“Gıda Egemenliği, Geleceğin Anahtar Kavramlarından Biri Olacak”
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi bünyesinde faaliyet gösteren Sosyal Ekonomi Blogu'ndan Prof. Dr. Aylin Çiğdem Köne, Prof. Dr. Tayfun Büke, Güneş Kurtuluş, kooperatiflerle ilgili çalışmalarını Sivil Sayfalar'a değerlendirirken, "Gıda egemenliği, sosyal ve dayanışma ekonomisinin de temel eksenlerinden bir tanesi ve bundan sonraki yılların anahtar kavramlarından bir tanesi olacak." dedi.
Sosyal Ekonomi Blogu Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi’nde görevli akademisyenler ve onların öğrencileri tarafından yürütülüyor. Sosyal Ekonomi’nin amacı, sosyal/dayanışma ekonomisinin çok yönlü doğası ve piyasa kaynaklı sorunları dengeleme potansiyeli hakkında bilgi üretmek, fikir paylaşmak ve bunun yanı sıra farklı disiplinlerden araştırmacıların, politika yapıcıların ve girişimcilerin buluşabileceği bir platform oluşturmak. Blog üyeleri kendi yazılarından başka, çevirilere, Türkiye’den ve dünyadan etkinliklere, haberlere, öykülere, örnek olay çalışmalarına, kitap, makale, proje tanıtımlarına yer veriyorlar. Sosyal/dayanışma ekonomisi konularında teori, pratik ve politika boyutlarıyla dünyadan ve Türkiye’den gelişmeleri takip ediyorlar.
Sosyal ekonomi ve dayanışma ekonomisi kavramları günümüzde, sadece kalkınma iktisatçılarının alanı olmaktan çıkarak, yavaş yavaş sivil toplumun merak ettiği ve tartışmaya başladığı kavramlar haline geliyor. Teoride sivil toplum kuruluşu sayılan, ancak henüz tam anlamıyla sivil toplum olarak benimsenemeyen kooperatifler bu yeni kavramların tam ortasında yer alıyorlar. Sivil Sayfalar’da mercek altına aldığımız kooperatifçilik konusunu, Sosyal Ekonomi üyeleri kalkınma iktisatçısı Prof. Dr. Aylin Çiğdem Köne, enerji sistemleri mühendisliği bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Tayfun Büke ve iktisat bölümü yüksek lisans öğrencisi Güneş Kurtuluş ile görüştük.
Aylin Çiğdem Köne ve Güneş Kurtuluş sosyal/dayanışma ekonomisinin en önemli kurumu olan kooperatifler üzerine çalışmalar yürütüyorlar. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin tarım kooperatifleriyle işbirliğini sürdürülebilir kalkınma hedefleri çerçevesinde değerlendirdikleri ortak çalışmaları, geçtiğimiz ay United Nations Research Institute for Social Development (UNRISD) tarafından Cenevre’de düzenlenen konferansta sözlü bildiri olarak sunuldu. Konferans dönüşü yaptığımız söyleşide öncelikle bu çalışmanın konusu ve önerileri üzerinde durduk. Sonrasında tarım ve gıda alanındaki kooperatifleri, bu alandaki farklı işbirliği modellerini ve engelleri tartıştık.
Yerel yönetimlerin yereldeki sorunlara çözüm bulmak adına temel işbirliği yaptıkları aktörlerin kooperatifler olduğunu belirtiyorsunuz. Yerel yönetimlerle kooperatiflerin işbirliği yapması yönündeki artan bu eğilim neye dayanıyor?
Yerel yönetimlerle kooperatiflerin işbirliği yapması, son yıllarda güç kazanan küresel bir eğilim; dünyanın farklı kentlerinde pek çok örneğini gözlemliyoruz. Yaşanan çoklu krizler; ekonomik, sosyal ve çevresel kriz, yerelde çok daha belirgin olarak karşımıza çıkıyor. Devletin sosyal politika alanındaki etkinliği azalırken, yerelleşme eğilimlerinin güçlenmesi ile bu can yakıcı sorunların çözümü için yerel yönetimlerden beklentiler artıyor.
