YADA Vakfı’ndan Diyarbakır’da ‘Bir Arada Yaşam Beraber Mümkün’ Toplantısı…
YADA Vakfı, Diyarbakır, Mardin, Şanlıurfa, Gaziantep, İstanbul ve Ankara’dan katılan çeşitli sivil toplum kuruluşu temsilcileriyle “Bir Arada Yaşam Beraber Mümkün” temasıyla Diyarbakır’da bir toplantı düzenledi.
Programın açılış konuşmasını yapan YADA Vakfı’ndan Rümeysa Çamdereli, ‘bir arada yaşamın beraber mümkün’ olduğu inancıyla bu projeye başladıklarını belirtti. Türkiye’nin çok dilli çok kültürlü, çok etnisiteli, çok dinli ve çok mezhepli olduğunu dile getiren Çamdereli, bununla beraber özel sektörün, kamu kuruluşlarının da dahil olduğu aslında çok katmanlı bir yapının olduğunu vurguladı. Uzlaşmacılık ve diyalog kültürünü benimsediklerini ifade eden Çamdereli, kendini çemberin dışında hisseden ya da ötekiyle temas kuramayan STK’ları bir araya getirmeyi önemsediklerini ifade etti.
Atölyenin İlk oturumu, sivil toplum kuruluşları temsilcilerinin kendilerini ve örgütlerini anlatmasıyla başladı. Örgütler çalışma alanlarını yarattıkları değişimleri ve deneyimlerini aktardılar.
Sivil toplum kuruluşları ne yapıyor? Çalışma alanları neler? Kimlerle işbirliği yapıyorlar? Olmasaydı ne olurdu? şeklinde sorulan sorulara cevap vererek sivil toplum kuruluşlarının birbirleri hakkında detaylı bilgi alma imkanı buldular.
Açık oturum şeklinde gerçekleşen ikinci oturumda farklı gündemler belirleyen gruplar açık alanda bu gündemleri tartışmaya açtı. Sivil Toplum- Kamu ilişkisi, Gençler ve Hak temelli çalışmaları, Toplumsal Barış-Kültür, STK’ların Ortaklaşması, Toplumsal Yaşam Kalite Standartlarının Yükseltilmesi, Öteki konuları etrafında tartışma sürdü.
Sivil toplum-kamu ilişkisinin konuşulduğu masada Karakutu Derneği’nden Mukadder Ezel Yılmaz, bir arada yaşam ilkelerinin toplumsallaşması ve bunların hayata geçmesinin, siyasi irade olmadan mümkün olmadığını belirterek, sivil toplum kuruluşlarının siyasi iradeyi etkileyecek aktörler arasında yer aldığını hatırlattı. Yılmaz, sivil inisiyatif ve kuruluşlarının devlet kurumlarıyla, kendi misyonlarına hizmet edebilecek işbirlikleri kurmasının önemli olduğunu vurguladı. Yılmaz, kamu-STK ilişkilerinde eksiklik olarak gördüğü şeyleri şöyle ifade etti; ‘’Hak ihlalleri üzerine çalışan ve bu ihlallere dair farkındalık yaratma faaliyetleri yürüten kurumların devlet kurumlarıyla ilişki kurmak konusunda geri planda kaldığını gözlemliyor ve deneyimliyorum. Bugünkü toplantıda farklı arka planlardan gelen ve çeşitli yapılanma modellerine sahip dört kurum olarak tartışırken bu ilişkiyi kurmak konusunda benzer sebeplerden zorlandığımızı fark ettik. Kamu kurumlarının çalışma alanlarımıza şüpheyle yaklaşması aramızdaki diyaloğu en başta baltalayan sebeplerden. Zaman zaman bireyler üzerinden bulabildiğimiz çatlaklardan sızmaya çalışsak da bu ilişkiyi sürdürülebilir kılmıyor ve kırılgan bir bağ kurmuş oluyoruz. Öte yandan kendimizi kamu kurumlarının kontrolünden, yönlendirmesinden ve denetiminden uzak tutabilmek için STK’lar olarak kamudan uzak durmayı tercih ettiğimiz durumlar olduğunu da birbirimize itiraf ettik. Bu tavrın bizi atıllaştırdığını, kamu kurumlarına ulaşabileceğimiz yol ve yöntemleri aramaktan, bunun için çaba sarf etmekten alıkoyduğunu söyleyebiliriz. Geçmiş deneyimler ya da çevremizde gözlemlediğimiz durumlar bizi “Nasılsa kamu bizimle iş yapmaz” kabulüne sabitlemiş.’’
Kamu-STK ilişkilerinin güçlendirilmesi ile ilgili masa, buldukları çözümleri ise ‘’kamu kurumlarıyla nasıl iletişime geçilmesi gerektiği ve bürokrasinin iç dinamikleri üzerine düşünmek ve bunları öğrenmek, üzerimizdeki şüpheleri bertaraf etmek için çalışmalarımızın hukuki ve toplumsal dayanaklarını güçlendirmek, kamu kurumlarından talep edilebilecek hizmetler hakkında detaylı bilgi sahibi olmak’’ şeklinde izah ettiler.
