İBB’nin Protokol İptali… STK-Yerel Yönetim İşbirliği Nasıl Olmalı?
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin önceki yönetim döneminde bazı STK’larla yapılan protokolleri iptal etmesi, sivil toplum-yerel yönetim işbirliğinin boyutlarını yeniden gündeme getirdi. YADA Vakfı’ndan Pınar Gürer, sivil toplumun yerel yönetimlerle kurduğu ilişkileri 'nasıl daha adil, şeffaf ve farklılıkların katılımına açık hale getiririz' sorusunun yanıtını aramadan, bu soruyu tartışmaya açmadan, STK'ları hedef göstererek ‘iptal’ iletişimi yapılmasının, sivil toplumu itibarsızlaştırma riski taşıdığını ve sivil toplum açısından negatif etkileri olabileceği uyarısında bulunuyor. İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Anabilim Dalı Sivil Toplum Kuruluşları ve Sosyal Sorumluluk Yönetimi Tezsiz Yüksek Lisans Programı Koordinatörü Prof. Dr. Yusuf Adıgüzel de Türkiye’nin siyasi ve ideolojik gündemi her zaman değişebileceğini ama kurumların ideolojik ve rövanşişt tavırlar takınmadan bütün toplumsal kesimlere ve dezavantajlı gruplara hizmet eden STK’lar ile işbirliklerini sürdürmesinin önemini vurguluyor. Muhafazakar STK’ların misyon ve vizyon sorunu yaşadığını belirten Gazeteci Yazar Kemal Öztürk iptal kararını ‘dejavu’ olarak değerlendirirken, yönetimlerin kendine yakın sivil toplum örgütlerine yer verip, onları güçlendirdiğini diğerlerini ise dışladığını hatırlatıyor. Sosyolog Yazar Erol Erdoğan da kararın İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun seçim kampanyasının ruhuna uymadığını vurgulayarak, iptal kararlarının hukuka, şeffaflığa dayanması gerektiğinin altını çiziyor
Geçtiğimiz hafta İBB tarafından yapılan açıklamada, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun talimatıyla dernek ve vakıfların İBB ile olan çalışmaları üzerine inceleme başlatıldığı ve ilk incelemelerin ardından aralarında Ensar Vakfı, TÜRGEV, Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı, TÜGVA, Daru’l Fünun İlahiyat Vakfı, Hoca Ahmet Yesevi Vakfı bulunan vakıflarla arasındaki protokolü fesh etme kararı alındığı ve protokollerin iptal edildiği belirtildi. Açıklama, sivil toplum camiasında sessizlikle karşılanırken sosyal medyada büyük ilgi gördü. Protokolü iptal edilen kurumlar, kararı ‘siyasi’ olarak değerlendirirken; kamuoyu da politik görüşlere göre kararı farklı karşıladı.
Gazeteci Yazar Kemal Öztürk, konuyu sivil toplum-yerel yönetimler ilişkisinin nasıl olması gerektiği üzerinden tartışmaya açarken; muhafazakar STK’ların vizyon ve misyon sorunu yaşadığını da dile getirdi. Yaşananları dejavu olarak değerlendiren Öztürk, “Yani bundan önce başka belediyeler el değiştirdiğinde aşağı yukarı aynı şeyler oluyor. Herkes kendi desteklediği sivil toplum örgütüne yer veriyor, hizmet veriyor ve onları güçlendiriyor. Sonra belediye el değiştirdiğinde aynı şeyler yaşanıyor bu Türkiye’nin her tarafında, her siyasi partide başımıza geliyor. O zaman sorunu daha genel bir şekilde tartışmak ve çözmek lazım.“ diyor. STK-kamu ilişkilerinde problemler olduğunu belirten Öztürk. “Sivil toplum örgütüyle, belediyeler birlikte ortak projeler üretebilir. Ancak sivil toplum örgütünün bana göre belediyeden bir yer almaması, ücretsiz hizmet almaması gerekiyor. Bu sivil toplum örgütünün ruhuna aykırı bir kere. İngilizce’deki deyimiyle ‘non goverment organization’ yani devlet dışı organizasyon.. Anlamı budur. Yani devletten hiç faydalanmadan artı değer üretebilmek.. Peki siz sivil toplum örgütü olarak yerinizi belediyeden alırsanız, suyunuzu belediyeden bedava alırsanız, yemeği ücretsiz olarak alırsanız, personelizi orada çalıştırırsanız nasıl devlet dışı bir katma değer üreteceksiniz.?” sorularını yöneltiyor.
