“STK’lar, Sivil Toplumun Sivilliğini ve Bağımsızlığını Azaltıyor”
Sivil Toplumun Öncüleri adlı dosyamızda bugün Dr. Havva Sula ile konuştuk. Havva Sula, 2013’te emekli olana dek birçok kamu kuruluşunda hekim ve idareci olarak çalışırken, sivil alanda da birçok STK’da aktif rol aldı. Daha çok sağlık ve insani yardım alanında çeşitli STK’ların çalışmalarına katkı sunan Sula ile sivil toplum deneyimleri çerçevesinde sivil alana bakışını, sivil alanda nasıl “sivil” kalınabileceğini, toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifini, gençlere olan inancını ve umudunu konuştuk. Son zamanlarda Türkiye’de STK’ların artık sivil olmadığını ve küçük birer devletçik haline geldiğini söyleyen Sula, her şeye rağmen gençlere ve “sivil” olana dair umudunu koruyor.
Sivil alanda yer almayı neden tercih ettiniz? Kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Çocukluğumdan beri etrafta yanlış giden bir şey varsa ona dair fikir yürüten ve “çözebilir miyim?” diye düşünen, bağımsızlığıma düşkün biriyim. 30 yıla yakın devlet memurluğum sürecinde de işlerimi genelde sivil bir anlayışla yapmaya çalışsam da bu farkındalığımı asıl değerlendirebileceğim yer sivil alandı. Sivil olma çabamın nedeni sanırım sorumluluk duygusu ve başkalarının kalıbına pek giremiyor olmam.
Kendinizi nasıl tanımlarsınız?
Kendimi Müslüman olarak tanımlıyorum.
Kendinize bir misyon atfediyor musunuz?
Eğer bende bir şey varsa; bu beceri, bilgi, tecrübe, zaman veya herhangi bir şey olabilir; karşımdaki kişiler bunu benden talep ediyorsa ya da onlara verip değişiklik yaratabileceksem, elimden geldiğince vermeyi misyonum olarak tanımlıyorum. Bilgi, deneyim ve zamanın bana verilmiş nimetler olduğunu ve onları başkaları için harcamanın görevim olduğunu düşünüyorum.
Sivil toplumda ne tür faaliyetlerde bulundunuz? Şu an neler yapıyorsunuz?
Benim sivil toplum hikayem ilkokul 4. Sınıfta başlıyor; Sınıf arkadaşlarımızla kendimizce bir çevre derneği kurmuştuk; amacımız yere çöp atan büyükleri uyarmaktı.
Üniversiteye 1980 öncesi başlamıştım; o dönemde öğrenciyken kadın ve sağlık alanında dünya görüşlerime uyan birkaç derneğin toplantılarına gidişimi hatırlıyorum. 12 Eylül ihtilali ile hepsi kapatıldı sonra.
Öğrencilik yıllarımdan sonra kendimi çevreme bakıp “Burada bir şeyler ters gidiyor, ben ne yapabilirim?” diye sorgularken buldum. Sağlık ve sosyal hizmetler alanında arkadaşlarımızın kurduğu bir vakıfta yıllarca bu sorularıma cevap aradım, bir çok projede çalıştım. Sonra 1999 depremi oldu. Sağlıkçı olarak bir şeyler yapmaya çalıştık. Bence bizim Türkiye olarak insani yardım alanındaki en büyük ve ilk deneyimimiz 99 depremiydi. 2004 yılında Endonezya Açe’deki tsunami sonrası yaptığımız insani yardım çalışmaları ise uluslararası alandaki ilk deneyimler açısından ülkemiz için önemliydi hem kamu hem de sivil kuruluşlar olarak. O tarihlerde İstanbul Büyükşehir Belediyesinde çalışıyordum. Benden bir sağlık ekibi hazırlayarak Açe’ye gitmem istendi. Büyük kızım hamileydi ve erken doğum tehdidi vardı. Birçok kişinin itirazı ve eleştirisine rağmen kızımın doğumu için kalmak yerine Açe’ye gitmeyi tercih ettim. Verdiğim bu zor karar aslında hayatımın bir anlamda dönüm noktasıymış. O gün kızım yerine Açe’yi seçmemiş olsaydım muhtemelen şimdi sizinle bu röportajı yapıyor olmayacaktık. Sonrasında birçok ülkede ve Türkiye’de sağlık yardımı ve sosyal hizmetler alanında bir çok projenin hazırlanmasında ve uygulanmasında aktif olarak çalıştım. Doktora eğitimimde tez konum kalite yönetimi idi; 1990’lı yıllarda henüz pek kimse bu alanı bilmezken ben bu sayede bir çok şeye farklı açıdan bakma yetkinliği kazandım. Ayrıca proje yazma ve yönetme ile ilgili eğitimler aldım. Birçok STK’nın projelerine yazım ve uygulama aşamasında destek oldum.
