Sivil Toplum Perspektifinden Yargı Reformu
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından 30 Mayıs 2019’ta açıklanan ‘Yargı Reformu Strateji Belgesi’nin bir kısmı geçtiğimiz ay içinde yasalaştı. Ancak hayata geçen bu düzenlemelerin sivil topluma neler getirdiği-götürdüğü yeterince tartışılmadı. Bu durum, yargı reformuyla ilgili beklentilerin düşük olmasıyla ya da sivil toplumun sesinin kısılmasıyla ilintili olabilir. Yine de, sivil toplumun mevcut durumunun analizini yaparak hukuki zeminde eksiğin ne olduğunu düşünmekte yarar var.
Neler Getirdi?
İlk paketi 24 Ekim 2019’da yürürlüğe giren ilk pakette, ifade özgürlüğü ile ilgili yargılamalara temyiz yolu açıldı. Bu anlamda olumlu bir adım atıldığını söylemekte yarar var. Yine ifade özgürlüğü bağlamında, 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 7/2. Maddesine “Haber verme sınırlarını aşmayan veya eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz.” Hükmü eklendi. Yapılan düzenlemenin AİHS’in 10., Anayasa’nın 26. Maddesi’nden farklı bir yönü bulunmadığı düşünüldüğünde, yapılan düzenlemenin tekrar mahiyetinde olduğu görülecektir. Diğer yandan bu düzenleme, karar alıcılar tarafından ifade özgürlüğünü kullanan basın mensupları ya da sivil toplum mensuplarının ‘terör propagandası’ iddiasıyla yargılandığının üstü kapalı bir kabulünü de gösteriyor.
Pakette, sivil topluma bakan ikinci düzenleme ise tutukluluk sürelerine ilişkin. Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 102. Maddesine şu fıkra eklendi:
“Soruşturma evresinde tutukluluk süresi, ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işler bakımından altı ayı, ağır ceza mahkemesinin görevine giren işler bakımından ise bir yılı geçemez. Ancak, Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar, Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu olarak işlenen suçlar bakımından bu süre en çok bir yıl altı ay olup, gerekçesi gösterilerek altı ay daha uzatılabilir.”
Sivil toplum perspektifinden değinebileceğimiz üçüncü düzenleme ise erişimin engellenmesi kararlarına ilişkindir. Uygulamada, erişimin engellenmesi kararı URL bazında değil, sitenin tamamına verilmekteydi. (Wikipedia, YouTube örneği.) Yapılan yeni düzenleme ile, erişimin engellenmesi kararları, ihlalin gerçekleştiği yayın, kısım, bölüm ile ilgili olarak (URL vb. şeklinde) içeriğe erişimin engellenmesi yöntemiyle verilecek. Ancak, teknik olarak ihlale ilişkin içeriğe erişimin engellenmesi yapılamadığı veya ilgili içeriğe erişimin engellenmesi yoluyla ihlalin önlenemediği durumlarda, internet sitesinin tümüne yönelik olarak erişimin engellenmesi kararı verilebildiği de unutulmamalıdır. Yapılan düzenlemenin ifade ve basın özgürlüğü açısından olumlu bir düzenleme olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Ancak eklemek gerekir ki, sivil toplumun ve aktörlerinin bu düzenlemelerden daha hayati ihtiyaçları bulunmaktadır.
Sorun Nerede, Ne Yapılmalı?
Bu düzenlemelerin iyi niyetli bir çaba olması dışında, sivil toplumun yaşadığı sorunlara çözüm ürettiğini söylemek mümkün değildir. Zira sorun yasada değil uygulamadadır. İfade özgürlüğüne ilişkin yargılamalarda da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin emsal kararında ‘şiddete çağrı yapılmayan açıklamaların ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirileceği’ belirtilmiştir. Ancak, yargı sistemimizin ifade özgürlüğü ile ilgili aldığı kararlar doğrultusunda AİHM’de en çok davası olan ülkeler arasındayız. Aynı şekilde AİHM tarafından Türkiye hakkında ihlal kararı verilen hususlardan diğerleri de adil yargılanma hakkı ve özgürlük ve güvenlik hakkıdır. Bunun temel sebebi yasalar değil, yargı bağımsızlığının tesis edilememesindendir. Bu doğrultuda hakim ve savcıların mesleğe kabul süreci, HSK üyelerinin seçim süreci ve mülakatları şeffaf bir şekilde yürütülmelidir. Strateji belgesinde yer alan coğrafi teminat gerçek anlamıyla uygulamaya koyulmalıdır.
15 Temmuz Darbe Girişimi ve akabinde yaşanan OHAL sürecinin yarattığı yıkım sivil toplumda halen yankılarını sürdürmektedir. Büyükada ve Gezi davası başta olmak üzere, ifade ve örgütlenme özgürlüğünü kullandığı için görevlerinden, özgürlüklerinden edilen, kurumları kapatılan sivil toplum aktörleri ciddi hak ihlallerine uğradıkları gibi, içinde bulunduğumuz süreç diğer sivil toplum aktörlerinin içine kapanmasına neden olmuş, kamu-sivil toplum ilişkisini zayıflatmıştır. Bu bağlamda KHK’lar ile oluşturulan mağduriyetler giderilmeli, beraat eden kişilere ve haksızca kapatılan kurumlara iade-i itibar sağlanmalı, bu sayede sivil toplumun hukuki güvenliği ve hukuki öngörülebilirliği yeniden tesis edilmelidir.
Belirtilmesi gereken bir diğer husus da toplantı ve gösteri yürüyüşü alanındadır. Uygulamada valilik ve kaymakamlık makamlarının ‘kamu güvenliği’ ve ‘kamu sağlığı’ gibi soyut, ucu açık gerekçelerle toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin önlendiği görülmektedir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğüne ilişkin yasal düzenlemelerin yeterli olduğunu belirtmekle beraber, bu ucu açık kavramların sivil toplum üzerinde tehdit unsuru olarak tutulması doğru değildir. Yapılacak düzenlemelerle bu kavramların yasal zeminde açıklanması hukuki öngörülebilirlik açısından önemlidir.
Sivil toplum aktörlerinin örgütlenme özgürlüğü kapsamında gerçekleştirdiği faaliyetler zaman zaman ‘silahlı terör örgütüne üye olma/propaganda yapma’ gibi suç isnatlarıyla karşı karşıya kaldığı görülmektedir. Her ne kadar Anayasa Mahkemesi’nin dernek üyeliğinin silahlı terör örgütüne üyelik kapsamında delil olarak değerlendirilemeyeceğine yönelik aldığı son karar yerinde ve önemli olsa da, sorunun temeli Terörle Mücadele Kanunu’nda yer alan terör tanımındadır. Bu tanım çerçevesinde, BM İnsan Hakları Konseyi’nin özel raportörü Ben Emmerson tarafından hazırlanan 22 Şubat 2016 tarihli raporundaki hususlara dikkat edilmesi yararlı olacaktır:
(a) ifadede teşvik edilen fiil gerçek anlamda terör niteliği taşımalı,
(b) ifade özgürlüğünü mümkün olan en az şekilde sınırlamalı,
(c) kanunda net bir şekilde ifade edilmeli, “öven” veya “yücelten” gibi kelimelerden kaçınmalı,
(d) teşvik edilen fiilin işlenmesinin gerçek (objektif) bir risk olduğu şartını içermeli,
(e) ifade eden kişinin o fiilin gerçekleşmesi amacını taşıdığını açıkça gösterebilmeli,
(f) suça teşvik oluşturmayan ifadelerin cezai sorumluluk taşımayacağını belirtmeli.
Bizi Takip Edin