Murat Çelikkan: “Hikaye Anlatıcılığımızı Geliştirmemiz Gerekiyor”
Hak savunuculuğunda sosyal etkinin ve yeni iletişim yöntemlerinin daha sık konuşulmaya başlandığı bu günlerde Sivil Sayfalar olarak konuyu Hakikat Adalet Hafıza Merkezi'nin İletişim ve Savunuculuk Programı'nın direktörü gazeteci yazar Murat Çelikkan ile konuştuk. Çelikkan başta hak mücadelesinde hikaye anlatıcılığının önemine vurgu yaparken sivil toplum örgütlerinin bunu geliştirmesi gerektiğini söylüyor.
Türkiye’de sivil toplum sizce iyi tanıklık yapabiliyor mu? Bu tanıklığı hangi araçlarla yapabiliyor? Yapamıyorsa neden?
Sivil toplum çok geniş bir kavram. Bazı yetersizlik ve eksiklikleri mutlaklaştırmamak gerek diye düşünüyorum. Tabi ki Türkiye’de insan hakları kurumları keşke çok daha güçlü ve çok daha etkin olsalar. Bunların hem Türkiye’den gelen hem de kendilerinden kaynaklanan sebepleri var. Ama sonuçta baktığınız vakit ben Türkiye sivil toplumunun da hak örgütlerinin de başarılı olduğuna inanıyorum. Birincisi insan hakları açısından Türkiye’nin en ücra köşelerine kadar doğru ya da yanlış bir insan hakları kavramının yerleşmesini sağladılar. Bu hiç azımsanacak bir şey değil. Uygulanmasa da, talep edilmese de insan hakları dediğiniz vakit o ne diyecek çok az insan var. Bu çok büyük bir başarı. Hatta o kadar etkili oldular ki bir dönem İnsan Hakları Bakanlığı bile kuruldu. Bu tür göstergelerin olması insan hakları kavramının Türkiye’de yapılan çalışmalarda çok büyük oranlarda biliniyor olması ve karşılık olmasına rağmen çok ciddi eksiklikler ve yetersizlikler olduğunu söylemek lazım. İkincisi de genel sivil toplum açısından düşündüğümüz vakit bence o da sınavını deprem sırasında verdi. Her ne kadar Türkiye’de şemsiye örgütler, sivil toplumu bir araya getirebilecek platformlar yeterli olmasa da böyle bir acil kriz anında oldukça dinamik bir şekilde seferber olabildiklerini gösterdi. Dolayısıyla ben başarılı buluyorum. Ama bu tespitlerden sonra eksikliklere gelecek olursak tabi ki dünyada bu çok büyük bir sektörel çalışmaya dönüşmüş durumda dolayısıyla yöntemleri, kuralları, stratejileri kaçınılmaz olarak oluşmaya başlamış durumda. Sadece gönüllülük temelinde yapılan bazı çalışmalar yeterli olmayabiliyor. Bu açıdan da Türkiye’deki sivil toplum kuruluşlarının ve hak örgütlerinin ortak iş yapma kültürlerinin çok gelişkin olmadığını söyleyebiliriz. Bu da tabi şöyle bir sorun doğuruyor, demokrasi ve insan hakları alanın bir kriz yaşandığı dönemde sivil toplum ve hak örgütleri açısından bununla başa çıkabilmenin en iyi stratejisi hakikaten bir araya gelip mücadele edilecek stratejik öncelikleri belirleyip hep birlikte oraya doğru yönelmek, bu da çok ciddi bir iş birliği ve birlikte çalışma deneyimini gerektiriyor. Bu konularda Türkiye sivil toplumu her ne kadar çeşitli şemsiye kuruluşlar olsa da henüz daha geri bir aşamada diyebilirim.
Çünkü İnsan Hakları Evrensel, Hangi Dünya Görüşünden Gelirseniz Gelin Ortak İlkeleri Var
Peki bu iş birliği kültürünü zedeleyen sebepler neler olabilir? Kutuplaşma hali bunun bir sebebi olabilir mi?
