Emine Bulut Cinayetinin Görüntüleri Yayılmalı Mıydı, Yayımlanmamalı Mıydı?
Kızının yanında öldürülen Emine Bulut'un yaralı haldeki görüntülerinin yayınlanmasıyla ilgili tartışmaları sorduğumuz Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği'nden Şehlem Kaçar, "Burada bir kadının öldürülmüş olması yeterince dehşet vericiyken, toplumsal tepki yaratması için neden ağır yaralanma görüntülerini görmeye ihtiyacımız var? sorusunu kendimize sorabiliriz . Ya da bir kadının çocuğu önünde öldürülmüş olduğu bilgisi bizde varken bu şiddetin daha kanlı, daha dramatik, daha ajite, daha magazinsel olmasına neden medyanın ihtiyacı var? Bu görüntüleri görmek, yaygınlaştırmak, bizi cinayetleri ve şiddeti önlememiz için hangi toplumsal taleplere götürdü, hangi otoriteleri somut adımlar atmaya zorladı? Ne yazık ki çözüm önerilerinin hiç birinin otoriteleri şiddeti durduracak adımlar atmaya zorladığını söyleyemeyiz. " dedi.
Emine Bulut’un öldürülmesinin ardından şiddet görüntülerinin medyada yayılması meselesi epey tartışıldı. Bir kısım diyor ki ‘bu, duyarlılığı ve tepkiyi artırıyor’, bir kısım da diyor ki ‘hayır bu şiddeti normalleştiriyor’. Bu tarz şiddet içerikli videolar, haberlerin böyle yayımlanmasına ilişkin siz ne diyorsunuz? Bu türden görüntülerin yayılması yaygınlaştırılması ne gibi sonuçlar doğuruyor?
Trans ve na-trans kadın cinayetlerinin şiddet görüntüleri aracılığı ile gündemleştirilmesi sizin de dediğiniz gibi yıllardır tartışılan bir konu. Bu konudaki eleştiriler şiddeti doğrudan gösteren haber fotoğraflarının toplumsal tahribata yol açması, toplumu şiddete alıştırması, insanların güvenli alanlarından şiddete bakma arzularını gidermesi ve şiddeti normalleştirmesi üzerinden yapılıyor. Kişinin ölmeden önceki son görüntülerinin, acil servisteki görüntülerinin kitle iletişim araçları aracılığı ile yayılması şiddet haberlerinde fotoğraf ve videonun işlevini de sorgulamamıza neden oluyor. Eleştirmen Susan Sontag, şiddet görüntülerinin seyirlik bir malzemeye dönüştüğünden bahsederek bu görüntülerin kitle iletişim araçları ile milyonlarca kişiye sunulmasını şiddetin normalleştirilmesi kavramı üzerinden tartışır. Bunun dışında bu fotoğraflar ya da videolar hukuk devletinde adalet sistemi içerisinde kanıt niteliğindedir. Ancak bu fotoğraf ya da videolar dava dosyalarında yer alabilir, uzmanlığı olan insanlar bu kanıtlara bakabilir, halka kan fışkırması, boğaz kesilmesi, kırılmış ve parçalanmış kol, bacak görüntüleri ve ağır şekilde yaralanmış insanların görüntülerinin kanıt olarak sunulmasına gerek yoktur. Burada bir kadının öldürülmüş olması yeterince dehşet vericiyken, toplumsal tepki yaratması için neden ağır yaralanma görüntülerini görmeye ihtiyacımız var? sorusunu kendimize sorabiliriz. Ya da bir kadının çocuğu önünde öldürülmüş olduğu bilgisi bizde varken bu şiddetin daha kanlı, daha dramatik, daha ajite, daha magazinsel olmasına neden medyanın ihtiyacı var? Bu görüntüleri görmek, yaygınlaştırmak, bizi cinayetleri ve şiddeti önlememiz için hangi toplumsal taleplere götürdü, hangi otoriteleri somut adımlar atmaya zorladı?