Bir arada yaşam nasıl mümkün? sorusunu Yeşil Yıldız Derneği’nden Yahya Öğer, modern dünyanın en büyük handikapının aynı zamanı ve mekanı paylaşan insanoğlunun dünyayı kendine daraltması bir başkasına yaşama hakkını tanımaması olduğunu, dünyanın sadece insanlar için değil yaşayan bütün canlılar için olduğunu ifade ederek yanıtladı. Ben merkeziyetçi bir anlayışın bir arada yaşamın önündeki en büyük engel olduğunu, kapitalizmin de bunu beslediğini bunu önlemenin en temel yolunun hukukun egemenliği ve bireysel hakların korunması olduğunu vurgulayan Öğer, sözlerini şöyle tamamladı; “Hak ve adalet olgusu içinde birbirine saygılı bireylerin bir arada yaşamaları çatışmasız olarak hayatı devam ettirmeleri elbetteki mümkündür. Kendi için istediği bir şeyi diğer bireyler için istemenin hem erdemlilik olduğu renklerin dillerin ırk ve cinsiyet meziyet değil kaynaşma ve muhabbet edebilmenin birer yan kolu olduğunu bilmekte fayda vardır. Hukukun egemenliği bireyin kendisini ifade edebilmesi Temel hak ve hürriyetlerin sistem tarafından kurulması, sosyal devlet anlayışının anlaşması dini inanç ve özgürlüklerin yaşatılması noktasında bireylerin özgür bırakılması birlikte çatışmasız yaşamamızın yolunu açacaktır.”
Demos Ankara’dan Atiye Eren, barış ve birlikte yaşam kavramlarını tartışmaya açarak barışın yalnızca çatışmanın son bulması ve savaşsızlık haline geçilmesi olmadığını, “pozitif barış” olarak adlandırılan toplumsal barış durumuna geçilmesi için çatışmayı ortaya çıkarabilecek tüm koşulların ortadan kaldırılmasını kapsayan ve geçmişle hesaplaşmayı hedefleyen uzun bir süreçten geçilmesi gerektiğini ifade etti. Şiddeti ve çatışmayı ortaya çıkaran tüm toplumsal koşulların irdelenmesinin ve insan hakkı ihlallerinin yeniden yaşanmaması için önlemler alınmasının barış süreçlerinin temel karekteri olduğunu belirten Eren, “Bu nedenle, mağdurların adalet talebinin karşılanması ve hakikatin ortaya çıkarılması yönünde yapılacak çalışmalar yoluyla geçmişin işlenmesi, kalıcı bir toplumsal barışın inşa edilmesi için önemli. Kolaylaştırıcıların da bu perspektifle yaklaşması barışı inşa etme ve bir arada yaşamayı mümkün kılmada en önemli aşamadır’’ dedi.
Yeni Yaşam Derneği’nden Neşe Toprak bir arada yaşamın önündeki engelleri önyargı ve fikir uyuşmazlıkları olarak gördüğünü ve sivil toplumun bu engelleri aşmada kolaylaştırıcı rol oynaması gerektiğini ifade ederek “Farklılıklarımızdan yola çıkıp bizden olmayanı ötekileştirip empati becerisinden yoksun olmakla başlıyor bir arada yaşamanın engeli, farklılıklarımıza saygı duymamak da bu engellerden biri. STK’lar öncelikle hak temelli kuruluşlar olduğu için esnek olmalıdır sivil alanda çalışma yaptıkları için böyle engeller karşısında yumuşak geçişlerle farklılıkları bir araya getirip saygı ve ön yargıyla yaklaşmadan empati kurarak ortak paydada buluşmak için stratejiler geliştirmeli ve bunları uygulamalıdır.” diye konuştu.
Bir diğer katılımcı olan Tuşba Genç Gelişim Derneği’nden Fırat Akman, Diyarbakır özelinde bir arada yaşamanın sivil toplum kuruluşlarının küçük gündemler ve temalar etrafında bile birleşmesiyle olanak bulacağını ifade etti. Kutuplaştırıcı ve ayrıştırıcı dilin ancak bu küçük ama ortak yaralara dokunan temalarla ortadan kalkacağını ve bir arada yaşamanın mümkün olacağını savunan Sivil kavramının tartışılması gerektiğini de belirten Akman, ‘’Gerek ortak gerekse farklı çalışma alanlarına sahip sivil toplum kuruluşlarının birleştirici gücünün aslında sivilden geldiğinin farkındalığını kendinde benimsemesi gerekiyor. Bu bilinçle gerekli alanlarda rahatlıkla bir birbirine destekte bulunması ve işbirliği içinde hareket edebilmesi gerekir. Toplumsal normlardan, tabulardan, önyargılardan ve popülizmden arınarak ortak değerler etrafında birleşerek bunu başarabiliriz.’’ şeklinde konuştu.
Bizi Takip Edin