“Şimdi Daha Sivil Olduğumu Düşünüyorum”
Sivil toplum çalışmalarınızı devam ediyor musunuz?
Yetişkinliklerle çalışırken onlarla çok fazla anlaşamadığımı fark ettim; yetişkinlerin çok fazla yargıları ve tereddütleri var ve onları aşmak çoğu zaman pek mümkün olmuyor. Oysa ben net ve hızlı bir insanım. Yeryüzü Doktorları Derneğindeki çalışmalarım sırasında gençlerle ‘tanıştım’ ve onlarla daha iyi anlaştığımı keşfettim. Birçok üniversitede sağlık alanındaki öğrencilerin kulüp kurma çalışmalarında ve projelerinde onlara destek oldum.
Yaklaşık üç yıldır bir grup arkadaşımla yeni bir çalışma yürütüyoruz. Öğrenciyken mesleğine idealist ve ümitle yaklaşan birçok genç mecburi hizmete ya da asistanlığa başladığında insani ve etik açıdan sorunlarla karşılaşıyor mesleki zorlukların yanı sıra. ‘Bugün ben bir hastamın annesine bağırdım’ diyen pediatri asistanı ya da ‘Abla, sahip olduğum iyi şeyleri kaybetmek istemiyorum’ diyen bir kadın doğum asistanı gibi sağlıkçı gençlerle birlikte mesleklerimizi icra ederken ihtiyaç duyduğumuz yetkinlikleri ve ahlaki yaklaşımı kazanabilmek amacıyla sorgulayan, araştıran ve karşılıklı öğrenen bir model kurgulamak istedik. Bunu yaparken de usta çırak ilişkisini esas alan ve deneyim paylaşımına yönelik hamilik modelini öngördük. İki yılı hazırlıkla geçen programımızın uygulamasına bu yıl başladık. Sağlık alanında üniversiteye yeni başlamış gençlerle varoluş gayemizi, mesleğin anlamını, keşfetmeyi konuşuyoruz. İletişimi, hukuku, çatışmaları çözebilmeyi, empatiyi ve tabii ki kendimizi korumayı da konuşacağız.
Şu sıralar aktif olarak odaklandığım ve beni heyecanlandıran bir çalışma bu. Bu çalışmayı bir STK ya da kurum olarak değil de sadece bir girişim grubu olarak yapıyor olduğumuz için de şimdi çok daha sivil olduğumu düşünüyorum.
“İnsan Olarak Yapmam Gerekeni Yapıyorum”
Müslüman olarak kendinizi tanımlamanız, sivil alanda yaptığınız işlere nasıl yansıyor?
Kendimi Müslüman olarak şu amaçla tanımlıyorum, “Bana güvenebilirsiniz, ilkesel anlamda dini referanslarıma ters gelen şeyleri yapmam”. Bu ilkeler tabii ki başka birinde de olabilir. Beni Müslüman olmayanlardan ayıran şey, yaptığım işte mutlaka sonuca odaklı olmamam. Müslüman olmakla ben sürekli çabalamaktan sorumluyum. Tabii bunlar benim bakışım, benim tanımlarım; yani dini referans, sorumluluk ve farkında olmakla ilgili… Çalıştığım kişilerin Müslüman olup olmaması beni ilgilendirmiyor. Keşke benimle aynı inancı paylaşan kişilerle ilkesel olarak birlikte hareket edebilsek… Maalesef bu her zaman mümkün olamayabiliyor. Mesela, aynı düşünceye sahip olmadığım bir kadınla, yıllarımı geçirdiğim bir arkadaşımdan daha çok konuda anlaşıp, proje ve iş üretebiliyorum… Yani ben aslında bunları dini referansla yapmıyorum, insan olarak yapmam gerektiğini düşündüğüm ve hissettiğim için yapıyorum.
Sivil toplum Türkiye’de ne başardı?
