Emel Korkmaz’ın Mücadelesi Belgesel Oldu
Eskişehir’de Gezi eylemleri sırasında öldürülen üniversite öğrencisi Ali İsmail Korkmaz'ın annesi Emel Korkmaz'ın mücadelesi belgesel oldu. İlk gösterimi Eskişehir'de yapılan Emel Anne belgeselinin yönetmeni Kazım Kızıl belgeselin hazırlık sürecini konuştuk.
Ali İsmail Korkmaz öldürülüşünün 6. yılında KESK, TMMOB, EBTO (Eskişehir Bilecik Tabip Odası), DİSK ve Ali İsmail Korkmaz Vakfı (ALİKEV) tarafından düzenlenen etkinliklerle anıldı. Saldırıya uğradığı Sanayi Sokak’ta yapılan basın açıklamasında anne Emel Korkmaz oğlunu ölüm biçimiyle değil yaşam biçimiyle andığını vurgulayarak, “Ali İsmail’in katledilmesine göz yumanlar çocuklarına nasıl sarılıp evladım diyebiliyorlar? Vicdanları rahat uyuyabiliyorlar mı? Bir Ali’yi katlettiniz, kaç Ali İsmail var etrafımızda, Ali İsmail ölmedi, burada bu sokakta yaşıyor.” dedi. Anma etkinlikleri Zübeyde Hanım Kültür Merkezi’nde bu yıl beşincisi düzenlenen Ali İsmail Yaşam Ödülleri Töreni ile devam etti. Gezi eylemlerinin toplumsal hafızadan silinmemesi ve Ali İsmail Korkmaz’la beraber Gezi Eylemleri sırasında hayatını kaybeden gençlerin unutulmaması amacını taşıyan Yaşam Ödülleri bu yıl 10 Ekim Dayanışma Derneği’ne ve gazeteci yazar Ayşenur Arslan’a verildi.
Ödül töreni ardından belgeselci Kazım Kızıl’ın Ali İsmail Korkmaz’ın ardından annesi Emel Korkmaz ve ailesinin yaşadığı zorlukları, mücadeleyi ve ALİKEV’de yürüttüğü kampanyaları anlattığı “Emel Anne” belgeseli gösterildi. Sivil Sayfalar olarak Kazım Kızıl’la belgesel gösterimi sonrası bir söyleşi yaptık. Yönetmen Kızıl, çekimleri Hatay, İstanbul ve Afrika’da gerçekleşen belgesele Eskişehir’den birkaç çekim daha ekleyeceğini belirtti.
İlginizi Çekebilir : Ali İsmail’in Düşleri Afrika’ya “Can Suyu” Oluyor
Belgesele seyircilerden gelen tepki nasıldı?
Belgesele beklediğimin çok üzerinde geri dönüş aldım. Benim en çok tepkisini merak ettiğim Emel Anneydi. Daha önce izlememişti, ilk defa orda izledi, ona da bazı kısımlar sürpriz oldu. Öncesinde Gürkan’la (Abi Gürkan Korkmaz) konuşmuştuk, belki eklememi istedikleri veya olmasını istemedikleri yerler vardır diye. Gürkan “Büyüsü bozulmasın, biz o gün ilk defa orda izleyelim” dedi. Aileden kimse izlememişti daha önceden. Hem izleyicinin hem Emel annenin ve ailenin tepkisi çok güzeldi.
Seni belgeseli çekmeye iten sebep neydi?
Belgesele iten sebep Emel anneyi tanımam tabi. Ama vesile olan ALİKEV gönüllülerinden Utku Kalı oldu, beni İstanbul Maratonu için aradı. Emel annenin Maraton koşusunu çekmemi istediler. Ben de önce bunu bir hikayeye çevirmek istedim; Emel anne Hatay’dan başlasın sonra beraber İstanbul’a Maratona katılalım, bu kadardı. Daha sonra 10 Kasım’da (2017) antrenman vardı, orda konuşmalarına, tavırlarına tanık olunca Emel annenin belgeselini çekmeye karar verdim. Asıl eylem maraton olmasın, kişi Emel anne olsun istedim. Emel anneyi tanımak itti beni belgesele. Ben tanık olduğum, tanıma fırsatı bulduğum bir kişiyi daha çok insan tanıyabilsin diye çektim. Yaptıkları çok kıymetli. ALİKEV’de birçok insanın hayatına dokunuyor. Yas tutmayı tercih edebilirdi. Ama o koşturan, kamusal alanın içinde üretmeye devam eden, insanların hayatında değişime yol açan, dönüştüren, aynı zamanda annelik içgüdüsüyle, anaç tavırlarıyla etrafına sevgi aşılayan biri. Bu çok etkileyiciydi.
