“Türkiye’de Mülteciler İçin Bir Radyo İstasyonu Kurulmalı”
Medyada mültecilere yönelik nefret söyleminin, hak odaklı habercilikle iyi örneklere dönüşmesinin konu olduğu panelde; Türkiye’de mültecilere yönelik bir iletişim politikası geliştirilmesi gerektiğini söyleyen İngiliz gazeteci ve The MediaWise Trust’ın kurucusu Jempson, “Türkiye’de 4 milyon Suriyeli varsa; Birleşmiş Milletler ya da UNİCEF tarafından Türkiye’de mülteciler için bir radyo istasyonu kurulmalı.” dedi.
Hrant Dink Vakfı tarafından düzenlenen Yeni Bir Söylem ve Yeni Bir Diyaloğa Doğru Projesi’nin ilki olan “Medyada Mülteciler: Hak Odaklı Habercilikte İyi Örnekler” başlıklı panel önceki gün vakfın Havak Salonu’nda gerçekleşti. Panelde, Avrupa ve Türkiye’den gazeteciler ve medya uzmanları; medyada mültecilere yönelik ayrımcılığın ve nefret söyleminin boyutlarını ve mücadele deneyimlerini aktardı. Ayrıca Hrant Dink Vakfı’nın Suriyeli mültecilere yönelik nefret söylemi ve ayrımcı söyleme dair bulgular da paylaşıldı. Moderatörlüğünü, İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi (İGAM) başkanı Metin Çorabatır’ın yaptığı panelde; The MediaWise Trust’ın kurucusu ve direktörü Mike Jempson, Community Media Forum Europe’un (CMFE) proje yöneticisi Nadia Bellardi, Bianet’in eş yayın yönetmenliğini yürüten Ekin Karaca konuşmacı olarak yer aldı.
“Suriyelilerin Mülteci Olduğunu Vurgulamıyoruz”
Panelin moderatörlüğünü yapan İGAM Başkanı Metin Çorabatır, hükümetin 2019 yılını ‘Uyum Yılı’ ilan ettiğinin altını çizerek, “Suriyelilerin ve diğer uluslararası korumaya ihtiyacı olan kişilerin için 2019 yılı uyum yılı ilan edildi. Türkiye’de 4 milyonun üzerinde kayıtlı mülteci var. Ben mülteci diyorum. Bu konuda Türkiye’de bir terminoloji karmaşası var. Devletin en üst makamlarında olan herkes Suriyeliler, göçmenler, geçici koruma altındaki insanlar diyor. Bu kavramlardan oluşan pek uzun bir liste var. Bu insanlar mülteci. Bu insanların mülteci olduğunu vurgulamıyoruz. Bir mülteciye; göçmen ya da Suriyeli gibi başka kavramlar yüklediğimiz zaman bunun hukuki sonuçları farklı oluyor. Bu nedenle de siyasiler ‘Suriyeliler geri gidecekler, geri göndereceğiz’ diyorlar. Eğer bu insanların mülteci olduğunu dikkate alırsak neden ve hangi koşullarda nasıl geri göndereceklerini açıklamaları lazım. Bu nedenle mülteci kelimesini kullanmaktan kaçınıyorlar. Dolayısıyla böyle kavram kargaşası sürüp gidiyor” dedi.
‘Kaçak Göçmen’ Yerine ‘Düzensiz Göçmen’ İfadesi Kullanılmaya Başlandı
Medya’da kötü niyetli insanların aklını ve söylemini değiştirmenin çok daha uzun vakit alacağına vurgu yapan Çorabatır, “Bir de bilgi eksikliğinden kaynaklanan, birbirini etkileyerek zincirleme giden bir yayıncılık var. Buna karşı öğreterek bir yayıncılık daha etkili olabilir. İGAM ve Gazeteciler Cemiyeti ile yaptığımız ortak çalışmadan sonra ulusal medyada ‘kaçak göçmen’ ifadesi yerine ‘düzensiz göçmen’ ifadesi kullanılmaya başlandı. Bu güzel bir şey. Aynı şekilde Suriyelilere yönelik başarı örnekleri medyada daha sık görülmeye başladı. Böyle pozitif sonuçlardan hareketle daha fazla çaba göstermeliyiz.