Bazı alanlarda devletin bir alternatifinin olduğunu gösterdi aslında. Mesela insani yardım konusunda devlet dışı aktörlerin ve insanların çok etkin ve işe yarar şeyler yapabileceğini gördük. 1999 depreminde biz çok şey yapamamıştık ama daha sonra birçok şeyi öğrendik. Dünyanın örneklerinden de öğrendik. Şimdi artık bazı kuruluşlar, birçok şeyi hatta devlet kurumlarından bile daha iyi yapabiliyorlar. Sivil toplum bunu kazandırdı. Tabii, aynı zamanda aynı ideal, aynı düşünce ve aynı işi yapmak üzere ağlar kurmayı ve birbirinden haberdar olmayı, yalnız olmamayı da sağladı.
Türkiye’de sivil toplumun durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sivil toplumun adı üstünde sivil olması, yani bağımsız olması gerekir. Gerektiğinde devletin yanlışlarını düzeltmek üzere harekete geçmesi; gerektiğinde devletin eksiklerine göre hareket etmesi ve bazen de devletin yaptığı işlere katkı sağlaması gerekendir sivil toplum. Ben, bu üç misyonla tanımlıyorum sivil toplumu. Türkiye’de biz sadece devletin yaptığı işlere katkı sağlaması gereken kısmındayız neredeyse… Ya da sivil toplumun bazen boşlukları dolduran kısmındayız. Ama bütün bunları yaparken hep kontrollü ve belli bir çerçevede yapıyoruz. O yüzden, o dönemin yönetimine karşı olanların veya taraftar olanların hepsinin belli çerçeveler, belli ön kabuller üzerinden çalıştığını düşünüyorum. Bu da “sivil” olmuyor. Ben “sivil” olanın açık ve esnek olması gerektiğini öngörüyorum. Sivil toplum artık neredeyse sadece bir sektör gibi davranıyor… İnsani yardım sektöründen bahsediliyor mesela. Oysa ‘sektör’ kapitalizmin bir kelimesi… Sivilliğin kapitalizmden bağımsız bir şey olması gerekir.
Türkiye’de hükümete yakın, seküler, İslami STK’lar gibi ayrışma var mı? Siz kendinizi bunlar arasında nerede konumluyor musunuz?
Ben öyle bir ayrım yapmıyorum. Ancak STK’ların çoğunluğunun siyasileştiğini; yaptığı işin dışında en alakasız konularda bile siyasi bildiriler yayınladıklarını görüyoruz. Mesela hayvan hakları ile ilgili bir STK’nın bile siyasileşmesi gibi… Bu da zaten “STK’ların asıl amaçları ne?” sorusunu gündeme getiriyor. Çünkü belli bir siyasi gruba, birliğe dahil olmak STK’yı güçlendiriyor; yaptığı işte de ona güç ve çevre sağlıyor. Ama bu gruplaşma, bir yandan da ayrımcılığı ve kutuplaştırmayı getiriyor.
Ben artık STK’lara ihtiyaç olmadığını düşünüyorum. Şu an iletişim kurmanın bu kadar kolay olduğu bir ortamda, inisiyatif veya girişim grubu oluşturmak yeterli olabilir. Israrla bir kurumsal yapı yerine, sivil toplumda daha küçük ama daha özgür ve daha hareketli çalışmalar yapılabileceğini düşünüyorum. Sağlıkta Hamilik çalışması (SAHA) da bir girişim grubu. İleride kurumsal yapıya ihtiyaç duyulur mu bilemiyorum. Kendi adıma söylersem bir STK çatısı altına girmektense yapılan iş – proje üzerinden çalışmayı tercih ederim.
“Sivil Alandaki Kurumsal Yapılar Kolaylaştırıcı Değil”
Sivil alanda kurumsal yapıda olmayı tercih etmiyor musunuz artık?