Belgeseli hazırlama sürecinden bahseder misin?
Bir buçuk yıla yayılan bir süreçte hazırladık. Emel anne çok aktif, sürekli koşturuyor, bir şeyler daha yapıyor bunu da çekeyim derken o süreç devam ediyor sürekli. Baştan oturup plan yapıp Emel annenin şurasına odaklanalım diye ilerlemedi çekimler. Spontane gelişti. İstanbul Maratonu’nu iki defa çekmemiz gerekti mesela. Ben daha önce maratonları sadece televizyondan izlerdim, oturduğum yerden bile yorulurdum. Ama iki sene üst üste ekipmanla birlikte koştum. Emel anne koşuyor, biz de onun peşinden koşuyoruz.
Gösterim tarihi için özellikle mi 2 Haziran tarihi seçildi?
Aslında 16 Mart Ali İsmail’in doğum günüydü, Hatay’da her yıl ‘Hatay Barış Koşusu’ yapılıyor. Niyetimiz oraya yetiştirmekti. Ama yetiştiremedim. O tarihten sonra da 2 Haziran, saldırıya uğradığı gün olsun dedik.
Belgesel çekiminde yaşadığın zorluklar nelerdi?
Sonuçta çok ağır bir konu. O acıyı bizzat yaşayan kişilerle uzun röportajlar yapmaya çalışmak çok zorluydu. Ali İsmail’in odasında Emel anneyle röportaj yapmak kolay olmadı. Mesela ablasıyla (Ali İsmail’in) röportaj yapmak istedim ama 3 dakikadan sonra kesmek zorunda kaldım, bir yanıyla da mutlaka olması lazım Ali İsmail’in ablası, Emel annenin kızı! Gerçeği olduğu gibi aktarmak istiyorsunuz ama gerçek bazen dile geldiğinde daha trajik olabiliyor. Bir de garip bir suçluluk psikolojisi yaşadım, daha önce pek çok kişiden de duydum; o kötü olayla ilgisi olmayan kişiler Emel anneyi görmüş ama karşısına çıkmaya cesaret edememişler. Burada işin içinde trajik kısımlar da var. Ama belgesel buna yaslanmıyor. Gerçek de bu zaten. Ben Mart ayında Hatay’a gittiğimde aile mezarlık ziyaretindeydi doğum günü nedeniyle. Bir belgeselci için bunu çekmemek gerçeğin bir tarafını görmemek olurdu. Bir anda gülüyoruz, bir anda başka trajik bir olay oluyor. Aynı şey Emel anneyle sohbet ederken de geçerli. Gerçek, her şeyin iç içe geçmiş hali. Belgesel trajik bir olayla başlıyor, o trajedi belgesel boyunca hakim kalıyor. Ama sadece trajik bir belgeselden ziyade her yönüyle duyguların iç içe geçtiği bir tanıklık ortaya çıkan.
Belgeselde Sevinç Erbulak ve Melike Demirağ da yer alıyor, onların belgesele dahil olma süreci nasıl oldu?
Aileyle yakın kimlerle görüşebiliriz diye düşünürken ikisiyle yollarımız kesişti. İki sanatçı da Ali’yi kaybettikten sonra aileyle tanışmışlar. Ama bir şekilde o tanışıklığı organik bir ilişkiye çevirmişler. Mesela Sevinç Erbulak dışarıdan anmadan anmaya giden değil de; aileyle teması olan çat kapı gidebilen farklı bir duygudaşlık kuran bir Sevinç Erbulak var belgeselde. Onun gözünden Emel anneyi görmek istedim, ALİKEV gönüllüleri dışında. Melike Demirağ da öyle. İlk maratonda karşılaştık, Emel anneyle beraber koştu. Kızlarından birinin adı Melek, ailenin söylediğine göre zaten Melek ablanın adı Melike Demirağ’dan geliyor. Onlar çok seviyormuş. Böyle bir bağ da var. Farklı gruplardan farklı insanlar olsun istemiştim.
Eskişehir ilk gösterimiydi, başka gösterimler olacak mı?
