”Çocuk Dostu Anayasa Şart”
20 Kasım Dünya Çocuk Hakları dolayısıyla bir araya geldiğimiz Sosyal Haklar Derneği (SHD) Yönetim Kurulu Üyesi ve Çocuk Hak İhlalleri Koordinatörü Avukat Tuba Torun, Sivil Sayfalar için çocuk hak ihlalleri üzerine değerlendirmelerde bulundu. Torun, çocuk dostu bir anayasanın şart olduğuna dikkat çekerek çocukların anlayacağı formatta hazırlanan anayasanın başta çocuklar olmak üzere herkesin erişimine açılmasının gerekliliğine işaret ediyor.
Sosyal Haklar Derneği (SHD) Yönetim Kurulu Üyesi ve Çocuk Hak İhlalleri Koordinatörü Avukat Tuba Torun’un ifadesiyle SHD, devletin sosyal olma yükümlülüğünü harekete geçirmeye çalışıyor. Bunu, Aladağ ve Soma gibi sosyal “cinayet” olarak nitelediği davalara bakarak yapıyor. Kadın, çocuk, kent, hayvan, eğitim, sağlık şeklinde hak atölyeleri var; paneller, sergiler, film gösterimleri düzenliyorlar. Soma ve Aladağlı çocuklar için yaz okulları organize ediyorlar. Sosyal Hukuk Grubu da ‘Sosyal Hukuk’ adlı dergi çıkarıyor ve ülkenin sosyal sorunlarını hukukî açıdan yorumluyor.
Türkiye’de temel hak ve özgürlükler kağıt üstünde mi kalıyor?
Türkiye bir sürü sözleşmeye imza atmış, sözleşmeler bizi bağlıyor ancak dünyanın en mükemmel kanunlarına da sahip olsanız uygulamadığınız sürece anlamı yok. Hangi sözleşmeye bakarsanız bakın, çocukların oyun oynama, gelişim ve sağlık hakkından bahseder. Ancak mevcut uygulamalar bu sözleşmelerin ve hakların tepelendiğini gösteriyor. Bir şeyin uygulanması için kanun olmasına da gerek yok; insan hakları bilincinin yerleşmiş olması yeterli.
Anayasada çocuk, kendi haklarını kullanma kapasitesi gelişen hukuki bir kişi olarak tanımlanmıyor…
Anayasa çocukları korumak üzerine kurulmuş. Evet, özel olarak çocuğun haklarından bahsetmiyor. Çocuk “birey” olarak tanımlansa daha iyi olur.
Bunun ideali nedir?
Anayasa hazırlanırken çocukların hakları da yer almalı. Akademisyen, pedagog ve çeşitli uzmanlarla birlikte çocukların da görüşü alınmalı. Çocuk dostu bir anayasa şart. Anayasanın çocukların anlayacağı dilde bir forma sokularak çocukların olduğu her yerde dağıtılması gerekiyor.
“Çocuklar Çıraklık Adı Altında Sömürülüyor”
Çalışma yaptığınız bir diğer alan çocuk işçiler…
Sanıyor muyuz ki, hayatlarının en heyecanlı döneminde soğuk inşaatlarda, yakıcı sıcağın altında tarlada ya da boğucu sanayilerde çalışmaya can atıyorlar? Çoğu, eve ekmek götürmeye çalışan, bir şekilde buna zorlanan, erken yaşta gereğinden fazla olgunlaşmış çocuklar.
Artan çocuk işçi ölümlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
DİSK – Genel-İş Sendikası’nın “Türkiye’de Çocuk İşçi Olmak” başlıklı bir raporunda çalışma hayatında iki milyona yakın çocuk işçi bulunduğu ve çocuk işçilerin yaklaşık yüzde 80’inin kayıt dışı çalıştığı belirtiliyor. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin (İSİG) verilerine göre sadece 2017 ağustos ayında 16 çocuk işçi yaşamını yitirdi. Daha doğrusu sosyal cinayete kurban gitti. 2016 yılında 56 çocuk işçi yaşamını yitirmişti ve bu zamana kadar en çok çocuk işçi ölümlerinin yaşandığı yıl olmuştu. İnsan hayatını rakamlarla ifade etmek her zaman zor ve çirkin. Her biri en az benim en az sizin kadar can. Henüz hayata dair bir fikir dahi edinemeden, yeterince göremeden, gülemeden ve de sevemeden gidiyorlar.