Artık hiçbir STK’ya angaje olmayı düşünmüyorum. Kurumsal yapıların kolaylaştırıcı değil, zorlaştırıcı olduğunu kanaatindeyim. Esnekliklerini yitiriyorlar. Eskiden STK’ların hiçbir şeyi yoktu. Şimdi tüm STK’lar zengin; çünkü bir kısmı devletten bir kısmı yurtdışı ya da başka fonlardan destek alıyor. Bütün bu alınan destekler onların özgürlüklerini kısıtlıyor ve bağımsızlıklarını kaybediyorlar. Mesela, AB projeleri fon vermek için bazı şartlar ileri sürüyor, inanmasınız da belli kriterlere göre hazırlamanız gerekiyor projelerinizi. Devlet de başka koşullar getiriyor fon kullandırırken.. STK’lar sivil toplumun sivilliğini ve bağımsızlığını azaltıyor. Benim inancım şu: birey olarak ben, toplum olarak biz ve STK’lar dünyayı kurtarmak zorunda değiliz. Biz doğru şeyleri, ilkeli ve inandığımız şeyleri yapmak zorundayız. Bu dini inanç anlamında da bana yüklenen bir sorumluluk. Benim sorumluluğum insan olarak davranmak, doğru davranmak, yaptığım işi doğru yapmak ve çabalamak ama sürekli gayret etmek. Bunları belli bir plan ve düzen çerçevesinde yapmak. Bir plan düzen tabii ki gerekir. Ama bu “Önce kurumsallaşalım, sonra bu işleri yaparız” şeklinde olmamalı.. .
Biraz önce “şimdi daha sivilim” demekle ne kastediyorsunuz?
1980 öncesi insani yardım alanı sivildi. Şu anda STK’lar sivil değil, hepsi küçük birer devletçik haline geldi. Biz önceden proje, sürdürülebilirlik, etki ölçme nedir bilmiyorduk. Ama büyük bir aşkla, ihlasla çalışıyorduk. Sonra AB projeleri ile bu kavramlar girdi hayatımıza. Ve o hale geldi ki, bir süre sonra amaçla araç birbirine karıştı. STK’lar daha önceleri bize yaptığımız çalışmalar için yasal zeminde kolaylık sağlayan aracı kuruluşlardı. Fakat şimdi STK’lar amaç haline geldi.
Türkiye’de sivil toplum ne kadar etkili?
Biz sivil toplumda büyümeyi çok önemsiyoruz, iş yapmayı önemsiyoruz. Bunlar para isteyen, güç isteyen, arkadan destek isteyen şeyler… Büyümeyi istiyorsanız arkanızda destek olarak ya şu ya bu olacaktır. Ama siz gerçekten iyi şeyler yapmak istiyorsanız işin büyüklüğünü ölçmekten ziyade etkililiğini ölçersiniz: Ne kadar imkânınız varsa, o kadar çalışırsınız. Ben şuna inanıyorum: İnsanlar sivil bir işin gerçekten iyi olduğuna inanıyorlarsa bunu destekliyorlar. Bugünkü STK’ların bir çoğunun çıkış noktası da öyleydi zaten… STK faaliyetleri genellikle bağışlarla olurdu. Birçok insan, gerçekten desteklerdi ve o STK’lar iyi şeyler yapardı.
Şimdi STK’lar çok büyüdü, kurumsallaştı. Kendi kurumsal yönetimleri ve yapıları var ancak şeffaflıklarını kaybettiler. Bağış yapan kişi artık o kuruluşa ulaşamaz, orada ne olup bittiğini göremez oldu. Böyle olunca da en baştaki destekler azaldı. Oysa siz sivil toplumda iyi şeyler yapmak isterseniz emin olun ki etraftaki bir çok insan da iyi şeyler yapmak istiyor ve onlar sizi arayıp buluyorlar, destek oluyorlar.
Tabii mutlaka arada bir durup, geri bakmamız ve yaptığımız işleri değerlendirmemiz lazım. Bir şey yapıyoruz, bu işin bir anlamı var mı? Bir etkisi var mı, bir değişiklik yaratıyor mu bakmak gerekiyor. Bu, fiziksel bir değişim olmayabilir; algısal bir değişiklik ya da düşünsel bir değişiklik de olabilir.
Bir STK nasıl sivil kalabilir?
STK’ların hepsi birer devletçik haline geliyor. Devlette devletin bekası anlayışı var. STK’larda da STK’ların bekası önemli hale geldi. Bekayı sağlamak için yönetimler yenilere ve acemilere devredilmiyor. Birçok STK başkanı yıllardır aynı, bir STK başkanı hep başkan, hep başkan… İyi niyetli olarak şöyle düşünülebiliriz: yeni gelen başaramazsa, birçok şey kaybedilirse … Biz iyi yapıyoruz devam edelim… Ama kötü niyetli bakarsanız; STK’nın getirdiği sosyal, siyasi ve kişisel bir yığın kazanç var. İnsanlar bundan vazgeçemiyorlar. Sivil toplumun sivil olmama sebeplerinden biri bu… İkincisi ise sivil toplumda gençler yok.
