Alevi Gençler Söz Hakkı İstiyor
Alevi gençlerle bir önceki nesil, özellikle dedeler arasındaki iletişimsizlik hakkında konuşan Üniversiteli Alevi Gençler Derneği İstanbul temsilcisi Ada Çiçek Aksoy, Alevi inancını devam ettirecek bir genç nesil olduğunu söyleyerek, “Bu genç neslin gelip erkan görmesi gerekiyor ki içtihatını bilsin. Ama bu noktada gençlerin de şöyle talepleri var: Biz, aynı sohbetleri duymak istemiyoruz. İnancımızın ritüelleri sabittir, ona bir şey demiyoruz. Gençliğe söz hakkı verilen, onların sorularını net bir şekilde cevaplayabilecek, daha bilimsel, daha çalışmaları kuvvetli bir dede misyonu olmalı. Özellikle dedelerin misyon olarak kendilerini geliştirmeleri çok önemli. Çünkü bu nesil çok sorguluyor” diyor.
Aleviler pek çok alanda sorunlarını tartışıyor, farklı açılardan değerlendirmelerde bulunuyor. Aleviliği gerek inanç, gerekse kimlik bazında geleceğe taşıyabilecek olanlarsa genç Aleviler. Buradan yola çıkarak, Üniversiteli Alevi Gençler Derneği İstanbul temsilcisi Ada Çiçek Aksoy’a Alevi gençlerin bir önceki nesilden beklentilerini ve Alevi kültürünü yaşatmak amacıyla neler yaptıklarını sorduk. İki bölüm halinde yayınlanacak röportajımızın ilkinde Aksoy, dernek olarak yaptıkları çalışmaları, Alevi gençlerin Aleviliğe hem inanç, hem de kimlik bazında nasıl baktığını ve beklentilerini paylaştı.
Yaptığınız çalışmalar nelerdir son dönemde?
Bu geniş bir çerçeve. Özellikle üniversite gençliğinin Aleviliğe bakış açısını değiştirdik, büyük ölçüde. Bu bence en büyük kazanım. Onun dışında artık genç bireylerin Alevilik çatısı altında çalışma yürütmesini kolaylaştırıyoruz. Sadece cem evlerinde hizmet etmek ya da cem hizmeti etmek değil, artık bilimsel çalışmalarda, araştırmalarda, yeri geldiğinde herhangi bir sempozyumda, kongrede konuşmacı statüsüne gelecek kadar kendisini yetiştirmesine imkân tanıyoruz. Dergimizin son sayısında yazmıştık; muhakkak bir bilgiye kapı aralayan kişi olma statüsüne ulaştırmaya çalışıyoruz. Çünkü toplumun genç bireylerinin artık söz sahibi olması lazım. Büyük ölçüde de oluyorlar. Bizim için en büyük avantaj bu. Bugün sorunlar üzerine konuşabiliyoruz ve çözüm yollarını karşılıklı olarak tartışabiliyoruz. Sesimiz gür çıkıyor.
‘Büyükşehirlerde Şaşalı Hayat Aleviliğe İlgiyi Azaltıyor’
Üniversitelerde faaliyetlerinizi rahatça yürütebiliyor musunuz?
Üniversite içinde pek mümkün olmuyor. Daha önce Sivil Sayfalar’da yaptığımız röportajda da aynısını söylemiştim. Mesela Pir Sultan Abdal Oratoryosu yapılmıştı. O yapılıyor ama belli kısımları eksik bırakılıyor. Üniversiteden üniversiteye değişiyor. Munzur Üniversitesi’nde çok rahat hareket edebilirsiniz, Nevşehir Hacıbektaşi Veli Üniversitesi bir oda açmıştı, o da çok rahat hareket edebilirsiniz. İstanbul, Ankara’da pek mümkün olmuyor. Diğer yerlere göre eksik kaldığımız yerler büyükşehirler. Gençlik noktasında da eksik kalıyoruz. Buranın o kadar güzel bir şaşalı hayatı var ki, gençlerin ulaşabileceği alanlar çok fazla. Alevilik bu sıralamada belki 6’ıncı, 7’inci sırada geliyor. Ama küçük şehirde okuyan arkadaşlarımız daha çok ilgileniyorlar bu konuyla. Karabük gibi bir yerden çıktı bu oluşum. Bugün İstanbul’daki topluluğumuzda genellikle üniversite öğrencileri var, ama diğer şehirlerdeki üniversitelerden mezun olmuş İstanbullu arkadaşlarımız da var. Şu an birçok arkadaşımız çalışan statüsünde.