Ben ona katılmıyorum. Bence o işin sadece bir parçası. Birbirine benzeyen örgütlerin aynı ideolojik temelden gelen benzer dünya görüşüne sahip örgütlerin yapabildikleri iş birlikleri de çok fazla değil. Dolayısıyla bu genel kültürel durum. Bunun alt unsurlarından bir tanesi olarak kimlikler , kutuplaşma olarak tanımlanabilir ama bence belirleyici değil. Çünkü şöyle bir örnek vereyim; bu kutuplaşma nedeniyle yıllar evvel mütedeyyin insanların haklarını da savunmak üzere Mazlumder kuruldu. Mazlumder ile yine onun gibi kitlesel bir örgüt olan İHD eninde sonunda belli konularda buluştu. Eğer teorik olarak her şeyi bu kutuplaşma ile açıklamaya çalışacak olursak hiçbir şekilde yan yana gelmemeleri gerekirdi. Öyle olmadı. Çünkü insan hakları evrensel, hangi dünya görüşünden gelirseniz gelin ortak ilkeleri var. Ortak ilkeleri sahiplendikçe de buluşursunuz. Belki mesele kimliklerden çok evrensel olarak kabul edilmiş olan sivil topluma ve insan haklarına ait ilkelerin işimize gelenlerini benimsememizden kaynaklanıyordur. Bu da sadece kutuplaşma ile açıklanabilecek bir şey değil, belki ideolojik gözlüklerle açıklanabilecek bir şey olabilir. Yani bugün hala etkisini gördüğümüz şekilde Türkiye bir gazeteci hapishanesi olmaya dönüşmüş durumda ve tabi ki yeterli olmasa da çeşitli kampanyalar yapılıyor. Ama her kesimin kendisinden farklı düşündüğünü bildiği gazetecilere sahip çıkması eşit olmuyor. Dolayısıyla onlar arasında ayrım yapmamak gerek. Böyle ilkelerden bahsediyorum.
Bu konuda ne yapmak gerek? Çözüm öneriniz var mı?
Bu bir zaman meselesi. Türkiye’de sivil toplum kuruluşları özellikle hak örgütleri mücadele etme geleneği olan ve soldan gelen insanlar tarafından kuruldu. Bunun hem çok büyük avantajları vardı hem de dezavantajları vardı. Soldan gelme, politik bir mücadele verirken kriter ve ilkelerinizle insan hakları ve sivil toplum ya da genel olarak hak mücadelesi verirkenki ilkeleriniz örtüşmeyebilir. Hak mücadelesinde çok daha geniş bakmak zorunda olmanız gerekir. Öyle çok derin ve uzun bir geçmişi de yok. Türkiye’de çok partili hayatın bile çok derin ve uzun bir geçmişi yok. Dolayısıyla biraz bugün liberal olarak küçümsenen liberal demokratik değerler ve kavramlardan bahsediyorum. İnsan hakları mücadelesinin temelinde de eğer bir ideoloji arayacaksak temelinde, oluşumunda ve ortaya çıkışında bu liberal dünya görüşü var. Yani birey hakkını esas alan tabi ki daha sonra toplumsal ve topluluk hakları olarak da genişlemiş ama temeli bu. Dolayısıyla biraz bu yaklaşım ve ideolojiye ne kadar uzak ve yakın olduğumuzla ilişkili olarak tutumunuz değişebiliyor. Bir başka faktör sol için söylediğim faktör mütedeyyin kesiminse bir mücadele geleneği yok. Yani hak arama, hak talep etme geleneği yok. Bunu hem 12 Eylül sonrasında gördük, onların toparlanıp hak talebi mücadelesine girmeleri zaman aldı. Hem de çok yakın zamanda, 15 Temmuz Darbe girişiminden sonra gördük. Örgütlenebilmeleri, hak talep edebilmeleri, benzer mağduriyetleri yaşayanların bir araya gelebilmeleri zaman aldı. Şimdi benzerlerin kendi arasında örgütlenmesi bu kadar sorunlu ve zaman alıyorken benzemezlerin hep birlikte örgütlenmesi daha büyük bir problem. Dolayısıyla sadece sorun benzemezlerin bir araya gelememesi değil çok başka sorunlar da var. Bütün bu söylediğim yapısal sorunların yanısıra iletişim ve kamuya ulaşma sorunları var. Mücadele yöntemlerinin çeşitlendirilmesine ilişkin sorunları var ama bu bir tek Türkiye’ye yönelik bir sorun değil tüm dünyada geçerli. Yaşlanma sorunları var. Yani hak mücadelesi verenler örgütlerin aktivistlerinin yaş ortalamasının yükselmesi ve yeni kuşaklarla beslenememesi gibi sorunlar var. Bir de tabi çok büyük devlet baskısı ve kriminalize edilme sorunu var, devletin yarattığı korku ikliminde insanların korkarak uzak durması var yani devlet kendi hakkını ve başkalarının hakkını arayan kişi ve kurumları marjinalleştirmeye çalışıyor çeşitli yöntemlerle ve bunda da başarılı oluyor.