Toplumsal cinsiyet eşitliğine yaklaşımınız ne? Başörtüsü sorunu sizi engelledi mi?
Tüm eğitim ve çalışma hayatımda başörtülüydüm. Zorluk yaşadım tabi ki, memuriyetten atılma soruşturması geçirdim, tabip odası seçimlerine başörtülü aday olarak katıldım diye manşet oldum. Çok sıkıntı yaşadım hem işte, hem STK’larda. Mesela bazı toplantılara ve üniversitelerde kongrelere başörtülü katılmama izin vermediler. Ama hiç mağdur edebiyatı yapmadım. Başörtülü olarak yapabileceğim ne varsa yapmaya çalıştım, hayatımda hiç boş durmadım. İyi bir akademiysen olabilirdim –aslında hayal kurmama izin verilseydi hayalim bu yönde olurdu sanırım- ama o da belki beni şimdi bulunduğum yerden başka bir yere götürürdü. Biz neyi kaybederken neyi kazandığımızı bilemeyebiliyoruz. Bir ah vahım yok çok şükür.
Kadınlarla ilgili mağduriyet söylemine de pek girmedim. Kadınlar ve kadınların haklarını savunmak çalışma alanım olmadı. Kendimi kadın olarak tanımlamıyorum çok fazla. Kendimi Müslüman ve insan olarak tanımladım hep. Gençler de beni cinsiyetsiz ve yaşsız görüyorlar çoğu zaman. Kadının bir çok konuda geri plana itildiğini biliyorum tabii ki ama mücadele etmek ve bir şeyler kazanmaktan ziyade elimde olanlarla bir şeyler yapmak üzerinden bakıyorum hayata.
Babam müftüydü ve beni okutacağını düşünmüyordum ilkokulu bitirdiğimde. Onun ileri görüşü ve toplumun baskısına karşı duruşu sağladı bugün sahip olduğum birçok şeyi bana. Babamdan ve ailemden kadın olmak sebebiyle bir ayrımcılık hissetmedim.
Sivil toplumda kadınlar ne kadar var?
Eski fotoğraflara baktığımda hep yalnız olduğumu görüyorum bir kadın olarak. Genelde tek kadın olarak toplantıya katılmışım, tartışmalarda tek ben varım. Hep beni kapıdan kovmuşlar, bacadan girmişim, kimse beni çağırmamış. Sonra şunu fark ettim ki bu konuda sadece erkekler suçlu değil, aslında beni yalnız bırakan kadınlardı. Kadınlar sivil topluma girmiyor, gayret etmiyor, fedakarlık yapmıyor. Kadınların olduğu STK’larda da gençler yok orda da teyzeler var; gençleri de sivil topluma biz sokmuyoruz.
Sivil toplum deneyimleriniz size ne kattı?
Öncelikle birçok yetkinlik kazandığımı söylemeliyim. Projelendirmeyi, analiz yapmayı, değerlendirmeyi vs. Günlük hayatımı bile kendime göre projelendirerek yapıyorum artık. İkinci olarak; insanı seven biriyim ben, bu çalışmalar beni her çeşit insanla karşılaştırdı; çok dost edindim ve onları ve anlamaya çalıştım. Bu çok büyük bir kazanç. En değerlisi de sanırım sivil topum sayesinde gençlerle çok iyi bir iletişim kurmam ve vaktimin çoğunu onlarla geçiriyor olmam. Biz toplum olarak gençlere hep yanlış yerden baktık. Sivil toplumu en çok eleştirdiğim konu da bu: Gençlik STK’ları bile çoğunlukla ‘amca’ ve ‘teyze’lerden oluşuyor. Gençleri benden farksız bireyler olarak görerek onlarla aynı hizadan ilişki kurabildiğim için hem onlarla çok güzel dostluklarım var hem de onlarla yapmak istediğim birçok iyi şey.
“Gönüllük ve Sivil Toplum İyilik Yapma Alanı”
Neden sivil topluma katılmalı ya da gönüllü olmalıyız?