Belediyenin protokolleri iptaliyle İstanbul’daki çoğu sivil toplum kuruluşunun sıkıntı yaşayacağını vurgulayan Öztürk, “Uzun yıllar sivil toplum örgütlerinde çalıştım. Kiminde üye oldum, kiminde başkanlık yaptım. Dolayısıyla muhafazakar camianın sivil toplum geleneğini biliyorum, gözlemliyorum ve tecrübesini de yaşadım. Çok ciddi bir biçimde söylüyorum. Muhafazakar STK’ların misyon, vizyon, hedef sorunu var. İnsan kaynakları, finansal kaynaklar sorunu var. Bunları belediyelerle, bakanlıklarla ilişkiler kurarak çözmeye çalışıyorlar. Yanlış. Osmanlı imparatorluğundan beri bizim vakıf geleneğimiz, sivil toplum geleneğimiz böyle değildi. Devletin dışında, devletten beslenmeden hatta yardım ederek, toplumun içinden toplum için katma değer üreterek gelen, bir sivil toplum geleneğimiz vardır ama bugün öyle değil. Devlete bağımlılık sivil toplum tabanını sıvılaştır ve güçsüz bir hale getirir.” değerlendirmesinde bulundu.
İLKE Vakfı’nın geçtiğimiz yıllarda yaptığı Türkiye’de İslami STK’ların Kurumsal Yapı Faaliyetleri’nin Değişimi raporunu hatırlatan Öztürk, “İLKE Vakfı’nın sivil toplum örgütlerinin, kamuyla ilişkileri, vizyon misyon sorunlarıyla ilgili çalışmaları önemli. Bu çalışmaların yaygınlaşmasını ve sivil toplum kuruluşlarının kendi sorunlarını bir an evvel çözmesini ümit ediyorum” dedi.
İLKE Vakfı’nın hazırladığı raporla ilgili, İslami STK’ların süreçlerine dair gözlem ve değerlendirmelerini konuştuğumuz dosyamız için tıklayınız.
‘Sivil Toplumu İtibarsızlaştırma İşlevi Görebilir’
YADA Vakfı’ndan Pınar Gürer de sivil toplumun, kamu, yerel yönetim ya da özel sektörle işbirliği yapabileceğini, bu desteklerin alınmasının meşru olduğunu belirterek, “Burada meşru olmayan bunu alış biçimi ve şeffaf olmayan süreç. Haklara, kaynaklara hangi konuda çalışırsa çalışsın bütün sivil toplum kuruluşlarının eşit katılımı, erişimi o kaynağı talep etme hakkı var mı? Yoksa bu bir takım arka ilişkilerle, siyasi bağlantılarla mı yürüyor? Protokol iptallerinden önce atılması gereken hamle, bu sürecin yeniden tasarlanması olmalıydı. Sivil toplum yerel yönetim ilişkisi nasıl şeffaflaştırılır, STK’ların eşit derece katılımı nasıl sağlanır ve herkesin hak ve işbirliği talep etmesi nasıl sağlanır gibi konularda yapılacakların ortaya konması gerekiyor” dedi.
Olayın yandaşlık ve politik duruşlar üzerinden değerlendirilmesinin sivil toplumun itibarını zedeleyici, sivil toplum kuruluşlarıyla, çalışanlarına zarar verebilecek negatif boyutları olabileceği uyarısında bulunan Gürer, “Günün birinde başka bir sivil toplum kuruluşu belediyelerden kaynak aldığında bu kez onun için de ‘dünya ve siyasi görüşüne yakınlık’ değerlendirmesi yapılacak. Bir başka deyimle o sivil toplum kuruluşu için fişleme yapılacak. Dolayısıyla sürecin yeniden tasarlanmasına ait hiçbir tartışmanın açılmamasını, sadece politik dünya görüşü düzeyine çekilmesini tedirgin edici buluyorum. Önceki süreçler şeffaf değildi, yerel yönetimlerin sivil topluma kaynak açma biçimleri eşit değil ve biz bu alanı daha eşit, daha adil bir şekilde yürüteceğiz ve yeniden tasarlayacağız diyecek bir hamle gerekiyor” dedi.
‘Seçim Kampanyasına Uyumlu Değil’
Sosyolog Yazar Erol Erdoğan da, protokol iptalinin Ekrem İmamoğlu’nun seçim kampanyasına uymayan bir tasarruf olarak değerlendirerek, “Şimdi şu soru gündeme gelmeli: İBB herkesi nasıl kucaklayacak, her seçmene nasıl ulaşacak, STK’ları toptancı yaklaşımlarla dışlayarak herkese ulaşmak ne oranda mümkün olacak?” diye konuştu.