Bu ortamda, yerel yönetimler de yereldeki örgütlenmelerle, organizasyonlarla işbirliklerini geliştiriyorlar. İşbirliği alanında ön plana çıkan aktörler kooperatifler oluyor. Sivil toplumun diğer kuruluşlarıyla kooperatifler arasındaki fark; kooperatiflerin piyasa koşullarında mal ve/veya hizmet üreten işletmeler olmasıdır. Bu nedenle ekonomik sorunların çözümünde gerçekten etkili olabiliyorlar. Örneğin Amerika’da New York City ve Madison belediyeleri, düşük gelirli ve marjinal gruplar için iş ve refah yaratma vurgusu ile işçi kooperatiflerinin gelişmesini desteklemek üzere milyonlarca dolar harcıyorlar.
Elbette, her yerelin çözüm üretmeye çalıştığı sorunlar ve dolayısıyla işbirliği yaptığı kooperatifler farklı. İşbirliği yapılan kurum, İzmir’de tarımsal kalkınma kooperatifleri iken Amerika’da işçi kooperatifleri olmakta. Ancak genel eğilime baktığımızda, Türkiye’de belediyelerin kooperatiflerle uygulamaya koydukları işbirliği örnekleri dünyadaki örnekler ile paralellik gösteriyor.
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin araştırmanıza konu ettiğiniz tarımsal kalkınma modeli tarımsal kalkınma kooperatifleri ile işbirliğine dayanıyor. Bu modeli incelediğinizde neler tespit ettiniz, Türkiye’de bu işbirliği modeli neler vaat ediyor?
Buradaki işbirliğinin en önemli unsuru, sözleşmeli üretim modeliyle ürünlerin satın alınması. 4734 sayılı Kamu İhale Kanununun İstisnalar başlıklı 3. Maddesi, belediyenin üretici ve üretici birliklerinden doğrudan alım yapılmasına olanak tanıyor. İzmir’de bu maddeye dayanarak yapılan sosyal sorumlu satın alma uygulaması ile tarımsal kalkınma kooperatifleri altında örgütlenmiş küçük üreticiler desteklenmekte. Bu model sayesinde daha önce zorlukla ayakta duran tarımsal kalkınma kooperatifleri müthiş bir sıçrama gösteriyorlar. Kooperatifçilik gelişiyor, kooperatiflerin üye sayıları artıyor ve ekonomik olarak büyüyorlar.
Elimizdeki verilere göre, İzmir Büyükşehir Belediyesi toplam 45 kooperatif ile işbirliği yaparak İzmirli çiftçilerin yaklaşık %38’ine ulaşmış. Demek ki kooperatifler ile işbirliği yapılması, küçük üreticiye ulaşmak açısından etkin bir yöntem. Uygulanan bu tarımsal kalkınma modelinin sonucunda İzmir tarımı Türkiye ortalamasının üzerinde büyümüş. 2014-2017 arasında Türkiye’de tarım sektörünün büyüme hızı %3,1 iken İzmir’de %7,5 olarak gerçekleşmiş. Süt üretimine baktığımızda son on yılda, Türkiye için artış oranı %150, İzmir’de bu oran %240.
Başka bir örnek, belediyenin park ve bahçelerinde kullanılmak üzere çiçek, fidan ve ağaç aldığı Bayındır Çiçek Üreticileri Kooperatifi, BAYÇİKOOP. BAYÇİKOOP bugün, çiçek üretiminde dünyada ilk sıralarda yer alan Hollanda için üretim yapıyor. Bir kooperatifi desteklediğiniz zaman sadece o kooperatifi değil, dolaylı ve uyarılmış etkiler yoluyla yerel ekonomiyi de desteklemiş oluyorsunuz. Kooperatifçilik gelişirken diğer iş kolları gelişiyor, yerel ekonomi canlanıyor. Bayındır’da son 5 yılda 314 yeni girişim kurulmuş olması bunun bir kanıtı.