Mutlu olmak için iyi olmak ve iyilik yapmak gerekiyor. İyilik derken, bu sadece bağış yapmak para vermek anlamına gelmiyor tabii ki. İyilik; selam vermek, başkasının hakkını savunmak, çevreye dair bir şey yapmak, darda kalanın problemini çözmek gibi eksikliği gideren, ihtiyacı karşılayan her şey bana göre… Gönüllük ve sivil alan ise iyilik yapma alanlarından biri… Mutlu olmak ve insan olmak için iyilik yapmak gerekiyor. Kendi kendinize hesap verebilmek için iyilik yapmak gerekiyor.
Sivil toplumda yer almayı düşünen gençlere ne önerirsiniz? Nasıl bir yol izlesinler?
Tabii toplumun gençlere bakışı çok önemli… Gençlerin kendi tercihlerini yapabileceklerini, birey olduklarını ve sorumlu olduklarını hissettirmek gerekiyor. Bizde ise gençler hiçbir şeyden sorumlu değil: tek sorumlulukları sınav kazanmak ve okulu bitirmek. Gençlerin, öğrenciyse de işsizse de başka sorumlukları olduğunu fark etmeleri lazım. Sivil toplum aslında onlara sorumluluklarını yerine getirmenin yanı sıra aynı zamanda bir ağ-network kazandırıyor. Hem kendilerini tanımada hem iş bulmada hem başka şeyler yapmada, onlara büyük kazanımlar sağlayabilir. Şablonların dışında düşünmek lazım… Kutunun dışında düşünmek diye bir şey var ya… Biz hem kendimiz, hem de toplum olarak artık gençlere ve çevremize dışarıdan bakmayı öğrenmeliyiz; gençleri de bu konuda gayretlendirmeliyiz. Ama biz her geçen gün çok daha fazla kutuların içine girmeye başladık son dönemde.
STK çalışanlarına ve gönüllülere ne önerirsiniz?
Bir hayal peşinde koşuyorsanız, bir şeyleri değiştirmek istiyorsanız, yanınızda beraber olduğunuz kişiler olduğu kadar, sizi geriye çekecek, eleştirecek kişiler de olacak. Bunu bir kere önceden kabul etmek gerekir. Ama bu bizi yolumuzdan vazgeçirmemeli. Gençler ya da STK çalışanları, birçok iyi şey yapıp sonra en küçük zorlamada vazgeçebiliyorlar. “Zaten ben gönüllüyüm” diyorlar, “Beni el üstünde tutmaları lazım” diye düşünüyorlar. Hâlbuki o, onlar için ya da hedef kitlesi için değil kendisi için çalışıyor. Kendi insan olma sorumluluğu için çalışıyor. Kendine yüklediği misyon için çalışıyor.
Diğer tavsiyem, her ne yapıyorlarsa yapsınlar, nasıl yapacaklarının yolu ve yöntemini bilsinler, öğrensinler. Tabii tüm bunlardan önce kendilerine soracakları en önemli soru şu: Ben bu işin insanı mıyım? Kendilerini tanımaları gerekir. Herkes her işi yapamaz, yapmamalı. Herkes her konuda çok iyi olamaz.
“ Sivil Olmaya ve Gençlere Dair Umutluyum”
Sivil topluma dair umutlu musunuz?
Sivil topluma dair değil, insana dair umutluyum. Sivil olmaya dair umutluyum. Tarih inişli ve çıkışlı bir süreç. Her dönemde manipüle edilse de iyi insanların, derdi olanların hep olacağını ve bunların sivil olarak bir şeyler yapacağını düşünüyorum. Bu anlamda ümitliyim. Ama her şeyin iyi olması demek çok zenginliğin ve refahın olmasını gerektirmiyor. İyi olmayı, insanların insan olması olarak görüyorum.
SAHA girişimi dışında, sivil toplumda neler yapmayı hayal ediyorsunuz?
Her konuda, her alanda her yerde çalışmanın insanın enerjisini tükettiğini düşünüyorum. Rahat duramayıp aktif olarak da enerji harcayacağım birçok işe bulaşacağımı bilsem de sanırım bundan sonra gençlerle deneyimlerimi paylaşmak yapabileceğim en iyi şey.
Sivil topluma dair pek olmasa da gençlere dair çok umutluyum. İdealist gençler olduğu müddetçe sivil alana dair umut var demektir. Yeter ki onları rahat bırakalım. Gençler iyi şeyler yapacaklar.
Bizi Takip Edin