı aksiyon almayı mümkün kıldığını düşünüyoruz. Bu sebeple dayanışma ağlarının içinde olmak, çalışmaların parçası halinde olmayı oldukça önemsiyoruz.
Sizin çalışmalarınız ve gözlemlerinize göre Türkiye’de travma çalışmaları ne durumda? Eksik gördüğünüz yanlar neler ve bunları telafi etmek için neler yapılmalı?
Bir kere bir aradalıklara ve işbirliklerine net şekilde ihtiyacımız var. “Nasıl”ı bir adım sonrası ama “biz bunu nasıl çözeriz”in cevabı; birlikte ve el ele. Başka bir yol bilmiyoruz. Bir araya gelmeli, birbirimizi işitmeliyiz. Birlikte hareket etmeliyiz. Başka türlüsü mümkün değil. Birey olarak hepimizin yapacağı şeyler var, hem de tüm kimliklerimizle yapabileceğimiz şeyler var. Ben bir psikolog olarak da bir aktörüyüm bunun, bir kadın olarak, bir anne olarak, bir öğrenci olarak, bir eğitimci olarak ve bir insan olarak aktörüyüm. Her kimliğimizle her yerde yapabileceğimiz şeyler var.
Travmayı görünür kılmak gerekiyor. Travma döneminde ‘’iyileşmeyi/onarılmayı’’ mümkün kılan şey daha çok konuşmaktır. Daha çok sembolize olmasını sağlamaktır. Mesela -iyileşme diyoruz ama travma bir hastalık değil aslında, anormal bir duruma verilen normal bir tepkidir. Eğer konuşamaz, sümen altı edersek boynumuza kement olur. Bugün Ermeni halkının, bunca yıl üzerinden geçmesine rağmen -travma dediğimiz kuşaklar arası aktarılıyor çünkü- kimlik mücadelesinin devam ediyor olması bundan.
1999 depremi ile birlikte sahada travma çalışmaları ve Türkiye’de travmaya dair daha çok konuşulmaya başlandı. Birçok sivil toplum kuruluşu ve meslek örgütleri psikososyal çalışmaların parçası oldu. O günden bu yana önemli çalışmalar yapıldığını düşünüyoruz. Özellikle meslek örgütlerimiz Türk Psikologlar Derneği ve Türkiye Psikiyatri Derneği sahada interaktif ve bütüncül bir çalışmanın önemine her seferinde vurgu yaparak psikososyal bir çalışmanın tüm gerekliliklerini sağlamaya çalışmıştır.
Bizler ne yazık ki başımıza gelenlerle travma çalışmayı öğrendik. Belki de dünyada en iyi travma çalışan ekip ülkemizde faaliyet gösteriyor. Herhangi bir olay olduğunda hızlıca harekete geçen ve ilk 24 saat içinde sahaya ulaşan uzmanlarımız var. Eksikler elbette ki var. Özellikle bürokratik akıştaki zorluklar. Sahada çalışma koşullarının iyileştirilmesinde geç kalınması gibi nedenler çalışmaları zorlaştırabilmektedir.
Doğal afetler ya da kitleleri olumsuz etkileyen kaza, saldırı vs gibi durumlarda nasıl bir çalışma programı izliyorsunuz?
Türkiye’de psikososyal destek faaliyetlerinde bulunanlar bir afet ya da kitleleri etkileyen olağan dışı durum meydana geldiğinde ruh sağlığı çalışanları olarak meslek örgütlerimiz aracılığıyla hızlıca bir araya geliriz. Derneğimizin kaynaklarını, insan emeğini göz önünde bulundurarak neler yapabileceğimizi hızlıca gözden geçiriyoruz. Oluşturulmuş ağ ve platformlarla ortak hareket ederek katkı sunmayı öncelikli tutuyoruz. Farklı sivil toplum kuruluşları ile sürekli iletişimde kalarak ihtiyaçları belirlemede destek oluyoruz. Saha çalışmalarına, psikososyal destek çalışmalarında, organizasyon ve koordinasyon kısmında gönüllülerimizle dahil oluyoruz. Bu süreçte dayanışma ağı ya da meslek örgütlerimizin aracılığıyla devletin ilgili kurum ve bakanlıklarıyla irtibatta kalıyoruz. Özellikle sahada işlevsel olmayan kalabalığın oluşmaması için koordinasyon çok önemli. Bir çatı altında hareket etmek, alana çıkan her bir kişinin benzer psikososyal müdahale yolları konusunda bilgilendirilmesi, sahada karşılaşılacak zorluklara karşı bilinçlenmesi, duygusal ve fiziksel zorluklarda uzmanın dayanma gücünü bilmesi önemlidir.