Tarıma verilen destekler sayesinde kırdan kente göçün azaldığını görüyoruz. İzmir Büyükşehir Belediyesi Tarımsal Hizmetler Daire Başkanlığı ile yaptığımız görüşmelerde modelin amacı olarak vurguladıkları konu da buydu. Tarıma destek olunmadığında, tarımla uğraşan kır yoksulları kente gelerek kent yoksulları arasına katılıyorlar. Ama tarım desteklediğinde, kırsaldaki nüfusa sosyal olanaklar sunulduğunda özellikle orta yaş grubundaki insanlar toprağından kopmak istemiyorlar.
Burada belirtmemiz gereken bir diğer konu da modelin kooperatiflerden ürün satın alınması ile sınırlı olmaması. Üreticilerin makine ve teçhizat, danışmanlık, eğitim, altyapı yatırımları gibi pek çok yolla desteklenmesine dayalı bütünleşik uygulamalar söz konusu. Uygulamanın en etkileyici yanı ise çok küçük bir bütçe ile sürdürülebilir kalkınma hedeflerine önemli bir katkı sağlanmış olması. Bu da tarımı bütünsel olarak ele alan projelerin gücünü göstermekte.
İncelediğiniz işbirliği modelinde eksik kalan taraflar neler?
Acaba bugün belediye kooperatiflerden satın alımı durdursa, kooperatifler kendi ayakları üzerinde durabilir mi? Ya da bu kooperatifler sadece İzmir ile mi sınırlı kalmalı? Ulusal ve uluslararası pazarlara yönelik faaliyet gösteremezler mi? Bu noktada, sistemi pazara erişim sorunu karşımıza çıkıyor. Doğrudan kooperatiflerden ürün satın alması ile yetinilemeyeceğini söylemek gerekli. Küçük üreticiyi ve tüketiciyi koruyacak yerel bir gıda sistemi oluşturmadığınız zaman hep eksik kalıyorsunuz.
Bu yerel gıda sistemi içerinde, üretici kooperatiflerin ya da çiftçilerin internetten, ya da satış yerlerinde ve pazarlarda doğrudan tüketiciye satış yapmaları düşünülebilir. Belediyeler ve/veya üretici kooperatifleri marketler kurabilir. Örneklerini görmeye başladığımız gıda egemenliği kavramına dayalı çalışan tüketici kooperatifleri de üretici ile tüketiciyi birbirine bağlayabilir. Kooperatifler dışında topluluk destekli tarım grupları, gıda grupları, kent bahçeleri de bu sistemin bir parçası olmalı. Büyük ya da küçük yapıları birbirlerine bağlayacak ağların kurulması ve yerel bir gıda sistemi oluşturma fikri bizde ön plana çıkıyor. Bu ağların kurulması noktasında İzmir’de bir eksiklik var. Bunun nasıl ortaya çıkarılabileceği konusunda daha çok akıl yürütmemiz gerek.
Bir başka eksiklik veri toplanması ile ilgili. www.izmirmodeli.com adresindeki dokümanlarda veriler var. Ancak sistematik şekilde toplanmış veri ve istatistik yok. Bu olmadığı zaman planlama yapma konusunda sıkıntılar yaşanıyor. Veri toplama ve işleme işi zaman ve kaynak gerektiriyor. Ama bu yapılmadığı zaman da modelin kurumsallaşması önünde engeller oluşuyor.
Türkiye’de bu modelin yaygınlaşması için neler yapılabilir?
