Libya Krizi Ve Avrupa’nın Tutumu SETA’da Tartışıldı
Libya Krizi’nin Avrupa’daki etkilerini ve Almanya, Fransa, İtalya, Rusya’nın Libya’da yaşanan gelişmelerdeki konumunu tartışmak üzere dün Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA)'nda ''Libya Krizi ve Avrupa’nın Tutumu” başlıklı bir panel düzenlendi. Enes Bayraklı’nın moderatörlüğünü üstlendiği panelde, SETA araştırmacılarından Zeliha Eliaçık, 29 Mayıs Üniversitesi’nden Michelangelo Guida, Bahçeşehir Kıbrıs Üniversitesi’nden Vişne Korkmaz, İbn Haldun Üniversitesi’nden Léonard Faytre konuşmacı olarak yer aldı.
2011 yılında başlayan Arap isyanları nedeniyle çalkalanan coğrafyalardan biri de Libya oldu. 1969 yılında askeri darbe ile yönetimi ele geçiren Muammer Kaddafi yaklaşık 42 yıl iktidarda kaldı. 2011 yılında Tunus’ta çıkan isyanlar sonrasında domino etkisi ile birbiri ardına gelen halk hareketleri komşu ülke olan Libya’yı da doğrudan etkiledi. Giderek tırmanan olaylar sonucunda Birleşmiş Milletler önce sivil halkın korunması amacıyla Libya’ya yaptırım kararı sonra da uluslararası topluma müdahale yetkisini verdi. Söz konusu kararlar doğrultusunda Ekim 2011’de NATO müdahalesi ile Libya’da Kaddafi yönetimi sona erdirildi. Göreceli olarak ülkede uzun süredir bir “istikrar aktörü” olan Kaddafi ülkedeki isyancılar tarafından linç edilerek öldürüldü.
Kaddafi’nin öldürülmesi Libya’da kural koyucunun kim olacağına ilişkin tartışmaları da beraberinde getirdi. 2011’den günümüze yaklaşık 9 yıllık süreçte henüz ilk demokratik deneyimini yaşayan fakat bunu geniş bir zamana yayamayan Libya günümüzde iç savaş nedeniyle yıpranmış ve iki farklı yönetime bölünmüş durumda. Dünya’nın en kaliteli petrol yataklarından birine sahip olan ülkenin uzun zamandır çağırdığı anahtar sözcük “istikrar”. Üstelik bu sadece Libyalıların bir arzusu değil; Fransa, Almanya, İtalya, Türkiye ve Rusya gibi Libya ile sıcak temasa sahip ülkeler de Libya’nın geleceği için en önemli faktörün istikrar olduğunu vurgulamakta.
Libya’da Seçimler İstikrar Getirmedi
Kaddafi’nin iktidardan düşürülmesi sonucu 2014 yılında gerçekleştirilen seçimlerin ardından Libya siyaseti ikiye bölündü. Libya’daki aktörlerden biri merkezi Trablus’ta bulunan Ulusal Mutabakat Hükümeti’ydi. Başbakan Fayiz el Serrac önderliğindeki hükümet Birleşmiş Milletler başta olmak üzere Türkiye, Avrupa Birliği ve uluslararası kurumlarca meşru kabul ediliyor ve destekleniyor.
Libya’daki bir diğer aktör ise 2014’te önerileri kabul edilmeyince Tobruk’ta kendi hükümeti ve Meclisini kuran Halife Hafter. Batı’da Fransa tarafından doğuda ise Rusya, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Aranistan tarafından desteklenen Hafter, Serrac liderliğindeki uluslararası aktörlerce meşru kabul edilen Ulusal Mutabakat Hükümeti karşısında ülke topraklarını büyük bir kısmını ele geçirmiş durumda. Libya’daki hakimiyet mücadelesi istikrarlı bir hükümetin imkanlarını da bertaraf etmekte.
Libya Krizi, SETA’da Tartışıldı
Libya Krizi’nin Avrupa’daki etkilerini ve Almanya, Fransa, İtalya, Rusya’nın Libya’da yaşanan gelişmelerdeki konumunu tartışmak üzere dün Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA)’nda “Libya Krizi ve Avrupa’nın Tutumu” başlıklı bir panel düzenlendi. Enes Bayraklı’nın moderatörlüğünü üstlendiği panelde, SETA araştırmacılarından Zeliha Eliaçık, 29 Mayıs Üniversitesi’nden Michelangelo Guida, Bahçeşehir Kıbrıs Üniversitesi’nden Vişne Korkmaz, İbn Haldun Üniversitesi’nden Léonard Faytre konuşmacı olarak yer aldı.