STK protokollerinin iptal edilmesi sürecinin STK-yerel yönetim ilişkisine uygun yürütülmediğini belirten Erdoğan, “ İptal kararının tek yönlü yapılması, iptalin kamuoyu ile paylaşımında kullanılan dil, iptal sürecinin denetim kararı veya yargı kararlarına dayanmaması, sürecin tamamen politik üslupla yürütülmesi, 1970’lerden sonra dünya genelinde, Türkiye’de ise 2000’li yılların ardından yoğunlaşan ve tarihimizde de geleneği olan devlet-hayırsever işbirliği kültürüne uygun gözükmüyor. Oysa yerel yönetimler paydaşlıkların, koalisyonların, işbirliklerin korunması, çeşitlenmesi ve çoğaltılması için çalışmalıdır. İptal olacaksa bile bunun denetime, hukuka, şeffaflığa dayanması gerekirdi. “ dedi.
STK-yerel yönetim işbirliğinin önemine ve devam etmesinin gerekliliğine işaret eden Erdoğan da Pınar Gürer gibi ‘şeffaflık’ vurgusu yapıyor. Belediyelerin STK’lara desteğinin adalet prensibiyle olması gerektiğini de belirten Erdoğan, “Belediyeler, ideolojik olarak kendilerine uzak bile olsa, desteği yerinde kullanmak ve denetime açık olmak şartıyla, mevzuat ve bütçe elverdiği ölçüde, şehrindeki tüm STK’lara destek vermeli, onlarla işbirliğine gitmeli, ortak işler yapmalıdır. STK’larla işbirliğinin sona erdirilmesi veya desteğin azaltılması, protokole aykırı davranışın teftiş veya yargı tarafından tespitiyle yapılmalıdır, keyfi davranışlara müsaade edilmemeli, kategorik dışlama ve rövanşist tutumlardan uzak durulmalıdır. STK’lar, prensip olarak, belediye veya hükümet desteklerini, yıllık bütçeleri içinde sınırlandırmalı, bağışçıları ve öz kaynaklarını artırmaya çalışmalıdır. Devlet kuruluşları, fonlar veya belediyelerden destek almasa bile varlık amacına uygun faaliyetleri yapabilecek güçte olmalıdır.” uyarılarında bulunuyor.
‘Kurumlar İdeolojik Davranmamalı’
İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Anabilim Dalı Sivil Toplum Kuruluşları ve Sosyal Sorumluluk Yönetimi Tezsiz Yüksek Lisans Programı Koordinatörü Prof. Dr. Yusuf Adıgüzel ise, STK’lar’ın ‘devlet/hükümet dışı’ örgütlenmeler olarak değerlendirilse de kamu kurumlarıyla ortak projeler yapabileceğini belirterek, “Devlet imkanlarının yetersiz kaldığı durumlarda, STK’lar devreye girerek kamusal hizmetlere destek olabilirler. İstanbul’daki 50’den fazla üniversitede 1 milyondan fazla öğrenci var. KYK yurtlarının bu kadar büyük bir kapasitesi yok. Bu yüzden devreye ticari amaçlı özel yurtlar ve vakıf yurtları giriyor. Ayrıca her yurdun konumu ve sunduğu hizmetler aynı değil. İstanbul’da eğitim öğretim alanındaki vakıf ve derneklerin, kamusal hizmet veren bir kurum olan İBB ile işbirliği yapmaları da son derece doğaldır. Sonuçta STK’lar bir kişi veya kurumun menfaatlerine hasredilemeyen, tüm topluma hizmet etmeyi amaçlayan kurumlardır. İdeolojik olarak eleştirenler tabi ki olabilir ancak bu vakıf ve dernekler sonuçta binlerce öğrencinin barınma (yurt) ve yemek gibi en temel ihtiyaçlarını karşılıyorlar.” Dedi. Türkiye’nin siyasi ve ideolojik gündemi değiştiğini her zaman değişebilir. Ama İBB (veya başka kamusal hizmet veren kurum ve kuruluşlar), ideolojik bir saplantıya düşmeden, rövanşist bir tavır takınmadan, bütün toplumsal kesimlere ve dezavantajlı gruplara hizmet eden STK’lar ile işbirliğini sürdürmeli. “ dedi.
Bizi Takip Edin