Belediyeler kooperatifler ile işbirliğini ilk aşamada sözleşmeli üretim ve satın alma modeli ile başlatabilirler. Sonrasında da az önce belirttiğimiz yerel gıda sisteminin kurulması için çalışılabilir. Ancak tüm bunlar yapıldığında bile makro faktörler modelin başarısını engelleyebilir. Bir örnek verelim: Kentleşme baskısı. Kent alanlarının kullanılması ile ilgili tek yetki belediyelerde olmadığı için tarım alanlarının sanayi ve konut alanlarına dönüşmesi yönündeki eğilimlere nasıl karşı durulacak?
Bundan başka, gençlerin tarıma ve kooperatiflere olan ilgisizliği var. Pek çok genç ailesinin toprağı varken kentte güvenlik görevlisi olmak gibi işler peşinde koşuyor. Buna karşıt olarak, kentlerden toprağa yönelen insanların olması ise çok sevindirici. Dezavantajı ise bu kişilerin kırsal ile ilişkileri hiç olmamışsa örneğin ailelerinde bu işle ilgilenmiş olanlar yoksa toprağa yabancı olmaları. Bu da aşılması gereken engellerden bir tanesi.
Altı çizilmesi gereken noktalardan bir tanesi güven ilişkisi. İzmir Büyükşehir Belediyesinin uygulaması yukarıdan aşağıya bir model, ama tepeden inmeci yaklaşılmamış. Sürekli sahada, köylerde bulunmuşlar. Başta belediyeye güven duyulmamış, belediye sürekli sahada olarak ve verdiği sözlere sadık kalarak güven sorununu aşılabilmiş. Aslında güven sorunu sosyal ve dayanışma ekonomisinin dolayısıyla kooperatiflerin gelişmesinin önündeki en önemli meselelerden biri. Cenevre’deki konferansta da güven ilişkisi herkesin üzerinde durduğu bir konu oldu. Kooperatif yerel yönetim ilişkisi için geçerli olan güven ilişkisi, kooperatifçiliğin kendisi için de geçerli. Temelinde işbirliği, dayanışma ilkelerinin olduğu kooperatiflerde istenilen düzeyde bir işbirliği kendiliğinden ortaya çıkmaz. Bunun üzerinde çalışılması gerekir. Sadece basit bir çıkar birliği için bir araya geliniyorsa yürümez, herkes ortak amacı gerçekleştirmek için birbirine güvenmeli. Aksi takdirde karşımıza çıkan bir tür şirket olur ve sermayesi de güçlü değilse ayakta kalamaz.
Burada tabandan gelecek taleplerin önemini hatırlatmak yerinde olur. Bir yerel yönetim ‘kadınlar, size kooperatif kuruyorum’ dediği zaman o kooperatifin başarılı olma şansı yok. Çünkü tamamen belediyeye bağımlı bir kooperatif yapısı ortaya çıkıyor. Yerel yönetim destek verdiği için kooperatif kurulmamalı. Bir ihtiyacın kendi güçlerine dayanarak karşılanması için tabanda bir istek olması gerekiyor. Yerel yönetimler finansmana erişim, pazarla ilgili sorunların aşılması ve yurtdışı pazarlara erişim gibi konularda bilgi verici ve yol gösterici rol üstlenebilirler.
Son olarak, üreticilerin bir araya geldikleri ve örgütlendikleri kooperatif modelleri yanında farklı paydaşların örneğin üreticilerin ve tüketicilerin bir arada olduğu karma kooperatif modelleri de düşünülmeli.
Gıda üretimi alanında kooperatiflerin çiftçilere ya da tüketicilerin üreticilere duydukları güvensizlik meselesinde gözlemleriniz neler? Bu güvensizliği aşmak için tüketicinin üreticiyi, üreticinin üreticiyi denetlediği mekanizmalar mevcut. Bunların dışında nasıl bir denetim mekanizması kurulabilir?
Bu işi piyasaya bırakırsanız sertifikalar üzerinden güven sağlanmaya çalışılır. Bu şekilde oluşturulan sertifikasyonlara yönelik eleştiriler giderek artıyor. Örneğin adil ticaret sertifikasyonunda, satış gelirlerinin çok az bir kısmının küçük çiftçilere gittiği söyleniyor.
