‘Hak Arama Yolu Olarak CİMER Ve Sosyal Medya Neden Ön Planda?’
Türkiye’de insan haklarının durumunu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) raportör olarak görev almış olan İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi Başkanı Tuğçe Duygu Köksal ile konuştuk. Köksal’a göre, Türkiye’de sosyal medya üzerinden adalet sağlanıyor algısının kamuoyunda yerleşmemesi gerekiyor.
Geçtiğimiz haftalarda yayınlanan İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) 2020 küresel insan hakları raporuna göre, Çin, insan hakları için küresel bir tehdit; diğer otokratik popülist iktidarlar ise insan hakları hukukunu göz ardı ediyor. Raporda, “Türkiye’de son dört yılda, hukukun üstünlüğü ve demokrasinin zedelenmesi ile derin bir insan hakları krizi” yaşandığı savunuluyor.
İnsan haklarının durumuna dair dünyada ve Türkiye’de genel bir değerlendirme yapar mısınız? Popülist siyasetin insan haklarında bir geriye gidişe sebep olduğunu söyleyebilir miyiz?
Popülist siyasetin etkisini aslında tüm ülkeler açısından görüyoruz. Özellikle sığınmacılar ve yabancılar açısından baktığımızda, Avrupa ülkelerinde de popülist söylemlerle daha muhafazakar ve daha ulusalcı bir çerçeve çiziliyor. Özgürlükçü bakış açısının toplum içinde yükselmesi, özellikle sivil toplum üzerindeki baskılar, sivil toplum ve iktidarda aynı görüşte olmayan kişiler üzerinde, ceza hukukunun kullanılması yoluyla engelleniyor.
Tüm ülkelerde terör ve dolayısıyla güvenlik tehdidinin varlığı, devlet makamlarının özgürlük ve güvenlik dengesinde, takdir yetkisini güvenlikten yana kullanmasına yol açıyor. Ancak bu devlet otoritelerine bir açık çek vermiyor. Özellikle açılan soruşturmalarda ve devam eden yargılamalarda, tarafsız-bağımsız mahkemelerce yargılanma hakkının ve masumiyet karinesinin ihlal edilemeyeceği, tutuklamanın son çare olduğu gibi pek çok usuli garantinin göz ardı edildiğini görüyoruz. Mevzuattaki pek çok garantinin uygulanmaması nedeniyle ihlallerin gündeme geldiği de düşünüldüğünde, öncelikli sorunumuzun mevzuatta yapılacak değişiklikler değil hâkim teminatının, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının uygulamada da sağlanması olduğunu düşünüyorum.
Cezasızlık, özellikle devlet görevlilerinin yargılandığı davalarda karşımıza çıkıyor.
Siyaset- hukuk ilişkisini, en yalın haliyle, nasıl ifade edersiniz? Ankara’da JİTEM olarak bilinen yapının failleri olarak nitelendirilen sanıkların beraatına hükmedilmesini nasıl değerlendirirsiniz?
Anayasal garanti altındaki yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının uygulamada sağlanamadığı, coğrafi teminatın bulunmadığı bir yargı sisteminde, özellikle hak savunucularının, muhaliflerin ya da devlet görevlilerinin yargılandığı davalarda, siyasi bir etkinin asla söz konusu olmayacağından bahsetmek gerçekçi olmaz. Cezasızlık problemi, özellikle devlet görevlilerinin yargılandığı davalarda karşımıza çıkıyor. Hâlbuki BM İstanbul Protokolü’nün uygulanması ve işkenceye karşı sıfır tolerans ilkesi, hiçbir koşul altında taviz verilmeyen bir devlet politikası olmalıdır. Cezasızlıkla mücadelenin devletin tüm organlarıyla işbirliğiyle yapılması gerekir. Yargıya güvenin kamuoyu nezdinde de görünür şekilde sağlanması ve yargı reformunun asıl olarak bunu hedef alması önemli.
“Kavala Kararındaki Tespitler, İddianamenin Temelden Çöküşüdür”
Osman Kavala’nın, AİHM kararına rağmen, beraatına hükmedilmemesi, ne anlama geliyor?