Bu bahsettiğiniz sorunlar benim de sizinle konuşmak istediğim konulardandı. Burada, Hafıza Merkezi’nde iletişim ve savunuculuk programı direktörüsünüz. Bu başlıkta bir bölümünüz olması iletişime önem verdiğiniz anlamına geliyor. Hem bu programdan hem de yaptığınız tanıklığın sosyal etkisinden bahsedebilir misiniz bize biraz?
Biz bir hak örgütüyüz. Bütün sivil toplum çalışmaları dünyada değişim teorisi üzerine kurulur. Siz bir tespit yaparsınız ve bir şeyi değiştirmek için mücadele edersiniz. Bunun ne kadar odaklı yaparsanız o kadar başarılı olursunuz. Bunun da çeşitli araçları var. Savunuculuktan lobiciliğe kadar. Dolayısıyla yaptığımız çalışmaları bu değişimi sağlamak üzere hedeflediğimiz kesimlere duyurmak çok önemliydi. Lobicilik bunun ayrı bir kısmı, bunun için de baştan böyle bir iş bölümüne gittik ve ayrı bir bölüm oluşturduk. Ana olarak bu bölüm tabi ki -biz yaptığımız işlerle kimlere ulaşmak, ne sonuç almak istiyoruz- gibi stratejik bir yaklaşımla çalışsa da 1- Ana hatları itibariyle yaptığımız işi daha ulaşılabilir ve daha kolay okunabilir hale getirmek 2- Bunu etkin olarak ilgilendiğimiz ve hedeflediğimiz kesimlere duyurma 3- Bu konuda dünyadan ve Türkiye’den yeni yöntemler bulma ve son olarak ne sonuç aldık şeklinde dört ana konuda çalışıyoruz. Etkinlik özellikle hak mücadelesi verdiğimiz zaman ölçümü çok zor, bütün sosyal mücadelelerde ölçümü çok kolay olmayan bir şey. Çünkü hak mücadelesi iğneyle kuyu kazmaya benzer, çok büyük çabalar harcarsınız çok küçük adımlar atılabilir ama onların birikimi birden bire büyük bir dönüşüm sağlayabilir. Dolayısıyla ölçümü zor ama yine de hedeflediğimiz kitleye ulaştık mı ulaşmadık mı gibi bazı yöntemleri var.
Bütün Toplumu Değiştirmeyi Hedeflemek Gerçekçi Değil
Genel olarak Türkiye’deki sivil toplum ve hak savunucuları kendi gündemlerini oluşturmada , ülke gündemini etkilemede ne kadar etkililer ve bu konuda nasıl yeni yöntemler geliştirilebilir?