Bu güvenin piyasaya bırakılmadan çiftçi ve tüketici yararına çalışacak biçimde kurulmasının yolları yok değil. Örneğin “yeni nesil” tüketim kooperatifleri gıda egemenliği kavramından yola çıkarak ticari sertifikaların karşısında duruyorlar. Güveni sağlayabilmek için Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu (Çiftçi-Sen) ile işbirliği yapıyorlar. Bu kapsamda, küçük üreticiler geziliyor ve belirledikleri ilkelere uygun üretim yapan üreticilerin ürünleri tüketim kooperatifinde satılmaya başlanıyor. Adil ve ekolojik gıdayı odağına alan çok güzel bir model. Kapitalist piyasa ilişkilerinin dışında bir başka ilişki biçimi oluşturuluyor. Küçük çiftçi ticari sertifikaları maliyeti nedeniyle alamaz, ama doğru üretim yapıyorsa bu model içerisinde kentteki tüketiciye ulaşabilir. Model, ticari sertifikaların maliyetlerini üstlenmek zorunda kalmadan küçük çiftçiyi ve tüketiciyi bir araya getiriyor.
Gıda egemenliği, sosyal ve dayanışma ekonomisinin de temel eksenlerinden bir tanesi ve bundan sonraki yılların anahtar kavramlarından bir tanesi olacak. Bir takım şeylere karar verme mekanizmalarımızda hiç yer vermiyoruz. Dayanışma, işbirliği gibi kelimeler çok cazip geliyor, çok rahat kullanılıyor. Söylemesi kolay ama ideal olarak ulaşması bir o kadar zor; çünkü bilgi edinmeyi ve sorumluluk üstlenmeyi gerektiriyor. Tüketici açısından bakınca aldığım ürün nereden geliyor, nasıl üretildi diye sormak aslında sorumluluk yüklenmek demek. Öbür türlü sertifikaya bakıp satın almak kolaycılık.
Bu noktada kooperatiflerin yerel yönetimler dışında farklı kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapabildiğine dair bir örneğe değinmiş oldunuz. Peki, kendi kendine ayakta durabilen gıda kooperatiflerine dünyadan iyi örnekler verebilir misiniz?
Dünyada çok büyük tarım kooperatifleri var. Örneğin Hollanda’da tarım kooperatifleri öylesine büyüklüklere ulaşmışlar ki üst birliklerini ortadan kaldırmışlar, yani üst birliklere ihtiyaç duymayacakları ölçeklere ulaşmışlar. Hindistan’dan Amul, Yeni Zelanda’dan Fonterra gibi çok başarılı tarım kooperatifleri var. Aslında geleneksel olarak kooperatifçiliğin en başarılı olduğu sektör tarım.
Ancak “iyi” örneklerin tanımlanması sorunlu bir alan. “İyi” örnek dediğimizde, iyi olmanın ölçütünü nasıl belirleyeceğiz? Örneğin, başarılı olmak ve üretim ölçeğini büyütmek ile ekolojik baskı arasındaki çelişkiyi gözden kaçırmamak gerekiyor. Büyük ölçekli monokültüre dayalı tarım, ekolojik sorunları beraberinde getiriyor. Burada kolay kolay aşılamayacak bir çelişki ile karşı karşıyayız. Ölçeklenmek maliyet düşüşünden yararlanmayı sağlar. Ancak ekolojik sorunların yanı sıra kooperatifin demokratik yönetimine, eşitlikçi yapısına zarar verebilir. Kooperatifte çalışan fakat yönetimde söz sahibi olamayanlar işçilerin sayısı arttığında, kooperatifin finansal göstergelerine bakarak ilerlediğini söylemek mümkün. Ancak kooperatifçilik ilke ve değerlerinden uzaklaşıldığını ve kooperatifin şirketleştiğini söylemek de mümkün ve haklı bir eleştiri.
Bizi Takip Edin