Panelde gazetecilik etiği alanında çalışmalar yürüten The MediaWise Trust’ın kurucusu ve direktörü Mike Jempson, sığınmacıların ve mültecilerin medyada adil ve doğru bir şekilde temsil edilmesini ve mülteci toplulukların medya ile etkileşiminin teşvik edilmesini amaçlayan, iyi örnek teşkil eden çalışmalarına değindi. Konuşmasında mültecilere yönelik nefret söyleminin tüm Avrupa’da kullanışlı bir söylem haline dönüştüğüne dikkat çeken gazeteci Jempson, gazetecilerin ve siyasilerin, mültecilere karşı kullandığı dilin çok tehlikeli olduğunu ve bu nefret söyleminin en çok kullanıldığı alanın da sosyal medya olduğunu söyledi.
“Gazetecilere, Kullandıkları Dilin Mültecilere Nasıl Zararlar Verdiğini Gösterdik”
Londra’da Türk gazetecilerle bir araya geldiğini dile getiren Jempson, “Bir proje gerçekleştirdik ve sürgündeki mülteci gazetecileri İngiliz medyası ile bir araya getirdik. Özellikle yerel gazetecilerin kullandıkları dilin mültecilere nasıl zararlar verdiğini gösterdik. Çünkü hiçbir gazeteci haberin muhatabı olan mültecilerle birebir konuşmuyor, sadece olumsuz haberlerini yapıyorlar. Programda mülteciler gerçek hikayelerini anlattı ve oturup konuşmalarına imkan sağladığımızda gazetecilerin daha pozitif bir tavır sergilediklerini ve bunun da haber dillerine yansıdığını gördük” dedi.
“Ülkede Yaşanan Sorunların Mültecilerle Bir Alakası Olmadığını Anlattık”
Siyasilerin kullandığı dilin medyada da nefret söylemine neden olduğuna vurgu yapan Jempson, “Gazeteciler ve gazete yöneticileri daha çok siyasi liderlerin konuşmalarına ve abartılı istatistiklere bakarak haber yapıyorlar. Mülteciler devletin sırtında bir yük gibi ilan ediliyor. Dolayısıyla siyasilerin söylemleri haberin diline yansıyor. Bunun yerine mültecilerin neden devletsiz hale geldikleri üzerinde durulması gerekiyor” diyerek sözlerine devam etti.
“Nefret Söylemini Tetikleyen Haberlerini İfşa Ettik”
İngiliz gazetelerindeki İslam dini ve Müslüman mülteci karşıtı haber örneklerini gösteren Jempson, “İngiliz basınında göllerde kuğu ve balık kalmadığına dikkat çeken absürt haberler vardı. Buna neden olarak da parklardaki, göllerdeki kuğuları yiyen mülteciler olarak hedef gösterildi. Balık kalmamasını kirliğe değil de yine mültecilerin yemesine bağlayan haberler yapılıyordu. Dernek olarak yaptığımız çalışmalarla nefret söylemini tetikleyen haberlerini ifşa ettik. Gazetecilik yöntemleriyle bu haberleri çürüttük. Düzenlediğimiz buluşmalar ve etkinliklerle, ülkede yaşanan sorunların temelde mültecilerle bir alakası olmadığını anlattık” dedi.
“Mültecilerin Birbirlerine Seslenecekleri Bir Alanları Olmalı”
Türkiye’de de mültecilere yönelik bir iletişim politikası geliştirilmesi gerektiğini söyleyen Jempson, “Türkiye’de 4 milyon Suriyeli varsa; Birleşmiş Milletler ya da UNİCEF tarafından Türkiye’de mülteciler için bir radyo istasyonu kurulmalı. Mültecilerin kendi dillerinde konuşup birbirlerine seslenecekleri bir alanları olmalı. Mülteci sanatçılar, yazarlar, entelektüel insanlar kendilerini ifade etmeye başladıkları zaman sanat dünyasının nasıl birleştirici bir fayda sağladığı görülecektir.” diye konuştu.