“Çırak” olarak çalışmalarını nasıl yorumlamak gerek?
“Çıraklık” kavramının düzenlendiği 3308 Sayılı Mesleki Eğitim Yasası var. Bu yasa, 2016 sonunda yapılan değişiklikle revize edildi ve aday çıraklık yaşının 11’e kadar düşmesiyle oldukça tepki aldı. Yasaya baktığınızda, “çıraklık sözleşmesi esaslarına göre çırak, bir meslek alanında mesleğin gerektirdiği bilgi, beceri ve iş alışkanlıklarını iş içerisinde geliştirilen kişi” şeklinde tanımlanıyor. Yani çırak mesleki eğitim amaçlı çalışma hayatına katılan öğrenci statüsündeki kişiler olarak ele alınmış ve yaş sınırı var. Çırak olabilmek için en azından ortaokul mezunu olmak, yani 13 yaşını doldurmuş olmak gerekiyor. 14 yaşından küçükler ise kısa süreli olarak “aday çırak” olabiliyor. 19 yaşından gün alana dek çırak olarak çalışabiliyorlar. Üstelik çıraklar, 4857 Sayılı İş Kanunu’na tabi değiller ve zaten yasanın 71’inci maddesine göre 15 yaşından küçük işçi çalıştırmak yasak. Yani, çırakların İş Kanunu’ndan kaynaklanan hiçbir hakları yok. Mesleki Eğitim Kanunu çerçevesinde bir çocuğun çırak olabilmesi için mutlak surette işverenle arasında çıraklık sözleşmesi imzalanmış olması gerekiyor. Aksi halde, işveren çocuk işçi çalıştırdığı gerekçesiyle cezalandırılır.
Çocuklar bu yolla sömürüye açık hale mi getiriliyor?
Evet. Çocukların “çırak” adı altında ne derece kolay sömürülebilecekleri rahatça anlaşılıyor. Sömürülüyorlar da. Zira çocuk işçi yahut çırak demek ucuz iş gücü demek.
“Çocuklar meslek öğreniyor” yaklaşımı da var…
Bu çocukların neredeyse tamamı geçimini sağlamak için çalışıyor. Asgari ücretin, adı üzerinde, geçinmek için gereken en asgari rakam olduğu kabul edildiğinde, emek veren çocuklara bu rakamın üçte biri veriliyor!
E, meslek öğreniyorlar diyeceksiniz de bu geçerli bir gerekçe değil. Çünkü çıraklık fiiliyatta eskiden olduğu gibi değil artık. Eskiden çırak ustasıyla yan yana olurmuş, onunla düşünür onunla üretirmiş. Şimdiki çıraklık sistemine baktığınızda tamamen kapitalizmin donuk resmini görüyorsunuz. Çıraklara daha ziyade beden gücüne dayalı işler yaptırılıyor, meslek öğretme odaklı bir tavır söz konusu değil. Kaldı ki, mesleği öğrenseler bile maddi imkanı olmayan bu çocukların ileride herhangi bir girişimde bulunmaları pek mümkün değil. En iyi ihtimalle, çıraklık dönemi bittiğinde aynı pozisyonda yahut bir üstünde İş Kanunu’na tabi işçi olarak devam ediyorlar çalıştıkları yerde.
Bir hukukçu olarak çözüm öneriniz var mı peki?