Derneğin Türkiye genelinde kaç üyesi var?
Yaklaşık 3000 kişi. Somut olarak toplantılara katılan 1500 kişi kadar. Ama sürekli ilişkisi devam eden, toplantılara katılamayan, zaman zaman katılan kişilerle 3000 kişi. 6 yıllık süreç içerisinde 3000 kişiye ulaştık.
‘Alevilik İnsanlara Bakışımızı Değiştiriyor’
6 yıl içinde değiştirebildiğinizi düşündüğünüz şeyler var mı?
Kendimizi değiştirdik. Aleviliği felsefi ve kültürel olarak yaşayan bireydim ben. Ailemden aldıklarım çok azdı. İnançsal boyutuyla çok fazla ilgilenmeyip çok fazla bilgilenmedim. Daha çok siyasi fraksiyonların içerisinde yer almıştım dönem dönem. Bunların içinde tabii sekülerizm de bu noktada bağdaşık. Alevilik bir inanç öğretisi olarak sanki diğerleriyle aynıymış gibi gelip biraz daha insanı uzaklaştıran bir mevzuydu, ama içine girdiğim zaman 6 yıl içinde bugün bana kattığı şey şu: Alevilik bir inanç öğretisi, bir dünya sistemi, bir yaşam felsefesi. Bunların hepsini içerisinde barındıran yegâne bir sistem. Bakış açımız değişiyor insanlara karşı. Bu noktada 6 yıl önemliydi bizim için.
‘İlk Etapta Fişlenme Korkusu Yaşayanlar Vardı’
Alevi gençlerden nasıl geri dönüşler aldınız? Alevi gençlerde geçmişte yaşananların da etkisiyle Alevi inancını tanımlamaktan çekinen gençler vardı. Bu anlamda bir değişim gözlemlediniz mi?
Türkiye’nin yakın tarihi zaten Alevilerin bir katliam ve ezilme süreci. Osmanlı döneminde de bu isyanların başlaması, Celali isyanları özellikle Alevilerin yoğunlukta olduğu bölgelerden başlamıştır. Toplantılarımıza ilk etapta gelen arkadaşların pek çoğu, fişlenmek ve mimlenmek korkusu içerisindeydi ki bu keza haklı bir gerekçe. Buna hak veriyorum, çünkü Türkiye’nin devlet dairelerinde çalışan Alevi nüfusu yüzde 10 bile değil. Bunun bir kotası var illa ki devlette ve buna göre ayarlanıyor. Bu noktada çekinceler çok vardı. Bir de şu vardı; kulaktan dolma bir Alevilik. Ben Alevi olduğumu biliyorum. Bir arkadaşımız vardı mesela, ben Aleviyim ama Sünniler kimler onları bilmiyorum, diyordu. Korkular, baskılar bu dönemde biraz daha az. Çünkü son 20 yılda biraz daha rahat söylenebiliyor. Bir grup daha var, benim karşı çıktığım bir grup: Acılardan ve katliamlardan beslenen grup. Bu çok zararlı, yani kinle, sert. Oysaki bizim inancımız çok yumuşak. Evet, bize yapılan şeyleri unutmayacağız, ona göre adım atacağız. Bunu kinle beslemeyeceğiz. Biz bu tarafları harmanlayarak olabildiğince kıvama getirme çabası içerisindeyiz. Bir Alevi gencinin nasıl olması gerektiğine dair kendi aramızda sürekli tartışıyoruz. Kendi inancını bilmeli, topluma karşı sorumluluklarını yerine getirmeli. Her şeyden önce kendini tanımalı. Kul Osman’ın bir beyiti var; Senden sana gitmek uzun bir yoldur, kendini bilmeden göçme ha göçme. Bizim inanç öğretimizde 4 kapı, 40 makam temeldir. İnsan kendini bilmeden, kimseye bir faydası olmaz. Bizim önceliğimiz, kendimizi bilmemize yardımcı olmamız.
Daha önce Aksaray Üniversitesi Öğretim üyesi Volkan Ertit ile yaptığımız röportajda kendisi, yeni dönemde inanç bazında değil, kimlik bazında bir Aleviliği tartışacağımızı ve Alevi gençlerin de inançtan ziyade kimliği benimsediğini söylüyor. Buna katılıyor musunuz?
