Deprem Seferberliği Çağrısı Yapan Prof. Dr Kadıoğlu:
“STK’lar Afet Yönetimine Yeniden Entegre Olmalı”
Halkın depreme hazırlanması, afet yönetimi konusunda bilinçlendirilmesi ve sivil toplumun bu konudaki rolüne ilişkin İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Meteroloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi ve Afet Yönetimi Uzmanı Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu ve TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Esin Köymen ile konuştuk. Geçtiğimiz günlerde 'deprem seferberliği ilan edilsin' imza kampanyası da başlatan Kadıoğlu, "STK’lar afet yönetimi gibi durumlarda dışarıda kaldı. Tekrar entegre olması gerekiyor." diyor.
İstanbul’da 26 Eylül’de 5.8 şiddetinde meydana gelen deprem kentin birçok bölgesinde şiddetli bir şekilde hissedilmişti. Sonrasında yoğun bir şekilde artçılar devam ederken afet yönetimi uzmanları, mimarlar odası, sivil toplum örgütleri yetkililere çağrıda bulunarak, beklenen büyük İstanbul depremi öncesinde afet yönetimine ilişkin hazırlıkların hızlandırılması gerektiğini belirtmişti. Ancak afet yönetimine ilişkin hazırlıklardan çok yerel yönetimler ile sivil toplum örgütleri ve merkezi yönetim ile yerel yönetimler arasındaki koordinasyonsuzluk ön plana çıkmıştı.
Halk depreme nasıl hazırlıklı hale getirilebilir, bunda sivil toplumun nasıl bir etkisi olur?
Mikdat Kadıoğlu: İnternette yaptığım seferberlik çağrısı aslında topyekûn bir seferberlik. Bunun içerisinde sivil toplumun da olması gerekiyor. Devlet tek başına afetin altından kalkamaz. Bu nedenle hem halkın kendisi hem de sivil toplum örgütleri bu konuda önemli bir paydaş olmak zorunda. Halkın organize olarak STK şeklinde bu tür seferberlik içerisinde yer alması gerekiyor.
Esin Köymen: Öncelikle mevcut yapı stoğunun envanteri çıkarılmalı, bu veriler ışında acil olarak boşaltılması gereken yapı ya da bölgeler boşaltılmalı, güçlendirme yapılması gereken yapılar bir an önce güçlendirilmelidir. (öncelikle okullar, hastaneler, cezaevleri vs. ) Vatandaşların sağlam olmayan binalarını yeniden yapabilmeleri için devlet tarafından destek fonları oluşturulmalıdır.
İlköğretimden itibaren çocuklara afetler ve afetlerden korunma yöntemleri üzerine eğitimler verilmeli, bu programlar bilim çevreleri, eğitimciler ve bakanlıkların ortaklaşa yapacağı çalışmalar sonucunda oluşturulmalıdır. Tüm yerel yönetimler afet eylem planlarıyla birlikte, geçici toplanma alanlarını, geçici iskan için alanı kullanılacak alanları belirleyip bu alanları muhtarlıklar aracılığıyla semt sakinlerine bildirmelidir. Kentlerin içindeki kamuya ait arazilerin özelleştirilerek satılması durdurulmalı, özellikle askeriyeden boşaltılan büyük alanlar, yapılaşmaya açılmamalı, afet sonrası geçici iskân alanları olarak düzenlenmelidir.
Afet öncesi ve sonrasında alınacak tedbirler için merkezi ve yerel yönetimler ile TMMOB gibi meslek arasında koordinasyon eksikliği nasıl giderilebilir? Bu eksiliği Van depreminde görmüştük…
Mikdat Kadıoğlu: Bizim kültürümüzde tulumbacılar yani gönüllü itfaiyeciler olmasına rağmen zamanla bu durum değişti. Halk ve STK’lar afet yönetimi gibi durumlarda dışarıda kaldı. Tekrar entegre olması gerekiyor. Afet yönetiminde afet gönüllü olmak için illa çok güçlü kuvvetli olup arama kurtarma çalışmalarına katılmak gerekmiyor. Yemek dağıtımından çadır kurmaya, bilgi toplamaya kadar yapılacak çok fazla iş var. Toplumda her konuda uzman insanlar var. Tüm bu çalışmalara bu insanların entegre olması gerekiyor. Bu tür çalışmalar için afeti beklemeye de gerek yok. Afet tatbikatlarında beraber çalışma kültürünü geliştirmek gerekiyor. Yerel yönetimler belediye kanunu gereğince yapması gerekenleri yapmıyor. Mahalle, sokak bazında yerel yönetimlerin sivil toplum örgütleriyle birlikte çalışma yapması gerekiyor. Bunun için bir an önce harekete geçmek gerekiyor çünkü zaman gittikçe azalıyor.