15-20 Haziran’da İstanbul’da 12. Documentarist’te gösterilecek. 3-7 Temmuz’da İtalya’da gösterilecek. Eskişehir gösterimi sonrası Adana Belediyesi’nde Eylül ayı için istek geldi. 9 Temmuz’da Hatay Samandağ’da gösterilecek. Kopenhag, Berlin, Paris, Londra’dan isteyenler oldu. Ama bunlar belgeseli görmüş değiller, belgeselin kendisinden çok Emel annenin hikayesi ilgi çekiyor. Bir yandan güven duymaları da beni mutlu ediyor. Ancak belirtmeliyim ki ilgi benden çok Emel anneye.
2017 Nisan’dan beri devam eden bir dava sürecin var, son durum nedir?
Haziran ayında, bu ay karar duruşması olacak. Gazetecilik faaliyeti yaparken tutuklanmıştım. Ben hayatımda slogan atmadım, elimde kamera vardı, ona odaklanmıştım. Elbette eylem anayasal bir haktır, insanlar anayasal haklarını kullanırken ben de insanların haber alma hakkını savunmak için ordaydım. Referandumun şaibeli olduğuna dair bir açıklama vardı o gün, eylem olacaktı ve ben de oraya gidip video çektim. Video çekerken gözaltına alındım. Cumhurbaşkanına hakaret sonradan uydurulmuş bir şey. Çünkü bir insanı video çektiği için gözaltına alamazsın, yani almaman gerekir? Hukuken böyle bir gerekçe olabilir mi? Her zaman olduğu gibi önce seni yakalıyorlar, sonra sana suç isnat etmeye çalışıyorlar. Bunun en kolay yolu da sosyal medya hesaplarımız! 4 gün ek gözaltı süresi sırasında oluşturulmuş bir emniyet istihbarat raporu var. Emniyet istihbarat raporu dediğime de bakmayın, sosyal medya hesaplarına giriyorlar, sayfa sayfa screenshot yapıyorlar. İstihbarat çalışması da bu! Ben gözaltındayken attığım tweetlere bakıyorlar, önce halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik suçlaması yapılıyor. Daha sonra Cumhurbaşkanına hakaret gerekçe gösterilmiş. Kimse benim ifademi almadı, neyle suçlandığım konusunda kimse bana bilgi vermedi. Savcı bana “ne diyorsun?” diyor. Neyle suçlandığımı bilmiyorum, ortada bir şey yok. Ne diyeyim ben! Saçmalık! Adil yargılama diye bir şey yok. Savunma hakkı yok. Ben bunu cezaevinde 65. Günümde Cumhuriyet Gazetesi’nden öğrendim. Haziran’da karar duruşması var, ne karar çıkacak bilmiyorum, sürpriz olmayacak!
Tutuklu gazetecilerle ilgili ne söylemek istersin?
Hükümetten birileri konuşurken “Gazetecilik yaptığı için tutuklanan biri yok” diyorlar. Benim de dosyamı inceleyen biri için ben de gazetecilikten değil cumhurbaşkanına hakaretten içerdeyim. İçerde bulunan gazetecilerin dosyalarına bakınca da gazetecilik faaliyeti yaptığı için tutuklanmış gibi görünmüyor. Ama özüne bakınca hepsi, gazetecilik yaptığı için, muhalif olduğu için, gerçekleri yazdıkları için tutuklular. Sayıları da tam belli değil. Birçok farklı raporlandırma birçok farklı kıstaslar kullanılıyor. Türkiye’de 150 civarı tutuklu gazeteci var, ülke için çok utanç verici bir durum. Ahmet Altan ağırlaştırılmış müebbet aldı örneğin. Bu ne demek? İdam olsa idam edilecek. Bu insan ağırlaştırılmış müebbet almış olacak ne yapmış olabilir? Ahmet Şık aylarca tutuklu kaldı! Kadri Gürsel o kadar içerde yatmış zaten, bir yere kaçtığı yok, kendisi gelmişken kelepçe taktılar! Böyle bir saçmalık olabilir mi? Zehra Doğan örneği, çizdiği resimden dolayı aldılar. 15 ay içerde yattı, genç bir insanın hayatından 15 ay almak çok utanç verici. Osman Kavala mesela; 17 Mayıs’ta 563 gündür tutuklu! İddianameyi de okudum, trajikomik gerçekten, sayfalarca yazmışlar, İzmir’de Roman Derneği’ne bağışta bulundu yazıyor, iddianameye koyulabilir mi böyle bir şey? İnsanlar belirsiz sürelerde ve adil olmayan koşullarda yargılanıyorlar, neyle suçlandıklarını da ne kadar süre tutuklu kalacaklarını da bilmiyorlar.
Bizi Takip Edin