Almanya Libya Krizi’nde Etkin Bir Yaklaşım Sergiledi
Panel’de Almanya’nın Libya Krizi’ne olan yaklaşımını ele alan Zeliha Eliaçık, 2011 sonrası dönemde Almanya’nın Libya krizinde dış politika ilkesi olan “sivil angajman” kuralları çerçevesinde etkin bir rol oynadığını vurguladı. Eliaçık’a göre, “Avrupa’nın genel olarak Libya krizinde etkin bir rol oynamadığını gözlemlemiştik. Buna rağmen Almanya 2011’de Avrupa içinde “ayrıksı” bir tavır sergiledi. Günümüzde ise Almanya’nın BM ile işbirliğinde olduğunu ve Avrupa Birliği’ni ön plana çıkardığını görmekteyiz. Almanya’nın Libya’da etkin olmasının üç temel nedeni olası bir göç krizine karşı ön alıcı bir angajman geliştirmek, AB sorumluluğunu üstlenmek ve enerji kaynaklarının güvenliği olarak özetlenebilir.”
Almanya’nın Libya Krizi’nde diplomatik arabulucu rolünde olduğunu fakat Libya’daki yerel taraflarla birebir ilişki kurmadığının altını çizen Eliaçık, sunumunda Libya’nın seçilmiş meşru hükümetini tanıdığını, Merkel’in Hafter ile görüşmediğini ve bu konu ile Fransa ile ayrı bir noktada olduğunu vurguluyor.
Eliaçık’a göre Almanya’nın bir arabulucu zemin oluşturmaya çalışan Berlin Zirvesi öncesinde son iki haftadadır Libya’daki taraflara karşı yaklaşımını değiştirdiğini gözlemlemekteyiz: “2016’dan 2019’a gelen süreçte Hafter’in güçlenmesi ile birlikte Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler’in Hafter ile görüşmeleri başlamıştı. Bu dönemde bile Almanya meşru hükümeti desteklemişti fakat 2 hafta önce Almanya Dışişleri Bakanı tüm taraflarla görüşüleceğine ilişkin bir beyanda bulundu.”
Eliaçık bu noktada Hafter’in aktör olarak kabul edilmesini bir hata olarak gördüğünü ifade etti. Eliaçık’a göre, “hem Libya’da hükümetin meşruiyeti gayrı meşru bir aktör ile paylaşılmış oluyor hem de Avrupa Birliği kendi yarattığı putu yemek zorunda kalıyor. AB içinde Fransa, İtalya ve Birlik yaklaşımı arasında büyük bir ayrılık var. Berlin zirvesinin kurulmasını sağlayan şey aslında uluslararası mutabakatın inisiyatifi ile oldu. AB’nin burada etkin bir şekilde bulunamamasının nedeni askeri bir gücünün olmaması ve Berlin Zirvesi’nin toplanmasında etkili olacak temel aktörler ise Rusya ve Türkiye’nin aktif tutumudur.”
İtalya, Libya Senaryosunda Çekimser
29 Mayıs Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Michelangelo Guida ise İtalyan dış politikasının son derece karmaşık bir yapıya sahip olduğunu vurgularken aslında oldukça stabil bir çerçeveyi takip ettiğini ve derin değişimler yaşamadığını ifade etti. Guida’ta göre İtalyan dış politikasında Atlantikçilik ve Avrupacılık olmak üzere iki temel ilke bulunmakta. Atlantikçilik İtalya güvenliği için bir şemsiyeyi temsil etmekteyken Avrupacılık ise ekonomik, sosyal ve kültürel merkezli bir aidiyeti ifade etmekte. İtalya için Akdeniz ise son derece önemli ve “Bizim Deniz” (Mare Nostrum) söylemi İtalyan kamuoyundan hala etkin. Libya-İtalya ilişkileri trajik bir geçmişe sahip olmasına rağmen 1960’lardan beri karşılıklı bağımlılık son derece yüksek. Dolayısıyla Libya’nın insan hakları ihlalleri tartışmalarına ilişkin İtalya pragmatist bir yaklaşımla çekimser bir tutum izledi.