Esin Köymen: Bilim çevrelerinin, meslek odalarının, sivil toplum örgütlerinin uyarılarını dikkate alan, sorunların çözümü için ortak akıl oluşturabilecek ve konuda halkı da bilinçlendirerek afetlere karşı birlikte mücadele etme yöntemlerinin planlayacak merkezi ve yerel siyasi akla, acil olarak ihtiyacımız var. Tüm bu süreçlerde bizler TMMOB’ye bağlı meslek odaları olarak ortak çalışma yapma konusundaki talebimizi ve istekliliğimizi sizler aracılığıyla tekrar yineliyoruz. Meslek alanlarımızdan edindiğimiz bilgi, birikim ve deneyimlerimizi, kamusal sorumluluğumuz gereği, halkımızın hizmetine sunma konusunda istekliyiz. Şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonraki süreçlerde de üzerimize düşen sorumlulukları yerine getirme konusunda kararlılığımızı da aktarmak isterim.
Son İstanbul depreminde yerel yönetim ile merkezi yönetim arasında da bir koordinasyonsuzluk vardı. Yerel yönetimler bile işin dışında tutulurken bu birliktelik nasıl sağlanabilir?
Mikdat Kadıoğlu: Bu durumu topyekûn ele almadığımızı bir iki kurumun ‘bu bizim görevimiz, bizim sorumluluğumuz’ mantığıyla yanlış bir şekilde hareket ettiğini gösteriyor. Bizim kimseyi dışlamadan bütün toplumun, bütün yerel yönetimlerin işin içerisine katmamız, birlikte hareket etmemiz gerekiyor. Devlet tek başına altından kalkamaz. Afet kimsenin partisine ve siyasi görüşüne bakmaz. Herkes aynı şekilde etkilenecektir. Bu nedenle kucaklayıcı bir şekilde herkesin hazırlık aşamasına katılması gerekiyor.
Esin Köymen: Bilim çevreleri, meslek odaları konuyu detaylı olarak ortaya koymuş ve yapılması gerekenleri hâlâ söylemeye devam ediyor. Temel sorun şudur; tüm bu veriler ışığında topyekun bir seferberlikle ortak bir çalışma yapılması konusunda ne yazık ki yetkililer isteksiz davranıyor. Bunun nedeni de çok açık olarak görünüyor aslında. 1999 Marmara depreminden hemen sonra ortaya atılan kentsel dönüşüm kavramları, bu alanda yapılan palan değişiklikleri, yasal düzenlemeler; kendi siyasi görüşlerine göre oluşturmaya çalıştıkları kent dokularında ortaya çıktı. Kentleri bir yandan kendi siyasi ortaklarının zenginleşme aracı olarak görürken diğer yandan da kentleri kendi muhafazakâr siyasi algılarına göre yeniden şekillendirmeye başladılar. Kentlerdeki Cumhuriyet dönemi mimari mirasını yok ederek, demokrat, sol ve sosyalist görüşlere sahip kişilerin yoğunluklu olarak kullandıkları kent mekanları üzerinde köklü değişiklikler yaparak, kimi zaman da yüzlerce yıllık kültürleri yok ederek yeni kent mekanları oluşturmaya başladılar.