Elbette. Türkiye, ILO’nun 138 No’lu “Asgari Yaş Sözleşmesi” ve 182 No’lu “En Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem Sözleşmesi” başta olmak üzere çocuk işçiliğine ilişkin düzenlemelerin hüküm altına alındığı çok sayıda uluslararası sözleşmenin altına imza atmış durumda. Bu sözleşmelerin doğru şekilde uygulandığını denetleyen bir mekanizma kurulması ve işletilmesi, var olan mekanizmaların çalışır hale getirilmesi şart. Bunun yanı sıra, çıraklık yaşının 18’e yükseltilmesi de zaruri. O çocukların okuması gerekiyor ve mevcut sistemde sömürüldükleri gayet açık. Kaldı ki, 18 yaşın altındaki bir çocuktan sağlıklı bir meslek seçimi yapması da beklenemez. Esas mesele ise, ailelerin ekonomik geçim düzeyinin artırılması ki, çocukları iş hayatına yönlendirmektense buna ilişkin politikalar üretilmesi daha sağlam sonuçlar doğuracaktır. Bununla birlikte 4+4+4 sistemi ile fiilen zorunlu eğitimin 13 yaşına indirilmiş olduğu da bir gerçek. En başından beri karşı çıktığımız bu sistemin de yeniden düzenlenmesi ve eğitimin kontrollü hale getirilmesi gerekiyor. Çocuk işçilerin çoğu mevsimlik işçi olarak çalıştıkları tarım sektöründe sosyal cinayete kurban gidiyor ve neredeyse tamamı kayıt dışı çalışıyor. Çocukların kayıt dışı çalışmasının kati surette yasaklanması ve bu durumun ciddi şekilde denetlenmesi de iş güvenliği ve sağlığı açısından bir zorunluluk.
“Çocuk Mahpuslara Yetişkin Muamelesi Yapılıyor”
Hakları ihlal edilen bir diğer kesim de çocuk mahpuslar…
Evet, öyle. CMK avukatlığı da yapıyorum, davaların yüzde 90’ı çocuklarla ilgili. Suça sürüklenen bir çocuğa ilk kez müdafi atandığım bir dosyada, çocukla hakim karşısına çıkarılmadan önce konuşmak istedim. Dosyaya ilişkin biraz konuştuktan sonra, bana “Abla benim bunun gibi bir sürü dosyam ve cezam var zaten. Sen kendini boşuna yoruyorsun, biz alışkınız” dedi. Bir süre ne diyeceğimiz bilemedim. “Böyle düşünme, şu andan itibaren herhangi bir suça bulaşmasan, cezan da elbet biter ve daha düzgün devam edebilirsin yaşamına” dedim. Müstehzi yarım bir gülüş attı. Yanımızdaki polise baktım, aynı gülüşü o da attı. Nasıl aptal gibi hissettiğimi anlatamam. O gün bugündür de suça karışmış çocuklarla konuşurken eziliyorum.
Kanun bu çocuklarla ilgili ne diyor?
Çocukların haklarını gözetmek üzere ayrıca düzenlenmiş bir Çocuk Koruma Kanunu’muz var. Bu kanunda çocukların tutukluluğuna ilişkin tek düzenleme 21. Maddede geçen tutuklama yasağı. Bu hükme göre, 15 yaşını doldurmamış çocuklar hakkında üst sınırı beş yılı aşmayan hapis cezasını gerektiren fiillerinden dolayı tutuklama kararı verilemez. Bu hüküm doğal olarak yetersiz; çünkü tutuklu çocuklara ilişkin özel bir usul yahut uygulamadan bahsetmiyor. Dolayısıyla, tutuklu çocuklara ilişkin yetişkinlere uygulanan Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. vd. maddeleri uygulanıyor. Yani, çocuklar da yetişkinler gibi sulh ceza hakimlikleri tarafından tutuklanıyorlar. Halbuki çocuk sorgusunun, tıpkı yargılamada olduğu gibi çocuklar bakımından uzman ve çocuklara ilişkin özel tedbir alabilecek ayrı bir merci tarafından yapılması gerekiyor. Bununla birlikte CMK Madde 102’de yer alan tutukluluk süresi bakımından çocuklar için ayrı bir hüküm bulunmuyor. Bu süresinin olabildiğince kısa tutulmasını öngören bir emredici hüküm şart. Kaldı ki; Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde “çocuklar hakkında özgürlüğü kısıtlayıcı tedbirler ile hapis cezasına en son çare olarak başvurulması”nı öngören temel bir ilke var.