90’lı yıllarda Sovyetlerin çöküşüyle beraber artık ideolojiler önemini yitirdi. Postmodernizm diye bir şey çıktı ki post modernizm de der ki; artık insanlar, toplumlar içerisinde, kendi kimliklerini ifade etmekte güçlük çekiyordu. Daha küçük cemaatlere ve topluluklara ayrıldılar. Biz bunların yansımalarını 80’li yıllarda özellikle İslami cemaatlerin yoğun şekilde ortaya çıkmasından görüyoruz. Ya da Kürt kimliğinin, Türk kimliğinin yoğun bir şekilde söylem olarak yükselmesini görüyoruz. Ben bu noktada hem katılıyorum, hem katılmıyorum. Biz Alevi kimliğini yoğun bir şekilde yaşıyoruz. Alevi tutumu daha fazla, kimlik bazında. Bunu bugün benimseyip üst kimlik olarak bunu kendimize çerçeve edinmeye çalışıyoruz. Çünkü artık bir ideoloji sağ ya da sol. Bunun içerisinde Türk, Kürt, Alevi, Sünni, Çerkez, kadın, erkek hepsi vardı. Hepsinin ideolojisi birlikteydi ama bireysel ya da küçük toplum çıkarlarında bunlar artık tutmadı. Kürtler, artık kendi etnik kimliklerine göre, Aleviler kendi inancına göre, Çerkezler kendi toplum yapılarına göre olmak istediler. Özellikle son 20-25 yıldır Aleviler içerisinde bu böyle. Yani artık Alevi kimliğimi üste çıkararak Alevilik temelinde bir mücadele yürütüyorlar. Devletçilerdir zaten temelde Aleviler. İnançlarına devletin engel olmadığına inanırlar. Bu zaten laiklik ve sekülerizmi temelde pekiştiren bir nokta. Dünya çapında birçok yazarın Alevi inanç öğretisini kendilerine referans almaya çalıştıklarına dair birkaç yazı da okudum. Zamanla bence bu değişecek. Tamam, İslam toplumu içerisinde bu yok; ama Hıristiyan toplumunda bu çok yaygın, Alevi inanç öğretisini iyice irdelemeye başlıyorlar. Lübnanlı bir Hıristiyan olan George Jordac, ‘Adalet sesi Hz. Ali’ adında bir kitap yazdı. Yavaş yavaş inançlar sorgulanmaya başladığı zaman o küçük, arada kalmış, İslam’ın ötekileştirilmiş olan cemaat toplumu Aleviler, artık bugün toplumsal düzenin yegâne parçası olarak gözükmeye başladı.
‘Amacımız İnancımızı Yaşamak ve Gelecek Kuşaklara Aktarmak’
Aleviliksiz Alevilik diye bir tanımı vardı Volkan Ertit’in röportajda…
Aleviliğin hiçbir şeyini yaşamazsınız, sadece ben Aleviyim dersiniz. Alevilerin bu toplumda bir misyonu var. Bugün aydın toplum içerisinde Aleviler üst noktadalar. Niye, aydın kimlikleri var, insan ilişkileri kuvvetli. Bundan faydalanarak bir Alevi misyonu çizildi. Ankara’da bir kitapçı çocukla tanıştım. Diyor ki ben Aleviyim, ailem de Alevi, ama Alevilikle ilgili hiçbir bağım yok. Fakat birisi, Alevilere bir şey söylese ben en büyük Alevi olurum. Bu da öyle bir şey. Genç neslin Aleviliğe bakışı giderek uzaklaşıyor ve bu noktada bu söylem haklı çıkabilir. Bizim amacımız bu değil. Bizim amacımız inancımızı yaşamak, yaşatmak ve gelecek kuşaklara aktarabilmek.