Bunları örneklendirmemiz mümkün: İstanbul’da başta Taksim Meydanı, AKM, Gezi Parkı, İstiklal Caddesi, Sulukule, Fener-Balat, Tarlabaşı başta olmak üzere pek çok yerde uygulanan Kentsel dönüşüm projeleri, Ankara’da Atatürk Orman Çiftliği ve ODTÜ kampüsü içinde yapılan uygulamalar. Bunlar en bilinen örnekler. Bunların yüzlercesinden bahsetmemiz mümkün.
Deprem vergisi adı altında toplanan paraların amacı dışında kullanılarak tüketilmesi, 2018 yılı Mayıs ayında yapılan İmar Affı/barışı’ndan elde edilen gelirlerin – bu yasal düzenlemenin gerekçesi olarak, toplanan gelirlerin- kentlerin afetlere karşı hazırlanması için kullanılacağı belirtilmişti. Toplanan bu paraların nereye harcandığı gibi soruların belgelere dayanan yanıtları yok.
Belirlenen afet toplanma alanlarının çok büyük bir kısmının yapılaşmaya açılmış olması, mevcut kentlerdeki parkların ve yeşil alanların bile plan tadilatlarıyla tüketilmesi, dere yataklarında yapılan yeni yapılar, imar aflarıyla yasal hale getirilen eskimiş ve kaçak yapılar, acil ulaşım aksları olarak belirlenen yolların otopark olarak kullanılması, kıyılara yapılan devasa dolgular (Maltepe ve Yeni kapı), 20 yıl daha yaşlanan yapı stoğu, 20 yıl içinde artan nüfus, deprem anında çöken iletişim sistemleri. Gibi sayısız olumsuzlukları sıralayabiliriz. Ne yapmalı? Sorusunun yanıtı yukarıda saydığımız tüm olumsuz uygulama ve yasal düzenlemeleri yapmayacak bir siyasi akılda gizli.
Son İstanbul depreminde toplanma alanlarının eksikliği ortaya çıktı. Bu hatanın telafi edilmesi mümkün mü?
Mikdat Kadıoğlu: Topluma alanı konusunda Türkiye’de yanlış anlayış ve beklenti geliyor. Toplama alanı afet yönetimi konusunda en son düşünülecek şey. İstanbul’un yarısı toplama alanı olsa bile bir faydası olmaz, ölenleri geri getirmez. Toplama alanı halkın düşündüğü gibi park ve bahçeler değildir. Birinci toplama alanı kapalı alanlardır. Deprem her zaman günlük güneşlik bir zamanda olacağının garantisi yok. Türkiye’de toplanma alanı olarak belirlenen yerlerin de gerekli alt yapısı yok. Toplama alanlarının var olması bizim afete hazır olduğumuz anlamına gelmez. Önceliğimiz fay ve toplama alanı değil sağlam binalardır. Halkın tabut gibi binalardan çıkartılması gerekiyor.
Esin Köymen: 26 Eylül günü Silivri açıklarında meydana gelen 5.8 büyüklüğündeki depremin ardından ortaya çıkan durum şudur; halkın bir kısmı ne yapacağını bilmediği için ve yaşadığı korku nedeniyle panik içinde, bir kısmı bu korku ve kaygılarını giderebilmek için inkâr yolunu benimsemiş, çok az bir kısmı ise korku ve kaygının yanı sıra önlem alabilmek ve tedbirli davranabilmek için kendince çözümler üretmeye çalışıyor.
Halkın güvenli ortamlarda yaşamasından sorumlu olan yetkililer, 1999 depreminden bu yana aynı siyasi yapının temsilcileri olarak gayet rahat ifadelerle kentlerimizin başta deprem olmak üzere afetler karşısında ne kadar hazırlıksız olduğunu ifade ediyorlar. 2 taraftan da bakıldığında da 20 yılın çok da iyi değerlendirilemediğini söylememiz mümkün.
Halkın en temel sorusu şu anda “Yaşadığımız bina depreme dayanıklı mı?” bu sorunun cevabını nasıl bulacaklar?
Mikdat Kadıoğlu: Bazı belediyelerin deprem laboratuarları var, çevre ve şehircilik il müdürlüklerinin bu konuda birimleri var. Özel firmalar var gidip kanıt alıp testler yaparak rapor verebiliyor. Buralara başvurulabilir.
Bizi Takip Edin