Anneleriyle birlikte içeride kalan yüzlerce bebek için durum değişkenlik gösteriyor mu?
5275 nolu Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 16. Maddesinin 4. Fıkrasında diyor ki; “Hapis cezasının infazı, gebe olan veya doğurduğu tarihten itibaren altı ay geçmemiş bulunan kadınlar hakkında geri bırakılır. Çocuk ölmüş̧ veya anasından başka birine verilmiş olursa, doğumdan itibaren iki ay geçince ceza infaz olunur.”
Bu şu demek; 6 aydan küçük bebeği olan kadınlar ve hamile kadınlar cezaevinde tutulamazlar. Ama bugün baktığımızda yaklaşık 700 bebek içeride. Mevcut durumda, belirttiğimiz yasa hükümlerinin uygulanmadığı son derece açık. Kaldı ki, hangi sözleşmeye bakarsanız bakın, çocukların oyun oynama hakkından, gelişim hakkından, sağlık hakkından bahseder. Mevcut uygulamayla bu sözleşmelerin topyekun tepelendiği de aşikâr.
“SHD, Çocuklara Hak Bilincini Vermeye Çalışıyor”
Çocuklar için neler yapıyorsunuz?
Sosyal Haklar Derneği, her türlü bürokratik, fiziksel ve de psikolojik zorluğa rağmen kutsal diyebileceğimiz bir çalışmaya imza attı. Üç yıldır Soma’da yaptığı gibi, Aladağ’daki Kışlak ve Köprücek köylerinde çocuklar için bir yaz kampı organize etti. Çocuklarla oyunlar oynadık, öğrendik, eğlendik ve dayanışmanın o tarifsiz güzelliğini hissettik. Yaz okullarında yaptığımız hak atölyeleri özellikle önemli. Burada hak bilincini vermeye çalışıyoruz; ağacında hakkı var, kuşunda hakkı var… Anlatıyoruz.
SHD bu anlamda bir şeyleri değiştirdi mi?
Bence değiştirdi. Bir önceki yıla göre fark var. Soma’da yaz kampımıza ortalama 200 çocuk katıldı. İlk gittiğimizde siyah resimler yapıyorlardı, şimdi o resimler çiçeğe böceğe dönüşmeye başladı. Bu kamplarda başka bir dünyanın olduğunu göstermek istiyoruz. Çünkü sosyo-ekonomik anlamda travmatik bir çevrede yetişiyorlar. Babası madenden geliyor, tarlada çapa yapıyor, bir yandan hayvanlarına bakıyor. Sürekli bir ekmek derdi var. Çocuğun anne babasıyla vakit geçirme hakkı var ama bu bile ne kadar mümkün? Çocuk gibi büyümüyorlar ve ne yazık ki ‘Doktor mu öğretmen mi olayım?’ diye düşünmek yerine madende çalışıp/çalışmayacağına kafa yoruyor.
Aladağ’daki çocuklar için de bu durum geçerli mi?
Aladağ’da Soma’ya göre çok daha değişik bir ortam var. Yerleşim bölgeleri dağlık yerlere serpilmiş. Ev yok, yol yok, tarım-hayvancılık yok, araçlar köylere çıkmıyor. Köy, okulların bulunduğu merkeze çok uzak. Mecburen çocuklarını okulun yakınındaki cemaat yurduna vermişler. Denetimsiz yurtlarda çocuklar göz göre göre can vermiş.
Ailelere güven telkin etmek zor olmadı mı?