Çocuklar ya da yaşlılar yetişkin bireylere göre travmatik olaylardan daha fazla etkilenme riskine sahipler. Bunun dışında da travmatik stres belirtileri oluşmasını kolaylaştıran risk faktörleri bulunuyor ve bunlar aynı zamanda travmatik strese bağlı bozuklukların süreğen hale gelmesinde de etkili olabiliyor.
Sizce özellikle son yaşanan doğa afetler toplumsal psikolojide nasıl bir travma yarattı? Bu nasıl aşılabilir?
Kitleleri etkileyen, yaşamın olağan akışını sekteye uğratan durumlar olarak tanımlayabiliriz. Bireysel travma nasıl bireyin gündelik yaşantısını etkiliyor, işlevselliğini bozuyorsa, toplumsal travmalar da aynısını toplumlara ya da toplumun çeşitli kesimlerine aynısını yapıyor. Sadece olayı yaşayanlar değil aynı zamanda olayla özdeşleşenler de etkileniyor. Örneğin İstanbul’da, 2016 çok zor bir yıldı. Türkiye’de her zaman terör vardı belki ama en burnumuzun dibine geldiği zamanlardan biriydi 2016. O gün Atatürk Havalimanı saldırısında orada değildik ama yine de evlerimizde ‘evet, ben de orada olabilirdim’ dedik. Bir özdeşleşim kurduk. İnsanlar o dönemde toplu taşıma araçlarına binmekte güçlük çektiler. Sadece o olaydan etkilenenler değil, sadece onların yakınları değil, sadece gözlemleyenler değil -bunları vurguluyorum çünkü travma tanımında bunlardan bahsedeniz- orada olmayan toplumun diğer özdeşleşen kesimi de etkilendi. Toplumsal travma dediğimiz şey budur sanırım.
Toplumsal travma yaratacak olaylar ortaya çıktığında beraberinde ortak bir travmadan da söz etek mümkün mü?
Toplumsal düzeyde cereyan etmiş travmaları kişiler ve toplumlar aslında meşrebine göre yaşıyor. Kimisi daha çok etkileniyor kimisi bir diğeri kadar değil. Kişinin kaynakları, yaşam ve siyasi pratikleri, dayanma gücü birkaç belirleyici neden. ‘Yok saymak, olmamış gibi davranmak da bazen bir baş etme biçimi olabiliyor. Neticede yaşadığımız yere, toprağa olan güvenlik algımız zedelendiğinde birçok şey bizim için artık daha tahammül edilemez hale geliyor. Örneğin patlamanın olduğu yerde bulunmadınız ve bundan birincil düzeyde maruz kalmadınız ama ‘’ya orada olsaydım, ya sevdiklerimden biri orada olsaydı, ya tekrar patlama olursa’’ gibi endişelerle toplumsal travmanın tezahürlerini kendi yaşamımızda farklı düzeyde ve şiddette yaşamaya başlayabilirsiniz.
Eğer travmatik olaylar hala yaşamımızda tüm gücüyle devam ediyorsa ve kendini tekrar tekrar gösteriyorsa önlemler almaya başlıyoruz. O yerlere gitmemek gibi. Kalabalık alanlarda bulunmamak gibi mesela.
Travma ister toplumsal ister bireysel düzeyde olsun illa duygusal yıkımla sonuçlanmak zorunda değildir. İyileşerek ve güçlenerek de çıkılabilir bu süreçten. Yaşadıklarımız dayanma gücümüzü aştığında travmatize oluyoruz ama toplumsal dayanışma, ötekinde anlaşıldığını hissetmek buradan güçlenerek de çıkmamızı sağlayabiliyor.