Sivil toplum kendi gündemlerini oluşturmada ve ülke gündemini etkilemede başarılı ancak bu konuda başarısız olan devlet. Türkiye’de katılıma ve sivil toplumla iş birliğine sağır ve kapalı bir devlet var. Dolayısıyla bazı konularda dönüşüm sağlamak kolay olmuyor, bazen direk yollardansa dolaylı yollara başvurmanız gerekiyor. Türkiye’de hiç bir yöneticiye ulaşamıyorsunuz ama Avrupa Birliği’nde ulaşıyorsunuz, AB dönüyor sizin devletinize şunları değiştireceksin diyor bu yüzden bazen onları hedefliyorsunuz lobicilik için. Çünkü burada hedefleyebileceğiniz bir aktör yok. Bu yaşadığımız dönem özellikle darbe girişiminden sonraki dönem devletin sivil topluma, toplumsal katılıma dolayısıyla demokrasiye kapalı olduğu bir dönem oldu. Dolayısıyla bir kabahatlisi varsa bunun devlet ve devlet politikaları. Yani iktidarda kalmak adına demokrasinin kurban edildiği bir dönem yaşıyoruz barış sürecinin bitmesinden bu yana. Ama bu yine de bizim belli konularda çaba göstermemiz gerekliliğini ortadan kaldırmıyor. Ulaşabildiğimiz noktalarda bu değişimi sağlayabilecek olan bürokratlar ve parlementer politikacılarla temas etme sorununun verdiği ikincisi tabi ki daha dolaylı yol olarak genel olarak toplumun belli kesimlerine ulaşarak burada bir birikim sağlayıp bunların etki etmesini hedeflemek gerekiyor. Yani hiç bir hak örgütü ve sivil toplum kuruluşu tek başına sadece toplumun ya da sadece hükümeti hedef alarak çalışma yapmaz. Burada da bence stratejik yaklaşım önemli yani biz neyi değiştirmek istiyoruz , kimleri hedefliyoruz değişim için çünkü bütün toplumu hedefleyerek iş yapmak çok zor.
İletişim Teknolojisi ve Sanat Konusunda Etkinlik Gösteren İnsanlarla Sivil Toplum Kuruluşlarını Bir Araya Getiriyoruz
Türkiye büyük ve kalabalık bir ülke ve sivil toplum kuruluşlarının kendi olanaklarıyla bütün toplumu değiştirmeyi hedeflemek pek gerçekçi değil. Daha küçük ve ulaşılabilir hedefler koymak lazım. Bu bir stratejik yaklaşım demek. O hedeflere ulaşmak için neler yaptığınıza bakmanız lazım. Yöntemler olarak da tabi ki her yeni yöntemi denemek lazım. Ben yazılı iletişimin etkisine inanırım ancak görsel iletişim de giderek etkisini arttırdığı için ve teknoloji ilgi zamanını giderek kısalttığı için yaptığınız şeyleri görsel mi yapalım, 15 saniye mi yapalım , bir dakika olur mu gibi tartışmalar hepimiz için geçerli artık. İnsanların daha kolay ve daha kısa zamanda algılayabileceği formatlar yaratmaya çalışıyoruz. Çünkü hakikaten özellikle iletişim teknolojisinde varılan aşama insanların zamanının giderek kısalmasına yol açtı. Bir enformasyon bombardımanı var. Böyle olunca da iyi seçim yapmanız gerek. Dikkat çekici olmanız gerek. Biz bu yenilik için yaptığımız projelerden ve uygulamalardan heckhaton diye bir uygulama yapıyoruz. Toplumda hem iletişim teknolojisi konusunda hem de sanat konusunda etkinlik gösteren, ilgi alanları bu olan kesimlerle sivil toplum kuruluşlarını bir araya getiriyoruz. Bunu önce Hafıza Merkezi için yaptık, o kadar güzel bir kaç proje çıktı ki bir tanesi şu girişte gördüğünüz mermerler mesela. Şimdi 8 örgüt için böyle bir proje yürütüyoruz. Onların yöneticileriyle o ekipleri bir araya getirip yeni iletişim araçları ve yöntemleri ve tarzları yaratmaya yönelik bir proje yürütüyoruz. Örgütler verilerini