“Gazeteciler İfade Özgürlüğünden Nefret Söylemine Kayan Bir Dil Kullanıyor”
Community Media Forum Europe’un (CMFE) proje yöneticisi ve gazeteci olan Nadia Bellardi ise medya aracılığıyla nasıl ayrımcılıkla mücadele etiklerine dair iyi örnekler verdi. İtalyan asıllı olan ve İsviçre’de yaşayan Bellardi, İsviçre’nin çok güçlü bir demokrasiye sahip olduğu halde nüfusun dörtte birinin oy kullanma hakkının olmadığına dikkat çekerek konuşmasına başladı.
Göç fenomenini bir kriz değil, insan hakkı olması gerektiğine vurgu yapan Bellardi, “ Toplumlara, mülteci olarak tanımlanan insanların neden göç ettiklerini anlatmamız gerekiyor. Göçü bir kriz olarak tanımlamak doğru değil. Kriz dediğimiz bir durumun kötüleşmesi demek. Göç dediğimiz bir problem değil, bir insan hakkı, çok doğal bir fenomen. Göç aslında bir sorunun sonucu ve bunlar savaş, eşitsizlik gibi nedenlerden kaynaklanabiliyor. Toplumlara bunu anlatmak zorundayız. Biz gazeteciler de bunu bu şekilde anlatabilirsek; haberlerimizi ve köşe yazılarımızı da bu çerçevede yazarsak farklı bir yaklaşım ve perspektif ortaya koyabiliriz. Gazeteciler ifade özgürlüğünden nefret söylemine kayan bir dil kullanıyor. İfade özgürlüğünün nerede bitip, nefret söyleminin nerede başladığına dikkat etmeliyiz. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde 10. maddede ifade özgürlüğünün tanımı yapılmıştır. Bu nedenle medya haber yaparken, nefret söylemine kaçacak bilgileri vermekten kaçınmalı. Aynı şekilde siyasilerin de nefret söylemine kaçacak söylemlerden kaçınması gerekiyor” dedi.
“Mülteci Gazetecilere Kendi Dillerinde Yayın Yapma Hakkı Sunduk”
Mültecilere yönelik radyo projesinden bahseden Bellardi, “Toplum gazetecileri olarak mülteci gazetecilere kendi dillerinde yayın yapma hakkı sunduk. Böylece kendi ülkelerinden ve diğer ülkelerden gelen insanlarla tanışıp iletişim kurdular. Böylece toplum medyasının yeni gelen mültecilere nasıl katkı sağladığını görmüş olduk. Mültecileri korumaya yönelik bunun gibi platformlar oluşturulmalı. Medyanın haber verme hakkı var ama Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi medyanın nefret söylemine kaçan haberlerine yasal sınırlamalar getirmeli. Sosyal medya üzerinden mültecilere yönelik saldırılara da kollektif bir çalışma ile bir duruş sergileyebiliriz. Ayrıca mülteciler kendilerine tanınan bir takım haklardan haberdar değiller. Dolayısıyla onların da kendi haklarını öğrenmeleri ve kendilerine yönelik nefret söyleminde bulunanlara karşı şikayet edebilirler.” diye konuştu.
“Bazı Sosyal Medya Hesapları Büyük Provokasyonlara Sebep Oluyor”
Medyada mültecilere yönelik ayrımcılıkla mücadelede hak odaklı haberciliğin önemine değinen Bianet’in eş yayın yönetmenliğini yürüten Ekin Karaca ise Türkiye’de siyasilerin kullandığı dilin medyaki ve soyad medyadaki nefret söylemini çok tetiklediğine dikkat çekti. Online haber mecralarının popülizm ve tıklanma gibi noktalarda birbirlerini etkilediklerine ve tetiklediklerine değinen Karaca, “Bazı sosyal medya hesapları takipçi sayısını arttırmak için büyük provokasyonlara sebep oluyor. Sosyal medya ile geleneksel medyayı artık bir arada düşünmek gerekiyor. Sosyal medyada, ‘Suriyeliler defolsun, Suriyeliler ülkelerine gitsin’ gibi söylemlerin milyonlarca insana ulaşıp trend topik olmasıyla birlikte bir haber çalıştık. Prof. Dr. Melek Göregenli’nin Bianet’ten Pınar Tarcan’a yaptığı değerlendirmede; trend topik olan söylemlerin ‘sahte söz birliği’ olarak tanımlamıştı. ‘Biz çoğunluğuz ve biz haklıyız’ gibi bir söylemin hakim kılındığı belirtmişti.” dedi.