Osman Kavala’nın yargılandığı davanın iddianamesinin içeriği ve sözde delillerin niteliğine bakıldığında, AİHM kararına gerek olmaksızın, sadece Ceza Muhakemesi Kanunu 100. maddenin koşulları gerçekleşmediği için, tahliye edilmesi gerekir. Dolayısıyla, AİHM kararının kesinleşip kesinleşmemesinin somut olayda, tahliye kararı verilmesine engel oluşturmaz. Bu davada, yargının tarafsız ve bağımsız biçimde hareket ettiği algısının kamuoyu nezdinde oluşturulması önemli… AİHM kararında yer alan tespitler, tüm iddianamenin temelden çöktüğünü gösteriyor. Dolayısıyla, bu tespitler sadece Kavala’nın tahliye olmasını değil, bu davada yargılanan tüm hak savunucularının beraat etmesini gerektirir.
“Güçlü Bir Sivil Toplum İçin Varlığına Saygı Duyan Siyasi İrade Oluşmalı”
Son OHAL dönemi, sizce geçmiş OHAL dönemlerinden farklı mı? Neden?
Sadece OHAL dönemi değil, OHAL sonrası İç Güvenlik Yasası sonrasında, daha önce alınan tedbirlerle ilgili halen mağduriyetlerin giderilmemiş olması; bana göre en önemli garantilerden biri olan Anayasa Mahkemesi denetiminin temel hak ve özgürlükleri ilgilendiren bazı başvurularda suskun kalması ya da hak ihlali görmemesi… Ancak, AİHM tarafından aynı konularda ihlal kararı verilmesi, ifade özgürlüğünün, kişi özgürlük ve güvenlik hakkının, adil yargılanma garantilerinin kişiden kişiye uygulanmasında farklılık oluyormuş algısının kamuoyu nezdinde oluşmasına sebebiyet vermekte. Bunu önlemek için, güçlü bir sivil toplum ve onun varlığına saygı duyan ve çalışmalarına sağlıklı bir ortam sağlayan bir siyasi iradenin oluşması gerekir. Özgürlükçü söylemlerin sözde kalmaması ve uygulamaya demokratik şekilde yansıtılması önemli bir meseledir.
Türkiye’nin Avrupa Birliği üyelik iddiasının zayıflaması, sizce insan haklarına nasıl yansıdı?
Yargı ve temel haklar ve adalet, özgürlük ve güvenlik konularını kapsayan 23. ve 24. Fasılların açılması talebi, Avrupa Birliği’ne (AB) hep iletildi. Ancak şu da düşünülmeli: bu fasıllar açılınca Türkiye ayrıca bir uyum yükümlülüğü altına girecek. Yargı reformu gerçek anlamda gerçekleştirilmeden, yargı tarafsızlığı ve bağımsızlığı uygulamada sağlanmadan, bu uyum süreci için toplumsal alt yapı sağlanmadan, bu yola girmek ne kadar doğru olur? Bizim özgürlükleri güvence altına alma noktasındaki sorumluluğumuz ne AİHM’de ihlal çıkmaması ne de Avrupa Birliğine girmek olmalı. Devlet, bunu dış baskılar nedeniyle değil, bir devlet politikası olarak, gerçek anlamda bir hukuk devleti olabilmek için gerçekleştirmeli. Dolayısıyla, Avrupa Birliği’ne girip girmemek, benim gözümde bir kriter değil.
Türkiye’nin BM İnsan Hakları Konseyi’ne sunduğu Evrensel Periyodik İnceleme raporuna ilişkin değerlendirmeniz nedir?
İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezinin de aralarında bulunduğu pek çok kurum ve STK tarafından Evrensel Periyodik İnceleme raporuna, adil yargılanma hakkından, özgürlük-güvenlik hakkına, sığınmacılardan yaşam hakkı ve kötü muamele yasağı çerçevesinde devletin pozitif yükümlülüklerini ele alan pek çok konuda görüş bildirildi. Türkiye’nin cevabından ziyade, aslında incelemenin sonucuna odaklanmak daha doğru; Devlet’in cevaplarının ne derece sonuca etki ettiğine bakmakta fayda olacaktır.
Hak arama yolu olarak ilk CİMER’in akla gelmesi, hukuk devletinde düşündürücüdür.
Uluslararası Af Örgütü Türkiye ve Metropoll’ün yaptığı İnsan Hakları Algısı Araştırması’na göre, “toplumun % 82’si temel hak ve özgürlükleri ihlal edildi” ve “10 kişiden sadece 2’si başkasının haklarını savunma konusunda harekete geçti”. Yani, toplum, şikâyet ettiği konularda harekete geçmiyor. Bu tablo değişebilir mi? Nasıl?