sunuyor karşı taraf da bu verilerle ne yapabiliriz diye öneriler geliştiriyor. Ve sonra bu önerilerden bir kaçı gerçekleştiriliyor. Bunun hem teknolojik açısından hem kuşaklar arası iletişim açısından önemli olduğuna inanıyoruz. Tabi başka bir sürü handikap da var iletişimde. Kullandığınız dil çok önemli, hak mücadelesinin bazı terminolojisi var ama bu giderek o kadar teknik bir hale gelmiş halde ki bunlarla haklarını savunduğunuz insanlara ulaşmanızın imkanı yok. Dolayısıyla kullandığınız dile dikkat etmeniz lazım. Sizin bahsettiğiniz kutuplaşmanın yarattığı bazı dil sorunları da var. Farklı kesimler farklı sözcükleri kullanabiliyor ya da bazı sözcük hassasiyetleri olabiliyor. Ulaşmak istediğiniz kesime göre o sözcük hassasiyetlerine dikkat etmenin sorumluluğu var. Ben bunu insan haklarının dayattığı terminoloji dışında genel olarak daha geniş bir kitleye ulaşmanın aracı olarak dilin çok çok iyi ve çok dikkatli kullanılması gerektiğini düşünüyorum. Bunu biz bile her zaman istediğimiz ölçüde gerçekleştiremiyoruz. Daha sade, daha herkesin kullandığı ve kapsayıcı bir dil olarak kullanmak gerek. Dilin hakikaten bir başlangıç ayrıştırıcısı olduğunu düşünüyorum.
Bizim Amacımız Bir Etki Yaratmak
O zaman sanatın ve teknolojinin hak savunuculuğunda yeni bir yöntem olduğunu söyleyebilir miyiz?
Tabii söyleyebiliriz. Hem yeni hem eski. Sanat aslında yüzyıllardır bunun için kullanılıyor ama dijital teknolojilerin getirdiği bir değişiklik var hayatımızda. Tabi ki basın toplantıları yapmak, paneller yapmak sivil toplumun mücadele araçlarından biri, hoş bunlar ne kadar gezi iddianamesinde suç delili olarak gösteriliyor olsa da gayet meşru ve başta anayasa olmak üzere yasalarda belirlenmiş haklar bunlar. Ama herhalde savcılar Türkiye’de anayasayı ve yasaları okumayı bıraktı diye düşünüyorum. Bazen ve bu birebir temas yaşayarak görmenin etkisi çok farklı, ama bazen çektiğiniz bir video ile basın toplantısı ya da bir panelden çok daha geniş bir kesime ulaşabiliyorsunuz. Bu teknolojileri muhakkak kullanmak gerek çünkü bizim amacımız bir etki yaratmak yani önce tespit etmek sonra bir etki yaratmak ve dönüştürmek ise ulaşmak istediğimiz kesimlere her yoldan ulaşmayı denememiz gerek. Yeni teknolojilerin getirdiği hem imkanlar hem zorluklar var. Çünkü bir enformasyon bombardımanı dönemi, binlerce şeyin arasından sıyrılıp çıkabilmek de başka bir maharet gerektiriyor. Ama mesela aynı emeği bu çalışmaların sonuçlarını duyurmaya sarfetmemiz çok ciddi bir durum. Halbuki eş değer olmalı. Çünkü onu duyurmak için yapıyoruz biz.
Biz bazı dönemlerde sivil toplum kuruluşlarına atölyeler yapıyoruz, sivil toplum haberciliği ve Sivil Sayfalar da bu atölyelerin sonucunda ortaya çıktı. Ürettikleri bilgi ve tecrübeyi görünür kılmaları gerektiğini anlatıyoruz çünkü kayboluyorlar. Sizin de dediğiniz gibi yapılanlar kadar bunların anlatıcılığı da önemli.
Biz toplum olarak yazılı kültürden çok sözlü kültürden geliyoruz, bunun getirdiği bazı etkiler var. Siz bu tespitleri yapıyorsanız sivil toplum olarak hikaye anlatıcılığımızı geliştirmemiz gerekiyor. Çünkü belki ulaşmanın ve kalıcı olmanın yolu o, ayrıca bütün dünyada hem sinemada hem de çeşitli sanat kollarında hem hak mücadelesinde belki en önemli şey hikaye anlatıcılığı.
Bizi Takip Edin