Avrupa Komisyonu: Türkiye’de Sivil Toplum Alanında Ciddi Bir Gerileme Yaşandı
Mayıs ayı sonunda 2019 Türkiye İlerleme Raporu'nu açıklayan Avrupa Komisyonu, sivil toplum konusunda ise ciddi bir gerileme yaşandığını kaydetti. Konuyla ilgili Türkiye’de önemli bir yere sahip olan TÜSEV, STGM ve Tohum Otizm Vakfı’na Türkiye’de sivil toplumun faaliyetlerinin sürdürülebilir olmasını önündeki engelleri sorduk.
Avrupa Komisyonu, Mayıs ayı sonunda açıkladığı 2019 Türkiye İlerleme Raporu’unda sivil toplumu ilgilendiren önemli maddelere yer verdi. Raporda bugüne kadar müzakereye açılan 16 başlığın 10 tanesinde bir önceki yıla kıyasla ilerleme kaydedilemediğini ifade eden Avrupa Komisyonu, Türkiye’de sivil toplum konusunda ise ciddi bir gerileme yaşandığını kaydetti.
Avrupa Komisyonu Türkiye İlerleme Raporu’nda sivil toplumu ilgilendiren bölümüyle ilgili olarak Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı ( TÜSEV), Sivil Toplum Geliştirme Merkezi (STGM) ve Tohum Otizm Vakfı’na; sivil toplum dünyasının faaliyetlerini sürdürebilmesinin önemli şartlarını ve Türkiye’de STK çalışmalarının sürdürülebilir olmasını etkileyen faktörleri sorduk.
“Sivil toplum, içinde yaşadığımız toplumun demokratik niteliğine önemli bir katkı sağlar”
Sivil toplumdaki aktörlerin faaliyetlerini sürdürebilmeleri için gerekli şartların neler olduğunu konuşmak için öncelikle bu faaliyetlerin neler olduğuyla başlamak gerektiğini vurgulayan Sivil Toplum Geliştirme Merkezi (STGM), “Sivil toplumun alameti farikası olan farklılığı ve çeşitliliği içinde temelde iki tür faaliyetten, ya da her türlü faaliyetin iki tür sonucundan bahsedebiliriz: Sivil toplum, her türden toplumsal sorunun ve çözüm önerisinin tartışılabildiği ve pratiğe dökülebildiği sınırları belirsiz bir kamusal alan yaratarak içinde yaşadığımız toplumun demokratik niteliğine önemli bir katkı sağlar. Öte yandan, sivil toplumdaki örgütlenmeler, kendi yarattıkları ya da harekete geçirdiği olanaklar sayesinde kamu yararına hizmet ederler. Sivil toplumun dünyasının faaliyetlerinin bu iki boyutu kapsadığını kabul edersek, bu faaliyetlerin biri içsel diğeri dışsal iki temel şarta bağlı olduğunu görebiliriz: Toplumsal kesimler ya da gündemler ile canlı bir bağlantı, ikincisi evrensel nitelikte asgari bir hukuksal koruma.”
Evrensel Nitelikte Asgari Bir Hukuksal Koruma..
Sivil toplumdaki örgütlenmeler ile yurttaşlar/bireyler arasındaki bağları özellikle dijital iletişim teknolojilerinin çığır açan yaygınlaşması ile iyice karmaşık bir biçim aldığına dikkat çeken STGM, sivil toplum dünyası için bu yeni teknolojilerin yarattığı olanakları ve neden olduğu tehditleri anlamak ve ona gerekli yanıtları üretmenin önemli bir şart olarak öne çıktığını belirtiyor.
Evrensel nitelikte asgari bir hukuksal korumanın, ortak bir ülküye sahip bireylerin sivil toplum alanında bir araya gelişini mümkün kılması ve eşit muamele, şeffaflık, hesap verebilirlik gibi temel evrensel değerlere dayanması gerektiğinin altını çizen STGM, günümüzde ağırlık kazanan ve yaygınlaşan eğilimin sivil toplumda örgütlenmeyi zorlaştıran yasal düzenlemeler ile şeffaflık ve eşit muameleden uzak idari tasarruflar olduğunu belirtiyor.
Sivil toplumda Sürdürülebirliği Etkileyen Faktörler..