Doğal afetler sonrası bireysel olarak akut stres tepkileri verebiliyoruz. Çünkü kontrolümüz dışında ani ve beklenmedik – her ne kadar bir gün depremin olacağını biliyor olsak da- bir olay yaşıyoruz. Entelektüel düzeyde biliyor olmak, depremin ne olduğuna dair sonsuz bilgi de edinsek o an birçoğumuz için endişe vericidir. Eğer bireysel olarak stres tepkilerimiz uzun süre devam ediyorsa, yaşam pratiklerimizi yapamaz hale getiriyorsa profesyonel bir destek alınmalıdır. Toplumsal olarak kaygı beraberinde güvensizliği de getiriyor. Vakti zamanında yapılaşma ve kentleşmeyle ilgili önlemlerin alınmamış olmasını ve hala alınmadığını bilmek kitlesel bir çaresizliği yaratabilir. Bireysel önlemlerin önemini ve pratiğini arttırmaya çalışan kişi daha büyük bir önlem planında yetersiz kalıyor ve ilk kafamızı çevirdiğimiz yer ‘’devlet’’ oluyor. Devletin ne yaptığı ya da ne yapacağına dair bilgi edinmeye çalışıyoruz. Gün içinde bizde ve kişiler arası ilişkilerimizde gündemimiz deprem oluyor. Zaman geçiyor, gündem yerini başka bir şeye bırakıyor ta ki yeni bir doğal afet kendini hatırlatana kadar.
Çocuk, yetişkin ve yaşlılarda travma deneyimleri ne ölçüde farklılaşıyor? Yaş dışında travma deneyimlerimizi etkileyen unsurlar –genel hatlarıyla- neler?
Travmatik yaşam olaylarının herkeste aynı etkiye neden olmadığını biliyoruz. Travmatik bir deneyimin kişilerde travmatik stres tepkileri oluşturmasını kolaylaştıran bazı etmenler var. Çocuk ya da yaşlı olmak da bu etmenlerden bazıları. Çocuklar ya da yaşlılar yetişkin bireylere göre travmatik olaylardan daha fazla etkilenme riskine sahipler. Bunun dışında da travmatik stres belirtileri oluşmasını kolaylaştıran risk faktörleri bulunuyor ve bunlar aynı zamanda travmatik strese bağlı bozuklukların süreğen hale gelmesinde de etkili olabiliyor. Kabaca diğer risk etmenlerinden bahsedecek olursak kadın cinsiyete sahip olmak, bekar, dul ya da boşanmış olmak, azınlık üyesi olmak, yoksulluk veya düşük sosyoekonomik düzey, düşük eğitim düzeyi, içedönüklük gibi bazı kişilik özellikleri, çocukluk çağında maruz kalınan travmalar, kişisel veya ailesel psikiyatrik öyküye sahip olmak ve kişinin mevcut bulunan başa çıkma mekanizmalarının yetersiz olması şeklinde sıralayabiliriz. Çevresel olarak tıbbi, psikolojik, sosyal hizmetlere erişimin güç olması ve sosyal kaynaklara erişimin güç ve yetersiz olduğu durumlar da risk etmeni olarak değerlendirilebilir. Ancak elbette bunların da dışında yaşanan travmatik olayla ilgili bazı belirleyici etmenler de var. Örneğin insan eliyle gerçekleşen travmatik olaylar doğa kaynaklı gerçekleşen travmatik olaylara göre; kasıt ile gerçekleşen travmatik olaylar da kaza ile gerçekleşenlere göre daha örseleyicidir. Aynı zamanda travmatik olayın süreğen, yani zamana yayılan biçimde ve tekrarlayıcı nitelikte olması tekil bir olay olmasına göre kişi üzerinde bıraktığı etkide anlamlı bir farka sebep olmaktadır.
Bireysel olarak travma yaşamış kişilerin yapabilecekleri neler var? Travma üzerine çalışan STK’lara mı başvurmalı, psikolojik destek mi almalı?
Doğal afet ya da herhangi beklenmedik, ani bir travmatik olaydan sonra akut stres tepkileri verebiliriz. Kaygı, korku, iştah ve uyku bozuklukları gibi. Bu tepkiler anormal bir duruma karşı verilen normal tepkilerdir. Ancak bu stres tepkileri artık uzamış ise ve hayatınızın akışını devam ettiremez bir hale getirmişse yani okula, işe gidemiyor, sürekli kaygılı, korku içinde hissediyorsa kişi bir psikolog ya da psikiyatri uzmanından yardım almalıdır. Bu alanda gönüllü destek veren biz ve bizim gibi STK ve meslek örgütleri vardır. Herhangi bir travmatik olaydan sonra bir araya gelen sivil toplum kuruluşları olaydan etkilenmiş kişilere ücretsiz psikolojik destek sağlamak için duyuru çıkmaktadırlar. Aynı zamanda olayın yaşandığı bölgeye giderek olaydan doğrudan etkilenmiş kişilere destek kanalları oluştururlar.
Bizi Takip Edin