Şikayet mekanizmalarının etkin şekilde harekete geçirilmesi gerekir. Örneğin, Kolluk Denetim Komisyonu Kuruldu, Yönetmeliği çıktı; ilk toplantısını Eylül 2019’da gerçekleştirdi. Ancak ne kapsamda faaliyet gösterecek, henüz etkin şekilde göremiyoruz. Bu mekanizma işlerse, kolluk faaliyetlerinin denetlenmesi açısından çok önemli bir gelişme olacak.
Vatandaş, en çok CİMER üzerinden yürüyen şikâyet mekanizmasını kullanıyor. Kötüye kullanmalar da oluyor elbette. Etkili bir yol gerçekten; hızlı sonuç alamadığınız vakalarda, CİMER üzerinden yapılan şikâyetle sonuç elde edebiliyorsunuz. Hak arama yolu olarak CİMER’in ilk olarak akla gelmesi, bir hukuk devletinde kabul edelim ki düşündürücüdür. İşte bu sistemin olumlu taraflarının değerlendirilip, belki dersler çıkartılıp, devletin tüm organlarının şikâyet mekanizmasının kendiliğinden etkin şekilde işlemesi için çaba gösterilmesi gerekir. Kamuoyunda şikâyetin hızlı ve etkin şekilde soruşturulduğu inancının ve yargıya güvenin yerleşmesini sağlamak gerek.
Adalet Bakanlığı’nın “Yeni bir İnsan Hakları Eylem Plânı” hazırlığını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İnsan Hakları Eylem Planı içeriği ve bu konuda yapılan toplantıları, sivil toplum mensuplarının katkılarının alınması için davet edilmesini, elbette ki önemli buluyorum. Katılımcı bir çerçeve çizilmeye çalışılıyor. Bir gayret olduğu kanaatindeyim. Avrupa Konseyi destekli yeni bir proje de bu çerçevede başlatıldı. Önemli olan, bu katkıların mevzuata ve asıl olarak da uygulamaya ivedilikle yansıtılması…
“Sosyal Medya Üzerinden Adalet Sağlanma Algısı Kamuoyunda Yerleşmemeli”
Bireylerin ve STK’ların, hak arama özgürlüğü kapsamında etkili başvuru yollarına ulaşabilmeleri için, nasıl bir yol izlemelerini önerirsiniz? Sivil toplum, bu konuda ne kadar etkili?
Sivil toplumun farkındalık yaratma konusundaki desteği ve gücü, kamuoyu için çok önemlidir. Yine Barolar tarafından verilen eğitimler, farkındalık kampanyalarının hukuk yollarına başvuru konusunda bilincin artırılmasına etkisi yadsınamaz.
Sosyal medya üzerinde gerçekleştirilen kampanyalar önemli bir yer teşkil ediyor son zamanlarda. Çoğu vakada, özellikle kadın ve çocuk haklarıyla ilgili konularda, yargının da harekete geçmesine ve bazı davalar açısından farkındalık oluşmasına da neden olabiliyor :İstanbul Sözleşmesi ve Ailenin Korunması Kanunu çerçevesinde farkındalık artırılması konusundaki etki yadsınamaz. Bu konuda Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nun da aktif davranması beklenir. Ancak uygulamada hiçbir etkisini göremiyoruz.
Şunu da belirtmek gerekir ki; her ihtimalde adaletin mahkemelerde sağlanması, adalet duygusunun içselleştirilmesi, sadece sosyal medya üzerinden adalet sağlanabiliyor algısının da kamuoyunda yerleşmemesi gerekir.
İnsan haklarına ilişkin, yakın zamanda sizi umutlandıran bir gelişme oldu mu?
2019 yılında en gurur duyduğum olay, kadın hareketinin gücünü iliklerimize kadar hissetmiş olmamızdır. Kadına karşı şiddetle mücadelede hem dünyada hem de Türkiye’de yükselen hak savunuculuğu benim için bu yıla damga vuran olaydır. Uygulamada var olan hak ihlallerini duyurmak ve devlet organlarını da harekete geçirerek gerçek anlamda farkındalık sağlanmasını, politika değiştirilmesini sağlamak için sivil toplumun gücünün ne kadar önemli olduğunu görmemize etki etti diye düşünüyorum.
Bizi Takip Edin