Türkiye’de STK çalışmalarının sürdürülebilir olmasını etkileyen faktörleri sıralayan STGM’nin ortak cevabı şöyle: “Türkiye’de STÖ’lerin çalışmalarının sürdürülebilirliğini etkileyen faktörlerin dünyadaki temel eğilimlerle paralel. Örneğin Civicus’un hazırladığı yıllık Sivil Toplum’un durumu raporlarında küresel sözcüklerinin yerine Türkiye sözcüğü getirilse, bu raporlar büyük oranda geçerliliğini korur. Yine de özel olarak Türkiye ve sürdürülebilirlik açısından bakıldığında en önemli faktörün politik konjonktürlerdeki şiddetli dalgalanmalar olduğunu öne sürebiliriz. Sürdürülebilirlik eninde sonunda orta ve uzun vadeli bir kabiliyet, ancak Türkiye’de son dönemde uzun vadeli plan yapabilmek için hiç de elverişli olmayan uzun bir dramatik çalkalanmalar dönemi yaşandı. Son 10 yıla, hatta son 5 yıla dönüp bakıldığında, Gezi, politik operasyonlar, Suriye krizi, seçimler, ülke tarihinin en şiddetli bombalı saldırıları, yenilenen seçimler, darbe girişimi, OHAL, seçimler, Anayasa’nın kısmen ve kamu idaresinin bütünüyle değişmesi, yerel seçimler, yenilenen seçimler gibi son derece dramatik gelişmelerin beş altı yıla sığdığına inanmak zor gibi gözüküyor. Bu makro-politik/ekonomik gelişmeler sivil toplum içindeki özellikle daha kırılgan veya muhalif kesimleri ciddi oranda baskı altına aldı. Bu da sivil toplumdaki çoğulculuk için bir tehdit oluşturuyor. Herhangi bir öngörü ya da plan yapmayı zorlaştıran bu ortam hemen herkesi olduğu gibi STGM’yi de olumsuz etkiledi. Ancak bu koşullar altında da STGM sivil toplum örgütlerinin kapasitelerini güçlendirecek çalışmalar yapmayı sürdürdü.” Kamuoyunda Gezi Davası olarak da bilinen davanın son dönemdeki en tartışmalı davaların başında geldiğini belirten STGM, “İddianamenin yayınlanmasından önce de İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca gerçekleştirilen göz altılar, savcılığın ilk sayfası dolaşıma giren basın açıklaması, ardından Yiğit Aksakoğlu gibi sivil toplumun yanı sıra pek çok kamu kurumu ile de uzun yıllar boyunca birlikte çalışmış, sivil toplumda aktif olarak çalışan herkesten neredeyse ne eksiği ne fazlası olan bir kişinin tutuklanması sivil toplum alanında ciddi bir şaşkınlık ve kaygı yarattı. Ardından yayınlanan bu iddianame kaygıları arttırdı. Gezi davası, biraz önce bahsettiğimiz sağlıklı bir sivil toplum için gerekli olan hukuki koruma konusunda ciddi bir belirsizlik ve endişeye dönüşmüş durumda. STGM olarak bu gelişmelerin son yirmi yılda Türkiye’de değişen konjonktürlere karşın gelişmeye devam eden sivil örgütlenmelere ciddi zarar vereceğini düşünüyoruz.”
“STK’lar Arasında Ciddi Bir Güven Sorunu Ortaya Çıktı”
Sivil toplumun faaliyetlerini sürdürebilmesinin en önemli şartı olarak elverişli bir ortam olması gerektiğini belirten Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı (TÜSEV) Genel Sekreteri Tevfik Başak Ersen, “Elverişli ortamın sağlanması Uluslararası konteks de; siyasi, sosyal ve ekonomik şartların iyi olmasıdır. Bu şartların hepsinin sağlandığı bir ortamda sivil toplum kuruluşları daha verimli çalışır. Ülkedeki siyasi durumun çalkantılı olması, ekonomik krizin eşiğinde olmamız sivil toplum kuruluşlarını maalesef etkiliyor.” dedi.
Sivil toplum kuruluşlarının bir bölümünü doğrudan hedef alan bir dava aşamasında olunduğunu ve dolaylı olarak hükümetin sivil toplum kuruluşlarıyla ilgili önemli bir takım endişeleri olduğuna dikkat çeken Ersen şöyle devam etti: “Bu durum sivil toplum kuruluşları arasında da bir kamplaşmaya neden oluyor. Dolayısıyla bu açıdan çok iyi durumda değiliz. Sosyal olarak zaten toplum polarize olmuş durumda. Sivil toplum kuruluşlarının da hem bazıları, doğal olarak bazıları da dolaylı olarak bu polarizasyonu zaten parçası haline gelmiş durumda. Bu nedenle sivil toplum kuruluşlarının da birbiriyle çalışması daha çok güçleşti. STK’lar arasında ciddi bir güven sorununun ortaya çıktığını düşünüyorum.”
Türkiye’deki mevcut ekonomik durum üzerinden sivil toplumun nasıl etkilendiği konusunda görüş bildiren Ersen, “Türkiye’deki ekonomik kriterler de ortada. Sivil toplum özelinde baktığımız zaman ekonomik şartlardan sivil toplum kuruluşlarının fonları etkileniyor. Hem Türkiye’deki kuruluşlar hem de uluslararası kuruluşlar olarak donörlerde çok ciddi bir azalma var. Mevcut donörlüğü devam ettiren Avrupa Birliği gibi kuruluşlarda, donörlük stratejilerini gözden geçirme gibi bir durum ortaya çıktı. Onlar da çok daha dar bir alana finansman sağlar hale geldiler. Dolayısıyla sivil toplum kuruluşlarının finansman imkanı azaldı. Bununla birlikte ekonomik krizin de derinleşmesiyle; özel sektörün farklı alanlarda çalışmalar yapan kuruluşları desteklenmesinin de önünün kesileceğini katarsak, önümüzdeki seneden itibaren bu konuda sıkıntı yaşanacağını öngörebiliriz.” dedi.