“Faili Kimliği Üzerinden Tanımlamak Hak Odaklı Habercilik Olmaz”
Hak haberciliği ve bağımsız habercilik yaptığını söyleyen Bianet olarak nasıl bir habercilik yaptıklarına dair bilgi veren Karaca şöyle konuştu: “Failin yani suçlu olduğu söylenen kişinin dini, dili, ırkı, mezhebi, inançlı olması ya da olmaması bizi kesinlikle ilgilendirmiyor. Bir insan suç işlemişse suç işlemiştir. Faili kimliği üzerinden tanımlamak hak odaklı habercilik olmaz. Ancak saldırıya uğrayan kişi; dini, dili, ırkı, inançlı olması ya da olmaması nedeniyle saldırıya uğramışsa biz esas bu durumda hakkı yenenin yanında olmalıyız.” diye devam etti.
Gazeteciler Haberlerinde Nasıl Bir İfade Kullanmalı?
İGAM ve Gazeteciler Cemiyeti’nin ortaklaşa yürüttüğü projeye değinen Karaca şunları söyledi: “ Projede medyanın 18 aylık bir tarama raporu paylaşılmıştı. 7 ulusal kanal, 7 yerel kanal ve 7 ulusal gazete, 7 yerel gazete inceleniyor. İncelemeler sonucunda edinilen bilgilerden biri mülteciler için ağırlıklı olarak hala kaçak kelimesinin kullanılıyor olması. İşin garibi medya mensupları çocuklar için de ‘kaçak çocuk’ ifadesini kullanmaktan çekinmiyorlar. Biz Bianet olarak elimizden geldiğince bu konuda sorumlu davranmaya çalışıyoruz. Türkiye Avrupa’dan gelenler dışında kimseyi resmi olarak mülteci olarak tanımlamıyor. Başka bir ülkeye gidene kadar geçici koruma statüsünde yer alıyorlar ve kesinlikle mülteci statüsüne alınmıyorlar. Hak odaklı habercilik yaptığını ifade eden kesimlerin dikkat etmesi gereken bir şey var. Bunu Uluslararası Af Örgütü’nün ifadesiyle söylüyorum; Türkiye hukukundaki statülerine bakılmaksızın, ülkelerindeki durumlardan kaynaklı olarak Türkiye’ye gelen kişilere mülteci denilmesi kesinlikle daha doğru. Kaçak, kaçak göçmen, yasadışı göçmen gibi ifadeler kişileri haksız yere kriminalize ediyor. Bir de ‘sığınmacı’ ifadesi var ki; bu da insanlara tek taraflı bir acziyet hikayesi kattığı için kullanılmaması gerekiyor”
“Yerel Medyayla Esnafın Kullandığı Dil Aynı”
Medyadaki nefret söyleminin yeni olmadığına geçmişte de sık sık karşılaştıklarına dikkat çeken Karaca, “İnsanların dini kimlikleri üzerinden hatta bağımlılıkları üzerinden bile nefret söylemi içeren haberlere rastlamak mümkün. Tinerci dehşeti, turistlerden hırsızlık skandalı, komünistler halkı kışkırttı gibi ifadeler çok fazla karşımıza çıkıyordu. Şimdi de Suriyeliler bu ifadelerin yerini almaya başladı. Türkiye’de kendini en solda ya da en dindar gören yayın organlarına baktığımız zaman mülteciler noktasında benzer bir dil kullanıyorlar. Hatta dindar yayın organlarının iktidara da yakın oluşuyla da alakalı olduğunu düşünerek mültecilere karşı daha ılımlı bir dil kullandıklarını söyleyebiliriz. Diğer yandan yerel medyayla esnafın kullandığı dil aynı olduğundan; ’İşimizi elimizden alıyorlar’ mantığıyla yapılan haberciler çok fazla nefret söylemi içeriyor.” diye konuştu.
Bizi Takip Edin