Guida’ya göre günümüzde İtalya’nın Libya’da üç temel çıkarı bulunmakta. Bunlardan biri enerji zeminindeki karşılıklı bağımlılık ilişkisi. İtalya’nın zengin petrol kaynaklarına ihtiyacı varken Libya ise enerji alanında İtalyan teknolojisine ihtiyaç duymakta. Bunun yanında Libya’da altyapı yatırımlarının güçlendirilmesinde İtalya temel aktörlerden biri. İtalya için ikinci faktör ise Libya’dan gelen göç karşısında ilk durak ülke olması. Libya’da şu an 800.000 kişilik bir yığılmanın da yaşandığı bilinmekte ve insani bir kriz söz konusu. Göç akışı bu noktada İtalyan kamuoyunu da olumsuz bir şekilde etkilemekte. Üçüncü gerekçe ise güvenlik: İtalya, Libya’daki radikal terör örgütlerinin yayılmasına ilişkin son derece endişeli.
İtalya’nın Libya’daki temel çıkarının Libya’da istikrarın sağlanması olduğunu ifade eden Guida’ya göre İtalyan kamuoyu Libya’ya doğrudan bir angajmana karşı. Nitekim bu tutum İtalyan dış politika yaklaşımı ile örtüşmemekte.
Fransa “Belirsiz” Tutumunu Değiştirmeli
Fransa, Libya ne istiyor? Léonard Faytre’e göre Fransa da Libya’da aslında istikrarın tesis edilmesini arzu eden bir başka aktör. 2011’de Kaddafi rejiminin sona ermesine neden olan taraflardan biri olan Fransa ironik bir şekilde günümüzde Libya’da meşru hükümetin karşısındaki Hafter’i de desteklemeye devam ediyor. Faytre de Fransa’nın Libya’da üç temel çıkarını vurgulamakta. Fansa radikal terör gruplarının Libya’da yayılmasını engellemeye çalışmakta, bölgedeki petrol ve doğalgaz yataklarının keşfine ilişkin çıkarları bulunmakta ve olası bir göç akışında hedef ülke olmak istemiyor.
Faytre’ye göre Fransa aslında hem Serrac hükümeti ile görüşmeler yapıyor hem de Hafter ile sahada temas halinde. Bu tutum ‘belirsiz bir politika’ ortaya çıkarmakta. Söz konusu belirsizlik Libya’daki iki aktör arasında adil bir ilişkiyi imkanını zedelemesi nedeniyle sağlıklı değil. Fransa Libya’ya ya ilişkin net bir tavır ortaya koymak zorunda çünkü eğer Libya’da kaybederse temel nedeni bu belirsiz tutum olacak.
Rusya İse Türkiye İle Dirsek Temasında
Vişne Korkmaz’a göre Akdeniz’i “Bizim denizimiz” olarak tanımlamak isteyen birçok aktör var ve bunlardan biri de Rusya. Rusya’nın Doğu Akdeniz politikasına baktığımızda sihirli bir sözcük olan “alan kapatma balonları” (başka aktörlerin alana girmesinin engellenmesi) yaklaşımı karşımıza çıkmakta. Bu politikanın net bir şekilde uygulandığı yerlerden birinin de Suriye olduğu görülmekte. Dolayısıyla Rusya için alan kapatma kabiliyetlerinin Libya üzerinde sadece askeri değil aynı zamanda ekonomik ve siyasi boyutları ile de genişletebilme olanakları açılmış durumda.
Korkmaz’a göre 2015 ile birlikte Rusya bölgede aktif bir aktör olarak yer aldı. Bu noktada Rusya’nın Libya politikasının mihenk noktasının Türkiye olduğu aşikar. Nitekim Türkiye, Doğu Akdeniz’de Rusya için son derece önemli bir aktör konumunda. Bunun yanında Rusya’nın aktörlerle kurduğu ilişkin çerçevesini “pragmatik” zeminde işbirliği üzerine kurduğunun farkında olmakta fayda var. Dolayısıyla Rusya’nın Doğu Akdeniz’de işbirlikleri konusunda esnek bir tutum sergiliyor. Rusya’da Fransa’ya benzer bir şekilde Libya’ya karşı çift taraflı bir yaklaşım içinde: Rusya Dışişleri Bakanlığı Serrac hükümeti ile temas halindeyken, Rusya Savunma Bakanlığı ise bir taraftan Hafter ile ilişkileri sürdürmekte.
Bizi Takip Edin