Muhafaza“kar” Siyasetin Depremi
Yurt toprağını seven, onu ata yadigarı belleyen kimsenin su kaynaklarının kirletilmesine, su havzasının geri dönüşü olmayan şekilde tahrip edilmesine, bitki örtüsünün, biyoçeşitliliğin, hayvan türlerinin 136 milyon karelik orman ve tarım alanıyla beraber yok edilmesine katlanması, sessiz kalması mümkün değil.
Etimolojik olarak muhafaza eden, mevcut şartları koruyan, gelenekselci ya da yeniliğe ve değişime karşı manasında kullanılan Muhafazakar kelimesi değişime kapalı sağ siyaseti temsilen de kullanılır. Ancak neoliberal düzende sağ siyaset neo-sağ olurken, bu kelime de önceliğini ifşa eder. Zira muhafaza edilen geleneksel düşünce falan değil, Kanal İstanbul ile de bir tekrarını yaşamakta olduğumuz üzere devşirilen kardır, ranttır…
Başlangıçta Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin Türkiye açısından dezavantaj yaratıyormuş gibi gösterilmesi ve uysal Boğaz kıyılarının şahlanıp gemilere çarpmasıyla“ihtiyaç” olarak gündeme getirilen projenin temel amacı son haftalarda iyice anlaşıldı. Kuşkusuz bu gerçeğin keşfinde teyakkuza geçen sivil toplumun İstanbul’da Büyükşehir yerel yönetimini yanında bulmasının ve proje alanındaki tapu kayıtlarının el değiştirdiğinin öğrenilmesinin payı büyük. Bunu en çok, akabinde Istanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yetki kapsamına getirilen sınırlamadan anlıyoruz. Böylece çok sesliliğin, farklı siyasi partilerin iş süreçlerinde birlikte görev almasının şeffaflığın sağlanmasındaki önemi bir kez daha tecrübeyle sabitlendi. Fakat, o başka bir yazının konusu, bu yazıda muhafazakarlığın yıkıcılık potansiyeline bakacağız.
Ekoloji ve çevre konularındaki uzmanların, bilim insanlarının projenin etkisine dair hararetle yaptıkları uyarılar her fırtınada denizin Karadeniz Sahil Yolu’nu yutmasıyla anlaşılan raddeye gelmemeli. Zira yurt toprağını seven, onu ata yadigarı belleyen kimsenin su kaynaklarının kirletilmesine, su havzasının geri dönüşü olmayan şekilde tahrip edilmesine, bitki örtüsünün, biyoçeşitliliğin, hayvan türlerinin 136 milyon karelik orman ve tarım alanıyla beraber yok edilmesine katlanması, sessiz kalması mümkün değil. Bilim insanlarının uyarılarına en son Yüksek Çevre Mühendislerinin uyarıları da eklendi. Buna göre kanalın açılması için günde 11 ton dinamit kullanılacak ve proje süresi olan 5 yıl boyunca her gün kullanılan dinamitin kümülatif yıkım gücü 20 bin tonluk (20 Kiloton) etkiye tekabül edecek. Bununla birlikte uzmanlara göre mesele 11 kilometre mesafeden Kuzey Anadolu Fay Hattı’nın, 30 kilometre mesafeden Çınarcık Fay Hattı’nın geçmesi nedeniyle olası bir depremde kanalın iki yakası arasındaki yardım faaliyetlerinin yapılamaması/aksaması söz konusu olacak. Ayrıca uzmanlar yalnızca deprem riskine değil, kanalın açılması halinde Trakya bölgesinin zemininin killi volkanik yapısının durdurulması zor heyelan ve göçüklere yol açabileceğine de dikkat çekmekte.
Öte yandan İstanbul depremine yönelik hazırların yapılmayışını en son 2 ay önce bütçenin yetersizliğiyle açıklamış olan hükümet yetkilileri Kanal İstanbul’un yapılması için “gerekirse hazineden karşılarız” diyerek kararlı olduklarını topluma göstermeye çalışıyor. Tarihe not düşülmesi için ben buradan net şekilde soruyorum: Depreme yönelik binaların hatta okul binalarının güçlendirme çalışmalarının hazinede bütçe olmadığı için yapılamayacağını söyleyen siyasi iktidarın temsilcileri, şimdi Kanal İstanbul’un yapılması için Hazine’nin devreye gireceğini söylüyor öyle mi?
Normal şartlarda bir deprem, doğal afet meydana geldiği zaman, misal Marmara depremi , Düzce Depremi, Van depremleriyle de hatırlanırsa devlet maddi manevi imkanlarını seferber eder, medyadan dramatik mesajlar verilir, siyasetçiler bölgeye gider, deprem çadırları ziyaret edilir vs. Neticede yürekleri yakan bir dert hasıl olmuştur, telafisine çalışılır. Peki eğer Kanal İstanbul için dinamitler insan eliyle patlatıldığında deprem, heyelan meydana gelirse vebali kim olacak? Bilim insanlarının uyarılarının reddi de fıtrata mı bağlanacak?
17 yıllık nüfuzunun ekonomik alt yapısını inşaat projelerine dayandıran siyasi iktidarın yeni pay dağıtmak için pasta bulma çabasında olduğu ortada. Zira genel işsizlik , ekonomi sorunlarını bırakın çözmeyi sorunun kaynağıyken kendi içinde de depremler yaşanmakta belli ki. Zira başka türlü en basitinden enflasyon daha ne kadar hissedilen enflasyonun beşte biri olarak %11 gösterilebilir ki? Sanki Tanıl Bora’nın derlemesiyle inşaatın rant dağıtımından korporatizme uzanan ekonomi- politik gücün hicvedildiği “İnşaat Ya Resullulah” dergisini okumanın tam zamanı…Özetle Kanal İstanbul’un yapılmasındaki sertlik ve ısrar göze alınan yıkımla birlikte düşünüldüğünde yapılamayacak Kanal’ın bir başka doğal yıkım sürecini başlatacağını öngörmek çok zor değil. Fakat aksi Trakya’ya, Çanakkale’ye doğru yeni kanal ve inşaat projelerinin de habercisi olur ki bu noktada yeni sloganı tekrar etmeli Ya kanal ya İstanbul değil, hakikaten Memleket…
Bizi Takip Edin