Türkiye’de bir STK olarak TÜSEV’in mevcut durumdan nasıl etkilendiğini sorduğumuz Ersen şöyle yanıt verdi: “TÜSEV’in doğrudan çalışmalarının etkilendiğini söylemek öbür kuruluşları biraz haksızlık olur. Sivil toplum dünyasının bir aktörü olarak tabi ki biz de etkileniyoruz. Hem doğrudan hem dolaylı olarak. Dolaylı olarak; zaten toplumdaki gerginlikler, siyasi istikrarsızlık, sivil toplumla kamunun ilişkilerinin inişli çıkışlı olması, sivil toplum kuruluşları arasındaki güven problemleri, sivil toplumla kamuoyu arasındaki güven problemleri dolaylı olarak bizleri de etkiliyor. Doğrudan etkilenmemiz ise daha dikkatli oluyoruz. Yazdıklarımızı süzgeçten geçirip yayınlamaya çalışıyoruz. Yanlış anlaşılma olmaması için iletişimimizde çok daha özen gösteriyoruz. Bir kamplaşman içinde yer almamaya gayret ediyoruz.”
“STK Olarak Mali Sürdürebilirliği Sağlayamıyorsanız…”
Sivil toplum kuruluşlarının faaliyetlerini sürdürerek toplumda değişim yaratabilmeleri için mali olarak sürdürülebilir bir yapıya ihtiyacı olduğuna dikkat çeken Tohum Otizm Vakfı Genel Müdürü Betül Selcen Özer, “Kaynak yaratma zorunluluğu büyük bir baskı ve beraberinde zincirleme diğer sorunları getiriyor. STK olarak mali sürdürebilirliği sağlayamıyorsanız; insan kaynağına yeterli yatırımı yapamıyorsunuz, hayata geçirmek istediğiniz projeler askıda kalıyor ve dolayısıyla yaratmak istediğiniz etki de sınırlanıyor. STK’lar için kaynak geliştirme zorunluluğu bu kadar önemli bir konu olmasına karşın, maalesef çok az STK’nın buna dair stratejik planları, hedefleri ve yol haritaları var. Bağışçılarınız dağılımı bile başlı başına üzerine düşünüp, planlama yapmanızı gerektiren bir durum. Örneğin; bağış dağılımınızda kurumsal bağışlar pastada en büyük dilimi oluşturuyor diye düşünelim. Kurumsal bağışlarda; ülke gündemi, ekonomik dalgalanmalar, yönetimsel değişiklikler, sosyal sorumluluk önceliklerindeki stratejik değişiklikler sürdürülebilirlik konusunda STK’ların dönem dönem sıkıntılar yaşamasına neden olabiliyor. Bir kurumun size bağış yapmaktan vazgeçmesi bütçesel anlamda STK’lar için önemli açıklar yaratabiliyor. Bu yüzden bireysel bağışçılar STK’lar için büyük önem taşıyor. STK’ların bireysel bağışçılara yönelik yapılan bağışın “miktarı değil faydası” noktasında iletişimini yürütmesi, şeffaflık ve hesap verebilirlik konularının ilk sırada olması şart. Tüm bu veriler ışığında; STK’lar için etkin ve sürdürülebilir kaynak yaratma stratejisinin düzenli bağış yapan bireysel bağışçı sayılarını artırmak olduğunu ortada.” dedi.
Türkiye’deki siyasi ve ekonomik gündemin herkesi olduğu gibi STK’ları da etkilediğine dikkat çeken Özer, “Biz konumuz itibariyle kamu ile yakın çalışmalar yapan ve ortak projeler yürüten bir vakıfız. Tüm bu süreçte karar vericilerde yaşanan değişimler bizleri etkiliyor. Bazen çok daha hızlı sonuç almayı beklediğimiz eylem planları, projeler, modeller bu değişimler yüzünden çok daha yavaş ilerleyebiliyor. Tabi bu kurumsal hafıza sadece kamuya özel bir konu değil. STK’larda da aynı sıkıntı var. Sürdürülebilirlik için her ne olursa olsun konuların, projelerin, raporların isimlerden bağımsız olması şart. Ekonomik durum ile ilgili de her zaman B planlarımız olmalı. Ekonomik dalgalanmalar STK’ların mali sürdürebilirliğinin önündeki en önemli engellerden biri. Bağışçı dağılımının dengesi, farklı kitlelere ulaşmak için yeni kaynak geliştirme modellerinin denemesi, düzenli bağışçı sayılarının artırılması bu noktada tek çıkış yolumuz gibi görünüyor.” dedi.
Raporun sivil toplumla ilgili bölümünün çevirisi için tıklayınız.
Raporun tamamına ulaşmak için tıklayınız.
Bizi Takip Edin