Sivil Toplum ve Yerel Yönetimler
Sivil toplum hareketleri, iktidar aygıtlarının müdahale etmediği ya da müdahale alanları dışında kalan ve devlete karşı toplumu savunan hareketlerdir. Bu nedenle sivil toplum tartışmalarının merkezinde yer alan konulardan biri devletse diğeri demokrasidir. Sivil toplum hareketleri sadece iktidarın keyfiliğini önlemek için ortaya çıkan ara gruplar olarak değil, iktidarın kararlarının ve eylemlerinin rızaya dayanması için zorlayan hareketlerdir.
Sivil toplum teorisine ilişkin tartışmaların merkezinde devlet bulunur. Devlet, şiddet tekelini elinde bulunduran ve belli bir teritoryal içerisinde kendi egemenliğini meşru yollarla tesis eden siyasal organizasyon olarak tanımlansa da, gerçekte devletin bu tanımın sınırlandırdığı çerçeveye sığdığını söylemek zor. Sivil toplum örgütlerinin, devlet gibi tümel bir örgüt karşısındaki anlamı ise egemenliğin paylaşılmasıdır.
Sivillik ile demokrasinin içsel ilişkisi rızanın gerçekleşmesini sağlayan siyasal rejimlerin bir sonucudur. Bu nedenle demokrasi formuna erişen herhangi bir siyasal sistem içerisinde sivil toplum hareketlerinin çıkmaması düşünülemez, sistemin işleyişi ve gelişimi içerisinde, eşzamanlı ve kendiliğinden ortaya çıkan hareketlerdir. Kendini devletten ve hükümetten ayrıştıran, yönetim, organizasyon ve karar alma süreçlerinde devlet ve hükümetten bağımsız olan ve tümüyle hükümet dışı organizasyon olarak örgütlenen bu hareketler, karar alma süreçlerinin ve yöntemlerinin çoğulcu ve katılımcı olarak gerçekleşmesini hedefler. Teoride bu hareketler devletin denetiminin ve baskısının ulaşamadığı, bağımsız olarak hareket eden örgütlenmelerdir. Görüldüğü üzere, sivil toplum teorileri, sivil toplum hareketlerini devleti eksene alarak tanımlamaktadır.
Peki, yerel yönetimler sivil toplum teorileri içerisinde ne anlama gelir? Literatürdeki yaklaşımların önemli bir kısmı yerel yönetimleri sivil toplum hareketinin bir parçası olarak değerlendirmektedir. Yerel yönetimler, belediyeler kamu tüzel kişilikleri olan ancak devletin parçası ya da aygıtı olmayan örgütlenmelerdir. Bu nedenle yerel yönetimlerin varlık nedenlerinden biri devletin ya da iktidarın gücünü sınırlamak, yereldeki güç dengeleri arasındaki çatışmaları gidererek çoğulcu ve katılımcı yönetimin sürdürülmesini sağlamaktır.
Bu nedenle yerel yönetimler seçimle işbaşına gelenlerin, yine seçimle oluşturulan araçlar ve organlarla halkın kendi kendini yönetmesini sağlamak anlamına gelir. Yereldeki iktidarın, yerelin üyesi olan kişilere dayanarak inşa edilmesi hem yurttaşlığın hem de siyasal katılımın aşağıdan yukarıya doğru gerçekleşmesiyle sürdürülür. Sonuç olarak örgütlenme ve söz-yetki-karar mekanizmalarının biçimi nedeniyle yerel yönetimler, sivil toplum örgütü olarak tanımlanmaktadır.
Ancak diğer taraftan yerel yönetimler devlet hiyerarşinin bir parçasıdır. Kamu gücünün bir kısmına sahiptirler ve devlet mekanizmasının içinde örgütlenirler. Sivil toplum hareketlerinin hükümet/devlet dışı örgütlenmeler olması gerektiği ilkesiyle çelişen bu durum, yerel yönetimleri sivil toplum hareketi olarak tanımlamayı zorlaştırmaktadır. Demokratik ülkelerde bu çelişki önemli ölçüde giderilmiş, ara mekanizmalar ve kurumlar aracılığıyla yerel yönetimlerin sivil toplum niteliği gittikçe güçlenmiştir. Yerelin konuları ve sorunları yereldeki paydaşlarla ve yerelin üyeleriyle birlikte tartışılmakta, eğitimden sağlığa, imardan ulaşıma, mimariden sanata kadar yerelin gereksinimlerini ve taleplerini gözeten yönetim modeli uygulanmaktadır. Bu modelin gerçekleşmesini sağlayan başlıca koşul ise yönetime katılımı teşvik eden gerçekçi politikalardır. Yine de yerel yönetimler ile sivil toplum arasındaki çelişkinin mutlak olarak giderildiğini iddia ederken biraz kuşkucu olmak gerek.
Türkiye’ye gelindiğinde ise demokratikleşme krizinin gittikçe derinleştiği gözlemleniyor. Bu krizin derinleştiği gösteren şey Diyarbakır, Mardin ve Van’daki seçilmiş belediye başkanlarının görevden alınıp yerlerine kayyım atanmasıyla sınırlı değil. Demokratik ülkelerde, demokrasinin ve sivil toplum hareketlerinin gelişimi kentleşme ve kentlileşmenin gelişiyle paralel olarak ilerlerken buna eşlik eden diğer gelişmeler, -örneğin kamuoyunun ve bağımsız medyanın kurumsallaşması, sosyal hakların güçlenmesi, hukukun bağımsızlığı, iletişim ve ulaşım teknolojisinin gelişmesi vb.- sivil toplum hareketlerini siyasal alanın ve ilişkilerin bir parçasına dönüştürdü. Türkiye’de ise yerel yönetimler, seçmenler tarafından işbaşına getirilen yönetimlerin inisiyatifine yer bırakmayan, yerelden ve onun dinamiklerinden bağımsız olarak işleyen, devlet tarafından belirlenen kurumlar olageldi. Bu genel eğilimin dışına çıkmaya teşebbüs eden her türden yerel yönetim girişiminin devletle karşı karşıya kalmasının nedenlerinden biri, Türkiye’deki devlet aklı ve pratiğinin toplum kavrayışındaki tepeden inmecilikten kaynaklanıyor. Elbette bu tür analizler, tek yönlü ve tek faktörlü gerçekleştirilemez. Gittikçe kurumsallaşan eşitsizlik ve ayrımcılık uygulamaları, dar siyasal grup çıkarları ve gittikçe otoriterleşen siyaset tekniğinin bu gelişmelerde önemli bir payı var. Ancak bu düzenin devam etmesinde demokrasi talebini tabanda örgütleyemeyen sivil toplum hareketleri görmezden gelinemez.
*Kapak Görseli: Gazete Duvar
Bizi Takip Edin