Ne yazık ki çözüm önerilerinin hiç birinin otoriteleri şiddeti durduracak adımlar atmaya zorladığını söyleyemeyiz. Çünkü infial yaratan her olaydan sonra ne yazık ki toplum duygusal boşalma yaşıyor. Kadın cinayetlerinin münferit olduğu algısı yaratılıyor. Bu boşalma ile kadın cinayetlerini durdurmak için faillere yönelik “idam” talepleri geliyor. Oysa ki kadın cinayetlerinin katliam boyutuna vardığı, erkek şiddetinin tüm kamusal alanlarda yaygınlaştığı, siyasetçilerin söylemlerinin kadın -erkek eşitsizlikleri üzerinden kurulduğu toplumumuzda bu şiddet münferit değil sistematiktir. Çözümü de bir insan hakkı ihlali olan “idam” değildir. Öncelikle trans ve na trans kadın cinayetlerinin politik olduğunu kabul etmeli ve sistem sorunu olduğunu bilmeliyiz. Trans ve na trans kadınlara karşı şiddetle mücadele bir devlet politikası olmalıdır. 6284 sayılı kanun ya da İstanbul Sözleşmesi gibi kadınları, LGBTİ+’ları şiddetten koruyacak yasalara ve uluslararası anlaşmalara saldırılara ‘dur’ demeliyiz.
Şiddeti önlemek istiyorsak önce algıyı dönüştürmeliyiz. Biz bu nedenle medya ile işbirlikleri geliştirmeye çalışıyor, medyada toplumsal cinsiyet temelli şiddet alanında hak temelli habercilik nasıl olmalı sorusunu soruyor ve bu alanda atölyeler düzenliyoruz. Gazeteci haberi yaparken, hakim karar verirken, adli tıpçı rapor yazarken, kolluk kuvveti tutanak tutarken aynı derece sorumludur.
Mağdur Suçlayıcı Dili Değiştirmek…
Siz CŞMD olarak haber merkezlerini dolaşıp bu dili kırmaya değiştirmeye dönüştürmeye çalışıyorsunuz, buna neden ihtiyaç var?
Cinsel şiddet, cinselleştirilmiş şiddet asimetrik güç ilişkilerinden kaynaklanır ve yapısal, kültürel şiddet biçimlerinden beslenir. Kültürel şiddet denilince ataerkil sistemin tüm toplumda gündelik yaşama sirayet eden erkek egemen anlayışla var olmasını anlıyoruz. Yani patriyarka bir erkek egemenlik algısı yaratır, erkeğin güçlü olduğu kadının güçsüz olduğu ayrımcılıktan beslenir. Bu algıyı terbiye teknikleri, tahakküm süreçleri, itaat etme biçimleri ile topluma dayatılır. Kültürel şiddet de yapısal şiddet içinde grift bir şekilde kendine yer bulur. Yapısal şiddet içinde gördüğümüz kolluk kuvvetlerinin işlerini yapmaması, şikayet eden kadına “o saate ne işin vardı”, “kışkırtmak için ne yaptın” gibi soruları sorması ya da “haksız tahrik” indirimleri ile verilen cezalar, cezasızlıkla sonuçlanan mahkemeler, bakanlıkların, siyasi otoritelerin toplumsal cinsiyet eşitsizliğini körükleyen açıklamaları da kültürel şiddetin yapısal şiddetle iç içe geçtiğinin bir kanıtıdır. Kültürel alanda onaylanan mağdur suçlayıcılığın, erkeğin doğal suçsuzluğuna atıf yapılması bu algıdan kaynağını alır ve beslenir. Şiddeti önlemek istiyorsak önce algıyı dönüştürmeliyiz. Biz bu nedenle medya ile işbirlikleri geliştirmeye çalışıyor, medyada toplumsal cinsiyet temelli şiddet alanında hak temelli habercilik nasıl olmalı sorusunu soruyor ve bu alanda atölyeler düzenliyoruz. Gazeteci haberi yaparken, hakim karar verirken, adli tıpçı rapor yazarken, kolluk kuvveti tutanak tutarken aynı derece sorumludur. Yanısıra, bu toplumsal sağlık sorununa karşı medya sorumlu davranmalıdır. Tüm bu saydığım nedenlerle hak temelli yaklaşımı medyada görmek için haber merkezleri ile ortaklaşa çalışmalar yapmak, iş birlikleri geliştirmek ve haber dilinin dönüşmesini sağlamak bizim dernek olarak en temel çalışma alanlarımızdan biri.
Medya Sorumlu Davranmalı!
Peki medyanın şiddet haberlerinde genel durumu ne ve nasıl olmalı, medya bu tarz haberlere nasıl yaklaşmalı?