‘Bu Nesil Soruyor, Konuşmamız Lazım’
Alevi toplumunda yaşlılardan, özellikle bazı dedelerden gençlere bazı eleştiriler var. İnançlarından kopuyorlar, cem evlerine uğramıyorlar, şeklinde. Siz bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Dedelerin haklı olduğu nokta şu; bu süreyi devam ettirecek bir genç nesil var ve bu genç neslin gelip erkan görmesi gerekiyor ki içtihatını bilsin. Ama bu noktada gençlerin de şöyle talepleri var: Biz, aynı sohbetleri duymak istemiyoruz. İnancımızın ritüelleri sabittir, ona bir şey demiyoruz. Daha gençliğe söz hakkı verilen, onların sorularını net bir şekilde cevaplayabilecek, daha bilimsel, daha çalışmaları kuvvetli bir dede misyonu olmalı. Özellikle dedelerin misyon olarak kendilerini geliştirmeleri çok önemli. Çünkü bu nesil, çok soru soruyor, çok sorguluyor. Bu noktada belki rahatsızlıkları vardır. Biz saygı duyuyoruz. Birçok dede de babasından atasından öğrendiği kadarıyla devam ediyor, ama bugün özellikle yetişebilecek, 30’lu 40’lı, 50’li yaşlarındaki dedeler genç dededir. Hala araştırmaya açıktır. Bu noktada birlikte bir çalışma yürütülebilir. Dede diyebilir ki, gençler bugün bu konuyla ilgili araştırma yapıyoruz. Birlikte tartışalım. Bahane bulmak çok kolay. Hem gençler, hem de dedeler açısından. Oturup sorunu karşılıklı konuşmak lazım. Bir dede derse, benim burada gençlerim var ama cem evine gelmiyorlar. Bütün gençleri toplayıp diyecek ki arkadaşlar sıkıntınız nedir? Gençler de dedelerin gerekçelerini dinlemeli ve ortak bir çözüm bulunmalı. Bazen bazı dedelere soru soruyoruz, böyle soru mu olur diyorlar. Ya da şimdi zamanımı, sözümüzü bölüyorsunuz falan… Genelleme yapılamaz tabii.
‘Anlam Kargaşalarımız Fazla ve Frekansımız Tutmuyor’
Alevilik daha önce kırsalda yaşanıyordu ve kendine ait bir sistemi vardı. Orada dedelerin misyonu çok daha farklıydı. Şimdi dedelerin mahkemeye verilebildiği bir dönemdeyiz. Böyle bir düzende şehirde yaşanan Alevilik, kırsalda yaşananla aynı şekilde yürümüyor. Gençlerle dedelerin belki anlaşamamasının temelinde bu yatıyor olabilir mi?
Kesinlikle öyle. 70’lerden itibaren kentleşen bir Alevilik gerçeği var. Tokat’ta yaşanan Alevilikle, Adıyaman’da yaşanan farklı. Alevilik sadece inançsal değil, kültürel bağları da içerisinde bulunduruyor. Geliyorsunuz kente, bir yüzleşme var. İnsanlar farklı inanç sistemlerindeki insanlarla da karşılaşıyorlar ve düşünmeye ve söz söylemeye başlıyorlar. Ama köyde yaşarken senin sığındığın tek limandır. Ama kent yaşamında alternatifler çok fazla. Onu sorgulamaya ve belki de önem değerini düşürmeye başlıyorsun zamanla. Dede, cem evinde hizmet yürütürken önemli , ama onun dışında herkesin kendi bireysel hayatında sığındığı limanları var. Biz gençlere, o soydan geldikleri için dedelerin küçük çocuklarının ellerine gitmek tuhaf geliyor. Ama yaşlılarımız hiç gocunmazlar. Onların itikadi bağları çok kuvvetli. Ama verilen mesaj da farklı, kimse bize bunu anlatmadı. O çocuğa değil, onun yürüteceği yola, geldiği soya niyaz edilir. Bu noktada anlam kargaşaları çok fazla ve frekansımız tutmuyor. Bugün bir Kerbela acısını gençler yaşayamıyor, anlamlandıramıyor. Çünkü çok alışmışız bunları duymaya, ama içselleştirmeye alışık değiliz. Kulaktan duyduk, aman aman yaşamadık. İnsanlar köylerde, Muharrem ayı geldiğinde her şeyi kapatıp sabit işlerini bile yavaşlatıyorlarmış ama kentte bu mümkün değil. O yüzden bunu hissetmek de mümkün değil. Bugün İmam Hüseyin’e ağlayan yaşlılarla gençler arasında dağlar kadar fark var. Bugün cemde ağlayıp çıktığım zaman her tarafta müzik çalan kulüplerin önünden geçiyorum. Ya da yeri geliyor, Muharrem ayında düğünlere gidiyoruz. Normalde bu mümkün değil köylerde. Bu farklılıklar önemli değer yargılarını inceltiyor.
Yarın: Alevi kültürünü yaşatmak için farklı alanlarda neler yapılması gerekiyor?
Bizi Takip Edin