Oraya ilk giden SHD idi. Dava süreciyle birlikte bir güven ilişkisi gelişti. Aileler kamptayken bize yemek getirdiler, evlerini açtılar. Bende çocuklara haklarından bahsetmek için oradaydım; fakat ben onlardan daha çok şey öğrendim. Hepsinin “Haksızlık deyince akıllarına ne geldiği” sorusuna verecek bir cevabı var mesela; kimi çat diye “Adalet!” deyiveriyor ama kimi de “Karıncaları öldürmektir” gibi naif bir cümleyi bırakıveriyor önünüze. “Barış deyince aklınıza ne geliyor?” diye sorduğunuzda; “Hava almak” cevabı kalbinize saplanıyor ya da “Kelebek” diyen çocuğu pamuklara saramadığınız için utanıyorsunuz.
Bir diğer hak ihlali çeşidi de cinsel istismar…
Çocuklarla alakalı en çok karşılaştığımız hak ihlali çeşidi cinsel istismar ve her geçen gün artarak devam ediyor. Bu konuda siyasilerin tutumları çok önemli, örnek verecek olursa Diyanet İşleri Başkanı’nın “Dokuz yaşında bir çocuğa şehvet duyulması” gibi açıklamaları ya da kanundaki açıklar bu vakaların artmasına sebep oluyor. Ayrıca “tecavüz yasası” dediğimiz erken yaşta evliliğin önünü açan yasa gibi öneriler her ne kadar biz bunu engellemiş olsak da insanların zihninde bir meşruiyet zemini oluşturuyor. Ülkemizdeki “ayıp” olgusu da bu durumun üstünü örtmekte, yaşanan on olaydan ancak birini öğrenebiliyoruz biz. Bütün bunların sonucunda yaptırımların yeterli olmadığını söyleyebiliriz.
OHAL ilanıyla beraber kapatılan STK’larla ilgili değerlendirmeniz nedir?
Dernek kurmak, hem uluslararası sözleşmelerde hem anayasada yer alan temel bir hak. Temel olan hakkı, bir kararnameyle ortadan kaldırıyorsunuz. Ancak kararname, uluslararası sözleşmeyle tanınan haktan daha üstün olamaz. Kaldı ki çocuklar kanuni temsilcileriyle yani velileriyle haklarını kullanabiliyorlar Bu, çocukların korunmaya muhtaç bireyler olduğu anlamını da taşıyor. O dernekleri kapatarak çocukların korunma hakkını elinden alıyorsunuz.
Boşluk oluştu mu?
Hem de nasıl. Bugün Türkiye’de çok önemli işler başarmış Gündem Çocuk gibi birçok dernek ortadan kaldırıldı. Mücadele veren derneklerin ortadan kaldırılması dolaylı yoldan çocuk haklarının ihlalidir.
Çocuk hak ihlallerinin önüne geçme konusunda STK’lar ne yapabilir?
Hak mücadelesi tek bir ayaktan oluşmaz. Siyasi, hukuki ve STK ayağı var. Birinin eksik olsa sistemin çökmesi anlamına gelir. STK’lar ne kadar işler hale gelirse hak güvencesi o kadar sağlanmış olur. STK’ların ilk görevi farkındalık oluşturarak ihlallere dikkat çekmek ve her mecrada bunu dile getirmek. Diğer görevi siyaseti harekete geçirmek, meclise önergeler taşınmasını sağlamak, yeni kanun oluşturma konusunda itici güç olmak.
Partiler STK’larla güçlü bir ilişki içerisinde mi?
Tabii ki değil. Mevcut sistemde çoğunluğa dayalı bir yasa yapma silsilesinden bahsediyoruz. En iyi yasa yapma yöntemi; çoğunlukçu değil çoğulcu yöntemin benimsenmesidir. LGBTİ’den tutun etnik kimliklere varana kadar her kesimle bol müzakere edilerek yasa yapılmasıdır. Partiler, barolarla ya da hak mücadelesi veren akademisyenlerle de iş birliği içerisinde değiller. İletişim içindeyse bile muktedir düşünce çerçevesinde iletişimdeler. Bu da tek tipleşmeye dönüşüyor.
Bizi Takip Edin