Toplumsal cinsiyet temelli şiddeti önlemek istiyorsak medya sorumlu davranmalı, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini kitlesel düzeyde öğreten, destekleyen ve yeniden üreten bir araç olmayı bırakmalıdır.
Cinayet haberleri ya da cinsel şiddet haberlerinin vahşice, hunharca, canice vb. olduğuyla ilgili açıklamalara yer verilmesi, “ Cinnet geçirdi”, “bir anlık öfke”, gibi tanımlamaları kullanarak ya da “kıskançlık” diye nedenleştirerek verilmesi öncelikle hak ihlalidir. “Alçakça, korkunç, iğrenç” gibi uç ve sansasyon yaratan ifadelerden kaçınmamız gerek. Bu ifadeler okuyanlar üzerinde öfke, çaresizlik vb. duygu yoğunluğu yaratır, toplum sağlığını olumsuz etkiler ve şiddetle ilgili yanlış inanışları pekiştirir. “Canavar” ya da “cani” tanımlaması failin insanlıktan çıkarılmasına, canavarlaştırılmasına neden olur. Fail ne canavardır ne de insan dışı bir varlıktır. Fail aksine tanıdığımız, bildiğimiz, güvendiğimiz kişiler olabilir. Trans ve na trans kadın cinayetlerinde faillerin sevgililer, eşler ya da eski eşler olması da zaten bunu gösteriyor. Medya’nın failin ifadesine yer vermesi başka bir sorun. Kadının hayat tarzı üzerinden, “toplumsal değerler”, “ahlak”a aykırılık algısı yaratacak haberleştirme yapılmaması gerekiyor.
Haberlerin çerçevesi çizilirken kadına yönelik şiddet üzerine yıllarca çalışan uzmanlara, bilgi ve deneyim sahibi olan derneklere yer verilmelidir. Ayrıca şiddeti önleme kanunun etkin olarak uygulanması ve şiddeti önleme merkezlerinin yaygınlaştırılması talepleri gündemleştirilmelidir.
Burada yayın yasaklarına da dikkat çekmek lazım. Tabii ki şiddetin pornografisini üretecek, kişinin insan hakkını ihlal edecek görüntüler yayınlanmamalı fakat toplumsal ruh sağlığını ilgilendiren kadın cinayeti gibi bir konuda bu konuyu tartışmaya açacak, nedenlerini araştıracak bir şekilde konuya yaklaşılmalı. Uygulamadaki eksiklikler, cezasızlık sorgulanmalı. “İstanbul sözleşmesi neden uygulanmıyor?” Sorusu otoritelere sorulmalıdır. Ayrıca devletin geliştirmesi gereken koruyucu ve önleyici yaklaşım üzerinde durulmalıdır. Haberlerin çerçevesi çizilirken kadına yönelik şiddet üzerine yıllarca çalışan uzmanlara, bilgi ve deneyim sahibi olan derneklere yer verilmelidir. Ayrıca şiddeti önleme kanunun etkin olarak uygulanması ve şiddeti önleme merkezlerinin yaygınlaştırılması talepleri gündemleştirilmelidir. Şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin usul ve esasları düzenleme amacıyla çıkarılmış olan 6284 sayılı kanunun uygulanması konusu, uygulamadaki eksiklikler ve yanlışlar mutlaka medyada yer almalıdır. Bunun dışında, kadına karşı şiddet münferit değil sistematiktir vurgusu yapılmalıdır. Hülya Gülbahar’ın da belirttiği gibi trans ve na trans kadınlara karşı şiddet TCK 96. maddesine göre “işkence” ve insanlığa karşı suçtur, sistematik şiddet uygulama üzerinden değerlendirilmelidir.
Medyaya başka ne gibi sorumluluklar düşüyor bu tarz haberleri yaparken?
Medya özellikle kadın ölümlerine şüpheyle yaklaşmalıdır. Çünkü bu ülkede kadın cinayetleri artarak devam etmekte ve cinayetlerin bir kısmı da “intihar etti” denilerek yok sayılmaktadır. Medyada takip ettiğimiz üzere intihar ya da şüpheli ölüm olarak yaklaşılan birçok kadın ölümünün cinayet olduğu ortaya çıkmıştır. Öldürülen, tecavüze uğrayan kadınların, transların medya eliyle suçlanmaması; medyanın sansasyon yaratarak gereksiz röntgenci bir hazza hizmet edecek detaylarla rayting elde etmesinden daha önemlidir.
Bizi Takip Edin